Şimdi Ara

Felsefi akımlar ve felsefi tartışma alanı…

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
102
Cevap
2
Favori
16.759
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Felsefi akımlar ve felsefi tartışma alanı…
    Çeşitli kaynaklardan özetleyerek alınmasına rağmen doğal olarak uzun da olsa ilgi çekeceğini umduğum bu konu da eksiklikler ve hatalar olabilir. Hatalar varsa bunları düzeltebiliriz.Paylaşımcılar isterlerse kaynağı belirtmek ve kişisel mesaj vermemek kaydıyla ilgi duydukları alana ilave edebilirler.Tartışma yapabilirler.


    Felsefe kelimesi Yunanca'da fhilo(sevgi) ve sophia (bilgelik) kelimelerinin yan yana gelmesinden oluşuyor... fhilosophia (bilgelik sevgisi). Yunanlı düşünürler için "Bilgiyi sevmek, bilginin peşinden koşmak" anlamını taşır
    Felsefe tarihi
    1) İLKÇAĞ FELSEFESİ
    Thales
    Anaximandros
    Aneximenes
    Pyhtagoras
    Herakleitos
    Parmenides
    Zenon
    Empedokles
    Anaxsagoras
    Demokritos
    Sofistler
    Sokrates
    Platon
    Aristoteles
    2) HELLENİSTİK DÖNEM
    Stoalılar
    Epiküros
    Akademi
    Septikler
    Philon
    Plotinos
    3) ORTAÇAĞ FELSEFESİ
    Gnostikler
    Augustinus
    Anselmus
    Roscelinus
    Albertus Magnus
    Aquinolu Thomas
    Duns Scotus
    Ockhamlı William
    Tümeller Tartışması
    4) İSLAM FELSEFESİ
    El-Kindi
    Muhyiddin el-Arabi
    Ebu Bekir er-Razi
    Farabi
    İbn-i Rüşt
    İbn-i Sina
    Gazzali
    İbn-i Bacce
    İbn-i Tufeyl
    Sühreverdi
    Sadreddin Konevi
    İbn-i Haldun
    İslam Felsefesinde Ekoller

    5) RÖNESANS FELSEFESİ
    Machiavelli
    Bodin
    Kopernik
    F.Bacon

    6) 17.YÜZYIL FELSEFESİ
    Descartes
    Pascal
    Hobbes
    Geulincx
    Malebranche
    Spinoza
    Leibniz 7) 18.YÜZYIL FELSEFESİ
    Locke
    Berkeley
    Hume
    La Mettrie
    Kant
    Fichte
    Schelling
    Rousseau
    Voltaire
    Montesquieu
    A.Smith
    Condorcet
    Hegel


    8) 19. YÜZYIL FELSEFESİ
    Saint Simon
    Comte
    K.Marx
    Kierkegaard
    Nietzsche
    Bergson
    J.Bentham
    W.James
    J.Dewey
    Darwin
    H.Spencer
    Reuerbach
    Bakunin
    Schopenhauer
    Schiller
    Durkheim


    9) 20. YÜZYIL FELSEFESİ
    E.Husserl
    K.Popper
    L.Wittgenstein
    Gramsci
    İrigaray
    M.Heidegger
    J.Habermas
    Derrida
    Ayn Rand
    Adorno
    Deleuze
    Foucault
    Baudrillard
    Levi-Strauss
    J.P.Sartre
    A.Camus
    A.Einstein
    Simone De Beauvoir
    Lyotard
    Hayek
    Varoloşçuluk
    Postmodenizm


    Felsefenin konuları
    Filozoflar genellikle varoluş veya varlık, ahlak veya iyilik, bilgi, gerçek ve güzellik konularıyla ilgilenmişlerdir. Tarihsel olarak birçok filozof dini inançlara veya bilime de eğilmiştir. Filozoflar genellikle bilimin dışında kalan bu kavramlarla ilgili kritik sorular sorarlar. Felsefe nedir sorusunun cevabının aranması da bir felsefi uğraştır. Filozoflar genellikle şu soruların cevaplarını ararlar:
    Gerçek nedir? Bir ifadeyi nasıl veya niye doğru veya yanlış olarak tanımlarız? Nasıl karar veririz?
    Bilgi mümkün müdür Bildiğimizi nasıl biliriz? Doğru bilginin kökeni ve sınırları ?
    Ahlaken doğru veya yanlış hareketler (veya değerler, veya kurumlar) arasında bir fark var mıdır? Hangi hareketler doğrudur, hangileri yanlıştır? Değerler mutlak mı, izafi midir? Yani nasıl yaşamak gerekir? Ahlakın kaynağı nedir ?
    Gerçeklik nedir ve neler gerçek olarak nitelendirilebilir? Gerçek olan şeylerin doğası nedir? Bazı şeyler algımızdan bağımsız olarak var olabilir mi? Zaman ve mekanın doğası nedir? Düşünme ve düşüncenin doğası nedir? Birey olmak ne demektir?
    Güzel nedir? Güzel şeylerin farkı nedir? Sanat nedir?
    Din kavramının kökeni nedir ? Tanrı insanların korkularından kaynaklanan bir varsayım mıdır ? Tanrı var mıdır ?
    ANALİTİK FELSEFE
    Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir.

    Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.

    Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir.
    BİLGİ FELSEFESİ
    Bilgi Felsefesinin Konusu:

    Akıl ve sezgi gibi yetiler gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa, görünüşlerin ötesinde kalan varlığı bilmemizi sağlayabilirler mi? türünden sorular bilgi felsefesinin konusunu oluşturur.

    Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırı. Bir yandan bilginin özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.

    Bilgi kuramının temel kavramları:

    Doğruluk : Doğruluk, bilginin, bilgisi edinilen şeyle tam uygunluğunu dile getirir. Buna göre doğruluk; algılar, kavramlar ve bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.

    Gerçeklik (Realite) : Varlığın, varoluş tarzıdır. Bilinçten bağımsız olarak var olandır.

    Temellendirme : Ortaya atılan bir soru ya da ileri sürülen bir sav için dayanak, gerekçe, temel bulma işidir.

    Bilgi kuramının temel soruları : Bilgi nedir? Kaç türlü bilgi vardır? Bilgi edinmenin amacı nedir? Bilgi edinme sürecinin ilkeleri nelerdir? Hakkında bilgi edinilen nesne ile bilgi edinen özne arasında ne gibi bir ilişki vardır? Kaç çeşit bilgi edinme yolu vardır?

    Mantık : Düşüncenin temel yasalarını (özdeşlik, çelişmezlik, yeter neden ilkesi gibi) saptar; doğrunun ölçütlerini arar.

    Bilgi Kuramının Temel problemi

    Doğru bilginin imkansızlığı : İnsan aklının (ya da yetilerinin) gerçeği bilemeyeceğini, herkes için genel geçer bilginin imkansız olduğunu ileri süren görüşlerdir.

    Sofistler : İnsanın doğru bilgiye herkes için geçerli olabilecek bilgiye ulaşılamayacağını, bilginin kişiden kişiye değiştiğini ileri süren filozoflardır.

    Protagoras : "İnsan her şeyin ölçüsüdür." der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir. Rüzgar üşüyen için soğuk, üşümeyen için soğuk değildir.

    Gorgias : Hiçbir şey var değildir. Var olsaydı bile bilinemezdi. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz. Sözleriyle bilginin bilinemeyeceğini ileri sürer.

    Septikler : Herhangi bir konu hakkında doğru ya da yanlış şeklinde yargıda bulunulamayacağını ileri süren görüştür. En önemli temsilcileri, Pyrrhon, Timon, Karneades, Arkesilaos'tur.

    Septiklerin bu görüşleri günlük olaylar ve pratik işlerle ilgili değil, felsefi gerçekler ve ilkeler hakkındadır. Septisizm gerçeği bütünüyle inkar etmek değildir. Çünkü inkar da bir yargıdır. Oysa Septikler hiçbir konuda kesin yargıda bulunmazlar.

    Doğru bilginin imkanı

    Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan düşünme gücü ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin ölçütünü de duyular da değil akıl da bulan bir öğretidir. Rasyonalizme göre insan aklı birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tüm nesneler hakkında kesin bilgi edinmemiz için sadece bu ilkelere uygun bir biçimde mantığımızı kullanmamız yeterlidir.

    * Sokrates (M.Ö. 469 - 399 ) : Ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gördüğü bilgidir. Sokrates'e göre bu bilgi doğuştandır yani insan dünyaya bu bilgiyle gelir. Fakat insan bu dünyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yüzden bu bilgilerin hatırlanması ve bilinç düzeyine çıkarılması gerekir. Bunun Sokrates maiotik (doğurtma) yöntemi kullanır.

    * Platon (M.Ö. 427 - 347) : Platon'un bilgi felsefesi varlık görüşüne dayanır. Platon'a göre varlık görünüşler dünyası ve idealar dünyası olmak iki evren vardır. Gerçek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar yapabilir.

    * Aristoteles (M.Ö. 384 - 322) : Aristoteles'e göre var olan bir şeyle ilgili olarak gerçek bir bilgiye sahip olabilmek için onun varlığa gelişini sağlayan dört nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel neden, fail neden, amaçsal nedendir. Aristoteles'e göre, bilimin asıl amacı ve genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun için yapılması gereken tekil ve tümel arasında bağ kurmak, tekili tümelden çıkarmaktır. Aristoteles'e göre, akılda bilgi üretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın kendisindedir, içindedir. Masa masadır.

    * Farabi (870 - 950) : Akılda bir sezgi gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler olduğunu kabul eder. Farabi bilginin üç kaynağı olduğunu söyler. Bunlar duyu, akıl ve nazardır. İşte Farabi'nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi'ye göre ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir güç vardır. Sezgi, apaçık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.

    * Descartes (1596 - 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın olduğunu ve insan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu savunur.Descartes'a göre insan zihninin iki temel gücü vardır. Bunlar sezgi ve tümdengelimdir. Sezgi, zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yüksek derecede açık olan bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri açık seçik olarak bilir.Tümdengelim ise sezgi yoluyla açık seçik olarak bilinen doğrulardan ve tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuç çıkarmadır.

    * Hegel (1770 - 1831) : Hegel'e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da "Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur." şeklinde açıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara göre varlığın kendini tez-antitez-sentez şeklinde açtığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık dünyasını kavramıştır.

    Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin bulunduğunu söyleyen görüştür. Ampirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar.

    * Locke (1632 - 1704) : Ampirizmin kurucudur. Locke'a göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır. Locke iki türlü deney olduğunu söyler. Birincisi dış deney, diğeri iç deneydir. Dış deneyde dış dünyadaki varlıklar, duyularla denenir. İç deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır.

    Locke'a göre, insan zihninde kompleks düşüncelerin ve dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır: Algı, bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke üç türlü bilgi kabul eder. - Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip olmasını sağlar.

    - Duyusal bilgi, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olmayı sağlar.

    - Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar.

    * David Hume (1711 - 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar; - İzlenimler, - İdeler (kavramlar ve düşünceler)

    Zihinde bulunan her şeyin, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu algılarda belli özellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.

    Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir düşünce olması gerektiğini söyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir alışkanlığımızdır.

    Kritisizm : İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır. Kurucusu Kant'tır.

    * Immanuel Kant (1724 - 1804) : Felsefede rasyonalizm ve ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant'a göre, bilgi deneyle başlar fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (önsel) bir bilgi olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.

    İnsan, bilgi sürecinde, pasif olmayıp aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant'a göre insan bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gerçekte oldukları şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına göre bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (görüngü) bilebilir.

    Entüisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüşe entüisyonizm (sezgicilik) denir. Sezgiye önem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama ve eylem için önem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya çıkan sezgisel bilginin tamlığından ve kesinliğinden yoksundur.

    * Gazali (1058 - 1111) : Ona göre insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini veremez.Zira, gerçek ve kesin bilgi, sezgi yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü, insan gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner. Gazali, iki göz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki göz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve birtakım bilgilere ulaşılır.

    İnsanda bir de kalp gözü vardır. Kalbin kendisi manevi bir töz olduğu için insan onunla yani sezgiyle gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar.

    * Bergson (1859 - 1941) : Ona göre gerçekten varolan, durağan madde değil süredir. Başka deyişle gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Bergson'a göre bilmenin birbirlerinden tümüyle farklı olan iki yolu vardır:

    Bilimlerde geçerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gerçekliğin maddeden oluştuğu düşünülür. Bilimler varlık alanını parçalara ayırır. Her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez.

    Varlığın özüne nüfuz eden sezgi : Bergson'a göre sezgi, gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gerçekliği yani süreyi, yaşamı içten içe duyup yaşayarak kavrar.

    Pozitivizm : İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte'tur.

    * A. Comte (1798 - 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi amaçlamıştır. Ona göre düşüncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol açtığı bir çağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir.Comte, insan için olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek olduğunu öne sürer.

    Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre; felsefe, varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir.

    * Wittgenstein (1889 - 1951) : Wittgenstein, dili çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak görmüştür. Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein, felsefenin özünde bir kuram değil faaliyet olduğunu söyler.

    Pragmatizm (Faydacılık) : Doğruyu ve gerçekliği eylemlerin sonuçları değerlendiren ve onlara fayda açısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma göre bir düşüncenin değeri, o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır. Savunucuları James ve Dewey'dir.

    * William James (1842 - 1910) : Bütün kavramlar, bilgiler insan yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James'e göre "bir düşünce yararlıdır, çünkü doğrudur; bir düşünce doğrudur çünkü yararlıdır." Doğru bilginin ölçütü yararlı olmasıdır.

    * John Dewey (1859 - 1952) : Dewey'e göre kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren düşünceler doğrudur. Ona göre düşünce çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır.

    Fenomenoloji : Kurucusu Edmund Husserl'dir. Fenomenoloji özün bilinebileceğini ileri süren bir görüştür. Bu görüşe göre öz fenomenin içinde vardır ve bilinç onu yakalayabilir. Öz bilgisine varabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri parantez içine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan günlük yaşamdan edindiği bilgileri, önyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tüm görüşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan ideal özlükler alanına ulaşabilir.







  • Aranedencilik(Okasyonalizm)
    Alm. Okkasionolismus, Fr. occasionalisme, İng. occasionalism, es. t. esbab-ı ûdiye mezhebi, ittifakiye, vesilecilik
    Bütün olayların tek gerçek nedeninin Tanrı olduğunu öne süren, insana neden gibi görünen bütün öbür şeylerin Tanrının istencini yansıtan birer araneden olduğunu savunan felsefe öğretisi.
    Descartes'ın ruh ve beden ikiliğini çıkış noktası olarak alan aranedencilik, bu tözler arasında ancak Tanrının aracılığıyla bağ kurulabildiğini söyler.
    (Savunucuları: Batı felsefesinde: Geulincx, Malebranche; İslam felsefesinde: Gazali.)
    ________________________________________
    TDK Felsefe Terimleri Sözlüğü
    Yeni hegelcilik
    1- Hegel ve ona bağlı olanların oluşturduğu, özellikle "salt idealizm" ve "eytişimsel yöntem" anlayışlarıyla belirlenen felsefe akımı. bkz. eytişim-
    2- Hegelci Okul: 1830-40 yılları arasında Almanya'da en yaygın olan felsefe okulu Hegelci okuldu. Bu da Hegel felsefesinin kapalı, mantıksal bir dizge oluşundan, yönteminin ve ilkelerinin türlü dallara uygulanabilmesinden ileri geliyordu. Hegel'in ölümünden hemen sonra Hegelci okul türlü yönlere ayrılmış; özellikle Hegel'in din ve siyasa sorunlarında kesin bir tutumu olmayışı okulun ikiye ayrılmasına, Sağ Hegelcilerle Sol Hegelcilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
    Tutucu-Hıristiyan sağ kanadın savunucuları: Gabler, Hinrich vb. olmuştur.
    Sol kanadın savunucuları: Richter, Ruge, (son döneminde) Bruno Bauer, Strauss, Feuerbach, Marx'tır. Bu kanat Strauss ve Feuerbach'la sonunda özdekçi akımla birleşmiş; Marx ve Engels'le birlikte Hegelcilik~ tarihsel özdekçiliğin temel öğelerinden biri olmuştur.
    3- Hegel düşüncesini 20. yüzyılda eytişimsel yöntem açısından yeniden ele alan akım. Bu akım genellikle "Yeni Hegelcilik " olarak adlandırılır; yalnız Almanya'da değil, özellikle Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, İskandinavya, Amerika ve Rusyâ da da yaygınlık kazanmıştır. Bugün Hegel'in "tinin görüngübilimi genç Marx'ın felsefe çalışmalarıyla birlikte düşünce yaşamında önemli bir rol oynuyor. Almanya dışında özellikle Fransa ve İtalya'da bugün Hegel-Marx sorunu ön sırada görünüyor.
    Platon'dan başka Aristoteles'e stoalılara, Pitagorasçılara da dayanan ayrıca doğu dinlerinden ve Hıristiyanlıktan da etkilenmiş olan, bütün bunları kendi içinde karıştırıp eriten felsefe okulu.
    İ.S. 2-6. yüzyıllar arasında türlü biçimlerde ortaya çıkmıştır. Kurucusu Ammonias Sakkas sayılır, bu okulun dizgesel temellendirilişini onun öğrencisi Plotinos yapmıştır
    Marksizm-Eytişimsel özdekçilik
    Marx'ın, Engels'le birlikte geliştirdiği, Hegel'in eytişimsel gelişme düşüncesini ilke olarak alıp, bunu, kendi deyişiyle, "başaşağı" eden, felsefe öğretisi: Evreni devinim içindeki özdekten oluşmuş bir bütün olarak göz önüne alan "evren üzerine genel kuram". Bu kuramda şu ilkeler yer alır:
    a. Evrenin yapısı özdekseldir; madde, bilincin dışında ve bilinçten bağımsız bir gerçeklik olarak vardır; evrenin varoluş biçimi de devinimdir; evren olmuş bitmiş bir şey değil, eytîşimsel biçimde ilerleyen bir süreçtir; olaylar arasındaki bağlantılar, özü devinim olan özdeğin zorunlu gelişme yasasını kurarlar.
    b. Gelişme süreci yalnızca niceliksel bir değişme olarak değil, niceliksel değişmelerden niteliksel değişmelere geçen bir ilerleme olarak belirir.Suyun 100 derece kaynadıktan sonra buhara dönüşmesi gibi. İnsanın bilinci de gerçekliğin eytişimsel yapısı ile bağlantı içindedir. Düşünce, gelişmesinde yetkinliğin en yüksek derece- sine erişmiş bir özdeğin ürünüdür; başka deyişle düşünce kendisi de doğanın bir ürünü olan insanın beyninin ürünüdür, beyin de düşüncenin organıdır; düşünce gerçekliği yaratmaz, tam tersine düşüncel olan insan' kafasına aktarılmış özdekten başka bir şey değildir. Oysa önceki felsefelerde daha çok ortak olarak benimsenen metafizik görüş incelediği nesneyi,bütünden sıyırarak,tek başına ele alır ve değişikliğe uğratmadan inceler.Bu bakımdan metafizik ile diyalektik yöntem birbirinin zıddıdır.
    c. Evreni ve yasalarını bilme olanağını yadsıyan idealizme karşıt olarak eytişimsel özdekçilik. evren ve yasalarının tümü ile bilinebileceği ilkesinden kalkar. Deneyle doğrulanmış bilgilerimiz nesnel bir doğruluğu gösterirler. Evreni, olayların birbirine bağlı olduğu, birbirlerini karşılıklı koşullandırdıkları birlikli bir bütün olarak ele alan bu kuramda, evrende bilinemez diye bir şey yoktur, yalnızca henüz bilinemeyen şeyler vardır, onlar da bilim ve teknik aracılığı ile bulunacak ve bilineceklerdir. bkz. eytişim, tarihsel özdekçilik, Marksçılık.
    d.Teori pratikten ayrılmaz.İnsan düşüncesinin gerçeğe ulaşıp ulaşmayacağı sorunu soyut olarak değil insan etkinliği-pratik- ele alınarak çözülebilir.Pratikte doğrulanmayan bilgi değildir.
    e.Tarihi ,üretim ilişkilerinden dolayı sınıf mücadelelerinin tarihi olarak ele alır.
    Varoluşçuluk,existensiyalizm
    Varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad. Danimarkalı düşünür Kierkegaard'ın büyük ölçüde başlattığı, aynı zamanda felsefenin öteden beri ele aldığı sorunları kökten yenilemeye çalışan, günümüz Avrupa'sının bir çok düşünürünün yaşattığı akım.
    Varoluş felsefesinde, varlık sorunu insan olma sorunuyla bir bağlantı içine getirilir; bunun yanında felsefe yapmanın kaynağı olarak insan, varoluşu, sonluluğu, zamana bağlı oluşu ve tarihselliği içinde, yeni-bir düşünme tutumu ile ele alınır; özellikle insan varoluşunun anlamı söz konusudur. Varoluşçuluk dünyada bulunan insan varoluşundan kalkarak onu kendine yabancılaşmadan kurtarmayı ister; özgürlüğü içinde insanın varoluşu ve insanın kendini ger. çekleştirmesi söz konusudur bu felsefede.
    1- Fransa'da bir felsefe - edebiyat akımı olarak biçim almıştır. Başlıca temsilcisi J. P. Sartre'a göre: "Varoluş özden önce gelir." ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur." İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.
    (Fransa'da başka temsilcileri: A, Camus, Merlaeu-Ponty, Simone de Beauvoir); Hıristiyan varoluşçuluğun başlıca temsilcisi: Gabriel Marcel.
    2- Almanya'daki başlıca temsilcileri: Martin Heidegger ve Karl Jaspers. Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz, kendini var olan olarak anlayabilir: bütün öteki şeyleri anlayabilmesinin temeli de budur. Böyle olunca varlıkbilim bütün öteki bilimlerin dayanağıdır; Heidegger ağırlık özeği ahlak felsefesi ve insanbilim ile ilgili sorunlar olan her varoluşçu felsefenin karşısına bilinçli olarak bir varoluşçu varlıkbilim koymak ister; böylece varlığı var- oluşta arayarak felsefenin temel sorunu olan varlık felsefesine dönmüş olur. Varlığın (Sein) araştırılması gereken yer varoluştur (Existenz). İnsanın özü varoluşunda olduğuna göre, varoluştan kalkarak varlık sorusu yeniden düzenlenmelidir.
    Ancak Heidegger bir varlıkbilim değil de, yalnızca ilerideki evrenşel varlıkbilime olanak sağlayacak bir hazırlık olmak üzere bir "temel varlıkbilim" (Fundamentalontologie) kurmak ister. Varoluş (Existenz) de Heidegger'e göre:İnsanın varlık sorusunu sormakla doğrudan doğruya bir bağlantı kurduğu kendi varlığıdır.
    Buna karşılık Jaspers, her varlıkbilimde, varoluşsal olanın bir katılaşması ve yozlaşması tehlikesini görür; onun yöntemi varoluşu açma, aydınlığa çıkarma ( varoluş aydınlanması) yöntemidir; ama, kendi felsefesinin salt bir varoluş felsefesi olduğunu ileri sürmekle birlikte, kendisi de bilincin ötesine geçen (transsendens) bir fizikötesine yönelişiyle varoluş felsefesinin dışına çıkar.
    pozivitizm
    Araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan, fizikötesi açıklamaları kuramsal olarak olanaksız, kılgılı olarak yararsız gören; deneyle denetlenmeyen soruları sözde soru olarak niteleyen felsefe doğrultusu.
    Terim olarak, A. Comte'un felsefeye getirdiği bir kavramdır. Olguculuğun temel kavramı olan olgu olgucular arasında türlü anlamlarda kullanılagelmiştir; ancak hepsinin birleştiği , doğa bilimlerinin evren tasarımına ve yöntemlerine uyma zorunluluğudur.
    Olguculuğu dizge olarak kuran A. Comte'dur, ama Comte'dan önce D. Hume, d'Alembert ve Turgot da aynı doğrultudadırlar; başka temsilcileri: Mill, Spencer, Mach, Avenarius vb.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Aranedencilik(Okasyonalizm)
    Alm. Okkasionolismus, Fr. occasionalisme, İng. occasionalism, es. t. esbab-ı ûdiye mezhebi, ittifakiye, vesilecilik
    Bütün olayların tek gerçek nedeninin Tanrı olduğunu öne süren, insana neden gibi görünen bütün öbür şeylerin Tanrının istencini yansıtan birer araneden olduğunu savunan felsefe öğretisi.
    Descartes'ın ruh ve beden ikiliğini çıkış noktası olarak alan aranedencilik, bu tözler arasında ancak Tanrının aracılığıyla bağ kurulabildiğini söyler.
    (Savunucuları: Batı felsefesinde: Geulincx, Malebranche; İslam felsefesinde: Gazali.)
    ________________________________________
    TDK Felsefe Terimleri Sözlüğü
    Yeni hegelcilik
    1- Hegel ve ona bağlı olanların oluşturduğu, özellikle "salt idealizm" ve "eytişimsel yöntem" anlayışlarıyla belirlenen felsefe akımı. bkz. eytişim-
    2- Hegelci Okul: 1830-40 yılları arasında Almanya'da en yaygın olan felsefe okulu Hegelci okuldu. Bu da Hegel felsefesinin kapalı, mantıksal bir dizge oluşundan, yönteminin ve ilkelerinin türlü dallara uygulanabilmesinden ileri geliyordu. Hegel'in ölümünden hemen sonra Hegelci okul türlü yönlere ayrılmış; özellikle Hegel'in din ve siyasa sorunlarında kesin bir tutumu olmayışı okulun ikiye ayrılmasına, Sağ Hegelcilerle Sol Hegelcilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
    Tutucu-Hıristiyan sağ kanadın savunucuları: Gabler, Hinrich vb. olmuştur.
    Sol kanadın savunucuları: Richter, Ruge, (son döneminde) Bruno Bauer, Strauss, Feuerbach, Marx'tır. Bu kanat Strauss ve Feuerbach'la sonunda özdekçi akımla birleşmiş; Marx ve Engels'le birlikte Hegelcilik~ tarihsel özdekçiliğin temel öğelerinden biri olmuştur.
    3- Hegel düşüncesini 20. yüzyılda eytişimsel yöntem açısından yeniden ele alan akım. Bu akım genellikle "Yeni Hegelcilik " olarak adlandırılır; yalnız Almanya'da değil, özellikle Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, İskandinavya, Amerika ve Rusyâ da da yaygınlık kazanmıştır. Bugün Hegel'in "tinin görüngübilimi genç Marx'ın felsefe çalışmalarıyla birlikte düşünce yaşamında önemli bir rol oynuyor. Almanya dışında özellikle Fransa ve İtalya'da bugün Hegel-Marx sorunu ön sırada görünüyor.
    Platon'dan başka Aristoteles'e stoalılara, Pitagorasçılara da dayanan ayrıca doğu dinlerinden ve Hıristiyanlıktan da etkilenmiş olan, bütün bunları kendi içinde karıştırıp eriten felsefe okulu.
    İ.S. 2-6. yüzyıllar arasında türlü biçimlerde ortaya çıkmıştır. Kurucusu Ammonias Sakkas sayılır, bu okulun dizgesel temellendirilişini onun öğrencisi Plotinos yapmıştır
    Marksizm-Eytişimsel özdekçilik
    Marx'ın, Engels'le birlikte geliştirdiği, Hegel'in eytişimsel gelişme düşüncesini ilke olarak alıp, bunu, kendi deyişiyle, "başaşağı" eden, felsefe öğretisi: Evreni devinim içindeki özdekten oluşmuş bir bütün olarak göz önüne alan "evren üzerine genel kuram". Bu kuramda şu ilkeler yer alır:
    a. Evrenin yapısı özdekseldir; madde, bilincin dışında ve bilinçten bağımsız bir gerçeklik olarak vardır; evrenin varoluş biçimi de devinimdir; evren olmuş bitmiş bir şey değil, eytîşimsel biçimde ilerleyen bir süreçtir; olaylar arasındaki bağlantılar, özü devinim olan özdeğin zorunlu gelişme yasasını kurarlar.
    b. Gelişme süreci yalnızca niceliksel bir değişme olarak değil, niceliksel değişmelerden niteliksel değişmelere geçen bir ilerleme olarak belirir.Suyun 100 derece kaynadıktan sonra buhara dönüşmesi gibi. İnsanın bilinci de gerçekliğin eytişimsel yapısı ile bağlantı içindedir. Düşünce, gelişmesinde yetkinliğin en yüksek derece- sine erişmiş bir özdeğin ürünüdür; başka deyişle düşünce kendisi de doğanın bir ürünü olan insanın beyninin ürünüdür, beyin de düşüncenin organıdır; düşünce gerçekliği yaratmaz, tam tersine düşüncel olan insan' kafasına aktarılmış özdekten başka bir şey değildir. Oysa önceki felsefelerde daha çok ortak olarak benimsenen metafizik görüş incelediği nesneyi,bütünden sıyırarak,tek başına ele alır ve değişikliğe uğratmadan inceler.Bu bakımdan metafizik ile diyalektik yöntem birbirinin zıddıdır.
    c. Evreni ve yasalarını bilme olanağını yadsıyan idealizme karşıt olarak eytişimsel özdekçilik. evren ve yasalarının tümü ile bilinebileceği ilkesinden kalkar. Deneyle doğrulanmış bilgilerimiz nesnel bir doğruluğu gösterirler. Evreni, olayların birbirine bağlı olduğu, birbirlerini karşılıklı koşullandırdıkları birlikli bir bütün olarak ele alan bu kuramda, evrende bilinemez diye bir şey yoktur, yalnızca henüz bilinemeyen şeyler vardır, onlar da bilim ve teknik aracılığı ile bulunacak ve bilineceklerdir. bkz. eytişim, tarihsel özdekçilik, Marksçılık.
    d.Teori pratikten ayrılmaz.İnsan düşüncesinin gerçeğe ulaşıp ulaşmayacağı sorunu soyut olarak değil insan etkinliği-pratik- ele alınarak çözülebilir.Pratikte doğrulanmayan bilgi değildir.
    e.Tarihi ,üretim ilişkilerinden dolayı sınıf mücadelelerinin tarihi olarak ele alır.
    Varoluşçuluk,existensiyalizm
    Varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad. Danimarkalı düşünür Kierkegaard'ın büyük ölçüde başlattığı, aynı zamanda felsefenin öteden beri ele aldığı sorunları kökten yenilemeye çalışan, günümüz Avrupa'sının bir çok düşünürünün yaşattığı akım.
    Varoluş felsefesinde, varlık sorunu insan olma sorunuyla bir bağlantı içine getirilir; bunun yanında felsefe yapmanın kaynağı olarak insan, varoluşu, sonluluğu, zamana bağlı oluşu ve tarihselliği içinde, yeni-bir düşünme tutumu ile ele alınır; özellikle insan varoluşunun anlamı söz konusudur. Varoluşçuluk dünyada bulunan insan varoluşundan kalkarak onu kendine yabancılaşmadan kurtarmayı ister; özgürlüğü içinde insanın varoluşu ve insanın kendini ger. çekleştirmesi söz konusudur bu felsefede.
    1- Fransa'da bir felsefe - edebiyat akımı olarak biçim almıştır. Başlıca temsilcisi J. P. Sartre'a göre: "Varoluş özden önce gelir." ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur." İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.
    (Fransa'da başka temsilcileri: A, Camus, Merlaeu-Ponty, Simone de Beauvoir); Hıristiyan varoluşçuluğun başlıca temsilcisi: Gabriel Marcel.
    2- Almanya'daki başlıca temsilcileri: Martin Heidegger ve Karl Jaspers. Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz, kendini var olan olarak anlayabilir: bütün öteki şeyleri anlayabilmesinin temeli de budur. Böyle olunca varlıkbilim bütün öteki bilimlerin dayanağıdır; Heidegger ağırlık özeği ahlak felsefesi ve insanbilim ile ilgili sorunlar olan her varoluşçu felsefenin karşısına bilinçli olarak bir varoluşçu varlıkbilim koymak ister; böylece varlığı var- oluşta arayarak felsefenin temel sorunu olan varlık felsefesine dönmüş olur. Varlığın (Sein) araştırılması gereken yer varoluştur (Existenz). İnsanın özü varoluşunda olduğuna göre, varoluştan kalkarak varlık sorusu yeniden düzenlenmelidir.
    Ancak Heidegger bir varlıkbilim değil de, yalnızca ilerideki evrenşel varlıkbilime olanak sağlayacak bir hazırlık olmak üzere bir "temel varlıkbilim" (Fundamentalontologie) kurmak ister. Varoluş (Existenz) de Heidegger'e göre:İnsanın varlık sorusunu sormakla doğrudan doğruya bir bağlantı kurduğu kendi varlığıdır.
    Buna karşılık Jaspers, her varlıkbilimde, varoluşsal olanın bir katılaşması ve yozlaşması tehlikesini görür; onun yöntemi varoluşu açma, aydınlığa çıkarma ( varoluş aydınlanması) yöntemidir; ama, kendi felsefesinin salt bir varoluş felsefesi olduğunu ileri sürmekle birlikte, kendisi de bilincin ötesine geçen (transsendens) bir fizikötesine yönelişiyle varoluş felsefesinin dışına çıkar.
    pozivitizm
    Araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan, fizikötesi açıklamaları kuramsal olarak olanaksız, kılgılı olarak yararsız gören; deneyle denetlenmeyen soruları sözde soru olarak niteleyen felsefe doğrultusu.
    Terim olarak, A. Comte'un felsefeye getirdiği bir kavramdır. Olguculuğun temel kavramı olan olgu olgucular arasında türlü anlamlarda kullanılagelmiştir; ancak hepsinin birleştiği , doğa bilimlerinin evren tasarımına ve yöntemlerine uyma zorunluluğudur.
    Olguculuğu dizge olarak kuran A. Comte'dur, ama Comte'dan önce D. Hume, d'Alembert ve Turgot da aynı doğrultudadırlar; başka temsilcileri: Mill, Spencer, Mach, Avenarius vb.
    Anarşizm
    En temelde devletin ya da iktidarın olmadığı bir toplum düzeninin kurulmasını amaçlayan dünya görüşüne verilen ad; “insanın özgürleşmesi” nin yolunu tıkayan, insanların üzerinde tahakküm kurarak onların yaşam alanlarını belirlemeye soyunan her türden kurumun kökünün kurutulması gerektiğini savunan toplum ve siyaset felsefesi öğretisi. Düşünsel kökenleri daha eskilerde bulunabilse de (genelde köklerinin ilkçağ Yunan felsefesine, Kinikler ve Stoacılara dek uzandığı söylenir) anarşist öğreti bir kuram olarak asıl biçimini XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başlarında almıştır. Anarşist öğretinin dayandığı belli başlı temellendirilmiş ilkeler şöyle sıralanabilir:

