Şimdi Ara

'Harem' ile ilgili romanlar

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
15
Cevap
0
Favori
1.165
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Lise son sınıfa kadar “Topkapı Sarayı”, “Harem” denilince hemen, çırılçıplak cariyelerin içinde yüzdükleri bembeyaz süt havuzları aklıma gelirdi. Çünkü ilkokuldayken toplu olarak Topkapı Sarayı’na ziyarete gittiğimizde, Harem kısmındaki bayan rehber bize böyle anlatmıştı. Üst kattan aşağıdaki boşluğu göstererek, “Burada süt havuzları vardı. Padişah, bizim şu an olduğumuz yerden onları takip eder, beğendiğini yanına çağırırdı” demişti.

    Lise son sınıfta tarih öğretmenimiz ise (Allah ondan razı olsun) “Harem”in ne olduğunu geniş ve doğru olarak anlatınca, bu yanlış düşüncem ancak o zaman değişti.

    Ülkemizin en büyük çıkmazlarından biri, uzmanlık isteyen konularda uzmanlara sorulmaması, ilgili ilgisiz herkesin konuşması, yazması.

    Bu yapılmadığı için “Harem” ile ilgili romanlar, Osmanlıyı kötülemek, gözden düşürmek için yazıldığı kanaatini uyandırıyor. Bugün, son zamanlarda çok tartışılan bu konuları, konunun uzmanı tarihçilerin görüşlerine müracaat ederek, tarihi gerçekleri bir nebze de olsa ortaya koymak istiyorum;

    Harem nedir, ne değildir?

    “Osmanlı’da ‘harem’, herkesin giremediği bir ortamdı. Sözcük olarak harem ‘dokunulmaz, kutsal’ anlamına gelir. Bilinenin aksine Osmanlı’da ‘Harem-i Humayun’, devlet adamları yetiştiren ‘Enderun’ mekteplerine paralel bir kurumdu. Kesinlikle, cinselliğin ayyuka çıktığı, padişahın canı çektiğinde içinden kadın seçip beraber olduğu bir yer değildi. Buradaki kadınlar, Osmanlı’nın en üst kültür grubunu temsil ederdi. Bazı çevrelerde ‘harem’ kavramına cinsel ve egzotik benzetmelerin yapılmasının nedeni 17 ve 18’inci yüzyıllarda Batı’nın bu kuruma cinsel içerikli yakıştırmalar yapmış olmasıdır. İşin acı yanı insanlar ‘harem’i olumsuz düşünüyor, ama bunu öğreten biz olduk.” (Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız -Osmanlı Tarihçisi)

    “Harem’deki yaş ortalaması, oryantalist hayallerde olduğu gibi 15-16 değil, 60’ın üzerindeydi. Harem, Osmanlı’da padişahın ailesi anlamına gelirdi. Yani, padişahın mahrem kısmıdır. Padişah öldükten sonra da ailesi haremde yaşamaya devam ederdi. Harem’de bulunan bütün kadınlar padişahın cinselliği için tutulmadıkları gibi, buradaki kızlara her konuda uzun soluklu eğitim verilirdi. Din hocaları da öğretmenler de gelir haremde ders verirlerdi. Padişah da güzel ve bilgili bu kızlardan bazılarını devlet adamları ile evlendirirdi.” (Prof. Dr. Mete Tuncay-Tarihçi)

    “Özellikle yabancı kadın yazarların kaleme aldığı bu romanlar, “ikinci sınıf yazarların yazdığı kötü romanlar”dır. Bu kitaplar tarihi gerçekleri yansıtmamaktadır. Yazarlar Topkapı Sarayını bile görmeden bu kitapları kaleme almaktadırlar. Bu tür kitapların hislerle değil, ilimle yazılması gerekir, herkes bu konuda uyanık olmalıdır.” (Prof. Dr. İlber Ortaylı)