    (i) İnsanların devletin ya da iktidarın yönlendirmelerine, sınırlamalarına uymaları için hiçbir zorunluluk yoktur.

    (ii) Bu nedenle devlet ve iktidar ortadan kaldırılmalıdır.

    (iii) İktidarsız (erksiz), devletsiz (hükümetsiz) bir toplumsal düzen olanaklıdır ve bu düzene ulaşmak —insanın “gerçek do düşünüldüğünde— istenmelidir.

    (iv) iktidar, devlet, özel mülkiyet insanın özgürlüğünün önündeki en önemli engellerdir.

    Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
    Günümüz felsefesi bağlamında daha çok "Yeşil" siyaset felsefesiyle örtüşen çevrecilik ilkin çevrenin insan üzerindeki etkisini ya da çevrenin insan davranışını belirlemedeki önemini vurgulayan bir öğreti olarak boy göstermiştir. Bu anlamıyla çevrecilik insan dış koşulların ürünü; doğal, toplumsal ve kültürel koşulların toplamı olarak gören anlayışa karşılık gelir.
    Buna karşılık . yüzyılın son çeyreğinde iyiden iyiye kendini hissettiren çevrecilik ya da çevre felsefesi, doğayı iliklerine kadar sömüren ya da onu istediği gibi yoğurabileceğini sanan insanoğluna yöneltilen bir "uyarı felsefesi"dir.
    1950lerde uç veren Leopold'un "Toprak Etiği"nden tutun da Naess'in 1970'lerde geliştirdiği köktenci çevre etiği "Derin Ekoloji" ya da "ekosofı"ye kadar tüm çevreci öğretiler, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin arkasına sığınıp doğayı hiçe sayan, doğanın da hakları olduğunu unutan insanlığa bu "yoksayış"ın onarılamaz sonuçlarını durmaksızın hatırlatır.
    Her ne kadar bugün varılan noktada insanın kendi çıkarları uğruna kökünü kurutamayacağı canlı türü hemen hemen yok gibi olsa da insanın kendisinin de bir canlı türü olduğu unutulmamalıdır.
    fenomenoloji
    I . Görüngüler bilimi, öğretisi. Bu anlamda:
    1- (Kant'ta) Algılanan görüngüler öğretisi. (Kant bu sözcüğü "Doğabilimin Fizikötesi Temelleri" adlı yazısında kullanmış, ama "eleştiri"lerinde artık kullanmamıştır.
    2- (Hegel'de) Eytişimsel gelişmesi içinde bilincin geçirdiği evrelerin fizikötesi açısından ortaya konuluşu ("Phaenomenologie des Geistes"),
    3- Bilinç olaylarının çözümlenmesi ve betimlenmesi (betimleyici ruhbilim-Brentano).
    II. E. Husserl'in kurduğu felsefe okulu. Husserl'in olgu bilimlerinin karşısına koyduğu özbilimi. Öz, görüngülerin dolaysız görüleme (özü görüleme, öz görüsü) ile kavranılan idelere ilişkin içeriğidir; ama görüngübilim özün kendisi üzerine bir bilim değil, "öz görüsü" özü görüleyen bilinç üzerine bir bilimdir; bilincin en önemli niteliği de "yönelmişliği" (Intentionalitkt) dir,
    Bilincin bir şey üzerine bilinç olması, bir şeye yönelmiş olmasıdır. Buna göre gerçekliğin bir "kendiliğindenliği" yoktur, gerçeklik yalnızca yönelinen, bilincine varılan, görülenen bir şeydir.
    Görüngübilim, bu felsefe dizgesi olmaktan çok, bir yöntemdir, bu yöntem de, özü görüleme, özlüğe geri gitme, salt bilince bir indirgemedir (reduktion); bu da ayraç içine almakla başarılır: Duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan düşüncel (ideal) özlükler alanına yükselebilmek, nesnenin özünü kavrayabilmek için, bir yığın rastlantı ve özü olmayan niteliklerle yüklü olan olgular dünyasını bir yana bırakmak, ayraç içine almak gerekir. Bu olgular dünyasının varlığını ortadan kaldırma ya da ondan kuşku duyma anlamına gelmez; yalnızca yöntem gereği bir yargı vermeme, bir sırt çevirmedir. Bu yolla Husserl felsefeyi kesin bir bilim olma basamağına çıkaracağına inanır.
    Husserl'den sonra M. Scheler, görüngübilim yöntemini özellikle değerler alanına uygulamıştır. Görüngübilim akımının başka ünlüleri: A. Pflander, M. Geiger, E. Stein. Husserl'in en önemli öğrencilerinden Heidegger görüngübilimi varlıkbilime çevirmiştir.
    Hermeneotik
    Yorum bilimidir ve yorumlanmakta olan şeyin hem içeriğine, hem biçimine ilgi duymayı kapsar. Yorumbilgisi teriminin doğuşu, kutsal metinleri yorumlama pratiklerine dayanır.
    Temel ilkesi, bir saptamanın anlamını ancak, kendisinin bir parçasını oluşturduğu tüm bir söylemle ya da dünya görüşüyle ilişkili olarak kavrayabileceğimiz düşüncesidir: Örneğin, monetarist iktisadın açıklamalarını ancak, ilintili olduğu ve onun dışındaki tüm çağdaş kültürel fenomenler bağlamında kavrayabiliriz.
    Parçaları anlamak için bütüne, bütünü anlamak için parçalara başvurmak zorundayız (yorumbilgisel döngü denilen şey). Bu da kendimizi metnin yazarının yerine koymamızı ve üretilen şeyin anlamına onun bağlamı çerçevesinde bakmayı gerektirecektir. İncil'deki yorumlar doğru anlama ulaşmayı hedeflediği halde, birçok fılozof hakikate yaklaşmanın mümkün olduğuna inanmakla birlikte aslında böyle bir kendiliğin olmadığı artık genel kabul gören bir şeydir. Sözgelimi Alman yorumbilgisi fılozofu Hans-Georg Gadamer, ortak bir geleneğin bunu mümkün kıldığı görüşündedir (Truth mıd Method, 1960).
    Yorumla ilgili sistematik araştırmaların büyük ölçüde sosyal bilim felsefesinin alanına girdiği, bunların sosyolojik araştırmalar üzerinde etkisinin bir değişkenlik içerdiği şimdiye kadar açığa çıkmış olması gerekir. Yorumlayıcı sosyolojinin belki de en önemli katkısı, kültürel göreciliğin olanakları dikkate alındığında, başka kültürleri anlama problemi konusundadır.
    Winch'in konumunu benimsersek, bir kültürü kendi zemininde, kendi kurallarıyla ve bizim kültürümüzün çerçevesini dayatmadan anlamamız gerekmektedir. Winch "Understanding a Primitive a Society" başlıklı klasik bir makalesinde, Azandelerin büyücülük inançları hakkındaki hakikat ya da diğer şeyler konusunda bir yargıda bulunamayacağımızı ileri sürmüştür. Azande toplumunda büyücüler ve büyücülük, bizim toplumumuzda ise bilim ve bilimciler vardır. İkisi sadece farklı alanları oluşturur ve aşkın bir standarda göre biri diğerinden üstün sayılamaz: Bize göre bilim daha iyidir, Azandelere göre büyücülük. Burada tüm yapabileceğimiz, sadece anlamaktır. Her toplum yeni üyelerinin doğuşu, cinsel ilişkiler ve ölümü düzenlemenin ve bunlarla meşgul olmanın bir yolunu bulmak zorunda olduğuna göre, anlamak da ancak ortak bir insani durumu paylaşmamız halinde mümkün olabilir.
    İnsanların kendi toplumsal dünya anlayışlarından bağımsız bir toplumsal yapının varlığını öngören yaklaşımlara göre, anlamın niteliği sorunu çok daha önemsiz bir sorundur.

    ________________________________________

    Sosyoloji Sözlüğü
    Gordon Marshall
    1999, Bilim ve Sanat yayınları
    Belirlenimcilik,determinizm
    I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş.
    II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra insanın istencini de Tanrının belirlediğini öne süren öğreti.
    III. (Ahlak felsefesinde)
    1- İnsanın isteme ve eylemlerinin iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyla salt bir istenç özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre:
    a. İstenç ve eylem dış etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik).
    b. İnsanın istemeleri her zaman içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır; bu koşullar istenci belirler (toplumsal belirlenimcilik).
    c. İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel belirlenimcilik).
    2- İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben'in, kişiliğin ürünü olarak gören anlayış.

    // İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: au- todeterminismus). Karşıtı bkz. belirlenmezcilik.
    Duyumculuk
    1- Bütün bilgilerin yalnızca duyumlardan geldiğini, duyu algılarına dayandığını ileri süren öğreti. // Formülünü Locke'un şu ünlü tümcesinde bulur: "Daha önce duyularda bulunmayan hiç bir şey anlıkta yoktur."
    2- (Ruhbilimsel açıdan) Bütün ruhsal olayları duyumlara geri götüren (indirgeyen) anlayış.
    3- (Ahlak felsefesi açısından) Yaşamın anlam ve ereğini duyu hazlarında bulan öğretiler. Duyumculuğun ilk- çağda temsilcileri; Kyrene Okulu ve Epikurosçulardır. Yeniçağda ise özellikle Locke ve Condillac'tır.
    gözlemcilik
    1- Düşünsel tutum olarak:
    a. Kesin bir tutumda olmama, karar verememe.
    b. Kuşkuyu ilke yapma; her değerden, anlatımdan, öğretiden, inançtan ilkece kuşku duyma.
    2- Yöntem olarak; apaçık olan doğruya, kesin bilgiye varmak için, sağlam bir dayanak bulana dek, bütün bilgilerin göz- den geçirilerek eleştirilmesi, sınanması. (Ör. Descartes'ta).
    3- Felsefe çığırı olarak: Gerçekliğin özünü bilmenin olanaklı olmadığını ileri süren öğretiler:
    a. Salt, köktenci kuşkuculuk; her türlü bilgi olanağını yadsır.
    b. Ölçülü, göreli kuşkuculuk; yalnızca belli alanlarda bilgi olanağını kaldırır.
    Kuşkuculuğun kurucusu Elisli Pyrrhon'dur. Yeniçağdaki temsilcileri: Montaigne, Bayle, daha ılımlı olarak Hume.
    evrimcilik
    Evrim öğretisi. Her şeyi evrim açısından değerlendiren dünya görüşü.
    1- Üst biçimlerin alt biçimlerden bir evrimle oluştuğunu dile getiren bilim ve felsefe öğretisi. Dönüşüm öğretisi ile eşanlamlı: Lamarck, Darwin vb. nın, türlerin doğal bir dönüşümle birbirinden türediğini ileri süren öğretileri.
    2- Spencer'in ileri sürdüğü dirimbilimsel evrim öğretisinin genişletilmiş biçimi: Bu öğretiye göre, evrim yasası cansızlar dünyasından düşünceye, insanın kurduğu kurumlara değin her gerçek olana egemendir. İnsan anlağının hayvanlarınkine üstünlüğü evrimsel bir dönüşümün sonucudur; ahlak bilinci de bir evrim ürünüdür.
    Hazcılık,hedonizm
    HazcAlm. Hedonismus, Fr. hedonisme, İng. hedonism, Yun. hedom = haz, es. t. lezzetiye
    1- Yaşamın anlamını hazda bulan dünya görüşü.
    2- Haz=hedone'yi ahlak ilkesi olarak kabul eden; ahlak eyleminin ereğini ve ölçeğini hazda bulan ahlak öğretisi.
    Burada ya a. Bir anlık duyusal haz, ya da b. Sürekli haz (tinsel haz) söz konusudur.
    Kyrene Okulunun kurucusu olan Aristippos hazcılığın da kurucusu sayılır. Aristippos'a göre haz veren şey iyidir, acı veren de kötü Haz ile iyi aynı şeydir. İnsan her şeyden sevinç duymaya çalışmalı, her yaşama durumunda iyiyi, sevincin kaynağını bulmak istemelidir. Ancak Aristippos'un göz önünde bulundurduğu bir anlık haz duygusudur. Bu öğreti daha tinsel biçimde Epikuros'ta da karşımıza çıkıyor. Ona göre de, biricik iyi hazdır, "Haz bütün eylemlerimizin ereği olmalıdır". Ancak Epikuros mutluluğun temelini ruhun dinginliğinde bulur, tinsel hazları duyusal hazların üstünde görür ve en yüksek erek olarak koyar; çünkü yalnız tinsel hazlar gelip geçici olmayan hazlardır, sürekli bir ruh durumu sağlarlar




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Anarşizm
    En temelde devletin ya da iktidarın olmadığı bir toplum düzeninin kurulmasını amaçlayan dünya görüşüne verilen ad; “insanın özgürleşmesi” nin yolunu tıkayan, insanların üzerinde tahakküm kurarak onların yaşam alanlarını belirlemeye soyunan her türden kurumun kökünün kurutulması gerektiğini savunan toplum ve siyaset felsefesi öğretisi. Düşünsel kökenleri daha eskilerde bulunabilse de (genelde köklerinin ilkçağ Yunan felsefesine, Kinikler ve Stoacılara dek uzandığı söylenir) anarşist öğreti bir kuram olarak asıl biçimini XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başlarında almıştır. Anarşist öğretinin dayandığı belli başlı temellendirilmiş ilkeler şöyle sıralanabilir:

    (i) İnsanların devletin ya da iktidarın yönlendirmelerine, sınırlamalarına uymaları için hiçbir zorunluluk yoktur.

    (ii) Bu nedenle devlet ve iktidar ortadan kaldırılmalıdır.

    (iii) İktidarsız (erksiz), devletsiz (hükümetsiz) bir toplumsal düzen olanaklıdır ve bu düzene ulaşmak —insanın “gerçek do düşünüldüğünde— istenmelidir.

    (iv) iktidar, devlet, özel mülkiyet insanın özgürlüğünün önündeki en önemli engellerdir.

    Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
    Günümüz felsefesi bağlamında daha çok "Yeşil" siyaset felsefesiyle örtüşen çevrecilik ilkin çevrenin insan üzerindeki etkisini ya da çevrenin insan davranışını belirlemedeki önemini vurgulayan bir öğreti olarak boy göstermiştir. Bu anlamıyla çevrecilik insan dış koşulların ürünü; doğal, toplumsal ve kültürel koşulların toplamı olarak gören anlayışa karşılık gelir.
    Buna karşılık . yüzyılın son çeyreğinde iyiden iyiye kendini hissettiren çevrecilik ya da çevre felsefesi, doğayı iliklerine kadar sömüren ya da onu istediği gibi yoğurabileceğini sanan insanoğluna yöneltilen bir "uyarı felsefesi"dir.
    1950lerde uç veren Leopold'un "Toprak Etiği"nden tutun da Naess'in 1970'lerde geliştirdiği köktenci çevre etiği "Derin Ekoloji" ya da "ekosofı"ye kadar tüm çevreci öğretiler, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin arkasına sığınıp doğayı hiçe sayan, doğanın da hakları olduğunu unutan insanlığa bu "yoksayış"ın onarılamaz sonuçlarını durmaksızın hatırlatır.
    Her ne kadar bugün varılan noktada insanın kendi çıkarları uğruna kökünü kurutamayacağı canlı türü hemen hemen yok gibi olsa da insanın kendisinin de bir canlı türü olduğu unutulmamalıdır.
    fenomenoloji
    I . Görüngüler bilimi, öğretisi. Bu anlamda:
    1- (Kant'ta) Algılanan görüngüler öğretisi. (Kant bu sözcüğü "Doğabilimin Fizikötesi Temelleri" adlı yazısında kullanmış, ama "eleştiri"lerinde artık kullanmamıştır.
    2- (Hegel'de) Eytişimsel gelişmesi içinde bilincin geçirdiği evrelerin fizikötesi açısından ortaya konuluşu ("Phaenomenologie des Geistes"),
    3- Bilinç olaylarının çözümlenmesi ve betimlenmesi (betimleyici ruhbilim-Brentano).
    II. E. Husserl'in kurduğu felsefe okulu. Husserl'in olgu bilimlerinin karşısına koyduğu özbilimi. Öz, görüngülerin dolaysız görüleme (özü görüleme, öz görüsü) ile kavranılan idelere ilişkin içeriğidir; ama görüngübilim özün kendisi üzerine bir bilim değil, "öz görüsü" özü görüleyen bilinç üzerine bir bilimdir; bilincin en önemli niteliği de "yönelmişliği" (Intentionalitkt) dir,
    Bilincin bir şey üzerine bilinç olması, bir şeye yönelmiş olmasıdır. Buna göre gerçekliğin bir "kendiliğindenliği" yoktur, gerçeklik yalnızca yönelinen, bilincine varılan, görülenen bir şeydir.
    Görüngübilim, bu felsefe dizgesi olmaktan çok, bir yöntemdir, bu yöntem de, özü görüleme, özlüğe geri gitme, salt bilince bir indirgemedir (reduktion); bu da ayraç içine almakla başarılır: Duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan düşüncel (ideal) özlükler alanına yükselebilmek, nesnenin özünü kavrayabilmek için, bir yığın rastlantı ve özü olmayan niteliklerle yüklü olan olgular dünyasını bir yana bırakmak, ayraç içine almak gerekir. Bu olgular dünyasının varlığını ortadan kaldırma ya da ondan kuşku duyma anlamına gelmez; yalnızca yöntem gereği bir yargı vermeme, bir sırt çevirmedir. Bu yolla Husserl felsefeyi kesin bir bilim olma basamağına çıkaracağına inanır.
    Husserl'den sonra M. Scheler, görüngübilim yöntemini özellikle değerler alanına uygulamıştır. Görüngübilim akımının başka ünlüleri: A. Pflander, M. Geiger, E. Stein. Husserl'in en önemli öğrencilerinden Heidegger görüngübilimi varlıkbilime çevirmiştir.
    Hermeneotik
    Yorum bilimidir ve yorumlanmakta olan şeyin hem içeriğine, hem biçimine ilgi duymayı kapsar. Yorumbilgisi teriminin doğuşu, kutsal metinleri yorumlama pratiklerine dayanır.
    Temel ilkesi, bir saptamanın anlamını ancak, kendisinin bir parçasını oluşturduğu tüm bir söylemle ya da dünya görüşüyle ilişkili olarak kavrayabileceğimiz düşüncesidir: Örneğin, monetarist iktisadın açıklamalarını ancak, ilintili olduğu ve onun dışındaki tüm çağdaş kültürel fenomenler bağlamında kavrayabiliriz.
    Parçaları anlamak için bütüne, bütünü anlamak için parçalara başvurmak zorundayız (yorumbilgisel döngü denilen şey). Bu da kendimizi metnin yazarının yerine koymamızı ve üretilen şeyin anlamına onun bağlamı çerçevesinde bakmayı gerektirecektir. İncil'deki yorumlar doğru anlama ulaşmayı hedeflediği halde, birçok fılozof hakikate yaklaşmanın mümkün olduğuna inanmakla birlikte aslında böyle bir kendiliğin olmadığı artık genel kabul gören bir şeydir. Sözgelimi Alman yorumbilgisi fılozofu Hans-Georg Gadamer, ortak bir geleneğin bunu mümkün kıldığı görüşündedir (Truth mıd Method, 1960).
    Yorumla ilgili sistematik araştırmaların büyük ölçüde sosyal bilim felsefesinin alanına girdiği, bunların sosyolojik araştırmalar üzerinde etkisinin bir değişkenlik içerdiği şimdiye kadar açığa çıkmış olması gerekir. Yorumlayıcı sosyolojinin belki de en önemli katkısı, kültürel göreciliğin olanakları dikkate alındığında, başka kültürleri anlama problemi konusundadır.
    Winch'in konumunu benimsersek, bir kültürü kendi zemininde, kendi kurallarıyla ve bizim kültürümüzün çerçevesini dayatmadan anlamamız gerekmektedir. Winch "Understanding a Primitive a Society" başlıklı klasik bir makalesinde, Azandelerin büyücülük inançları hakkındaki hakikat ya da diğer şeyler konusunda bir yargıda bulunamayacağımızı ileri sürmüştür. Azande toplumunda büyücüler ve büyücülük, bizim toplumumuzda ise bilim ve bilimciler vardır. İkisi sadece farklı alanları oluşturur ve aşkın bir standarda göre biri diğerinden üstün sayılamaz: Bize göre bilim daha iyidir, Azandelere göre büyücülük. Burada tüm yapabileceğimiz, sadece anlamaktır. Her toplum yeni üyelerinin doğuşu, cinsel ilişkiler ve ölümü düzenlemenin ve bunlarla meşgul olmanın bir yolunu bulmak zorunda olduğuna göre, anlamak da ancak ortak bir insani durumu paylaşmamız halinde mümkün olabilir.
    İnsanların kendi toplumsal dünya anlayışlarından bağımsız bir toplumsal yapının varlığını öngören yaklaşımlara göre, anlamın niteliği sorunu çok daha önemsiz bir sorundur.

    ________________________________________

    Sosyoloji Sözlüğü
    Gordon Marshall
    1999, Bilim ve Sanat yayınları
    Belirlenimcilik,determinizm
    I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş.
    II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra insanın istencini de Tanrının belirlediğini öne süren öğreti.
    III. (Ahlak felsefesinde)
    1- İnsanın isteme ve eylemlerinin iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyla salt bir istenç özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre:
    a. İstenç ve eylem dış etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik).
    b. İnsanın istemeleri her zaman içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır; bu koşullar istenci belirler (toplumsal belirlenimcilik).
    c. İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel belirlenimcilik).
    2- İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben'in, kişiliğin ürünü olarak gören anlayış.

    // İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: au- todeterminismus). Karşıtı bkz. belirlenmezcilik.
    Duyumculuk
    1- Bütün bilgilerin yalnızca duyumlardan geldiğini, duyu algılarına dayandığını ileri süren öğreti. // Formülünü Locke'un şu ünlü tümcesinde bulur: "Daha önce duyularda bulunmayan hiç bir şey anlıkta yoktur."
    2- (Ruhbilimsel açıdan) Bütün ruhsal olayları duyumlara geri götüren (indirgeyen) anlayış.
    3- (Ahlak felsefesi açısından) Yaşamın anlam ve ereğini duyu hazlarında bulan öğretiler. Duyumculuğun ilk- çağda temsilcileri; Kyrene Okulu ve Epikurosçulardır. Yeniçağda ise özellikle Locke ve Condillac'tır.
    gözlemcilik
    1- Düşünsel tutum olarak:
    a. Kesin bir tutumda olmama, karar verememe.
    b. Kuşkuyu ilke yapma; her değerden, anlatımdan, öğretiden, inançtan ilkece kuşku duyma.
    2- Yöntem olarak; apaçık olan doğruya, kesin bilgiye varmak için, sağlam bir dayanak bulana dek, bütün bilgilerin göz- den geçirilerek eleştirilmesi, sınanması. (Ör. Descartes'ta).
    3- Felsefe çığırı olarak: Gerçekliğin özünü bilmenin olanaklı olmadığını ileri süren öğretiler:
    a. Salt, köktenci kuşkuculuk; her türlü bilgi olanağını yadsır.
    b. Ölçülü, göreli kuşkuculuk; yalnızca belli alanlarda bilgi olanağını kaldırır.
    Kuşkuculuğun kurucusu Elisli Pyrrhon'dur. Yeniçağdaki temsilcileri: Montaigne, Bayle, daha ılımlı olarak Hume.
    evrimcilik
    Evrim öğretisi. Her şeyi evrim açısından değerlendiren dünya görüşü.
    1- Üst biçimlerin alt biçimlerden bir evrimle oluştuğunu dile getiren bilim ve felsefe öğretisi. Dönüşüm öğretisi ile eşanlamlı: Lamarck, Darwin vb. nın, türlerin doğal bir dönüşümle birbirinden türediğini ileri süren öğretileri.
    2- Spencer'in ileri sürdüğü dirimbilimsel evrim öğretisinin genişletilmiş biçimi: Bu öğretiye göre, evrim yasası cansızlar dünyasından düşünceye, insanın kurduğu kurumlara değin her gerçek olana egemendir. İnsan anlağının hayvanlarınkine üstünlüğü evrimsel bir dönüşümün sonucudur; ahlak bilinci de bir evrim ürünüdür.
    Hazcılık,hedonizm
    HazcAlm. Hedonismus, Fr. hedonisme, İng. hedonism, Yun. hedom = haz, es. t. lezzetiye
    1- Yaşamın anlamını hazda bulan dünya görüşü.
    2- Haz=hedone'yi ahlak ilkesi olarak kabul eden; ahlak eyleminin ereğini ve ölçeğini hazda bulan ahlak öğretisi.
    Burada ya a. Bir anlık duyusal haz, ya da b. Sürekli haz (tinsel haz) söz konusudur.
    Kyrene Okulunun kurucusu olan Aristippos hazcılığın da kurucusu sayılır. Aristippos'a göre haz veren şey iyidir, acı veren de kötü Haz ile iyi aynı şeydir. İnsan her şeyden sevinç duymaya çalışmalı, her yaşama durumunda iyiyi, sevincin kaynağını bulmak istemelidir. Ancak Aristippos'un göz önünde bulundurduğu bir anlık haz duygusudur. Bu öğreti daha tinsel biçimde Epikuros'ta da karşımıza çıkıyor. Ona göre de, biricik iyi hazdır, "Haz bütün eylemlerimizin ereği olmalıdır". Ancak Epikuros mutluluğun temelini ruhun dinginliğinde bulur, tinsel hazları duyusal hazların üstünde görür ve en yüksek erek olarak koyar; çünkü yalnız tinsel hazlar gelip geçici olmayan hazlardır, sürekli bir ruh durumu sağlarlar

    Alıntıları Göster
    Nihilizm-hiççilik
    (Genel olarak)
    a. Var olan görüşlere, değerlere, düzene karşı çıkan;
    b. Hiçbir değer tanımayan görüşlere verilen ad. Şu biçimleri vardır:
    1- (Kuramsal alanda) Her türlü bilgi olanağını yadsıyan, sorunsal olmayan ve kendisinden kuşkulanılmayan hiç bir şeyin olmadığını öne süren görüş (= eleştirici ve kuşkucu hiççilik).
    2- Ahlak alanında Ahlak kurallarını ve değerlerini tanımayan görüş.
    3- (Siyasa alanında)
    a. Yeni bir toplum düzeni kurmak isteğiyle eski, yerleşik düzeni bütünüyle yadsıyan görüş.
    b. Her türlü siyasal düzeni yadsıyan, toplumun birey üzerinde hiç bir baskısını kabul etmeyen görüş; bu biçimi anarşizm ve salt bireycilikle birleşir.
    Hiççilik, Nihilizm veya Yokçuluk 19. yüzyıl ortalarında Rusya'da özellikle genç entellektüel kesim arasında taraftar bulan bir felsefî yaklaşımdır. Latince nihil (hiç) sözcüğünden türetilen Nihilizm, bilimsel bilgi dışında hiçbir gerçek bilgi olmadığını kabul etmektir. Rus edebiyatında ilk kez nedejin'in bir makalesinde puşkin için kullanıldı. Bu yaklaşımın uzantısı olarak da toplumda yerleşik kuralların, kurumların, değer yargılarının ve ahlâk kurallarının yadsınmasına varır. Nihilizm, en belirgin olarak İvan Sergeyeviç Turgenyev'in Türkçeye Babalar ve Oğullar adıyla çevrilen romanının kahramânı Bazarov'un kişiliğinde ifâde bulmuştur.
    Hiççilik, Friedrich Nietzsche ile birlikte, felsefede de önemli bir sorun ve kavram olarak ele alınmaya başlamıştır. Daha sonra nihilizm sorunu ile hesaplaşan filozoflar arasında Albert Camus ve Sartre da sayılabilir.
    Nietzsche'ye göre, nihlizm, yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünce tutumudur. Nietzsche, nihilizmin soy kütüğünü oluştururken, aşabileceğine de değinmiştir: Korkular, karşı çıkışlar, başkaldırmalar, Varlık'ı (Tanrı) anlaşılır bir gerçeklik ve değer yapan varlık bilim-tanrıbilim idealizminin çöküş belirtileridir. Nietzche için 'tanrı ölmüstür' ve bu varlık "kendisine yakıştırılan bütün değerleri hiçe indiren bir yokluk"tur. (J.Grenier) O zaman nihilizm "kölelerin ahlâkı" olarak belirir; köleler, gerçek yaşamdaki güçsüzlüklerini unutmak için, bir ideale veya bir kurmaca Tanrı'ya gerek duyarlar. Hiçlik istemi olan nihilizm, idealist bir yadsıma mantığından kaynaklanır; yaşamı, sanat aracılığıyla, "özgür düşünce" olarak doğrulayacağına, bilinç adına yadsır.
    Heideger ise nihilizmi Batı düşüncesini oluşturan öğelerden biri olarak görür; bu görüş, değeri ve "varolan"ı tanımlamak için gerçekte, varlık sorusunu sormayı kendine yasaklar.GORGİAS'hiçbir şey var değildir,var olsada bilinmez bilinsede başkalarına aktarılamaz.'demiştir
    Ateizm
    Ateizm veya tanrıtanımazlık, Tanrı diye bir şeyin varolmadığını kabul eden ve dini öğretiyi kabul etmeyen felsefi görüştür. Tanrı ve ya "Tanrıların" varlığına olan inancın yokluğu olarak da tanımlanır. Bu fikri savunanlara Ateist ve ya Tanrıtanımaz denir.
    Ateizm sıklıkla dinsizlik ile özdeşleştirilse de, Theravada Budizm'i gibi bazı dinlerde de tanrının varlığına rastlanılmaz. Bu yönüyle ateizm ile dinsizlik örtüşmez. Deist akımlara bakıldığında da tanrıya inancın olduğu ancak dinlerin kabul edilmediği görülür.
    Ateizm, evrenin nasıl oluştuğunu veya işlediğini açıklayan görüş değil, tanrı inancını reddeden görüştür.
    Kendini ateist olarak tanımlayanların çoğu tüm doğaüstü olgulara septik yaklaşırlar ve buna gerekçe olarakta tanrıların varlığına dair empirik bulguların yetersizliğini gösterirler. Bir kısmı ise ateizmi felsefi, sosyal veya tarihi temellerde savunurlar. Kendini ateist olarak tanımlayanların bir kısmı hümanizm veya natüralizm gibi akımlara eğilim gösterseler de tüm ateistlere atfedilecek bir ideoloji veya davranış biçimi yoktur.
    Teizm ve Deizm
    Teizm, her şeyden önce bir tanrı veya tanrıların var olduğu kabulünün üzerine kurulmuş bir düşünce yapısıdır. Teist görüşte, tanrı veya tanrılar yaratılmamışlardır, olmuş ve olacak her şeyi bilirler, sonsuz kudrete sahiptirler, zaman ve mekandan bağımsızdırlar, bilinen şeyler ile benzerlikleri yoktur. Teizmde çoğunlukla tanrı veya tanrıların evrenin işleyişine müdahale ettikleri inancı hakimdir.
    Klasik teizm, anılan özelliklere sahip tanrı veya tanrıları kabul ederek her şeyi bu referans noktasından hareket ile açıklamaya çalışır.
    Deizm düşüncesine göre de evren üstün, yüce bir varlık tarafından yaratılmıştır. Deizm'de, teizmin aksine, tanrının evrenin işleyişine müdahale etmediği fikri hakimdir.
    bireycilik
    1- (Genel olarak)
    a. Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş.
    b. Bireyin kendine dayanması eğilimi.
    2- (Fizikötesi açısından)
    a. Yalnızca tek olanın, bireyin bağımsız gerçekliği olduğunu;
    b. Gerçekte yalnız bireylerin bulunduğunu, tümel terimlerin gerçeklikte hiç bir karşılığı olmadığını savunan öğreti.
    3- (Yöntem- bilim açısından) Tarihsel ve toplumsal olayların açıklanmasını bireysel ruhbilime dayandıran görüş.
    4- (Gelenekçiliğin karşıtı olarak) Kurulu düzene eleştirmeden uyma yerine, bireylerin toplumda hertürlü kurum, inanç, kanı ve eylem üzerinde tartışıp bunları yargılamaları gerektiğini savunan görüş (düşünce bağımsızlığı).
    5- Toplumun kendi başına bir ereği olmadığı gibi, kendini kuran bireylerin üstünde bir ereğe araç da olmadığını savunan görüş. Bu görüşe göre , toplumsal kurumların ereği: a. bireylerin mutluluğu, b. bireylerin yetkinliği olmalıdır; böylece, bireyin ereğine erişmesi için toplum ve devlet yardımcı araç olacaktır.
    6- Kişiliğin ve kişisel sorumluluğun kaldırılamayacağını dile getiren görüş.
    7- Yaşamın, özellikle toplumsâl yaşamın tek kişiler üzerinde kurulduğunu ileri süren ve bu tek kişileri özce aynı türden ve eşit haklı olarak kabul eden öğreti (aydınlanma felsefesi).
    8- Başkalarıyla karşılaştırılamayan niteliksel özelliği ve bir kezliği içinde bireyin kendi değeri üzerindeki kanı (Shaftesbury, Herder)
    9- Seçkin bireycilik: Bütün bireyleri eşit görmeyip, kimi bireylere özel koşulları ve özel nitelikleri dolayısıyla ayrı bir yer veren görüş.(Nietzsche)
    10- (Ekonomik yaşamla ilgili bireycilik): Her bireyin özgür olarak kendi ölçülerine göre kendi ekonomik işlerini düzenleyebileceğini savunan görüş. (Bırakınız Yapsınlar ilkesi)
    ________________________________________

    Diğer kendiliklerle ilişkisinde bireyin önceliğini vurgulayan öğretiler bütününe göndermede bulunan terim. Özellikle öz güdüğüne vurgu yaptığı “birey”i kendi başına bir amaç, bir “kendinde varlık”, her şeyin onun etrafında biçimlendiği “en yüksek değer” olarak alan bireycilik, çoğu zaman özgürlüğünü, özbilincini ve benzer niteliklerini olanaklı kılan toplumsal ilişkiler ve normlar ağıyla birey arasındaki bağlan koparmakla suçlanır. Bireyciliğe karşı, bireylerin doğalarını biçimlendiren dilsel, ahlaksal, toplumsal etkenlerden ayrı anlaşılamayacağını; toplumsal güçlere, kurumlara ya da diğer bireysel olmayan bütünlüklere göndermede bulunmayan toplumsal açıklamaların eksik kalacaklarını savunan görüşler ise “bütüncülük”ün uyarlamalarıdır.

    Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
    Yeni idealizm
    Alm. Neuideolismus, Fr. neo-idealisme, İng. neo-idealism

    19. yüzyılın ikinci yarısından sonra özdekçilik, olguculuk ve doğalcılığın egemenliği karşısında idealizmi yeniden canlandırmaya çalışan akımlar. Bu adı ilkin İtalya'da yeni Hegelciler (Croce, Gentille) kullanmışlardır.
    Başlıca temsilcileri: Lotze, Eucken, Dilthey, yeni Kantçılar ve yeni Hegelciler.
    İdealizm
    I. (Genel anlamda) Ülkücülük: a. Bir ülküyle belirlenmiş olan ve bu ülküye çıkar gütmeden bağlı kalan yaşama biçimi ve dün- ya görüşü. b- Ülkülerin gücüne inanma.
    II. Özel biçimleri:
    1- (Ahlak açısından) Bir insanı dış görünüşü, başarısı ve eylemlerinin sonuçları ile değil yalnızca düşünüşü ve ahlak karşısındaki iç tutumu ile değerlendiren görüş.
    2- (Kılgı alanında) Dünyayı olduğu gibi kabul eden gerçekçi görüşe (realizm) karşıt olarak, gerçekliği tasarım (idea) ve ülkülere (ideal) göre göre biçimlendirmek isteyen görüş.
    III. (Felsefede)
    1- (Fizikötesi açısından) Gerçekliğin özünü yalnızca görüngü olarak kabul ettiği cisimler dünyasında değil, özdeksel olmayan varlıkta arayan, nesnel gerçekliği; idea, us, tin olarak belirleyen ve özdeği düşüncenin (tinin) bir görünüş biçimi olarak inceleyen görüş; özdekçiliğin ve doğalcılığın karşıtı. Duyulur dünyanın, görüngülerin karşısında hiç bir koşula bağlı olmayanı, saltık olanı bulmaya çalışan öğreti. Böylece gerçekliğin asıl özünü a. değişmez olan, zamandışı olan idealarda ya da ideaların nesnel alanında (Klasik Yunan idealizmi); ya da b. tin, us ve onun yaratıcı biçimlendirme gücünde ve özgürlükte araştırır (Alman idealizmi).
    2- (Bilgi kuramı açısından) Nesneyi özneye, bilineni bilene bağlı kılan görüş. Bu görüşe göre özne nesneyi belirler ve onu oluşturur:
    a. Bireysel özne, bireysel bilinç söz konusu olabilir, var olmak = algılanmış olmaktır (Berkeley).
    b. Genel bir özne, genel bir bilinç söz konusu olabilir; bu, bireysel ben'i aşar, salt tin olarak genişler (Alman idealizmi); özdek ve doğa yalnızca bilincin, tinin bir ürünü- dür; us, öznel, öznenin yarattığı biçimler dizgesi olarak anlaşılır (öznel idealizm-Fichte); doğa olaylarının arkasında yaratıcı bir güç saklıdır, asıl gerçeğin kendisi yaratıcı ve yapıcıdır, doğa öznenin bir ürünü olmayıp, doğanın kendisi de bir güçtür. böylece us nesnel bir dizge olarak anlaşılır (nesnel idealizm-Schelling); özne-nesne karşıolumunun karşısında us, salt bir dizge olarak ortaya çıkar, ide, us, tin bütün var olanların temelinde bulunan ilkedir, varlık bu ide'nin kendini açması, belli bir ereğe doğru gelişmesidir (salt idealizm-Hegel).
    3- (Ahlaksal açıdan)
    a. İyi ideasını ya da değerleri en yüksek şey olarak belirleyen görüş.
    b. (Kant'ta) Başarı, mutluluk, yarara bakmaksızın, hiç bir koşula bağlı olmayan salt gerekliliği ölçü olarak koyan görüş (yararcılık.ve mutçuluğun karşıtı).
    c. Us-duyarlık, özgürlük-doğa gerginliğinde kendini gerçekleştiren insanın, ahlakın temeli olan özgürlüğü, erişilmesi gereken biricik ödev ve insan yaşamının anlamı olarak görmesi gerektiğini savunan anlayış (Fichte).
    Kant'ın transsendental idealizmi: Bizden bağımsız bir dış dünyanın var- oluşunu yadsımayan Kant, gerçekliği bilinçten bağımsız bir kendinde şeyler dünyası olarak kabul eder, ama bilgimiz deneyle sınırlıdır, biz yalnız görüngüler dünyasını bilebiliriz, kendinde şeyleri görüleyemeyiz. Çünkü bunlar hiçbir zaman duyular yolu ile bize verilemezler. Deney ve yaşantılarımızı belirleyen de bilgi yetimizin kalıplarıdır, duyarlığın bu kalıpları da zaman ve uzaydır, bunların,bir gerçekliği yoktur, kendinde şey olarak nesnelerin belirlenimi ve koşulu olamazlar, ama zaman ve uzayın duyularımızı aşan düşüncelliği (transsendental idealitesi) vardır, böylece bütün görüngüleri şeyin kendisi olarak değil, salt tasarımlar olarak kabul etmemiz gerekir.
    Ama bu transsendental idealizm deneysel gerçekçiliktir aynı zamanda, çünkü dış görülerimize uzayda gerçek bir şeyin karşılık olduğunu kabul eder.
    İdealizm, felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim.Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
    İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.
    Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.
    Metafizikte idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.
    İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar.
    Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon'du. Ancak idealizmin başlangıcı M.Ö. 6.yüzyıl a, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."
    Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir.
    Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem." Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir.
    Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır. Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Nihilizm-hiççilik
    (Genel olarak)
    a. Var olan görüşlere, değerlere, düzene karşı çıkan;
    b. Hiçbir değer tanımayan görüşlere verilen ad. Şu biçimleri vardır:
    1- (Kuramsal alanda) Her türlü bilgi olanağını yadsıyan, sorunsal olmayan ve kendisinden kuşkulanılmayan hiç bir şeyin olmadığını öne süren görüş (= eleştirici ve kuşkucu hiççilik).
    2- Ahlak alanında Ahlak kurallarını ve değerlerini tanımayan görüş.
    3- (Siyasa alanında)
    a. Yeni bir toplum düzeni kurmak isteğiyle eski, yerleşik düzeni bütünüyle yadsıyan görüş.
    b. Her türlü siyasal düzeni yadsıyan, toplumun birey üzerinde hiç bir baskısını kabul etmeyen görüş; bu biçimi anarşizm ve salt bireycilikle birleşir.
    Hiççilik, Nihilizm veya Yokçuluk 19. yüzyıl ortalarında Rusya'da özellikle genç entellektüel kesim arasında taraftar bulan bir felsefî yaklaşımdır. Latince nihil (hiç) sözcüğünden türetilen Nihilizm, bilimsel bilgi dışında hiçbir gerçek bilgi olmadığını kabul etmektir. Rus edebiyatında ilk kez nedejin'in bir makalesinde puşkin için kullanıldı. Bu yaklaşımın uzantısı olarak da toplumda yerleşik kuralların, kurumların, değer yargılarının ve ahlâk kurallarının yadsınmasına varır. Nihilizm, en belirgin olarak İvan Sergeyeviç Turgenyev'in Türkçeye Babalar ve Oğullar adıyla çevrilen romanının kahramânı Bazarov'un kişiliğinde ifâde bulmuştur.
    Hiççilik, Friedrich Nietzsche ile birlikte, felsefede de önemli bir sorun ve kavram olarak ele alınmaya başlamıştır. Daha sonra nihilizm sorunu ile hesaplaşan filozoflar arasında Albert Camus ve Sartre da sayılabilir.
    Nietzsche'ye göre, nihlizm, yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünce tutumudur. Nietzsche, nihilizmin soy kütüğünü oluştururken, aşabileceğine de değinmiştir: Korkular, karşı çıkışlar, başkaldırmalar, Varlık'ı (Tanrı) anlaşılır bir gerçeklik ve değer yapan varlık bilim-tanrıbilim idealizminin çöküş belirtileridir. Nietzche için 'tanrı ölmüstür' ve bu varlık "kendisine yakıştırılan bütün değerleri hiçe indiren bir yokluk"tur. (J.Grenier) O zaman nihilizm "kölelerin ahlâkı" olarak belirir; köleler, gerçek yaşamdaki güçsüzlüklerini unutmak için, bir ideale veya bir kurmaca Tanrı'ya gerek duyarlar. Hiçlik istemi olan nihilizm, idealist bir yadsıma mantığından kaynaklanır; yaşamı, sanat aracılığıyla, "özgür düşünce" olarak doğrulayacağına, bilinç adına yadsır.
    Heideger ise nihilizmi Batı düşüncesini oluşturan öğelerden biri olarak görür; bu görüş, değeri ve "varolan"ı tanımlamak için gerçekte, varlık sorusunu sormayı kendine yasaklar.GORGİAS'hiçbir şey var değildir,var olsada bilinmez bilinsede başkalarına aktarılamaz.'demiştir
    Ateizm
    Ateizm veya tanrıtanımazlık, Tanrı diye bir şeyin varolmadığını kabul eden ve dini öğretiyi kabul etmeyen felsefi görüştür. Tanrı ve ya "Tanrıların" varlığına olan inancın yokluğu olarak da tanımlanır. Bu fikri savunanlara Ateist ve ya Tanrıtanımaz denir.
    Ateizm sıklıkla dinsizlik ile özdeşleştirilse de, Theravada Budizm'i gibi bazı dinlerde de tanrının varlığına rastlanılmaz. Bu yönüyle ateizm ile dinsizlik örtüşmez. Deist akımlara bakıldığında da tanrıya inancın olduğu ancak dinlerin kabul edilmediği görülür.
    Ateizm, evrenin nasıl oluştuğunu veya işlediğini açıklayan görüş değil, tanrı inancını reddeden görüştür.
    Kendini ateist olarak tanımlayanların çoğu tüm doğaüstü olgulara septik yaklaşırlar ve buna gerekçe olarakta tanrıların varlığına dair empirik bulguların yetersizliğini gösterirler. Bir kısmı ise ateizmi felsefi, sosyal veya tarihi temellerde savunurlar. Kendini ateist olarak tanımlayanların bir kısmı hümanizm veya natüralizm gibi akımlara eğilim gösterseler de tüm ateistlere atfedilecek bir ideoloji veya davranış biçimi yoktur.
    Teizm ve Deizm
    Teizm, her şeyden önce bir tanrı veya tanrıların var olduğu kabulünün üzerine kurulmuş bir düşünce yapısıdır. Teist görüşte, tanrı veya tanrılar yaratılmamışlardır, olmuş ve olacak her şeyi bilirler, sonsuz kudrete sahiptirler, zaman ve mekandan bağımsızdırlar, bilinen şeyler ile benzerlikleri yoktur. Teizmde çoğunlukla tanrı veya tanrıların evrenin işleyişine müdahale ettikleri inancı hakimdir.
    Klasik teizm, anılan özelliklere sahip tanrı veya tanrıları kabul ederek her şeyi bu referans noktasından hareket ile açıklamaya çalışır.
    Deizm düşüncesine göre de evren üstün, yüce bir varlık tarafından yaratılmıştır. Deizm'de, teizmin aksine, tanrının evrenin işleyişine müdahale etmediği fikri hakimdir.
    bireycilik
    1- (Genel olarak)
    a. Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş.
    b. Bireyin kendine dayanması eğilimi.
    2- (Fizikötesi açısından)
    a. Yalnızca tek olanın, bireyin bağımsız gerçekliği olduğunu;
    b. Gerçekte yalnız bireylerin bulunduğunu, tümel terimlerin gerçeklikte hiç bir karşılığı olmadığını savunan öğreti.
    3- (Yöntem- bilim açısından) Tarihsel ve toplumsal olayların açıklanmasını bireysel ruhbilime dayandıran görüş.
    4- (Gelenekçiliğin karşıtı olarak) Kurulu düzene eleştirmeden uyma yerine, bireylerin toplumda hertürlü kurum, inanç, kanı ve eylem üzerinde tartışıp bunları yargılamaları gerektiğini savunan görüş (düşünce bağımsızlığı).
    5- Toplumun kendi başına bir ereği olmadığı gibi, kendini kuran bireylerin üstünde bir ereğe araç da olmadığını savunan görüş. Bu görüşe göre , toplumsal kurumların ereği: a. bireylerin mutluluğu, b. bireylerin yetkinliği olmalıdır; böylece, bireyin ereğine erişmesi için toplum ve devlet yardımcı araç olacaktır.
    6- Kişiliğin ve kişisel sorumluluğun kaldırılamayacağını dile getiren görüş.
    7- Yaşamın, özellikle toplumsâl yaşamın tek kişiler üzerinde kurulduğunu ileri süren ve bu tek kişileri özce aynı türden ve eşit haklı olarak kabul eden öğreti (aydınlanma felsefesi).
    8- Başkalarıyla karşılaştırılamayan niteliksel özelliği ve bir kezliği içinde bireyin kendi değeri üzerindeki kanı (Shaftesbury, Herder)
    9- Seçkin bireycilik: Bütün bireyleri eşit görmeyip, kimi bireylere özel koşulları ve özel nitelikleri dolayısıyla ayrı bir yer veren görüş.(Nietzsche)
    10- (Ekonomik yaşamla ilgili bireycilik): Her bireyin özgür olarak kendi ölçülerine göre kendi ekonomik işlerini düzenleyebileceğini savunan görüş. (Bırakınız Yapsınlar ilkesi)
    ________________________________________