    “Tarihi konu alan romanların önsözünde eserin “hayali” olup olmadığının belirtilmesi gerekir. Romansı tarih kitaplarının tarih kitaplarından ayırt edilmesi gerekir. Bu tür edebidir, belli bir kesime hitap eder. Bunlar edebi bir tür olarak sosyal ve sanat fonksiyonunu yerine getiriyor. Bu açıdan faydalıdır. Fakat bunu yazanlar, tarih yazdıkları iddiasına girerlerse o zaman yanlış yapmış olurlar ve okuyuculara yanlış bilgi vermiş olurlar. Osmanlı Devleti’nin tartışılmaya başlamasından sonra Osmanlı’ya karşı toplumda bir merak uyandı. Bu, bu tür kitapların okuyuculardan büyük ilgi görmesinin nedenlerinden biridir. Osmanlıyı idealize etmek ve bilhassa bugünkü Türkiye ile kıyaslamak doğru değildir.” (Prof. Dr. Halil İnalcık-Tarihçi)

    Görüldüğü gibi, tarihçiler, birbiri ardına yayımlanan ve özellikle Osmanlı “Haremi”ni konu alan “Safiye Sultan’’ gibi çeviri kitapların, gerçekleri yansıtmadığını, bunların tarihi gerçekler olarak görülmemesi gerektiğini ifade ediyorlar. Yanlış kanaatlerin oluşmaması için uyarılarda bulunuyorlar. (Mehmet Oruç, Türkiye, 19.05.2001







  • ellerine sağlık
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep BluESeA

    ellerine sağlık



    Teşekkür ederim.

    Maalesef tarihimizi yeterince bilmiyoruz.Kimbilir karanlıkta kalan gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen nice hakikatler vardır.
  • Ellerine sağlık açıkçası ben de bilmiyordum tam olarak ayrıntılarını teşekkürler
  • biz zihinsel köle bir milletiz. paylaşıma teşekkür..
  • Harem, dokunulmazlık ya da kutsallık ifade etmiyor, bilhakis bir soyutlanmışlığı, izole edilmişliği ve hapsolunmuşluğu anlatıyor. Şark kültüründe her zaman harem olgusu vardır, ilkel bir uygulamadır.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61


    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep BluESeA

    ellerine sağlık



    Teşekkür ederim.

    Maalesef tarihimizi yeterince bilmiyoruz.Kimbilir karanlıkta kalan gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen nice hakikatler vardır.


    Evet maalesef var.Hemde çok yakın tarihimizde bile.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika

    Harem, dokunulmazlık ya da kutsallık ifade etmiyor, bilhakis bir soyutlanmışlığı, izole edilmişliği ve hapsolunmuşluğu anlatıyor. Şark kültüründe her zaman harem olgusu vardır, ilkel bir uygulamadır.



    Kişisel açıklamalarınız,sizi bağlar.Harem uygulamasının ilkel olduğunu söylemek ne dercece doğrudur bilemem ama,tarihi; kişi,yer ve zamana göre değerlendirmek lazımdır.Tarihi günümüz doğrularıyla yargılarsak yanlıgıya düşeriz diye düşünüyorum.Tarih dönemim şartları içinde ,doğru ve yanlışları içerebilirir.Siz dönemim hükümranlarından biri olsanız durumu ne kadar değiştirebileceksiniz?Bu muallak.

    Tarihi yorumlamak elbette hakkımızdır,ama bu tarihin bize ne kadar objektif yansıtıldığı ile ilgildir.Diğer yandan bizim
    öğrendiğimiz tarihten!, ne anladığımız ve elde ettiğimiz çıkarımlarla ilgilidir.Elbette en doğru çıkarım bizimki değildir.Kişi,yer ve zamana göre değişir diye düşünüyorum.

    saygılarımla,




  • Harem osmanoğulları hanedanının kadın mensuplarının kaldığı dairedir. Yani padişahın halası, teyzesi, kızları, annesi, nenesi, babannesi, anannesi, eşi vs.

    O dönemin avrupası hareme cisel açıdan yaklaşarak türkün namusuna küfretmiştir inceden inceye... Bizim namussuzlarda onların tutumuna or...puluk yapmıştır.