    Diğer kendiliklerle ilişkisinde bireyin önceliğini vurgulayan öğretiler bütününe göndermede bulunan terim. Özellikle öz güdüğüne vurgu yaptığı “birey”i kendi başına bir amaç, bir “kendinde varlık”, her şeyin onun etrafında biçimlendiği “en yüksek değer” olarak alan bireycilik, çoğu zaman özgürlüğünü, özbilincini ve benzer niteliklerini olanaklı kılan toplumsal ilişkiler ve normlar ağıyla birey arasındaki bağlan koparmakla suçlanır. Bireyciliğe karşı, bireylerin doğalarını biçimlendiren dilsel, ahlaksal, toplumsal etkenlerden ayrı anlaşılamayacağını; toplumsal güçlere, kurumlara ya da diğer bireysel olmayan bütünlüklere göndermede bulunmayan toplumsal açıklamaların eksik kalacaklarını savunan görüşler ise “bütüncülük”ün uyarlamalarıdır.

    Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
    Yeni idealizm
    Alm. Neuideolismus, Fr. neo-idealisme, İng. neo-idealism

    19. yüzyılın ikinci yarısından sonra özdekçilik, olguculuk ve doğalcılığın egemenliği karşısında idealizmi yeniden canlandırmaya çalışan akımlar. Bu adı ilkin İtalya'da yeni Hegelciler (Croce, Gentille) kullanmışlardır.
    Başlıca temsilcileri: Lotze, Eucken, Dilthey, yeni Kantçılar ve yeni Hegelciler.
    İdealizm
    I. (Genel anlamda) Ülkücülük: a. Bir ülküyle belirlenmiş olan ve bu ülküye çıkar gütmeden bağlı kalan yaşama biçimi ve dün- ya görüşü. b- Ülkülerin gücüne inanma.
    II. Özel biçimleri:
    1- (Ahlak açısından) Bir insanı dış görünüşü, başarısı ve eylemlerinin sonuçları ile değil yalnızca düşünüşü ve ahlak karşısındaki iç tutumu ile değerlendiren görüş.
    2- (Kılgı alanında) Dünyayı olduğu gibi kabul eden gerçekçi görüşe (realizm) karşıt olarak, gerçekliği tasarım (idea) ve ülkülere (ideal) göre göre biçimlendirmek isteyen görüş.
    III. (Felsefede)
    1- (Fizikötesi açısından) Gerçekliğin özünü yalnızca görüngü olarak kabul ettiği cisimler dünyasında değil, özdeksel olmayan varlıkta arayan, nesnel gerçekliği; idea, us, tin olarak belirleyen ve özdeği düşüncenin (tinin) bir görünüş biçimi olarak inceleyen görüş; özdekçiliğin ve doğalcılığın karşıtı. Duyulur dünyanın, görüngülerin karşısında hiç bir koşula bağlı olmayanı, saltık olanı bulmaya çalışan öğreti. Böylece gerçekliğin asıl özünü a. değişmez olan, zamandışı olan idealarda ya da ideaların nesnel alanında (Klasik Yunan idealizmi); ya da b. tin, us ve onun yaratıcı biçimlendirme gücünde ve özgürlükte araştırır (Alman idealizmi).
    2- (Bilgi kuramı açısından) Nesneyi özneye, bilineni bilene bağlı kılan görüş. Bu görüşe göre özne nesneyi belirler ve onu oluşturur:
    a. Bireysel özne, bireysel bilinç söz konusu olabilir, var olmak = algılanmış olmaktır (Berkeley).
    b. Genel bir özne, genel bir bilinç söz konusu olabilir; bu, bireysel ben'i aşar, salt tin olarak genişler (Alman idealizmi); özdek ve doğa yalnızca bilincin, tinin bir ürünü- dür; us, öznel, öznenin yarattığı biçimler dizgesi olarak anlaşılır (öznel idealizm-Fichte); doğa olaylarının arkasında yaratıcı bir güç saklıdır, asıl gerçeğin kendisi yaratıcı ve yapıcıdır, doğa öznenin bir ürünü olmayıp, doğanın kendisi de bir güçtür. böylece us nesnel bir dizge olarak anlaşılır (nesnel idealizm-Schelling); özne-nesne karşıolumunun karşısında us, salt bir dizge olarak ortaya çıkar, ide, us, tin bütün var olanların temelinde bulunan ilkedir, varlık bu ide'nin kendini açması, belli bir ereğe doğru gelişmesidir (salt idealizm-Hegel).
    3- (Ahlaksal açıdan)
    a. İyi ideasını ya da değerleri en yüksek şey olarak belirleyen görüş.
    b. (Kant'ta) Başarı, mutluluk, yarara bakmaksızın, hiç bir koşula bağlı olmayan salt gerekliliği ölçü olarak koyan görüş (yararcılık.ve mutçuluğun karşıtı).
    c. Us-duyarlık, özgürlük-doğa gerginliğinde kendini gerçekleştiren insanın, ahlakın temeli olan özgürlüğü, erişilmesi gereken biricik ödev ve insan yaşamının anlamı olarak görmesi gerektiğini savunan anlayış (Fichte).
    Kant'ın transsendental idealizmi: Bizden bağımsız bir dış dünyanın var- oluşunu yadsımayan Kant, gerçekliği bilinçten bağımsız bir kendinde şeyler dünyası olarak kabul eder, ama bilgimiz deneyle sınırlıdır, biz yalnız görüngüler dünyasını bilebiliriz, kendinde şeyleri görüleyemeyiz. Çünkü bunlar hiçbir zaman duyular yolu ile bize verilemezler. Deney ve yaşantılarımızı belirleyen de bilgi yetimizin kalıplarıdır, duyarlığın bu kalıpları da zaman ve uzaydır, bunların,bir gerçekliği yoktur, kendinde şey olarak nesnelerin belirlenimi ve koşulu olamazlar, ama zaman ve uzayın duyularımızı aşan düşüncelliği (transsendental idealitesi) vardır, böylece bütün görüngüleri şeyin kendisi olarak değil, salt tasarımlar olarak kabul etmemiz gerekir.
    Ama bu transsendental idealizm deneysel gerçekçiliktir aynı zamanda, çünkü dış görülerimize uzayda gerçek bir şeyin karşılık olduğunu kabul eder.
    İdealizm, felsefede, en geniş anlamıyla, tinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim.Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.
    İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.
    Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.
    Metafizikte idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.
    İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar.
    Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon'du. Ancak idealizmin başlangıcı M.Ö. 6.yüzyıl a, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."
    Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir.
    Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem." Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir.
    Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır. Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır.

    Alıntıları Göster
    Yeni hegelcilik
    20 yüzyılda Hegel felsefesini yeniden canlandıran, Hegel'-in eytişimsel yöntemine ve fizikötesine dayanarak kültür ve tarih felsefesine yeni bir yön vermeye ve doğa bilimleri karşısında yeniden tinsel bilimleri güçlendirmeye çalışan akım. //
    Özellikle Almanya'da, ayrıca Fransa, İtalya, İngiltere, Rusya, İskandiynavya ve Amerikâ da gelişmiş bir akımdır. Temsilcileri: Freyer, Glockner, Litt, Bosanquet, Bradley, Croce, Gentille vb.
    İnsancılık
    Alm. Humanismus, Fr. humanisme, İng. humanism, Lat. humanus=insanca, insana özgü, insana ilişkin
    İnsanlığa, insana yaraşır bir yaşam ve düşünmeye ulaşmak için çabalamak. Bu bağlamda:
    1- (Genellikle) Kavramın en geniş anlamında, insanın değer ve saygınlığına, insan olmaya , insanlığa olan us inancı.
    2- Batı kültürünün ve eğitiminin Eski Yunan kültürüne dayanmasından yola çıkarak bu kültür kalıtının bilimsel olarak yeniden canlandırılması düşünüşü.
    Roma'da Yunan kültürü bir eğitim kaynağı olmuştur (Cicero). Ortaçağ'da da Yunan ve Romalı yazarların çalışmalarını yenileme çabaları sona ermedi, bu çabalar Doğuş- çağında (Renaissance) büyük ölçüde geliştirildi. Böylece bilim ve eğitim skolastikten ve kilisenin yetkesinden kurtularak yeni bir kültür ülküsü gerçekleşmeye başladı. (Bu ülkü Erasmus'la doruğuna erişti);
    XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında insancılık yeni bir biçim kazandı, özellikle Herder, Winckelmann, W.`von Humboldt ve Goethe'nin temsil ettikleri bu evreye "yeni insancılık" adı verilir. Birinci Dünya Savaşından sonra Werner Jeager'in yönetiminde, Antikçağa olan ilişkileri yeniden belirleme çabalarına da "üçüncü insancılık" denir.
    3- (Yukarıdaki görüşlerle hiç bir bağlantısı olmadan) Yararcılığın belirli -özellikle İngiliz filozofu F. S. Schiller'in canlandırdığı- biçimi için kullanılan özel felsefe terimi: Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsüdür." formülünü çıkış noktası olarak alan; insanda, insanın gereksinme ve ereklerinde, bilginin ve doğruluğun ölçeğini bulan anlayış.
    Zen Buda’cılık

    Buda’cılık’ta bir akım. 6.yüzyılda Çin’de ortaya çıkmıştır. Buda’nın ve bütün yaratıkların ve bütün teorik metodlardan üstün olan tabii usul, yani tao’nun aynı bir mahiyette olduğunu postülalaştırmıştır. Diğer Budistik okullardan farklı olarak, Zen Buda’cılık “birdenbire uyanış”ı, satori’yi vaaz ediyordu. Zen Buda’cılık’ın irrasyonalizmi ve sezgiciliği Batı Avrupa’lı ve Amerika’ lı filozoflar arasında, özellikle son yıllarda büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır.

    Holizm

    İdealist “entegrite felsefesi” Bu kavram Güney Afrika’nın Feld Mareşal’i J.Smuts tarafından Holism and Evolution (1926) adlı kitabında ortaya konmuştur. Bütünün kendi parçalarına indirgenemezliğini idealist biçimde yorumlayan Smuts iddia eder ki dünya bir holistik süreç tarafından, maddenin biçimlerinin sürekli olarak artışı seyrinde yeni bütünlerin yaratılışı süreci tarafından yönetilmektedir. Smuts’a göre, holistik süreç maddenin sakımı kanunu reddeder. “Entegritenin faktörü’ne mistik bir karakter atfeden Smuts onu, gayri maddi ve bilinemez bir şey olarak mülahaza eder. O, holist ilkenin siyasi somutlaşmasını, sosyal baskının ve ırk ayrımının hüküm sürdüğü Güney Afrika Birliğinde bulunur.


    bircilik (tekçilik)
    Felsefenin en temel sorularından “Varlık bir midir yoksa birden çok mudur?” sorusuna varolan her şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğu yanıtını veren; gerçekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini ya da bu tek ilkeye indirgenebileceğini savunan; birçok enson gerçeklik bulunduğunu düşünen “çokçuluk” ile iki tane enson gerçeklik ya da töz olduğunu savlayan “ikicilik”e karşı tek bir tane en son gerçeklik olduğu savunusundan ödün vermeyen; şeylerin çokluğunu saltık bir gerçekliğin değişik biçimleri ya da yüzleri olarak açıklayan felsefe anlayışı.

    Evreni tek bir ilke ile açıklamaya koşullanmış idealizm ile maddecilik yandaşlarının felsefi ikiciliğe karşı ileri sürdükleri bir yanıt olarak bircilik, gerçekliğin ya tin ya da madde olan tek bir tür tözden oluştuğu görüşüne karşılık gelmektedir. Bu anlamıyla bircilik, beden ve ruhun iki ayrı töz olduğu savına karşıt biçimde ikisinin tek ve bir olduğu savına denk düşmektedir. Bircilik ya da tekçilik deyişi genel de tek bir varlığın, “bir” tür varlığın olduğunu öngören; yalnızca tek bir şeyin bulunduğunu, “çok”un ise bu “tek”in görünümleri ya da “bir”i yanlış kavrayışımızdan doğan bir yanılsama olduğunu öne süren felsefeleri tanımlamak için kullanılagelmiştir.

    Öte yanda ahlak felsefesinde ise bircilik, gerçekte yalnızca tek bir ‘iyi” olduğunu, diğer iyi olduğu düşünülen şeylerin de bu “iyi”den türediğini öne süren ahlak anlayışına karşılık gelmektedir.

    anlıkçılık

    İnsanın anlıksal yetilerinin; anlama, düşünme ve bilme yetilerinin önemini vurgulayan, bilginin temel olarak salt insan anlığından türetilebileceğini savunan, bu anlamda usçuluk ve idealizm gibi akımlarla aşağı yukarı aynı görüşü dile getiren bilgi kuramı ya da öğretisi. Aynı zamanda ahlak felsefesinde de insan an anlığının ve bilginin ahlâklı edimler için kilit kavramlar olduğunu savunan görüş.

    Felsefe tarihinde, genelde felsefede özeldeyse ahlak felsefesinde, en belirgin olarak göze çarpan anlıkçı filozoflara örnek diye en başta Sokrates venilebilir. Bilginin ahlaklı edimler için yeterli olduğunu, erdemin bilgiyle bir ve aynı şey olduğunu düşünen Sokrates’in bir tür usçu olduğunu da kabul edecek olursak usçuluk ile anlıkçılığın aynı bağlamlarda bir birlerinin yerine kullanılabilir kavramlar olduğunu söyleyebiliriz.
    deneycilik
    Bilgimizin biricik kaynağının deney olduğunu savunan bilgi öğretisi.
    Bu öğretiye göre, bütün bilgilerimiz deneyden gelir; anlıkta deneyden gelmeyen hiç bir şey yoktur. Yeniçağ felsefesinde deneyci bilgi öğretisinin (empirizmin) kurucusu Locke'dur. Başlıca temsilcileri F. Bacon, D. Hume, J. 5. Mill.
    Karşıtı bkz usçuluk.
    Sezgicilik
    1- Sezgiye us, anlık, kavramsal düşünme karşısında üstünlük veren; sezgiyi bilginin, özellikle felsefe bilgisinin, temeli olarak gören öğreti (Bergson). bkz. sezgi.

    2- (Ahlak öğretisi olarak) Eylemlerin iyi ya da kötü oluşlarının, onların değerleri ve sonuçları üzerine herhangi bir düşünüp taşınma ile değil, doğrudan doğruya sezgiyle bilinebileceğini savunan görüş.

    3- (Matematikte) Matematiğin temellerinin sezgi yoluyla doğrudan doğruya kesinlikle kavrandığını ileri süren görüş (mathematical intuitionism; kurucusu: L.E.J. Brouwer);
    bu görüşe göre, insan anlığının yapıcılığından doğan "matematiksel var- oluşlar" ancak sezgi yoluyla sınanabilirler; bu görüşte matematiğin mantık ve felsefe karşısında üstünlüğü de kabul edilir, çünkü ne bilim ne felsefe ne de mantık matematik için bir öndayanak olabilirler:
    Krene okulu
    Haz veren her şeyin iyi, acı veren her şeyin kötü olduğunu öne süren, istencin biricik ereğini, insan için en doğal bir duygu olan haz olarak gören Sokratesçi Yunan felsefe okulu.

    Kurucusu Kyreneli Aristippos'tur: Aristippos hazcılık öğretisini sofistlerin duyumculuğu üzerine kurmakla birlikte gerçek hazza götüren biricik aracın bilgi (Sokratesçi öğe) olduğunu söyler.
    Marburger okulu

    Varlığı mantıksal bağıntıların bir örgütü olduğunu öne süren, gerçekliği kavramsal, matematiksel yolla kavrayan bir lojistik geliştiren Yeni Kantçı okul. //

    Bu okulun kurucusu H. Cohen, geliştiricileri P. Natorp ve E. Cassirer'dir. Bu akım özdekçilik ve doğalcılığın karşısında, bilgi eleştirisi ve bilim kuramı doğrultusundadır. Bu okulun ayrıca ahlak felsefesi, sanat felsefesi, dil, din, söylencebilim araştırmaları da vardır.
    mutçuluk
    Yaşamın anlamını mutlulukta bulan, insan eylemlerinin son ereği olarak mutluluğu gören ahlak öğretisi.

    Mutluluk kavramına verilen anlama göre mutçuluk öğretileri türlere ayrılır:

    a. Hazcılık: Duyusal hazlara bağlanan mutçuluk.

    b. Bireysel mutçuluk: Tek kişinin mutluluğuna bağlanan mutçuluk.

    c. Toplumsal mutçuluk: Toplumun mutluluğunu, iyiliğini erek olarak alan mutçuluk. Bu sonuncusu "Olabildiğince çok insanın olabildiğince çok mutlu olması." düşüncesiyle kesin formülünü bulur ve yarar açısından ele alınarak yararcılığa varır.
    tomascılık
    Aquinolu Thomas ve ona bağlı olanların:
    a. Aristoteles felsefesi ile Hıristiyan dünya görüşünü uyum içinde birleştirmeye çalışan;
    b. İnsan istenci ile Tanrının önceden belirlenmesini doğal-doğalüstü bir varlık düzeni içinde birleştiren;
    c. Usun üstünlüğünü, istenç ve istenç özgürlüğü üzerindeki egemenliğini öne süren öğretileri.
    Tomasçılık Katolik kilisesinin temel felsefesi olmuştur.
    Özdeksizcilik
    1- Özdeğin kendine özgü bir gerçekliği olmadığını kabul eden öğreti.

    2- Evrenin temelinin ve genellikle gerçekliğin özünün cisimsel olmadığını öne süren öğreti.