    Daha ne denir. Çok zoruma gidiyor arkadaşlar kusura bakmayın başka dilden anlamazlar çünkü...
  • bir tarih öğrencisi olarak okuduğum kaynaklar doğrultusunda şunları şöyleyebilirim harem, pek çok kitapta anlatıldığı gibi padişahların eğlenci yeri olmayıp saray kadınlarının eğitim gördüğü bir kurumdur. Haremde kadınlara dikiş-nakış,musiki,dans ve yabancı dil dersleri verilmekteydi. Geleceğin valide sultanları en iyi şekilde yetiştiriliyordu. Saray hizmetlerini gören kadınlara da haremde cariye denilmekteydi. Bunların padişah ile bir ilişkileri söz konusu değildi.
  • HAREM;
    yabancının girmesine izin verilmeyen yer. Müslümanların evlerinde kadınlara ayrılan kısım. Osmanlı
    sarayında, pâdişâhın annesinin nezâretinde, sarayın hanım, çocuk ve hizmetçilerinin kaldığı bölüm.
    İslâmiyetin tesettür emriyle sistemleşen harem, Müslümanların evlerinin en ferah ve güzel bölümlerini
    işgâl etmiş, erkekler için de selâmlık kısmı inşâ edilmişti. Bütün Müslüman devlet başkanlarının
    evlerinde bulunan harem, Resûlullah efendimiz ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinden sonra Emevîler,
    Abbâsîler, Selçuklular ile diğer İslâm devletleri ve nihâyet Osmanlı saraylarında daha teferruâtlı ve
    teşkîlatlı bir hâle geldi. Osmanlılarda pâdişâh haremine “Harem-i Hümâyûn” adı verilmişti. Osmanlı
    Devletinin gelişmesine paralel olarak, pâdişâhların oturduğu saraylar da büyümüştü. Bursa’daki
    mütevâzî Osmanlı sarayına karşılık, Edirne’de daha teşkilâtlı saraylar yapılmıştı. Fâtih’in İstanbul’u
    fethinden sonra ise bugünkü Bâyezîd’de üniversitenin bulunduğu sâhada bir saray yaptırıldı. Daha
    sonra bu sarayın yerine Sarayburnu’nda bugünkü Topkapı Sarayı îmâr edildi. Fetihten sonra harem,
    Üçüncü Murâd’a kadar eski sarayda, Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar da Topkapı Sarayında idi.
    Saraylarda pâdişâhın yakınlarının bulunduğu ve günlük hayatlarını geçirdiği kısım olan harem, gâyet
    îtinâlı bir şekilde inşâ, tezyin ve tefriş edilirdi.İki bölümden meydana gelen haremin birinci kısmına bâzı
    görevliler, şehzâdelere ders veren hocalar girip çıkabiliyordu. İkinci kısmı sâdece kadınlara mahsustu.
    Buraya pâdişâha haram olan kadınlar giremediği gibi, yabancı hiçbir erkek de giremezdi. O yüzden
    Osmanlı haremini kimse girip görememiş, sonradan, yazıp söylenenler ise hayâl mahsulü
    uydurmalardan ibâret kalmıştır.
    Topkapı Sarayında Harem-i Hümâyûnun girişkapısı, etrâfı dolaplarla çevrili olan dolaplı kubbeye açılır,
    buradan fıskiyeli avlu veya fıskiyeli şadırvan denen dikdörtgen avluya çıkılırdı. Avlunun sağında
    kulekapısı, solunda ise perde kapısı vardı. Perde kapısından sonra dar sokağa benzeyen bir geçit
    başlar. İki kısımdan meydana gelen haremin birinci bölümü ve haremağalarına mahsus hamam ile
    kızlarağası köşkü burada idi. Daha ileride harem ağalarına mahsus dâireler, şehzâdeler mektebi, baş
    muhâsip ağa ve baş hazînedâr ağa dâireleri yer alırdı. Haremağaları dâiresi bir çok oda ve koğuştan
    meydana gelirdi.
    Şehzâdeler mektebinde pâdişâhın çocukları, yeğenleri ve amca oğulları eğitim görürlerdi. Burada ders