    3- Ruhun cisimsei olmadığını öne süren öğreti. (Özdeksizcilik teriminin yaratıcısı olan Berkeley, bu sözcüğü kendi felsefesi için kullanmıştır.)
    Pitagorascılık
    Pythagoras ve ona bağlı olanların felsefe, matematik, ahlak ve din öğretisi.
    Bu öğretinin en belirgin görüşleri:
    a. Sayı varlığın ilkesidir; nesnelerin özü "varlığın ana özdeği" sayıdır.
    b. Evren yasası uyumdur. İlkin Pitagorasçılar evrene, onda egemen olan uyum ve düzenden dolayı "kosmos" demişlerdir.
    c. Ruhlar biçim değiştirerek yeniden dünyaya gelirler: Dünya görüşleri ikici (dualist) dir: Düşünme ile duyumları, bedenle ruhu, nesnelerin matematiksel biçimleri ile algılanan görünüşlerini kesin olarak ayırırlar.
    Yeni kantçılık
    19. yüzyılda felsefeyi çöküşten kurtarmak üzere özellikle bilgi eleştirisi ve bilgi kuramı açısından Kant'a yönelen çalışmalar; en yüksek noktasına 20. yüzyılda erişir.
    Çeşitli yeni Kantçı okullar: Marburg Okulu (Cohen, Natörp, Cassirer), Güney-Batı-Almanya Okulu (Windelband, Rickert, Lask); ayrıca: Alois Riehl, H. Vaihinger ve Fransâ da: Renouvier.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Yeni hegelcilik
    20 yüzyılda Hegel felsefesini yeniden canlandıran, Hegel'-in eytişimsel yöntemine ve fizikötesine dayanarak kültür ve tarih felsefesine yeni bir yön vermeye ve doğa bilimleri karşısında yeniden tinsel bilimleri güçlendirmeye çalışan akım. //
    Özellikle Almanya'da, ayrıca Fransa, İtalya, İngiltere, Rusya, İskandiynavya ve Amerikâ da gelişmiş bir akımdır. Temsilcileri: Freyer, Glockner, Litt, Bosanquet, Bradley, Croce, Gentille vb.
    İnsancılık
    Alm. Humanismus, Fr. humanisme, İng. humanism, Lat. humanus=insanca, insana özgü, insana ilişkin
    İnsanlığa, insana yaraşır bir yaşam ve düşünmeye ulaşmak için çabalamak. Bu bağlamda:
    1- (Genellikle) Kavramın en geniş anlamında, insanın değer ve saygınlığına, insan olmaya , insanlığa olan us inancı.
    2- Batı kültürünün ve eğitiminin Eski Yunan kültürüne dayanmasından yola çıkarak bu kültür kalıtının bilimsel olarak yeniden canlandırılması düşünüşü.
    Roma'da Yunan kültürü bir eğitim kaynağı olmuştur (Cicero). Ortaçağ'da da Yunan ve Romalı yazarların çalışmalarını yenileme çabaları sona ermedi, bu çabalar Doğuş- çağında (Renaissance) büyük ölçüde geliştirildi. Böylece bilim ve eğitim skolastikten ve kilisenin yetkesinden kurtularak yeni bir kültür ülküsü gerçekleşmeye başladı. (Bu ülkü Erasmus'la doruğuna erişti);
    XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında insancılık yeni bir biçim kazandı, özellikle Herder, Winckelmann, W.`von Humboldt ve Goethe'nin temsil ettikleri bu evreye "yeni insancılık" adı verilir. Birinci Dünya Savaşından sonra Werner Jeager'in yönetiminde, Antikçağa olan ilişkileri yeniden belirleme çabalarına da "üçüncü insancılık" denir.
    3- (Yukarıdaki görüşlerle hiç bir bağlantısı olmadan) Yararcılığın belirli -özellikle İngiliz filozofu F. S. Schiller'in canlandırdığı- biçimi için kullanılan özel felsefe terimi: Protagoras'ın "İnsan her şeyin ölçüsüdür." formülünü çıkış noktası olarak alan; insanda, insanın gereksinme ve ereklerinde, bilginin ve doğruluğun ölçeğini bulan anlayış.
    Zen Buda’cılık

    Buda’cılık’ta bir akım. 6.yüzyılda Çin’de ortaya çıkmıştır. Buda’nın ve bütün yaratıkların ve bütün teorik metodlardan üstün olan tabii usul, yani tao’nun aynı bir mahiyette olduğunu postülalaştırmıştır. Diğer Budistik okullardan farklı olarak, Zen Buda’cılık “birdenbire uyanış”ı, satori’yi vaaz ediyordu. Zen Buda’cılık’ın irrasyonalizmi ve sezgiciliği Batı Avrupa’lı ve Amerika’ lı filozoflar arasında, özellikle son yıllarda büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır.

    Holizm

    İdealist “entegrite felsefesi” Bu kavram Güney Afrika’nın Feld Mareşal’i J.Smuts tarafından Holism and Evolution (1926) adlı kitabında ortaya konmuştur. Bütünün kendi parçalarına indirgenemezliğini idealist biçimde yorumlayan Smuts iddia eder ki dünya bir holistik süreç tarafından, maddenin biçimlerinin sürekli olarak artışı seyrinde yeni bütünlerin yaratılışı süreci tarafından yönetilmektedir. Smuts’a göre, holistik süreç maddenin sakımı kanunu reddeder. “Entegritenin faktörü’ne mistik bir karakter atfeden Smuts onu, gayri maddi ve bilinemez bir şey olarak mülahaza eder. O, holist ilkenin siyasi somutlaşmasını, sosyal baskının ve ırk ayrımının hüküm sürdüğü Güney Afrika Birliğinde bulunur.


    bircilik (tekçilik)
    Felsefenin en temel sorularından “Varlık bir midir yoksa birden çok mudur?” sorusuna varolan her şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğu yanıtını veren; gerçekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini ya da bu tek ilkeye indirgenebileceğini savunan; birçok enson gerçeklik bulunduğunu düşünen “çokçuluk” ile iki tane enson gerçeklik ya da töz olduğunu savlayan “ikicilik”e karşı tek bir tane en son gerçeklik olduğu savunusundan ödün vermeyen; şeylerin çokluğunu saltık bir gerçekliğin değişik biçimleri ya da yüzleri olarak açıklayan felsefe anlayışı.

    Evreni tek bir ilke ile açıklamaya koşullanmış idealizm ile maddecilik yandaşlarının felsefi ikiciliğe karşı ileri sürdükleri bir yanıt olarak bircilik, gerçekliğin ya tin ya da madde olan tek bir tür tözden oluştuğu görüşüne karşılık gelmektedir. Bu anlamıyla bircilik, beden ve ruhun iki ayrı töz olduğu savına karşıt biçimde ikisinin tek ve bir olduğu savına denk düşmektedir. Bircilik ya da tekçilik deyişi genel de tek bir varlığın, “bir” tür varlığın olduğunu öngören; yalnızca tek bir şeyin bulunduğunu, “çok”un ise bu “tek”in görünümleri ya da “bir”i yanlış kavrayışımızdan doğan bir yanılsama olduğunu öne süren felsefeleri tanımlamak için kullanılagelmiştir.

    Öte yanda ahlak felsefesinde ise bircilik, gerçekte yalnızca tek bir ‘iyi” olduğunu, diğer iyi olduğu düşünülen şeylerin de bu “iyi”den türediğini öne süren ahlak anlayışına karşılık gelmektedir.

    anlıkçılık

    İnsanın anlıksal yetilerinin; anlama, düşünme ve bilme yetilerinin önemini vurgulayan, bilginin temel olarak salt insan anlığından türetilebileceğini savunan, bu anlamda usçuluk ve idealizm gibi akımlarla aşağı yukarı aynı görüşü dile getiren bilgi kuramı ya da öğretisi. Aynı zamanda ahlak felsefesinde de insan an anlığının ve bilginin ahlâklı edimler için kilit kavramlar olduğunu savunan görüş.

    Felsefe tarihinde, genelde felsefede özeldeyse ahlak felsefesinde, en belirgin olarak göze çarpan anlıkçı filozoflara örnek diye en başta Sokrates venilebilir. Bilginin ahlaklı edimler için yeterli olduğunu, erdemin bilgiyle bir ve aynı şey olduğunu düşünen Sokrates’in bir tür usçu olduğunu da kabul edecek olursak usçuluk ile anlıkçılığın aynı bağlamlarda bir birlerinin yerine kullanılabilir kavramlar olduğunu söyleyebiliriz.
    deneycilik
    Bilgimizin biricik kaynağının deney olduğunu savunan bilgi öğretisi.
    Bu öğretiye göre, bütün bilgilerimiz deneyden gelir; anlıkta deneyden gelmeyen hiç bir şey yoktur. Yeniçağ felsefesinde deneyci bilgi öğretisinin (empirizmin) kurucusu Locke'dur. Başlıca temsilcileri F. Bacon, D. Hume, J. 5. Mill.
    Karşıtı bkz usçuluk.
    Sezgicilik
    1- Sezgiye us, anlık, kavramsal düşünme karşısında üstünlük veren; sezgiyi bilginin, özellikle felsefe bilgisinin, temeli olarak gören öğreti (Bergson). bkz. sezgi.

    2- (Ahlak öğretisi olarak) Eylemlerin iyi ya da kötü oluşlarının, onların değerleri ve sonuçları üzerine herhangi bir düşünüp taşınma ile değil, doğrudan doğruya sezgiyle bilinebileceğini savunan görüş.

    3- (Matematikte) Matematiğin temellerinin sezgi yoluyla doğrudan doğruya kesinlikle kavrandığını ileri süren görüş (mathematical intuitionism; kurucusu: L.E.J. Brouwer);
    bu görüşe göre, insan anlığının yapıcılığından doğan "matematiksel var- oluşlar" ancak sezgi yoluyla sınanabilirler; bu görüşte matematiğin mantık ve felsefe karşısında üstünlüğü de kabul edilir, çünkü ne bilim ne felsefe ne de mantık matematik için bir öndayanak olabilirler:
    Krene okulu
    Haz veren her şeyin iyi, acı veren her şeyin kötü olduğunu öne süren, istencin biricik ereğini, insan için en doğal bir duygu olan haz olarak gören Sokratesçi Yunan felsefe okulu.

    Kurucusu Kyreneli Aristippos'tur: Aristippos hazcılık öğretisini sofistlerin duyumculuğu üzerine kurmakla birlikte gerçek hazza götüren biricik aracın bilgi (Sokratesçi öğe) olduğunu söyler.
    Marburger okulu

    Varlığı mantıksal bağıntıların bir örgütü olduğunu öne süren, gerçekliği kavramsal, matematiksel yolla kavrayan bir lojistik geliştiren Yeni Kantçı okul. //

    Bu okulun kurucusu H. Cohen, geliştiricileri P. Natorp ve E. Cassirer'dir. Bu akım özdekçilik ve doğalcılığın karşısında, bilgi eleştirisi ve bilim kuramı doğrultusundadır. Bu okulun ayrıca ahlak felsefesi, sanat felsefesi, dil, din, söylencebilim araştırmaları da vardır.
    mutçuluk
    Yaşamın anlamını mutlulukta bulan, insan eylemlerinin son ereği olarak mutluluğu gören ahlak öğretisi.

    Mutluluk kavramına verilen anlama göre mutçuluk öğretileri türlere ayrılır:

    a. Hazcılık: Duyusal hazlara bağlanan mutçuluk.

    b. Bireysel mutçuluk: Tek kişinin mutluluğuna bağlanan mutçuluk.

    c. Toplumsal mutçuluk: Toplumun mutluluğunu, iyiliğini erek olarak alan mutçuluk. Bu sonuncusu "Olabildiğince çok insanın olabildiğince çok mutlu olması." düşüncesiyle kesin formülünü bulur ve yarar açısından ele alınarak yararcılığa varır.
    tomascılık
    Aquinolu Thomas ve ona bağlı olanların:
    a. Aristoteles felsefesi ile Hıristiyan dünya görüşünü uyum içinde birleştirmeye çalışan;
    b. İnsan istenci ile Tanrının önceden belirlenmesini doğal-doğalüstü bir varlık düzeni içinde birleştiren;
    c. Usun üstünlüğünü, istenç ve istenç özgürlüğü üzerindeki egemenliğini öne süren öğretileri.
    Tomasçılık Katolik kilisesinin temel felsefesi olmuştur.
    Özdeksizcilik
    1- Özdeğin kendine özgü bir gerçekliği olmadığını kabul eden öğreti.

    2- Evrenin temelinin ve genellikle gerçekliğin özünün cisimsel olmadığını öne süren öğreti.

    3- Ruhun cisimsei olmadığını öne süren öğreti. (Özdeksizcilik teriminin yaratıcısı olan Berkeley, bu sözcüğü kendi felsefesi için kullanmıştır.)
    Pitagorascılık
    Pythagoras ve ona bağlı olanların felsefe, matematik, ahlak ve din öğretisi.
    Bu öğretinin en belirgin görüşleri:
    a. Sayı varlığın ilkesidir; nesnelerin özü "varlığın ana özdeği" sayıdır.
    b. Evren yasası uyumdur. İlkin Pitagorasçılar evrene, onda egemen olan uyum ve düzenden dolayı "kosmos" demişlerdir.
    c. Ruhlar biçim değiştirerek yeniden dünyaya gelirler: Dünya görüşleri ikici (dualist) dir: Düşünme ile duyumları, bedenle ruhu, nesnelerin matematiksel biçimleri ile algılanan görünüşlerini kesin olarak ayırırlar.
    Yeni kantçılık
    19. yüzyılda felsefeyi çöküşten kurtarmak üzere özellikle bilgi eleştirisi ve bilgi kuramı açısından Kant'a yönelen çalışmalar; en yüksek noktasına 20. yüzyılda erişir.
    Çeşitli yeni Kantçı okullar: Marburg Okulu (Cohen, Natörp, Cassirer), Güney-Batı-Almanya Okulu (Windelband, Rickert, Lask); ayrıca: Alois Riehl, H. Vaihinger ve Fransâ da: Renouvier.

    Alıntıları Göster
    Eleştiricilik
    1-İnsan bilgisinin sınırı üzerine felsefe bilinci ve bu bilincin uyanık tutulması.
    2-Kant’ın us ve bilginin sınırını ve olanaklarını saptamak üzere, özellikle doğmacılığın ve kuşkuculuğun karşısına koyduğu felsefe yöntemi.
    pragmatizm
    2- yararlı
    1- Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca eylemlerin sonuçları ve başarıları ile değerlendiren felsefe öğretisi; eylemin bilgi ve düşünceye ilkece üstünlüğü görüşü. //
    Usun temel görevi bize şeyleri tanıtmak, şeyler üzerine bilgi vermek değil, onlar üzerinde eylemde bulunmamızı sağlamaktır.
    2- (Dar anlamda) 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan düşünce doğrultusu: Doğruluğun ölçütünü bilginin uygulanmasında görür; bu anlayışa göre, yaşama yararlı olan, onu iler götüren iyidir. (Başlıca temsilcileri: C.S. Peirce, Dewey, James, F. S. Schiller.)Ahlakfelsefesi bakımından, yararcılıkla; Bilgi kuramı bakımından araççılıkla özdeştir: Bilgi ve doğruluk yaşam için yalnızca birer araçtırlar.
    Knikler okulu
    Alm. Kyniker, Kynismus, Fr. cynique, cynisme, İng. Cynics, Cynism, Yun. kyon = köpek, kynikos = köpeksi, es. t. Kelbiye
    Yaşamın biricik ereğini hiçbir şeye gereksinme duymama ve kendi kendiyle yetinme, kısaca salt özgürlük olarak erdemde bulan Sokratesçi Yunan felsefe okulu.
    Kurucusu Antisthenes'tir. Okul Kinosarges'te kurulduğu için Kynikler okulu diye adlandırılmıştır. Başka bir kanıya göre de Kynik adı, kyon = köpek'ten türemiştir. Köpek gibi olmayı dile getirir. Kynikler uygarlık değerlerini hor gördükleri ve yaşama biçimleri her türlü kuralın dışında olduğu için bu adı almışlardır.
    tarihselcilik

    19. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımı. Olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren eğilim; tarihsel düşünme eğilimi. Bu bağlamda:
    1- Bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edeceğine inanan düşünce biçimi.
    2- İnsan varoluşunun özünü onun tarihselliğinde gören, tarihselliği insan yaşamının canlı temeli diye anlayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefi düşünme doğrultusu.
    Özellikle Dilthey, York v. Wartenburg ve varoluşçu felsefede karşımıza çıkar; -.tarihsel okul'da doruğuna erişir.
    3- Tarihi yalnızca kendisi için inceleme; tarih eğitimine aşırı önem vererek gelişigüzel geçmiş değerleri yeniden canlandırma uğruna bugünü feda etme. Tarih kültürü ve bilginliğinin, yaşama ve eylemeyi felce uğratacak biçimde aşırılığı.
    4- Tarihin ilkece olduğundan değerli görülmesi; tarih gerçeklerinin değişmez yetkeler olarak saltıklaştırılması.
    yapısalcılık
    Özellikle Fransa'da gelişen, temel bir gerçeklik olarak yapıya dayanan, yapı üzerine kurulan bilim kuramı. Yapı, öğeleri birbirine ve kendisine bağlı olan, ama öğelerinin toplamından daha fazla bir şey oluşturan bir bütündür. Çıkış noktasını dilbilimden alan yapısalcılık, bu etki ile, insanbilimlerinin yöntemi olmuştur; gerçekliğin yapısını kavramada dili örnek alır, dil örneği insan davranışlarının tüm alanına, özellikle de toplumsal olaylara, belli bir yönteme uyularak, uygulanır. Yapısalcı yöntem ele aldığı konuyu, bütünleştiği yapı içine koyarak, sonra da daha geniş kapsamlı yapılar içine koyarak aydınlatmaya çalışır. Bugüne dek bir yapısalcı felsefe olmamıştır, ama yapısalcılığa yönelmiş Toplumbilim, ruhbilim, insanbilim araştırmaları vardır. Yapısalcılığın başlıca temsilcileri:
    Dilbilimde: Saussure, Jakobson;
    Budunbilimde: Levi-Strauss;
    Ruhsal çözümlemede: J. Lacan;
    Felsefede: M. Foucault
    Marksçı kuramda: L. Althusser'dir.
    Yapısalcılık, yapıya (bütüne) yöneliş olarak ilkin 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Ehrenfels, Wertheimer, Köhler ve Koffka'nın geliştirdikleri biçim-kuramı (Gestalttheorie)nda kendini gösterir. Biçim (Gestalt) görüde verilmiş olan bütün demektir; örneğin algı bir bütündür, bir bütünselliktir; öğelere ayrılmış olan algı birliği öğelerin toplamından daha fazla bir şeydir, bundan dolayı özel bir bütünsellik niteliği vardır, örneğin bir melodi, notaların toplamından daha fazla bir şeydir ve kendine özgü bir bütün oluşturur.
    akıldışıcılık
    Yaşamada ve bilgilerde usdışı öğelere tek yanlı olarak ağırlık veren görüş. // Şu türleri vardır:
    1- (Bilgi öğretisinde) Görü, sezgi, sevgi, duygu ve içgüdüleri bilginin kaynağı sayan görüş.
    2- (Fizikötesinde) Usdışı bir evren temelinin bulunduğunu kabul eden görüşlere verilen ad.
    Akılcılık
    Us bilgisine dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşmede ve tümdengelimli çıkarımlarda bulan öğretilerin genel adı. //
    1 -Bilgi öğretisinde usculuk, bilginin usa, anlığa, düşünceye dayandığını ileri sürer. Usta gerçekliğin bilgisini veren önsel kavramlar ve önsel önermeler vardır.
    Eski Yunan filozoflarından bir çoğu, özellikle Parmenides ve Platon usçudurlar.
    Yeniçağda Descartes usçuluğu temellendirmiştir. Ona göre, doğruluk duyusal algılarda değil, ,us kavramlarında, doğuştan kavramlarda (ideae innatae'de) verilmiştir. Bu gibi kavramlar matematiğin kavramları ile töz, nedensellik gibi düşünce kavramlarıdır. Bunlar doğuştandırlar, başka deyişle usa dayanırlar, doğrulukları duyusal algıda değil, düşüncede temellendirilmektedir. Çünkü "Açık ve seçik olarak kavranan her şey doğrudur.", burada doğru, gerçek oluşu da dile getirir.
    Başka usçu filozoflar: Spinoza, Leibniz, Kant, Hegel. Hegel usçuluğun doruğuna ulaşmıştır. Ona göre asıl gerçeğe , hiç deneye başvurmadan, yalnızca düşünmenin sınırları içinde kalınarak varılabilir; "Usa uygun olan gerçektir, gerçek olan da usa uygundur."
    2- Tüm gerçekliğin yapısını usa dayanarak kurmaya çalışan öğretiler . yüzyılda modern ilimlerle bağlılık içinde olan fizikötesi eğilimlerin us ülküsü olarak )
    3- Yöntem bakımından usçuluk:
    a. Matematiğe ve onun yöntemlerine yönelen çalışmalar: Bilgiyi. özellikle fel- sefe bilgisini, az sayıda temel önermelere, ilkelere dayanarak, az sayıda ilkelerden çıkararak usa uygun bir dizge olarak oluşturma çabası. (CSr. Spinoza'nın "Ethica" adli yapıtının alt başlığı "geometrik yönteme göre tanıtlanmış" sözlerini taşır.)
    b. Salt düşünmenin içinde kalarak, yalnızca kavramın kendi kendine işlemesiyle bilginin oluşmasını sağla- yan yöntem. (Ör. Hegel'in eytişimsel yöntemi, kaplamı en geniş olan kavramdan kalkarak bütün düşünülenleri birbiri ardından aynı yöntemle geliştirir; eytişim, hem düşünmenin hem de tüm varlığın (gerçeğin) gelişme biçimidir; böylece eytişim Hegel'de evrensel bir yöntem olur.)
    c. Bilgi kazanmada ve yaşamı biçimlendirmede tek araç olarak usun tutarlı bir biçimde uygulanması (eğilim olarak örneğin modern pragmacılıkta).
    Yararcılık
    1- Yararın yaşam ilkesi yapılması.
    2- Ahlaksal eylem ve davranışlarda yararın ilke yapılması: Yararlı olan iyidir:

    a. tek kişinin, ya da
    b. toplumun yararı göz önünde bulundurulur.
    3- Özellikle Bentham ve J. S. Mill'in ahlak ve siyasa öğretisi, temel ilkesi: "Olabildiğince çok sayıda insanın olabildiğince çok mutluluğu."
    Zerdüştçülük

    Düalistik bir eski İran dini. Zerdüştçülük’ ün yaratılması efsanevi Peygamber Zerdüşt’e (Grekçe’de Zoroaster) izafe edilmektedir. Zerdüştçülük tam biçimini İ.Ö 7. yüzyılda almış bulunuyordu. Zerdüştçülük’ ün esası, dünyada iki karşıt eleman arasında, aydınlık tanrısı Ahura Mazda (Hürmüz)’da kişileşen iyilik ve karanlık tanrısı Angra Mainyu (Ehrimen)’de kişileşen kötülük arasında sürekli mücadele doktrinidir. Zerdüştçülük’ ün dünya hakkındaki eskatolojik fikirleri, öbür dünyada cezalandırma, yargılama, ölümden sonra diriliş ve bir bakireden dünyaya gelen bir mesihin dünyayı kurtarması fikirleri Yahudilik ve Hristiyanlık üzerinde büyük bir etki yapmıştır. Zerdüştçülük, halen Hindistan’da Parsizm biçiminde devam etmektedir ki burada eski düalistik fikirler muhafaza edilmiş olmakla birlikte, Kadiri Mutlak tek bir tanrı kavramı da geliştirilmiş bulunmaktadır.
    Tekbencilik
    1-"Yalnız ben varım, benden başka her şey yalnızca benim tasarımımdır." diyen; öznel ben'i..bilinç içerikleriyle birlikte tek gerçek, tek var olan olarak kabul eden felsefe görüşü (kuramsal bencillik).
    2-Felsefede yöntem açısından çıkış noktası olarak ben'i alan görüş (yöntemse) tekbencilik. Descartes, Driesch).
    3- Ahlak açısından yalnızca kendinin yaşama savını tanıyan, kendi ben'ini yaşamın ve gerçekliğin özeği yapan görüş (ahlaksal bencillik. Stirner).
    Materyalizm
    1- Her türlü gerçekliğin -yalnızca nesnel değil, ruhsal ve tinsel olan gerçekliğin de- özünü ve temelini özdekte gören, özdekten başka hiçbir tözün bulunmadığını öne süren dünya görüşü.

    Özdeği evrenin ilkesi yapan eski Yunan atomcularından Leukippos ve Demokritos'tan beri özdekçilik türlü biçimlerde ortaya çıkar. İngiltere'de 17. yüzyılda Hobbes, Fransa'da 18. yüzyılda Lamettrie ve Holbach, Almanya' da 19. yüzyılda Ludwig Büchner'le en yüksek düzeye ulaşmıştır.

    2- (Ahlak felsefesinde) Yalnızca yararlı ve haz veren şeyleri erişilmeye değer sayan, içeriksel-özdeksel değerler dışında kendi başına var olan bağımsız bir değerler alanını kabul etmeyen dünya görüşü.
    Agnostisizm, bilinmezcilik olarak tanımlanan Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun şu an için bilinemeyeceğini öngören felsefe akımı.
    Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan Agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan" kelimesinden gelir. Gerçekte, bir dinden ya da öğretiler bütününden ziyade bir konsepttir. "Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin bilinemezliği değildir. Bu akım, insanın bilme yetisinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur. Thomas Henry Huxley, agnostisizm'i tanımlarken insanların ölüm sonrası ve tanrının varlığı konularında akıl yürütmekten kaçınmaları gerektiğini söylemekle kalmamış, bu bakış açısından değerlendirildiğinde değillenemeyecek hiçbir önerme ya da yanlışlanamayacak hiçbir bilgi olmadığını da eklemiştir.
    Agnostisizm, tüm dinleri ve dolayısıyla onların tanrılarını kesin olarak reddeder. Fakat, Teizmin sundukları dışında; doğaya müdahale etmeyen, belki bilinci dahi olmayan bir Tanrı'nın olup olamayacağını bilemeyeceğimizi öngörür. Bu anlamda Deizmin ve Ateizmin dogmatik tutumundan uzak olduğu vurgulanabilir.
    Felsefi bir ekol olarak kayıtlara geçmesi 19. yüzyılın ikinci yarısına denk gelir, Batı felsefesindeki başlıca temsilcileri Herbert Spencer, William Hamilton ve Leslie Stephen'dir. Agnostisizm'in Doğu'daki karşılığını ise tasavvufun hemen her kolunda bir miktar bulmak mümkündür.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Eleştiricilik
    1-İnsan bilgisinin sınırı üzerine felsefe bilinci ve bu bilincin uyanık tutulması.
    2-Kant’ın us ve bilginin sınırını ve olanaklarını saptamak üzere, özellikle doğmacılığın ve kuşkuculuğun karşısına koyduğu felsefe yöntemi.
    pragmatizm
    2- yararlı
    1- Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca eylemlerin sonuçları ve başarıları ile değerlendiren felsefe öğretisi; eylemin bilgi ve düşünceye ilkece üstünlüğü görüşü. //
    Usun temel görevi bize şeyleri tanıtmak, şeyler üzerine bilgi vermek değil, onlar üzerinde eylemde bulunmamızı sağlamaktır.
    2- (Dar anlamda) 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında Amerika ve İngiltere'de ortaya çıkan düşünce doğrultusu: Doğruluğun ölçütünü bilginin uygulanmasında görür; bu anlayışa göre, yaşama yararlı olan, onu iler götüren iyidir. (Başlıca temsilcileri: C.S. Peirce, Dewey, James, F. S. Schiller.)Ahlakfelsefesi bakımından, yararcılıkla; Bilgi kuramı bakımından araççılıkla özdeştir: Bilgi ve doğruluk yaşam için yalnızca birer araçtırlar.
    Knikler okulu
    Alm. Kyniker, Kynismus, Fr. cynique, cynisme, İng. Cynics, Cynism, Yun. kyon = köpek, kynikos = köpeksi, es. t. Kelbiye
    Yaşamın biricik ereğini hiçbir şeye gereksinme duymama ve kendi kendiyle yetinme, kısaca salt özgürlük olarak erdemde bulan Sokratesçi Yunan felsefe okulu.
    Kurucusu Antisthenes'tir. Okul Kinosarges'te kurulduğu için Kynikler okulu diye adlandırılmıştır. Başka bir kanıya göre de Kynik adı, kyon = köpek'ten türemiştir. Köpek gibi olmayı dile getirir. Kynikler uygarlık değerlerini hor gördükleri ve yaşama biçimleri her türlü kuralın dışında olduğu için bu adı almışlardır.
    tarihselcilik

    19. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya da tarih bilimlerinin bağımsız gelişme sürecinde ortaya çıkan düşünce akımı. Olayların açıklanmasında tarihe öncelik veren eğilim; tarihsel düşünme eğilimi. Bu bağlamda:
    1- Bütün olayları, başarıları ve değerleri, içinde doğdukları tarihsel durumlardan ve tarihsel koşullardan kalkarak anlamaya çalışan, giderek bu olayların nesnel içeriklerinin ve bugünkü anlamlarının açıklanmasını da ancak bu geçmişe bakış içinde elde edeceğine inanan düşünce biçimi.
    2- İnsan varoluşunun özünü onun tarihselliğinde gören, tarihselliği insan yaşamının canlı temeli diye anlayan, böylece de dünyayı tarih olarak kavrayan felsefi düşünme doğrultusu.
    Özellikle Dilthey, York v. Wartenburg ve varoluşçu felsefede karşımıza çıkar; -.tarihsel okul'da doruğuna erişir.
    3- Tarihi yalnızca kendisi için inceleme; tarih eğitimine aşırı önem vererek gelişigüzel geçmiş değerleri yeniden canlandırma uğruna bugünü feda etme. Tarih kültürü ve bilginliğinin, yaşama ve eylemeyi felce uğratacak biçimde aşırılığı.
    4- Tarihin ilkece olduğundan değerli görülmesi; tarih gerçeklerinin değişmez yetkeler olarak saltıklaştırılması.
    yapısalcılık
    Özellikle Fransa'da gelişen, temel bir gerçeklik olarak yapıya dayanan, yapı üzerine kurulan bilim kuramı. Yapı, öğeleri birbirine ve kendisine bağlı olan, ama öğelerinin toplamından daha fazla bir şey oluşturan bir bütündür. Çıkış noktasını dilbilimden alan yapısalcılık, bu etki ile, insanbilimlerinin yöntemi olmuştur; gerçekliğin yapısını kavramada dili örnek alır, dil örneği insan davranışlarının tüm alanına, özellikle de toplumsal olaylara, belli bir yönteme uyularak, uygulanır. Yapısalcı yöntem ele aldığı konuyu, bütünleştiği yapı içine koyarak, sonra da daha geniş kapsamlı yapılar içine koyarak aydınlatmaya çalışır. Bugüne dek bir yapısalcı felsefe olmamıştır, ama yapısalcılığa yönelmiş Toplumbilim, ruhbilim, insanbilim araştırmaları vardır. Yapısalcılığın başlıca temsilcileri:
    Dilbilimde: Saussure, Jakobson;
    Budunbilimde: Levi-Strauss;
    Ruhsal çözümlemede: J. Lacan;
    Felsefede: M. Foucault
    Marksçı kuramda: L. Althusser'dir.
    Yapısalcılık, yapıya (bütüne) yöneliş olarak ilkin 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Ehrenfels, Wertheimer, Köhler ve Koffka'nın geliştirdikleri biçim-kuramı (Gestalttheorie)nda kendini gösterir. Biçim (Gestalt) görüde verilmiş olan bütün demektir; örneğin algı bir bütündür, bir bütünselliktir; öğelere ayrılmış olan algı birliği öğelerin toplamından daha fazla bir şeydir, bundan dolayı özel bir bütünsellik niteliği vardır, örneğin bir melodi, notaların toplamından daha fazla bir şeydir ve kendine özgü bir bütün oluşturur.
    akıldışıcılık
    Yaşamada ve bilgilerde usdışı öğelere tek yanlı olarak ağırlık veren görüş. // Şu türleri vardır:
    1- (Bilgi öğretisinde) Görü, sezgi, sevgi, duygu ve içgüdüleri bilginin kaynağı sayan görüş.
    2- (Fizikötesinde) Usdışı bir evren temelinin bulunduğunu kabul eden görüşlere verilen ad.
    Akılcılık
    Us bilgisine dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşmede ve tümdengelimli çıkarımlarda bulan öğretilerin genel adı. //
    1 -Bilgi öğretisinde usculuk, bilginin usa, anlığa, düşünceye dayandığını ileri sürer. Usta gerçekliğin bilgisini veren önsel kavramlar ve önsel önermeler vardır.
    Eski Yunan filozoflarından bir çoğu, özellikle Parmenides ve Platon usçudurlar.
    Yeniçağda Descartes usçuluğu temellendirmiştir. Ona göre, doğruluk duyusal algılarda değil, ,us kavramlarında, doğuştan kavramlarda (ideae innatae'de) verilmiştir. Bu gibi kavramlar matematiğin kavramları ile töz, nedensellik gibi düşünce kavramlarıdır. Bunlar doğuştandırlar, başka deyişle usa dayanırlar, doğrulukları duyusal algıda değil, düşüncede temellendirilmektedir. Çünkü "Açık ve seçik olarak kavranan her şey doğrudur.", burada doğru, gerçek oluşu da dile getirir.
    Başka usçu filozoflar: Spinoza, Leibniz, Kant, Hegel. Hegel usçuluğun doruğuna ulaşmıştır. Ona göre asıl gerçeğe , hiç deneye başvurmadan, yalnızca düşünmenin sınırları içinde kalınarak varılabilir; "Usa uygun olan gerçektir, gerçek olan da usa uygundur."
    2- Tüm gerçekliğin yapısını usa dayanarak kurmaya çalışan öğretiler . yüzyılda modern ilimlerle bağlılık içinde olan fizikötesi eğilimlerin us ülküsü olarak )
    3- Yöntem bakımından usçuluk:
    a. Matematiğe ve onun yöntemlerine yönelen çalışmalar: Bilgiyi. özellikle fel- sefe bilgisini, az sayıda temel önermelere, ilkelere dayanarak, az sayıda ilkelerden çıkararak usa uygun bir dizge olarak oluşturma çabası. (CSr. Spinoza'nın "Ethica" adli yapıtının alt başlığı "geometrik yönteme göre tanıtlanmış" sözlerini taşır.)
    b. Salt düşünmenin içinde kalarak, yalnızca kavramın kendi kendine işlemesiyle bilginin oluşmasını sağla- yan yöntem. (Ör. Hegel'in eytişimsel yöntemi, kaplamı en geniş olan kavramdan kalkarak bütün düşünülenleri birbiri ardından aynı yöntemle geliştirir; eytişim, hem düşünmenin hem de tüm varlığın (gerçeğin) gelişme biçimidir; böylece eytişim Hegel'de evrensel bir yöntem olur.)
    c. Bilgi kazanmada ve yaşamı biçimlendirmede tek araç olarak usun tutarlı bir biçimde uygulanması (eğilim olarak örneğin modern pragmacılıkta).
    Yararcılık
    1- Yararın yaşam ilkesi yapılması.
    2- Ahlaksal eylem ve davranışlarda yararın ilke yapılması: Yararlı olan iyidir:

    a. tek kişinin, ya da
    b. toplumun yararı göz önünde bulundurulur.
    3- Özellikle Bentham ve J. S. Mill'in ahlak ve siyasa öğretisi, temel ilkesi: "Olabildiğince çok sayıda insanın olabildiğince çok mutluluğu."
    Zerdüştçülük

    Düalistik bir eski İran dini. Zerdüştçülük’ ün yaratılması efsanevi Peygamber Zerdüşt’e (Grekçe’de Zoroaster) izafe edilmektedir. Zerdüştçülük tam biçimini İ.Ö 7. yüzyılda almış bulunuyordu. Zerdüştçülük’ ün esası, dünyada iki karşıt eleman arasında, aydınlık tanrısı Ahura Mazda (Hürmüz)’da kişileşen iyilik ve karanlık tanrısı Angra Mainyu (Ehrimen)’de kişileşen kötülük arasında sürekli mücadele doktrinidir. Zerdüştçülük’ ün dünya hakkındaki eskatolojik fikirleri, öbür dünyada cezalandırma, yargılama, ölümden sonra diriliş ve bir bakireden dünyaya gelen bir mesihin dünyayı kurtarması fikirleri Yahudilik ve Hristiyanlık üzerinde büyük bir etki yapmıştır. Zerdüştçülük, halen Hindistan’da Parsizm biçiminde devam etmektedir ki burada eski düalistik fikirler muhafaza edilmiş olmakla birlikte, Kadiri Mutlak tek bir tanrı kavramı da geliştirilmiş bulunmaktadır.
    Tekbencilik
    1-"Yalnız ben varım, benden başka her şey yalnızca benim tasarımımdır." diyen; öznel ben'i..bilinç içerikleriyle birlikte tek gerçek, tek var olan olarak kabul eden felsefe görüşü (kuramsal bencillik).
    2-Felsefede yöntem açısından çıkış noktası olarak ben'i alan görüş (yöntemse) tekbencilik. Descartes, Driesch).
    3- Ahlak açısından yalnızca kendinin yaşama savını tanıyan, kendi ben'ini yaşamın ve gerçekliğin özeği yapan görüş (ahlaksal bencillik. Stirner).
    Materyalizm
    1- Her türlü gerçekliğin -yalnızca nesnel değil, ruhsal ve tinsel olan gerçekliğin de- özünü ve temelini özdekte gören, özdekten başka hiçbir tözün bulunmadığını öne süren dünya görüşü.

    Özdeği evrenin ilkesi yapan eski Yunan atomcularından Leukippos ve Demokritos'tan beri özdekçilik türlü biçimlerde ortaya çıkar. İngiltere'de 17. yüzyılda Hobbes, Fransa'da 18. yüzyılda Lamettrie ve Holbach, Almanya' da 19. yüzyılda Ludwig Büchner'le en yüksek düzeye ulaşmıştır.

    2- (Ahlak felsefesinde) Yalnızca yararlı ve haz veren şeyleri erişilmeye değer sayan, içeriksel-özdeksel değerler dışında kendi başına var olan bağımsız bir değerler alanını kabul etmeyen dünya görüşü.
    Agnostisizm, bilinmezcilik olarak tanımlanan Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun şu an için bilinemeyeceğini öngören felsefe akımı.
    Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan Agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan" kelimesinden gelir. Gerçekte, bir dinden ya da öğretiler bütününden ziyade bir konsepttir. "Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin bilinemezliği değildir. Bu akım, insanın bilme yetisinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur. Thomas Henry Huxley, agnostisizm'i tanımlarken insanların ölüm sonrası ve tanrının varlığı konularında akıl yürütmekten kaçınmaları gerektiğini söylemekle kalmamış, bu bakış açısından değerlendirildiğinde değillenemeyecek hiçbir önerme ya da yanlışlanamayacak hiçbir bilgi olmadığını da eklemiştir.
    Agnostisizm, tüm dinleri ve dolayısıyla onların tanrılarını kesin olarak reddeder. Fakat, Teizmin sundukları dışında; doğaya müdahale etmeyen, belki bilinci dahi olmayan bir Tanrı'nın olup olamayacağını bilemeyeceğimizi öngörür. Bu anlamda Deizmin ve Ateizmin dogmatik tutumundan uzak olduğu vurgulanabilir.
    Felsefi bir ekol olarak kayıtlara geçmesi 19. yüzyılın ikinci yarısına denk gelir, Batı felsefesindeki başlıca temsilcileri Herbert Spencer, William Hamilton ve Leslie Stephen'dir. Agnostisizm'in Doğu'daki karşılığını ise tasavvufun hemen her kolunda bir miktar bulmak mümkündür.

    Alıntıları Göster
    Realizm, gerçekle olan uygunluğu ele alır ve gerçek hakkındaki bilgilerimizi insanoğlunun bilmeye ve kavramaya ait kabiliyetlerinin mümkün olan en iyi uygulamalarından sonra inandığı gibi ayrı bir konu olarak tanımlar. Bu durum, özün değişiminden çok görüş açısının değişimidir. Bazı nesnelerin bizden bağımsız olarak var olduğunu düşünüyorsak doğru yargılamanın, kararlarımızın nesnenin yoluyla uyuşması gerektiği fikriyle örtüşmesini düşünmemiz normaldir. Eğer nesne, bizim bilmeye veya kavramaya ait yeteneklerimizle tanımlanıyorsa, gerçek yargılama sadece özelliklerin bize yargılamak için önderlik etmesi anlamına gelir
    Realizmde iki değişik karşıt görüş vardır:

    1. Realist kimsenin, düşünülen gerçek nesnelerin veya özelliklerin bizim deneyimlerimize nasıl bir katkısı olduğunu hesaba katmadığıdır.
    2. Realistin inandığı nesnelerin veya özelliklerin inanılmaz olduğudur. Realizme karşı olanların stratejilerini iki madde altında ele alabiliriz :
    a. Gerçekçi veya potansiyel, var olmayan fikirlerin düşünülen benzeyişine karşı çıkar. Böylece, ahlaki ve estetik kararların farkını hissederiz, örneğin, kararların şartların görünüşüne ve gözlemcinin durumuna bağlı olması kavramı.

    b. Benzeyişi kabul eder. Fakat, bunu, nesnelerin bağımsız yapısından ziyade, bizim yapımızın benzerliğinden ortaya çıkmış olarak açıklar. Bundan dolayı, ahlaki tarafsızlığın aslında bir öznellik olduğu tartışılmaktadır. Bu durum, dünyada, bağımsız ahlaki özelliklerden ziyade insanın psikolojik tepkilerinin bir sonucudur ya da sınıflandırmanın değişik dillerdeki düzenleri arasındaki benzerlik, gerçek evrenselliğin bizim üzerimize uyguladığı zorunluluğun değil insanın temel ilgilerinin bir sonucudur. Kant, zamana ve mekana bağlı olarak değişen çevremizin deneyiminin bile kendi içinde dünyevi doğası olmayan veya diğer varlıkların kanuni olarak tepki gösterdikleri şeylere bir insan tepkisi olduğunu savundu. Buna göre, benzeyiş tartışmasının çok soyut bir realizm kurmak için kullanıldığı düşünülebilir



    ANALİTİK FELSEFE
    Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir.

    Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.

    Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir.
    BİLGİ FELSEFESİ
    Bilgi Felsefesinin Konusu:

    Akıl ve sezgi gibi yetiler gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa, görünüşlerin ötesinde kalan varlığı bilmemizi sağlayabilirler mi? türünden sorular bilgi felsefesinin konusunu oluşturur.

    Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırı. Bir yandan bilginin özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.

    Bilgi kuramının temel kavramları:

    Doğruluk : Doğruluk, bilginin, bilgisi edinilen şeyle tam uygunluğunu dile getirir. Buna göre doğruluk; algılar, kavramlar ve bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.

    Gerçeklik (Realite) : Varlığın, varoluş tarzıdır. Bilinçten bağımsız olarak var olandır.

    Temellendirme : Ortaya atılan bir soru ya da ileri sürülen bir sav için dayanak, gerekçe, temel bulma işidir.

    Bilgi kuramının temel soruları : Bilgi nedir? Kaç türlü bilgi vardır? Bilgi edinmenin amacı nedir? Bilgi edinme sürecinin ilkeleri nelerdir? Hakkında bilgi edinilen nesne ile bilgi edinen özne arasında ne gibi bir ilişki vardır? Kaç çeşit bilgi edinme yolu vardır?

    Mantık : Düşüncenin temel yasalarını (özdeşlik, çelişmezlik, yeter neden ilkesi gibi) saptar; doğrunun ölçütlerini arar.

    Bilgi Kuramının Temel problemi

    Doğru bilginin imkansızlığı : İnsan aklının (ya da yetilerinin) gerçeği bilemeyeceğini, herkes için genel geçer bilginin imkansız olduğunu ileri süren görüşlerdir.

    Sofistler : İnsanın doğru bilgiye herkes için geçerli olabilecek bilgiye ulaşılamayacağını, bilginin kişiden kişiye değiştiğini ileri süren filozoflardır.

    Protagoras : "İnsan her şeyin ölçüsüdür." der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir. Rüzgar üşüyen için soğuk, üşümeyen için soğuk değildir.

    Gorgias : Hiçbir şey var değildir. Var olsaydı bile bilinemezdi. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz. Sözleriyle bilginin bilinemeyeceğini ileri sürer.

    Septikler : Herhangi bir konu hakkında doğru ya da yanlış şeklinde yargıda bulunulamayacağını ileri süren görüştür. En önemli temsilcileri, Pyrrhon, Timon, Karneades, Arkesilaos'tur.

    Septiklerin bu görüşleri günlük olaylar ve pratik işlerle ilgili değil, felsefi gerçekler ve ilkeler hakkındadır. Septisizm gerçeği bütünüyle inkar etmek değildir. Çünkü inkar da bir yargıdır. Oysa Septikler hiçbir konuda kesin yargıda bulunmazlar.

    Doğru bilginin imkanı

    Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan düşünme gücü ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin ölçütünü de duyular da değil akıl da bulan bir öğretidir. Rasyonalizme göre insan aklı birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tüm nesneler hakkında kesin bilgi edinmemiz için sadece bu ilkelere uygun bir biçimde mantığımızı kullanmamız yeterlidir.

    * Sokrates (M.Ö. 469 - 399 ) : Ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gördüğü bilgidir. Sokrates'e göre bu bilgi doğuştandır yani insan dünyaya bu bilgiyle gelir. Fakat insan bu dünyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yüzden bu bilgilerin hatırlanması ve bilinç düzeyine çıkarılması gerekir. Bunun Sokrates maiotik (doğurtma) yöntemi kullanır.

    * Platon (M.Ö. 427 - 347) : Platon'un bilgi felsefesi varlık görüşüne dayanır. Platon'a göre varlık görünüşler dünyası ve idealar dünyası olmak iki evren vardır. Gerçek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar yapabilir.

    * Aristoteles (M.Ö. 384 - 322) : Aristoteles'e göre var olan bir şeyle ilgili olarak gerçek bir bilgiye sahip olabilmek için onun varlığa gelişini sağlayan dört nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel neden, fail neden, amaçsal nedendir. Aristoteles'e göre, bilimin asıl amacı ve genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun için yapılması gereken tekil ve tümel arasında bağ kurmak, tekili tümelden çıkarmaktır. Aristoteles'e göre, akılda bilgi üretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın kendisindedir, içindedir. Masa masadır.

    * Farabi (870 - 950) : Akılda bir sezgi gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler olduğunu kabul eder. Farabi bilginin üç kaynağı olduğunu söyler. Bunlar duyu, akıl ve nazardır. İşte Farabi'nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi'ye göre ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir güç vardır. Sezgi, apaçık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.

    * Descartes (1596 - 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın olduğunu ve insan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu savunur.Descartes'a göre insan zihninin iki temel gücü vardır. Bunlar sezgi ve tümdengelimdir. Sezgi, zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yüksek derecede açık olan bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri açık seçik olarak bilir.Tümdengelim ise sezgi yoluyla açık seçik olarak bilinen doğrulardan ve tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuç çıkarmadır.

    * Hegel (1770 - 1831) : Hegel'e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da "Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur." şeklinde açıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara göre varlığın kendini tez-antitez-sentez şeklinde açtığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık dünyasını kavramıştır.

    Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin bulunduğunu söyleyen görüştür. Ampirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar.

    * Locke (1632 - 1704) : Ampirizmin kurucudur. Locke'a göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır. Locke iki türlü deney olduğunu söyler. Birincisi dış deney, diğeri iç deneydir. Dış deneyde dış dünyadaki varlıklar, duyularla denenir. İç deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır.

    Locke'a göre, insan zihninde kompleks düşüncelerin ve dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır: Algı, bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke üç türlü bilgi kabul eder. - Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip olmasını sağlar.

    - Duyusal bilgi, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olmayı sağlar.

    - Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar.

    * David Hume (1711 - 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar; - İzlenimler, - İdeler (kavramlar ve düşünceler)

    Zihinde bulunan her şeyin, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu algılarda belli özellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.

    Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir düşünce olması gerektiğini söyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir alışkanlığımızdır.

    Kritisizm : İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır. Kurucusu Kant'tır.

    * Immanuel Kant (1724 - 1804) : Felsefede rasyonalizm ve ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant'a göre, bilgi deneyle başlar fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (önsel) bir bilgi olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.

    İnsan, bilgi sürecinde, pasif olmayıp aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant'a göre insan bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gerçekte oldukları şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına göre bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (görüngü) bilebilir.

    Entüisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüşe entüisyonizm (sezgicilik) denir. Sezgiye önem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama ve eylem için önem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya çıkan sezgisel bilginin tamlığından ve kesinliğinden yoksundur.

    * Gazali (1058 - 1111) : Ona göre insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini veremez.Zira, gerçek ve kesin bilgi, sezgi yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü, insan gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner. Gazali, iki göz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki göz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve birtakım bilgilere ulaşılır.

    İnsanda bir de kalp gözü vardır. Kalbin kendisi manevi bir töz olduğu için insan onunla yani sezgiyle gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar.

    * Bergson (1859 - 1941) : Ona göre gerçekten varolan, durağan madde değil süredir. Başka deyişle gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Bergson'a göre bilmenin birbirlerinden tümüyle farklı olan iki yolu vardır:

    Bilimlerde geçerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gerçekliğin maddeden oluştuğu düşünülür. Bilimler varlık alanını parçalara ayırır. Her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez.

    Varlığın özüne nüfuz eden sezgi : Bergson'a göre sezgi, gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gerçekliği yani süreyi, yaşamı içten içe duyup yaşayarak kavrar.

    Pozitivizm : İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte'tur.

    * A. Comte (1798 - 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi amaçlamıştır. Ona göre düşüncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol açtığı bir çağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir.Comte, insan için olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek olduğunu öne sürer.

    Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre; felsefe, varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir.

    * Wittgenstein (1889 - 1951) : Wittgenstein, dili çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak görmüştür. Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein, felsefenin özünde bir kuram değil faaliyet olduğunu söyler.

    Pragmatizm (Faydacılık) : Doğruyu ve gerçekliği eylemlerin sonuçları değerlendiren ve onlara fayda açısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma göre bir düşüncenin değeri, o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır. Savunucuları James ve Dewey'dir.

    * William James (1842 - 1910) : Bütün kavramlar, bilgiler insan yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James'e göre "bir düşünce yararlıdır, çünkü doğrudur; bir düşünce doğrudur çünkü yararlıdır." Doğru bilginin ölçütü yararlı olmasıdır.

    * John Dewey (1859 - 1952) : Dewey'e göre kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren düşünceler doğrudur. Ona göre düşünce çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır.