    görenler küçük yaştakiler olup, yetişkinlere hocaları dâirelerine giderek özel ders verirlerdi.
    Şehzâdeler mektebi geçildikten sonra ileride sağda bulunan kuşhâne kapısından girilince, harem
    ağalarının nöbet tuttukları yere gelinirdi. Haremle ilgisi olanlar bu kapıdan girip çıkarlardı. Buranın sağ
    tarafında uzun bir koridor olup, buraya altınyol denilirdi. Burası Hırka-i Saâdet dâiresine kadar uzardı.
    Ortadaki kapı, Vâlide Sultan taşlığına açılırdı. Solda câriyeler dâiresine âid olan üçüncü bir kapı daha
    vardı. Bu alana harem ağalarının nöbet yeri denilirdi. Burada harem ağaları sıra ile nöbet tutarlardı.
    Harem-i hümâyûn ağalarının en büyüğü “kızlar ağası” da denilen “dârüssaâde ağası” idi (Bkz.
    Dârüssaâde Ağası). Haremin dış ile ilgisini bunlar sağlardı. Bu bölümden sonra haremin ikinci bölümü
    başlardı. Harem-i hümâyûnun bu iç kesiminde sırasıyla, çeşmeli sofa denilen yer, hünkâr sofası,
    hünkâr hamamı, vâlide sultan dâiresi, asmabahçe ve daha birkaç tâne pâdişâh odası yer alırdı.
    Harem-i hümâyûnda ayrıca birkaç tâne de mescid vardı.
    Harem-i hümâyûnda pâdişâh, pâdişâh zevceleri, çocukları, hânedân üyelerinden bâzı akrabâları
    yanında yüzlerce görevli yaşamaktaydı.
    Osmanlı hareminin en yüksek makâmı vâlide sultanlıktı. Dolayısıyla haremin fahrî başı pâdişâhın
    annesiydi. Haremde hünkâr sofasından sonra en geniş dâire de vâlide sultanınkiydi. Vâlide sultanın
    geniş bir câriye (hizmetçi) kadrosu vardı. Haremi, hazînedâr usta vâsıtasıyla idâre ederdi. Bütün
    kadınlar, sultanlar, ustalar ve câriyeler kendisinden çekinirler ve sayarlardı. Haremdeki bütün işler
    onun emriyle yapılırdı.
    Haremde vâlide sultandan sonra söz sâhibi kadın efendiydi. Osmanlı pâdişâhlarının hanımlarına
    kadın, kadın efendi denilirdi. Pâdişâhın ilk hanımına başkadın denirdi. Başkadın diğerlerine göre
    üstündü. Dâiresinde hizmet eden câriyeler ve kalfaları diğerlerinden fazla olurdu. Pâdişâhın
    hanımlarına 16. yüzyıldan îtibâren haseki de denilmeye başlanmıştır.
    Başlangıcından îtibâren pâdişâhların evlilikleri husûsiyet arz eder. İlk Osmanlı pâdişâhları, 16. asır
    başlarına kadar, etrâfındaki Anadolu beylerinin, Bizans İmparatorunun, Sırp ve Bulgar krallarının
    kızlariyle evlendiler. Bunlarla evlenmeleri hissî olmayıp, akrabâlık yoluyla kuvvetlenmek veya mîras
    yoluyla toprak elde etmek gibi siyâsî maksatlıydı. Nitekim Germiyanoğullarından Yıldırım Bâyezîd
    Hana gelin gelen Devlet Hâtun’la bu beylik topraklarından bir kısmı da çeyiz olarak verilmişti.
    Yıldırım’ın ve İkinci Murâd’ın Sırp prensesi olan zevceleri meşhurdur. Bunların Sırbistan’daki Osmanlı
    siyâsetinin desteklenmesi husûsunda büyük rolleri olmuştur. Hattâ, Fâtih Sultan Mehmed Han,
    vâlidem diye hitâb ettiği Sırplı üvey annesinden Balkanlardaki siyâsî meselelerde çok faydalanmıştır.
    Bununla berâber 16. yüzyıl ortalarına kadar pâdişâhların bu hanımları yanında câriyelerden de
    zevceleri vardı. Ancak Kânûnî’den îtibâren etrafta pâdişâhların evleneceği hükümdâr ve krallık âileleri