    Fenomenoloji : Kurucusu Edmund Husserl'dir. Fenomenoloji özün bilinebileceğini ileri süren bir görüştür. Bu görüşe göre öz fenomenin içinde vardır ve bilinç onu yakalayabilir. Öz bilgisine varabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri parantez içine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan günlük yaşamdan edindiği bilgileri, önyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tüm görüşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan ideal özlükler alanına ulaşabilir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Realizm, gerçekle olan uygunluğu ele alır ve gerçek hakkındaki bilgilerimizi insanoğlunun bilmeye ve kavramaya ait kabiliyetlerinin mümkün olan en iyi uygulamalarından sonra inandığı gibi ayrı bir konu olarak tanımlar. Bu durum, özün değişiminden çok görüş açısının değişimidir. Bazı nesnelerin bizden bağımsız olarak var olduğunu düşünüyorsak doğru yargılamanın, kararlarımızın nesnenin yoluyla uyuşması gerektiği fikriyle örtüşmesini düşünmemiz normaldir. Eğer nesne, bizim bilmeye veya kavramaya ait yeteneklerimizle tanımlanıyorsa, gerçek yargılama sadece özelliklerin bize yargılamak için önderlik etmesi anlamına gelir
    Realizmde iki değişik karşıt görüş vardır:

    1. Realist kimsenin, düşünülen gerçek nesnelerin veya özelliklerin bizim deneyimlerimize nasıl bir katkısı olduğunu hesaba katmadığıdır.
    2. Realistin inandığı nesnelerin veya özelliklerin inanılmaz olduğudur. Realizme karşı olanların stratejilerini iki madde altında ele alabiliriz :
    a. Gerçekçi veya potansiyel, var olmayan fikirlerin düşünülen benzeyişine karşı çıkar. Böylece, ahlaki ve estetik kararların farkını hissederiz, örneğin, kararların şartların görünüşüne ve gözlemcinin durumuna bağlı olması kavramı.

    b. Benzeyişi kabul eder. Fakat, bunu, nesnelerin bağımsız yapısından ziyade, bizim yapımızın benzerliğinden ortaya çıkmış olarak açıklar. Bundan dolayı, ahlaki tarafsızlığın aslında bir öznellik olduğu tartışılmaktadır. Bu durum, dünyada, bağımsız ahlaki özelliklerden ziyade insanın psikolojik tepkilerinin bir sonucudur ya da sınıflandırmanın değişik dillerdeki düzenleri arasındaki benzerlik, gerçek evrenselliğin bizim üzerimize uyguladığı zorunluluğun değil insanın temel ilgilerinin bir sonucudur. Kant, zamana ve mekana bağlı olarak değişen çevremizin deneyiminin bile kendi içinde dünyevi doğası olmayan veya diğer varlıkların kanuni olarak tepki gösterdikleri şeylere bir insan tepkisi olduğunu savundu. Buna göre, benzeyiş tartışmasının çok soyut bir realizm kurmak için kullanıldığı düşünülebilir



    ANALİTİK FELSEFE
    Analitik felsefe pozitivizmin 20. yüzyılda çağdaş bir görünüm almış şeklidir. Neo-pozitivizm ya da mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir.

    Bu yaklaşıma göre felsefe; varlık, değer ve tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir. Bu felsefe anlayışına göre bilime dayanan bilgi doğru bilgidir. Bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak için de bilginin analizi gerekir. Bu amaçla bilimin kullandığı önermelerin kuruluşu ve yapısı incelenir. Bu da dil analizidir.

    Analitik felsefeye göre felsefede ortaya çıkan sorunlardan birisi bulanık mantıksal çıkarımlar; diğeri değişik anlamları olan sözcüklerin bir birine karıştırılmasıdır. Bu nedenlerden kaynaklanan sorunları çözmek için de bulanık mantıksal çıkarımlar yerine açık-seçik mantıksal çıkarımlar oluşturmak ve tek anlamlı sözcüklerden oluşan yapay bir dil sistemini kurmak gerekir.
    BİLGİ FELSEFESİ
    Bilgi Felsefesinin Konusu:

    Akıl ve sezgi gibi yetiler gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa, görünüşlerin ötesinde kalan varlığı bilmemizi sağlayabilirler mi? türünden sorular bilgi felsefesinin konusunu oluşturur.

    Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırı. Bir yandan bilginin özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.

    Bilgi kuramının temel kavramları:

    Doğruluk : Doğruluk, bilginin, bilgisi edinilen şeyle tam uygunluğunu dile getirir. Buna göre doğruluk; algılar, kavramlar ve bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.

    Gerçeklik (Realite) : Varlığın, varoluş tarzıdır. Bilinçten bağımsız olarak var olandır.

    Temellendirme : Ortaya atılan bir soru ya da ileri sürülen bir sav için dayanak, gerekçe, temel bulma işidir.

    Bilgi kuramının temel soruları : Bilgi nedir? Kaç türlü bilgi vardır? Bilgi edinmenin amacı nedir? Bilgi edinme sürecinin ilkeleri nelerdir? Hakkında bilgi edinilen nesne ile bilgi edinen özne arasında ne gibi bir ilişki vardır? Kaç çeşit bilgi edinme yolu vardır?

    Mantık : Düşüncenin temel yasalarını (özdeşlik, çelişmezlik, yeter neden ilkesi gibi) saptar; doğrunun ölçütlerini arar.

    Bilgi Kuramının Temel problemi

    Doğru bilginin imkansızlığı : İnsan aklının (ya da yetilerinin) gerçeği bilemeyeceğini, herkes için genel geçer bilginin imkansız olduğunu ileri süren görüşlerdir.

    Sofistler : İnsanın doğru bilgiye herkes için geçerli olabilecek bilgiye ulaşılamayacağını, bilginin kişiden kişiye değiştiğini ileri süren filozoflardır.

    Protagoras : "İnsan her şeyin ölçüsüdür." der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir. Rüzgar üşüyen için soğuk, üşümeyen için soğuk değildir.

    Gorgias : Hiçbir şey var değildir. Var olsaydı bile bilinemezdi. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz. Sözleriyle bilginin bilinemeyeceğini ileri sürer.

    Septikler : Herhangi bir konu hakkında doğru ya da yanlış şeklinde yargıda bulunulamayacağını ileri süren görüştür. En önemli temsilcileri, Pyrrhon, Timon, Karneades, Arkesilaos'tur.

    Septiklerin bu görüşleri günlük olaylar ve pratik işlerle ilgili değil, felsefi gerçekler ve ilkeler hakkındadır. Septisizm gerçeği bütünüyle inkar etmek değildir. Çünkü inkar da bir yargıdır. Oysa Septikler hiçbir konuda kesin yargıda bulunmazlar.

    Doğru bilginin imkanı

    Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan düşünme gücü ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin ölçütünü de duyular da değil akıl da bulan bir öğretidir. Rasyonalizme göre insan aklı birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tüm nesneler hakkında kesin bilgi edinmemiz için sadece bu ilkelere uygun bir biçimde mantığımızı kullanmamız yeterlidir.

    * Sokrates (M.Ö. 469 - 399 ) : Ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gördüğü bilgidir. Sokrates'e göre bu bilgi doğuştandır yani insan dünyaya bu bilgiyle gelir. Fakat insan bu dünyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yüzden bu bilgilerin hatırlanması ve bilinç düzeyine çıkarılması gerekir. Bunun Sokrates maiotik (doğurtma) yöntemi kullanır.

    * Platon (M.Ö. 427 - 347) : Platon'un bilgi felsefesi varlık görüşüne dayanır. Platon'a göre varlık görünüşler dünyası ve idealar dünyası olmak iki evren vardır. Gerçek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar yapabilir.

    * Aristoteles (M.Ö. 384 - 322) : Aristoteles'e göre var olan bir şeyle ilgili olarak gerçek bir bilgiye sahip olabilmek için onun varlığa gelişini sağlayan dört nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel neden, fail neden, amaçsal nedendir. Aristoteles'e göre, bilimin asıl amacı ve genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun için yapılması gereken tekil ve tümel arasında bağ kurmak, tekili tümelden çıkarmaktır. Aristoteles'e göre, akılda bilgi üretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın kendisindedir, içindedir. Masa masadır.

    * Farabi (870 - 950) : Akılda bir sezgi gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler olduğunu kabul eder. Farabi bilginin üç kaynağı olduğunu söyler. Bunlar duyu, akıl ve nazardır. İşte Farabi'nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi'ye göre ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir güç vardır. Sezgi, apaçık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.

    * Descartes (1596 - 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın olduğunu ve insan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu savunur.Descartes'a göre insan zihninin iki temel gücü vardır. Bunlar sezgi ve tümdengelimdir. Sezgi, zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yüksek derecede açık olan bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri açık seçik olarak bilir.Tümdengelim ise sezgi yoluyla açık seçik olarak bilinen doğrulardan ve tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuç çıkarmadır.

    * Hegel (1770 - 1831) : Hegel'e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da "Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur." şeklinde açıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara göre varlığın kendini tez-antitez-sentez şeklinde açtığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık dünyasını kavramıştır.

    Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin bulunduğunu söyleyen görüştür. Ampirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar.

    * Locke (1632 - 1704) : Ampirizmin kurucudur. Locke'a göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır. Locke iki türlü deney olduğunu söyler. Birincisi dış deney, diğeri iç deneydir. Dış deneyde dış dünyadaki varlıklar, duyularla denenir. İç deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır.

    Locke'a göre, insan zihninde kompleks düşüncelerin ve dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır: Algı, bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke üç türlü bilgi kabul eder. - Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip olmasını sağlar.

    - Duyusal bilgi, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olmayı sağlar.

    - Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar.

    * David Hume (1711 - 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar; - İzlenimler, - İdeler (kavramlar ve düşünceler)

    Zihinde bulunan her şeyin, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu algılarda belli özellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.

    Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir düşünce olması gerektiğini söyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir alışkanlığımızdır.

    Kritisizm : İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır. Kurucusu Kant'tır.

    * Immanuel Kant (1724 - 1804) : Felsefede rasyonalizm ve ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant'a göre, bilgi deneyle başlar fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (önsel) bir bilgi olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.

    İnsan, bilgi sürecinde, pasif olmayıp aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant'a göre insan bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gerçekte oldukları şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına göre bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (görüngü) bilebilir.

    Entüisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüşe entüisyonizm (sezgicilik) denir. Sezgiye önem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama ve eylem için önem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya çıkan sezgisel bilginin tamlığından ve kesinliğinden yoksundur.

    * Gazali (1058 - 1111) : Ona göre insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini veremez.Zira, gerçek ve kesin bilgi, sezgi yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü, insan gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner. Gazali, iki göz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki göz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve birtakım bilgilere ulaşılır.

    İnsanda bir de kalp gözü vardır. Kalbin kendisi manevi bir töz olduğu için insan onunla yani sezgiyle gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar.

    * Bergson (1859 - 1941) : Ona göre gerçekten varolan, durağan madde değil süredir. Başka deyişle gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Bergson'a göre bilmenin birbirlerinden tümüyle farklı olan iki yolu vardır:

    Bilimlerde geçerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gerçekliğin maddeden oluştuğu düşünülür. Bilimler varlık alanını parçalara ayırır. Her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez.

    Varlığın özüne nüfuz eden sezgi : Bergson'a göre sezgi, gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gerçekliği yani süreyi, yaşamı içten içe duyup yaşayarak kavrar.

    Pozitivizm : İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte'tur.

    * A. Comte (1798 - 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi amaçlamıştır. Ona göre düşüncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol açtığı bir çağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir.Comte, insan için olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek olduğunu öne sürer.

    Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre; felsefe, varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir.

    * Wittgenstein (1889 - 1951) : Wittgenstein, dili çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak görmüştür. Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein, felsefenin özünde bir kuram değil faaliyet olduğunu söyler.

    Pragmatizm (Faydacılık) : Doğruyu ve gerçekliği eylemlerin sonuçları değerlendiren ve onlara fayda açısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma göre bir düşüncenin değeri, o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır. Savunucuları James ve Dewey'dir.

    * William James (1842 - 1910) : Bütün kavramlar, bilgiler insan yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James'e göre "bir düşünce yararlıdır, çünkü doğrudur; bir düşünce doğrudur çünkü yararlıdır." Doğru bilginin ölçütü yararlı olmasıdır.

    * John Dewey (1859 - 1952) : Dewey'e göre kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren düşünceler doğrudur. Ona göre düşünce çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır.

    Fenomenoloji : Kurucusu Edmund Husserl'dir. Fenomenoloji özün bilinebileceğini ileri süren bir görüştür. Bu görüşe göre öz fenomenin içinde vardır ve bilinç onu yakalayabilir. Öz bilgisine varabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri parantez içine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan günlük yaşamdan edindiği bilgileri, önyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tüm görüşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan ideal özlükler alanına ulaşabilir.

    Alıntıları Göster
    Diğer…
    Hint felsefesi;
    Vedacılık,
    Brahmanizm,
    Karma felsefesi
    Dharma
    Yoga
    Samkya
    Budizm
    Çin felsefesi;
    Ying Yang
    Konfüçyus felsefesi
    Daoizm
    Çin Budizmi
    Zen
    Feng Shui
    Japon felsefesi;
    Shintoizm
    Japon Budizmi
    Legalizm
    Kelam
    İhvanü's-Safa
    Sufizm
    Eşarilik
    Dürzilik
    Mu'tezile
    Maturidilik
    İşrakilik
    Selefiyye
    Tabiiyyun
    Dehriyyûn
    Meşrailik
    İran felsefesi
    Hurufilik
    Manicilik
    Bahailik
    Zerdüşilik
    Afrika felsefesi
    Arap felsefesi

    İlahiyat
    Allah'ın varlığı ve nitelikleriyle ilgili konuları ele alan bir bilim kolu, tanrı bilimi, teoloji (TDK Sözlüğü). İslam dini ilimlerinin bütününe verilen ad. İlah ve çoğul -at eki Arapça kökenli olmasına karşın İlahiyat şeklindeki bir adlandırma Türkçe dışındaki dillerde bulunmamaktadır. Arapça'da benzer bir manaya gelen Ulum-u Diniyye tabiri kullanılmaktadır.
    İslam tarihinde Muhammed'den hemen sonra doğup gelişen bir kısmı kutsal metin (Kur'an) bir kısmı İslam peygamberinin söz ve davranışları (Hadis) veya İslamiyetin çeşitli felsefi ekollere ve ana akım din anlayışının dışındaki akımlara karşı genel akımı rasyonel metotlarla savunan (Kelam) gibi dalların tümü İslam ilahiyatı içerisinde yer almaktadır.
    İlahiyatın Dalları
    • Tefsir : Kur'an-ı Kerim'in yorumu ve yorumuna ilişkin usûl bilgisi (metodoloji).
    • Hadis : Muhammed'in söz ve davranışlarını araştırır.
    • Fıkıh : İslam hukuku ile ilgilidir.
    • Kelam : İslam inancını akli metodlar kullanarak savunur.
    • Tasavvuf: İslamiyetin mistik boyutuyla ilgilenir.

    B. Felsefe ve Din Felsefesi

    Düşünce tarihinde felsefe, dini ve ahlaki bilgilerin, inançların eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın felsefe ve din birbirine karşıt iki bilgi türü değildir. Her ikiside insan ve evren ilişkisini açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Çalıştıkları alanlarda benzerlikler çok olduğu için birbirlerinden yararlanmaları da oldukça doğaldır. Felsefe varlığın yapısı hakkında din ise sonsuzluk hakkında bir arayış içindedir. Felsefe sonsuz olanı ifade etmede kavramları, din ise sembolleri kullanır.

    Din felsefesini daha net bir biçimde tarif etmemiz gerekirse “Din felsefesi, dinin felsefe olarak ele alınması, dinin üzerinde düşünme ve tartışmalarda bulunmadır” Fakat ortada felsefenin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun vardır. Her filozof kendine göre bir düşünce yapısına sahiptir. Felsefeyi tanımlamak ne denli zorsa felsefenin alt dalı olan din felsefesini de tanımlamak bir anlamda o kadar zordur. Ama bir çok filozofun belli konular üzerinde oluşturduğu belli bir disiplin göz önünde bulundurularak; din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı bir tarzda düşünmek ve konuşmaktır diyebiliriz.

    Din felsefesi yapan kişi konusuna “rasyonel” olarak yaklaşmalıdır. Yani “Tanrı’nın varlığı” “Ruh’un ölümsüzlüğü” gibi kavramları akıl gücünün imkanlarını kullanmaya çalışarak temellendirmelidir. Bu da nereye kadar başarılabilirse oraya kadar şeklindedir.

    Aynı zamanda “ geniş kapsamlı” bir biçimde konulara eğilmelidir. Dinin sorunları üzerinde fikir yürütürken konuyla ilgili tarihi, ilmi, mantiki bütün verileri ele almak zorundadır. Hatta konuya ilişkin karşıt söylemlerin ne olduğuna da bakmalıdır.

    Ayrıca filozofun ortaya koyduğu görüşler arasında bir tutarlılığın olması da esastır. Görüşlerde tutarsızlığı görebilmek için oldukça iyi eleştirilere ihtiyaç vardır.

    Özellikle bu ve benzeri araştırmalarda dinin lehine ve aleyhine yaklaşmak yerine dini olduğu gibi incelemeye tabi tutmak “objektif” bir biçimde yaklaşmak esas olmalıdır.

    Bütün bunların yapılmasındaki yegane gaye Felsefi yaklaşımın esas olarak dile getirme, açıklama, kaynaştırma, bütünleştirme ve değerlendirmedir. Din felsefesi aynı zamanda dinler üzerinde ciddi araştırmaların yapılması için özel bir basamaktır. Böylelikle din konusunda herkes başıboş bir biçimde kendi özgür görüşlerini, yorumlarını sağa, sola savuramaz.

    Din tarifimizi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük kitaplı dine göre yapmaya kalktığımızda din, kişisel ve toplumsal yanı bulunan fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında Tanrı’nın varlığının ispatı gibi konularda bu üç büyük din birbiri ile oldukça yakın ilişki içindedir. Çünkü her biride yaratıcı kavramı açısından tek bir Yaratıcının varlığına inanma durumundadırlar. Bu nedenle bir İbn Meymun, bir Thomas Aquinas’ın Farabiden ya da Müslüman düşünürlerin, Hristiyan ya da Yahudi düşünürlerden etkilenmesi oldukça doğaldır. Bütün bunların üstünde söylemek gerekirse felsefenin özü düşünmektir; dinin özü ise, Gazalinin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır(Kitabu’l Arba’in, 2.bsk. Kahire 1925, s.8vd.) Felsefenin dinle ilgilenmesi, genellikle iki şekilde olmuştur: Dini olmayan verilerden veya unsurlardan hareket ederek dini bir hükmü açıklamaya, hatta bazen kanıtlamaya çalışan yaklaşım. Örneğin, bilimsel verilere ve sonuçlarına dayanarak Tanrının varlığını ruhun ölümsüzlüğünü ispatlamaya çalışmak gibi. İkinci olarak, doğrudan doğruya din fenomeninden yola çıkarak dinin temel hükümlerini açıklamaya çalışan yaklaşım. Her iki ilginin birlikte sürdürüldüğü durumlara da oldukça sık rastlamak mümkündür.

    Bu bağlamda din felsefesinin ilgilendiği problemleri şu şekilde sıralayabiliriz:

    a) Metafizik ve kozmolojik problemler: Tanrı’nın varlığı ve bu konuyla ilgili lehte ya da aleyhte ortaya sürülen akli deliller. Evrenin yaratılışı. İnsanın evren içindeki yeri ve önemi. Vahyin imkanı. Ölümden sonra hayat ve ruhun ölümsüzlüğü.

    b) Epistemolojik problemler: Evrenle ilgili bilgilerimizden Tanrının bilinmesine gitme çabalarının epistemolojik değir. Bir bilgi kaynağı olarak vahiy ve dini tecrübe. İnanma, bilme, şüphe etme, zan, yakin ve benzeri kavramların epistemolojik tahlil ve tenkidi. Temel dini hükümlerin doğrulanması ve yanlışlanması

    c) Dini hükümlerin dil ve mantık açısından eleştiri ve incelenmesi. Din dilinin mantık açısından durumunun belirlenmesi.

    d) Dinin ahlak, sanat ve ilimle olan ilişkileri. Bütün insan tecrübelerinin organik bir bütünlüğe kavuşturulması ve yeni dini düşünme sisteminin oluşturulması çabaları

    e) Dinsel simgeselliğin anlamı ve önemi.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Diğer…
    Hint felsefesi;
    Vedacılık,
    Brahmanizm,
    Karma felsefesi
    Dharma
    Yoga
    Samkya
    Budizm
    Çin felsefesi;
    Ying Yang
    Konfüçyus felsefesi
    Daoizm
    Çin Budizmi
    Zen
    Feng Shui
    Japon felsefesi;
    Shintoizm
    Japon Budizmi
    Legalizm
    Kelam
    İhvanü's-Safa
    Sufizm
    Eşarilik
    Dürzilik
    Mu'tezile
    Maturidilik
    İşrakilik
    Selefiyye
    Tabiiyyun
    Dehriyyûn
    Meşrailik
    İran felsefesi
    Hurufilik
    Manicilik
    Bahailik
    Zerdüşilik
    Afrika felsefesi
    Arap felsefesi

    İlahiyat
    Allah'ın varlığı ve nitelikleriyle ilgili konuları ele alan bir bilim kolu, tanrı bilimi, teoloji (TDK Sözlüğü). İslam dini ilimlerinin bütününe verilen ad. İlah ve çoğul -at eki Arapça kökenli olmasına karşın İlahiyat şeklindeki bir adlandırma Türkçe dışındaki dillerde bulunmamaktadır. Arapça'da benzer bir manaya gelen Ulum-u Diniyye tabiri kullanılmaktadır.
    İslam tarihinde Muhammed'den hemen sonra doğup gelişen bir kısmı kutsal metin (Kur'an) bir kısmı İslam peygamberinin söz ve davranışları (Hadis) veya İslamiyetin çeşitli felsefi ekollere ve ana akım din anlayışının dışındaki akımlara karşı genel akımı rasyonel metotlarla savunan (Kelam) gibi dalların tümü İslam ilahiyatı içerisinde yer almaktadır.
    İlahiyatın Dalları
    • Tefsir : Kur'an-ı Kerim'in yorumu ve yorumuna ilişkin usûl bilgisi (metodoloji).
    • Hadis : Muhammed'in söz ve davranışlarını araştırır.
    • Fıkıh : İslam hukuku ile ilgilidir.
    • Kelam : İslam inancını akli metodlar kullanarak savunur.
    • Tasavvuf: İslamiyetin mistik boyutuyla ilgilenir.

    B. Felsefe ve Din Felsefesi

    Düşünce tarihinde felsefe, dini ve ahlaki bilgilerin, inançların eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın felsefe ve din birbirine karşıt iki bilgi türü değildir. Her ikiside insan ve evren ilişkisini açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Çalıştıkları alanlarda benzerlikler çok olduğu için birbirlerinden yararlanmaları da oldukça doğaldır. Felsefe varlığın yapısı hakkında din ise sonsuzluk hakkında bir arayış içindedir. Felsefe sonsuz olanı ifade etmede kavramları, din ise sembolleri kullanır.

    Din felsefesini daha net bir biçimde tarif etmemiz gerekirse “Din felsefesi, dinin felsefe olarak ele alınması, dinin üzerinde düşünme ve tartışmalarda bulunmadır” Fakat ortada felsefenin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun vardır. Her filozof kendine göre bir düşünce yapısına sahiptir. Felsefeyi tanımlamak ne denli zorsa felsefenin alt dalı olan din felsefesini de tanımlamak bir anlamda o kadar zordur. Ama bir çok filozofun belli konular üzerinde oluşturduğu belli bir disiplin göz önünde bulundurularak; din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı bir tarzda düşünmek ve konuşmaktır diyebiliriz.

    Din felsefesi yapan kişi konusuna “rasyonel” olarak yaklaşmalıdır. Yani “Tanrı’nın varlığı” “Ruh’un ölümsüzlüğü” gibi kavramları akıl gücünün imkanlarını kullanmaya çalışarak temellendirmelidir. Bu da nereye kadar başarılabilirse oraya kadar şeklindedir.

    Aynı zamanda “ geniş kapsamlı” bir biçimde konulara eğilmelidir. Dinin sorunları üzerinde fikir yürütürken konuyla ilgili tarihi, ilmi, mantiki bütün verileri ele almak zorundadır. Hatta konuya ilişkin karşıt söylemlerin ne olduğuna da bakmalıdır.

    Ayrıca filozofun ortaya koyduğu görüşler arasında bir tutarlılığın olması da esastır. Görüşlerde tutarsızlığı görebilmek için oldukça iyi eleştirilere ihtiyaç vardır.

    Özellikle bu ve benzeri araştırmalarda dinin lehine ve aleyhine yaklaşmak yerine dini olduğu gibi incelemeye tabi tutmak “objektif” bir biçimde yaklaşmak esas olmalıdır.

    Bütün bunların yapılmasındaki yegane gaye Felsefi yaklaşımın esas olarak dile getirme, açıklama, kaynaştırma, bütünleştirme ve değerlendirmedir. Din felsefesi aynı zamanda dinler üzerinde ciddi araştırmaların yapılması için özel bir basamaktır. Böylelikle din konusunda herkes başıboş bir biçimde kendi özgür görüşlerini, yorumlarını sağa, sola savuramaz.

    Din tarifimizi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük kitaplı dine göre yapmaya kalktığımızda din, kişisel ve toplumsal yanı bulunan fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında Tanrı’nın varlığının ispatı gibi konularda bu üç büyük din birbiri ile oldukça yakın ilişki içindedir. Çünkü her biride yaratıcı kavramı açısından tek bir Yaratıcının varlığına inanma durumundadırlar. Bu nedenle bir İbn Meymun, bir Thomas Aquinas’ın Farabiden ya da Müslüman düşünürlerin, Hristiyan ya da Yahudi düşünürlerden etkilenmesi oldukça doğaldır. Bütün bunların üstünde söylemek gerekirse felsefenin özü düşünmektir; dinin özü ise, Gazalinin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır(Kitabu’l Arba’in, 2.bsk. Kahire 1925, s.8vd.) Felsefenin dinle ilgilenmesi, genellikle iki şekilde olmuştur: Dini olmayan verilerden veya unsurlardan hareket ederek dini bir hükmü açıklamaya, hatta bazen kanıtlamaya çalışan yaklaşım. Örneğin, bilimsel verilere ve sonuçlarına dayanarak Tanrının varlığını ruhun ölümsüzlüğünü ispatlamaya çalışmak gibi. İkinci olarak, doğrudan doğruya din fenomeninden yola çıkarak dinin temel hükümlerini açıklamaya çalışan yaklaşım. Her iki ilginin birlikte sürdürüldüğü durumlara da oldukça sık rastlamak mümkündür.