    kalmadığı veya lüzum görülmediğinden, bâzı istisnâları dışında artık dâimî olarak câriyelerle evlenme
    usûlü devâm etti. İslâm hukûkuna göre hür kadınlarla olan evlilikteki tahdid, câriyelerle evlilikte
    konulmamıştır. Buna rağmen pâdişâhların câriyelerle evliliği de hep belli sayıdadır. Söylendiği gibi
    pâdişâhların yüzlerce câriye ile evlilik yaptığı doğru değildir. Hattâ 16. yüzyıl sonuna kadar ömürleri
    seferlerde geçen pâdişâhların, normal hayatlarını yaşayabildikleri bile söylenemez.
    Bunlardan başka pâdişâhlar, tanınmış ve asîl bir âilenin kızıyla evlenme imkânları olduğu hâlde, bâzı
    mahzurlarından dolayı bu evliliği tercih etmemişlerdir. Pâdişâhın annesi veya zevcesi tarafından
    İstanbul’da veya taşrada akrabâsının bulunması mahzurluydu. Zamanla ana tarafından akrabâlar
    saraya dolacak, şahsî ve siyâsî birtakım isteklerde bulunacaklar, arzûları yerine getirilmeyenler,
    pâdişâh ile akrabâlığına güvenerek birtakım entrikalara teşebbüs edecekler, netîcede, o devir Avrupa
    devletlerinde olduğu gibi, kanlı hâdiseler yüzünden devlet güvenliği sarsılabilecekti.
    Pâdişâhların haremdeki diğer âile ferdleri şunlardır:
    Sultanlar: Osmanlıların ilk devirlerinde, pâdişâh kızlarına Selçuklularda olduğu gibi, “hâtun”
    deniliyordu. Fâtih devrinden sonra sultan denildi. Osmanlı pâdişâhları kızlarına daha çok Ayşe,
    Hadîce, Fatma, Esmâ, Emine gibi isimler veriyorlardı. Erkek evlâda sultan tâbiri isimden önce
    söylendiği hâlde, kızlarda, isimden sonra söyleniyordu. Ayşe Sultan, Fatma Sultan gibi. Sultan tâbiri
    yalnız olarak söylendiğinde de kız evlâd anlaşılmaktaydı.
    Sultanlar doğar doğmaz kendisine bir dâire ayrılır, emrine dadı, sütnine, kalfa ve câriyeler verilirdi.
    Çocuğun eğitimiyle kendi anneleri, dadı ve kalfaları uğraşırdı. Sultanlar okuma çağına gelince, derse
    merâsimle başlarlardı. Ekseriyetle merâsimlere pâdişâh da katılır ve “Besmele”yi bizzât kendisi
    çektirirdi. Bundan sonra husûsî hocalar tarafından okutulurlardı. Sultanların Kur’ân-ı kerîmi doğru
    okumaları husûsunda titizlikle durulurdu. Sultanlara Kur’ân-ı kerîmden sonra lüzumlu din ve dünyâ
    bilgileri de öğretilirdi. (Bkz. Sultan)
    Şehzâdeler: Osmanlı hânedânının erkek çocuklarına şehzâde denirdi. 5-6 yaşına geldiklerinde
    kendilerine hoca tâyin edilerek törenle derse başlarlardı. İlk dersi şeyhülislâm verirdi. Sonra husûsî
    hocalar okuturdu. (Bkz. Şehzâde)




  • Anlatılanlar gibi de olsa bir anormallik göremiyorum. Monarşide böyle şeyler olur.
  • bi gun gemide gidiyom konu osmanlidan acildi oylecene konusuyoduk bizim bi elektrik zabiti vardi birden soze atildi dediki; "ya osmanli deyince benim aklima erotizm geliyo" aynen bole

    yazik.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ussaki

    bi gun gemide gidiyom konu osmanlidan acildi oylecene konusuyoduk bizim bi elektrik zabiti vardi birden soze atildi dediki; "ya osmanli deyince benim aklima erotizm geliyo" aynen bole

    yazik.


    Tarihi kendi kafalarına göre anlatan uydurma 'Safiye Sultan' tipi romanları çok okumuş olmalı.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.