    Bu bağlamda din felsefesinin ilgilendiği problemleri şu şekilde sıralayabiliriz:

    a) Metafizik ve kozmolojik problemler: Tanrı’nın varlığı ve bu konuyla ilgili lehte ya da aleyhte ortaya sürülen akli deliller. Evrenin yaratılışı. İnsanın evren içindeki yeri ve önemi. Vahyin imkanı. Ölümden sonra hayat ve ruhun ölümsüzlüğü.

    b) Epistemolojik problemler: Evrenle ilgili bilgilerimizden Tanrının bilinmesine gitme çabalarının epistemolojik değir. Bir bilgi kaynağı olarak vahiy ve dini tecrübe. İnanma, bilme, şüphe etme, zan, yakin ve benzeri kavramların epistemolojik tahlil ve tenkidi. Temel dini hükümlerin doğrulanması ve yanlışlanması

    c) Dini hükümlerin dil ve mantık açısından eleştiri ve incelenmesi. Din dilinin mantık açısından durumunun belirlenmesi.

    d) Dinin ahlak, sanat ve ilimle olan ilişkileri. Bütün insan tecrübelerinin organik bir bütünlüğe kavuşturulması ve yeni dini düşünme sisteminin oluşturulması çabaları

    e) Dinsel simgeselliğin anlamı ve önemi.

    Alıntıları Göster
    C. Fideism ve Neutralism- Eleştirisel Yaklaşım

    Katı akılcılık: İnanç ve eylemleri belirlerken akla ve zekaya güven anlamına gelir. Burada kullanılan akılcılık emprizmin karşıtı olan ve gerçekleri duyu algılarına dayanmaksızın salt akılla bilinebileceğini söyleyen öğretidir. Bir inanç sisteminin uygn bir biçimde rasyonel bir şekilde kabul edilmesi için o inanç sisteminin doğru olduğunu kanıtlamanın mümkün olduğunu söylemektir.

    İmancılık(Fideizm): Birçok ilahiyatçılara göre insanlar doğuştan dindardırlar. Gerçek Tanrıya tapınmasalar da tapınacak bir şeyler bulurlar. Bu görüşe göre insanların nötr olması mümkün değildir. İlla ya Yaratıcıya itaatkar olacaklar ya da karşı geleceklerdir. Bir inanç sistemi, rasyonel değerlendirmeye tabi tutulmaz. İmanın kendisi bir insanın hayatının temelini oluşturur. İmancılıkta iman hakikat açısından yargılanamaz.

    Eleştirel akılcılık: Dini bir inancı veya sistemi, rasyonel olarak eleştirmek ve değerlendirmek mümkündür. İlk anlamdaki rasyoneliteye zır, evrensel olarak ikna edici bir kanıtla sonuçlanmasını beklemek de gerekmez (Karl Popper)


    A. Tanrı Kavramları

    Tanrı’ya ilişkin dünyada birçok görüşler bulunmaktadır. Buna rağmen bu görüşlerin çoğunu bir araya getirseniz aslında Tanrı hakkında bir çok tanımlamanın üç aşağı beş yukarı birbirine benzerlikler taşıdığını görmeniz de mümkündür. Şimdi bu farklı görüşlerin bazılarının ana başlıklarını sıralayalım:

    Politeizm: Eski Yunan ve Nordik mitolojilerinde oldukça yaygın olan ve birçok kişisel tanrının varlığını kabul eden bir inanç biçimidir.

    Henoteizm: Bu inanç biçimi de çok tanrıcılık olarak bilinmektedir. Fakat tek bir tanrı diğer bütün tanrıların başında yer almaktadır. Çünkü bu tanrı kendi kabilesinin, halkının tanrısıdır.

    Monoteizm: Bu kısaca Teizm ile ifade edilmektedir. Tek bir tanrının varlığına imandır. Tanrı kendi kendine var olan ve her şeyi yaratan en yüce ve kadir Olandır. Bütün her şeyi hiç yoktan var etmiştir.

    Panteizm: Genelde Hinduizm ve Doğu dinleri ile bağlantılıdır. Batıda pek yaygın değildir. Tanrı bir kişi değil her şeyde bütün evrende kendi varlığını sunmaktadır.

    Panenteizm: Bu inanca göre tanrı evrenle tanımlanamaz ama fakat evrene dahil olarak görülebilir. Evren bir anlamda Tanrı sayılsa da Tanrı evrenden daha fazla büyüklüktedir.

    Yukarda saydıklarımız dünyamızın belli başlı dinlerinin Tanrı görüşleridir. Bu ana başlıkların aslında bir de alt başlıkları da vardır. Tabi bunların her birini ayrı ayrı tanımlamamız mümkün değildir. Ancak bazı alt inançları da burada görmemiz gerekiyor:

    Dualizm: Panteizmin bir çeşidi olarak karşımıza çıkar. Dualist birbirine karşı iki tanrıya inanır. Genelde bu tanrılardan biri iyi bir diğeri ise kötü tanrıdır. Görüldüğü gibi çok tanrılı bir inanç sistemini koruyup iki tanrı ile sınırlandırmış olmaktır.

    Deizm: Bir anlamda Teizmin bir alt çeşididir denilebilir. Bu inançta kişi bir Teist gibi tek bir Tanrıya inanır ama fark Deist’e göre bu Tanrı yaratma eyleminden sonra evrenin hiçbir işine müdahale etmemektedir.

    Mutlak Monizm: Bu da yine Panteizmin ya da Panenteizmin bir çeşitlemesidir. Bu inanca göre Tanrı mutlak bir birlik içindedir. Yalnız kendisini tam anlamı ile gerçek olmayan bir dünyaya çoğul bir görünümde kendini açıklamaktadır.

    Bu tarz tanrısal inanç görüşleri ve çeşitleri yanı sıra bir de herhangi bir tanrıyı kabul etmeyi reddedenler vardır. Bunları da şu başlıklarla özetlememiz mümkündür:

    Agnostikler: Bu anlayışa göre Tanrı hakkındaki gerçek bilinmez ve bilinemez.

    Ateizm: Teizmin karşıtı olan görüştür. Tanrının varlığını tamamen inkar ederler.

    Naturalizm: Basitçe ateizmin olumlu ifadesidir. Ateistler doğanın arkasında bir tanrı fikrini kabul etmezler ve her şeyin kendi başına var olduğunu ileri sürerler. Ateizm bir çok din karşıtı kişi tarafından izlenilen bir inanç olduğu halde bazen bazı dindar kişilerde bu inancı edinmişlerdir. Budizmin bir çeşidi olan Teravadanın ateizmden etkilendiği görülmektedir. Bazı ateistler hümanist insan dininin hiçbir tanrı ile ilgisi olmadan olabileceğini de ileri sürmektedirler.
    B. Teist Tanrı Kavramı

    Tanrıya farklı farklı bakış açıları arasında dünyanın en büyük üç büyük dininden ötürü monoteizim en etkin olanlarından biridir. Aslında monoteist bakış açısını zaman zaman Hindularda, Budistlerde hatta büyük Yunan Filozofları arasında da görmek mümkündür. Yahudi-Hristiyan geleneğinde Tanrı’nın karakter özelliklerine ilişkin oldukça belirgin bir liste söz konusudur. Diğer monoteist inançlar ya da kişiler bu listenin tamamını kabul etmese de yine de bir çok noktada Teist Tanrı kavramındaki kişiler bu birleşirler. Eğer Tanrı var ise, böyle bir varlığın Tanrı’nın nasıl olduğu konusunda büyük bir aynı görüş söz konusudur. O her şeyin en yücesi, tapılmaya layık olandır. Her şeye kadir olan (omnipotent), her şeyi bilendir(omniscient). Ahlak açısından da en mükemmel olandır. Aynı zamanda Tanrı sınırsızdır. O aynı zamanda her yerdedir (omnipresent), sonsuz ruh sahibidir. Birçok Teist Tanrı’nın zaman üstü olduğuna ve değişmez olduğuna (immutable) inanmaktadır.

    C. Doğal İlahiyat

    Görüldüğü gibi Teist Tanrı kavramı her üç büyük dinin de özünde vardır. Bu üç büyük dinle Teism arasındaki fark ilişki şu örnekteki gibidir. Eğer Hristiyanlık doğruysa Teism’de doğrudur. Eğer Teism doğruysa, Hristiyanlığın doğru olması gerekmemektedir. Belki doğru olabilir. Hatta bir kişi Hristiyanlığın doğru olduğu konusunda iddia edebilir. En azında Teism’in doğru olması Hristiyanlığın yanlış olma ihtimalini dışarıda bırakabilir. Genelde Hristiyanlık gibi bir dinin uygunluğu ile ilgilenen filozoflar öncelikle teizmin doğru olup olmadığına bakarlar. Öncelikle bir kişi Tanrı var olup olmadığı konusunda karar vermeli, Tanrı varsa kendisini ifade eden yol ve kaynaklara ondan sonra eğilmelidir. Belli başlı bir dini mihenk taşı edinmeksizin Teismin doğruluğu üzerinde karar yürütmeye doğal ilahiyat ya da felsefi ilahiyat denir. Natural İlahiyatın gerçek anlamda Tanrının varlığı gibi belli bir dinden ziyade monoteist inançların bütününü ilgilendiren konularda söylediği bir çok yerinde konu vardır. Ama yinede kişisel deneyim ve uygulamalarda esas dinin yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır. Şimdi Teist yaklaşımla Tanrı’nın varlığı konusunda klasik söylemlere bakalım. Bu tarz söylemler Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için oldukça geçerli kavramlardır.
    A. Tanrı’nın varlığı konusunda kanıtlar.

    Tanrı’nın varlığı konusunu felsefe ve ilahiyatın merkezinde yer alan bir konudur. Felsefeciler ve ilahiyatçılar bu konu üzerinde sayfalar dolusu yazılar yazmışlardır ve halende yazılar yazmaktadırlar. İslam felsefesinin ünlü düşünürlerinden Gazali olsun, Batı felsefesinin ünlü düşünürlerinden Descartes olsun her ikisi de inanmanın doğuştan olduğunu söylemektedirler. Buna karşın bu gibi ünlü düşünürlerin her biri yine de Tanrı’nın varlığını ispat için oldukça gayret harcamışlardır.

    a. Aslında Tanrı’nın varlığı konusundaki tartışmaları inançların esas özünü teşkil eden kaynaklarında görürüz. Özellikle bunun en güzel örnekleri kitaplı dinlerde gözlemlenmektedir. Her ortaya çıkan yeni inanç hemen bir karşı koyma ile karşılaşmaktadır. Doğal olarak kendisini savunmaya gayret eden inanç temel karşı koyuş prensipleri içinde felsefi ya da kelam üzerine olsun fikri tartışmaları ortaya dökmektedir. Böylesine fikri tartışmalar içinde Tanrı’nın varlığı ve bu Tanrı’nın kimliği üzerinde de bol bol deliller kelami olarak ortaya dökülmektedir.

    Örneğin; Mesih İsa’nın kendisinin Tanrı Oğlu, Tanrı Sözü olarak yeryüzünde bulunduğuna ilişkin öğretilerine karşı çıkan Yahudi din adamları Mesih İsa’nın kendisi ya da ilk izleyicileri tarafından sürekli olarak karşılıklar almışlardır. Tanrı’nın varlığı ve özellikle Kurtarıcı olarak Mesihini gönderdiği karşı görüşlere karşı verilen cevaplarla kanıtlanmaya çalışılmıştır. Romalılar bölümünde Resul Pavlus’un sözleri buna örnek olarak verilebilir:Çünkü Tanrı’ya ilişkin bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir; Tanrı hepsini gözlerinin önüne sermiştir. Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri-sonsuz gücü ve Tanrılığı- dünya yaratılalı beri O’nun yaptıklarıyla anlaşılmakta, açıkça görülmektedir. Bu nedenle özürleri yoktur (Romalılar 1:19-20) Davut’un Mezmurlarında da benzer durumları görmek mümkündür: Akılsız içinden, “Tanrı yok!” der(Mezmurlar 14:1) Aslında genel anlamda Kutsal Kitap Tanrı’nın varlığını ve yokluğunu tartışma gibi bir kaygı içinde değildir. Kutsal Kitaba göre Tanrı zaten vardır ve bu varlık içinde kendisini öz, söz ve ruh olarak açıklama durumundadır. Varlığından ziyade kendisinin kimliğini araştıranlara tanıtma gayreti içindedir. Bu da bir anlamda Tanrı varlığının kanıtlanması kavramıdır. Çünkü Tanrı’nın hem varlığı hem de kimliği hakkında sürekli olarak karşı çıkmalar söz konusudur. Bu İslam inancının kitabında da karşı çıkanlara burhanınızı getirin(Enbiya 24; Neml 64) gibi sorularla kanıtlara davet söz konusudur.


    b. Dinsel inanç önce olduğu gibi inancı alma yani imanı bir anlamda taklit etme ile kişinin varlığında dirilir. Daha sonra bu iman kişiyi inancı hakkında öğrenmeye yönlendirebilir. Bu da araştırma basamağıdır. Daha sonra da inancın içsel olarak hissedilişi yaşanması söz konusu olur. Bu üç basamağın toplamına biz iman tecrübesi diyebiliriz. Prof. Mehmet Aydın’ın açıklamasında olduğu gibi bu üç basamağı biz taklit, ilim ve zevk olarak isimlendirebiliriz. İşte onunda ifadesi ile imanda delil arama merhalesi ikinci basamakta ortaya çıkar.

    c. İnsanların zaman zaman şüphe durumlarında ya da şüphe duyan insanların sorularına cevap verme durumlarında kanıtlara ihtiyaç vardır.

    d. Kant “inanca yer bulmak için bilgiyi inkar ettim” demektedir. Onun bu görüşü iman ile ilmin arasını müthiş bir biçimde açmaktadır. Oysa fikirle, manevi yaşamın bir arada uyum içinde olduğu bir yaşam insanın esas hedeflediği bir yaşamdır. Felsefe bu konuda yardımcı bir unsurdur. Aynı zamanda Tanrı’nın varlığı aynı zamanda bir bilgilenme sorunudur da. Demek ki, Kant aslında yukarıdaki ifadesi ile araya bir ayrım koymaktadır. Prof. Ronald H. Nash buna Kant’ın duvarı demektedir. Düşünce ile imanı ayırmaktadır. Hatta akıl ile Tanrı’nın anlaşılmasının mümkün olmadığını, Tanrı’nın var ama bilinmez olduğunu söylemektedir. Prof. Nash kitabında “Kant’ın Tanrısı hem bilinmez hem bilinemez bir Tanrıdır”demektedir.
    e. Bazen felsefe sistemi içinde de Tanrı’nın varlığı konusunda tartışma gerekli olabilir. Aristoteles evren üzerindeki düşünürken Tanrı’yı evrene ilk hareketi veren bir ilke olarak görüyordu. Farabi, her düzeyde varoluşu açıklamak için Zorunlu Varlık’a muhtaçtı. Whitehead ilmi ve felsefi kozmolojisi, Tanrı’nın anlam ve işlevini belirlemeyi gerekli kılıyordu.

    Bütün bu maddelerde gördüğümüz gibi insanlık her konuda düşünce sistemini geliştirirken tekrar ve tekrar Tanrı’nın varlığı üzerindeki kanıtlara dönme durumunda kalmıştır. Bu kanıtlar üzerinde defalarca düşünen hem batılı, hem Hristiyan, hem Müslüman düşünürler içinde bu konuda buldukları ve sundukları kanıtlardan memnun olan düşünürler vardır. Örneğin, Aziz Thomas, Descarte, Leibniz, Wolf teizmin delilleri karşısında tam bir güven içindedir. İslam dünyasında da Farabi, İbn Sina, Cüveyni, Gazali, Fahruddin’i razi bu işi başarı ile yaptıklarına inanmaktadırlar. Bazı düşünürler inanmayı hep akla dayandırmaktadırlar. İmanla bilim arasına duvar ören Kant gibi eleştirici bir düşünür bile inancın akılcılığını açıkça ifade etmektedir.


    Buna varlık bilimsel kanıtta denir. İlk kez Aziz Anselm (1033-1109) tarafından kullanılmıştır. Tanrı burada “mutlak olarak mükemmel varlık”tır. Varlığı zorunludur.Kendisinden daha mükemmeli tasavvur edilemeyen varlıktır. Bu durumda düşüncenin en mükemmel konusu Tanrı’dır. Ontolojik kanıt denilmesi, Tanrı’nın varlığının O’nun varolmasıyla kanıtlanmasından ötürüdür. Düşüncede özü itibarıyla varlığı zorunludur, bir an için bile yok sayılması mantıksal olarak imkansızdır. Çünkü Tanrı’nın varolmadığını düşünmek, onun en mükemmel bir varlık olmadığını söylemek anlamına gelir, bu ise, varolmak niteliğinin eksilmesi demektir. Noksan bir varlığın Tanrı olması düşünülemez bile. Onun dışındaki varolan şeyler de, ona katılarak ondan pay alarak, “varlık” kazanırlar. Tanrı, mutlak varlık, mutlak iyidir.

    O, Platon’un ideasına; yani tümel kavramları gerçek varlık sayan kavram realizmine dayanarak Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışmıştır. Bu doğaldır, çünkü ona göre, bilmek, düşünmektir. Hakikat de ispat edilerek bilinir. Bu anlamda, bilgi, gerçeğe uygunluktur.

    R. Descartes Düşünceler (Meditations) isimli eserinde bu kanıtı şöyle açıklamaktadır.

    1. Ben, en yüce derecede yetkin varlık olan Tanrı fikrini zihnimde taşıyorum.

    2. Mükemmellik niteliklerinin birinden mahrum olan bir varlık, en yüce yetkin varlık olamaz. Öyle ise,

    3. Tanrı’nın, yani en yüce derecede olgunluğa sahip varlığın, mükemmellik niteliklerinden mahrum olduğunu düşünmek çelişki ortaya çıkarır.

    4. Varlık, bir yetkinlik niteliğidir. Öyle ise,

    5. Varlıktan mahrum olmak, yetkinlikten mahrum olmak demektir.

    6. En yetkin varlık olan Tanrı’nın varlıktan mahrum olacağını söylemek, çelişki doğurur.

    7. O halde, Tanrı’nın varolması, Tanrı kavramının ayrılmaz bir parçasıdır.

    8. Sonuç olarak, Tanrı gerçek anlamda vardır.

    Descartes’in bu kanıtı, bütün maddelerin önüne yerleştirilmesi gerekli olan şu kanıta dayalıdır: Eğer A’nın B’yi mantıken içerdiği açık ve seçik olarak görülürse, A’nın B’yi hakikatte de içerdiği anlaşılır.

    Buna göre Descartes, mükemmel varlık kavramıyla başlıyor, sonra böyle bir varlık için “varlığını zorunluluğu”nu öne sürüyor; yani bir bakıma “zorunlu varlık”ı orta terim olarak takdim ediyor ve sonunda kavramdan gerçekliğe geçiyor. Demek ki Descartes’e göre Tanrı adeta her yarattığı insanın ruhuna “mükemmel varlık” fikrini mühürlüyor.

    Spinoza ise ontolojik kanıta Ahlak isimli eserinde yer veriyor. Ona göre Tanrı hakkında bir fikre sahip olmak bir cevheri algılamaya çalışmak gibi bir olaydır. Varlık cevherin anlamına aittir. Öyle ise, Tanrı varlığı zorunlu olan bir cevherdir.

    Leibniz’e göre ise, kudret, ilim ve irade sıfatları varlık kavramı ile tutarlılık oluşturmaktadır. Tanrı’yı kendi kendisiyle tutarsız kılacak, yani O’nun bilgi, kudret ve iradesini zorlayacak hiçbir sınırlama bulunamaz. O halde, Tanrı fikri mantıken sağlam ve tutarlıdır. Buradan “Tanrı zorunlu olarak vardır” tarzında çelişki oluşturmayan bir sonuca gidilir.

    İslam filozofu Farabi’ye baktığımızda varlığı “vacib” ve “mümkün” şeklinde ikiye ayırarak bu kanıtı Tanrı’nın varlığını ispat için kullandığını görürüz. Varlığı zorunlu (yani vacibu’l vucud) olan Tanrı, ilk nedendir. Varlığını başka bir varlıktan almadığı için inkar mümkün değildir. Mükemmel Tanrı saf düşünce(akıl-intellectus), saf düşünen (akil, intellegens) ve saf düşünülen (makul, intellectum)dir. Bu niteliklere sahip olmak O’nu her şeyden ayrı tutmaktadır.

    Klasik Felsefeciler tarafından savunulan ontolojik kanıt yani varlık bilimsel kanıt yirminci yüzyıl düşünürler olan Charles Hartshorne, Norman Malcolm ve Alvin Plantinga tarafından da savunulmuştur.

    Anselm’in bu kanıtı geliştirmesi aslında Kutsal Kitap’ta Mezmurlarda var olan Akılsız içinden, “Tanrı yok!” der (Mezmur 14:1) sözü üzerinde yazdıkları ile ortaya çıkmıştır. Bu yazıların bulunduğu Anselm’in kitabının orijinal adı Proslogion’dur. Bu yazılarında özetle ifade etmek istersek Anselm;

    1. Tanrı en yüce mümkün olan varlıktır.

    2. Tanrı en azından her kesin aklında ya da anlayışında vardır.

    3. Akılda olan en yüce varlık gerçekte olan en yüce varlık kadar yüce olamaz.

    4. Eğer Tanrı yalnızca akılda en yüceyse o zaman varlığı mümkün olan en yüce varlık olamaz.

    5. O zaman Tanrı akılda olduğu gibi gerçekte de vardır.

    Klasik ontolojik kanıta yöneltilen bir takım eleştiriler olmuştur. İlk itiraz Thomas Aquinas’tan gelmiştir. Ona göre Tanrı’nın varlığını Tanrı’nın etkinliklerinden anlamak gerekir. Alemden yola çıkmak gerekir. Bir anlamda psikolojik veya analitik değil, sentetik açıdan bakmak gerekir demektedir.

    Kant’ta Aquinas’ın bıraktığı yerden devam etmiştir. Bu tarz eleştirileri önceden gören Descartes “Tanrıyı düşündüğüm için O var değildir. O var olduğu için ben O’nu düşünüyorum.” Tanrı’nın varlığını düşünüyorum o halde O vardır değil. O var olduğu için Tanrı’nın varlığını düşünüyorum şeklinde karşı eleştirilere adeta bir ön cevapta bulunmuştur.

    Yirminci yüzyıl düşünürü Norman Malcolm’a göre şöyle bir akıl yürütme bu tarz eleştirilere adeta bir cevap oluşturmaktadır.

    1.Eğer Tanrı varsa O’nun varlığı gereklidir.

    2.Eğer Tanrı yoksa, O’nun varlığı imkansızdır.

    3.O zaman Tanrı ya vardır ya yoktur.

    4.Tanrı’nın varlığı ya gereklidir ya da imkansızdır. Yani çelişki vardır.

    5.Tanrı’nın varlığı mümkündür. İmkansız değildir. Yani çelişki ispatlanamamıştır.

    6.O zaman Tanrı’nın varlığı gereklidir.

    Karl Barth’a göre Anselm’in ontolojik kanıt görüşü bir kanıt değil iman açısından kabul edileni daha derinden anlamaya çalışmaktır.

    Bütün bunlara bakarak aslında Anselm’in “Ontolojik Kanıtının” gerek Tanrı’nın varlığının kanıtı açısından gerekse imanın daha derinden anlaşılması açısından çok büyük rol oynadığı hiç kuşkusuz ortadadır. Özellikle Teist görüşün karşısında yer alan Ateistler için oldukça zorlayıcı bir yaklaşımdır. Çünkü p’nin varlığının inkarının gerçekleşmesi için p’nin gerçekten söz konusu bile edilememesi gerekir.




  • B. Kozmolojik kanıt

    Kozmolojik kanıtta Tanrı’nın varlığı evrenden hareketle kanıtlanmaya çalışılır. Bazen bu tarz bir tartışmaya ilk neden kanıtı da denmektedir. Bu tartışmanın tarihi kaynağı Plato ve Aristotales’e kadar gitmektedir. Ortaçağ döneminde Thomas Aquinas ve Duns Scotus döneminde daha da gelişmiştir. Tanrı’nın varlığı hakkında Thomas Aquinas’ın Summa Theologica’sında beş kanıt gösterilmektedir bunlardan ilk üçü kozmolojik kanıt olarak görülmektedir. Daha sonra Samuel Clarke ve Leibniz tarafından buna benzer görüşler savunulmuştur. Yirminci yüzyılda ise Richard Taylor bu görüşü savunmuştur.

    Bu konuşta tartışma konusu oldukça geniştir. Bu da bu kanıtın oldukça eski bir kanıt olmasından kaynaklanmaktadır. Kozmolojik kanıtın ilk ve basit şekillerini Platon’un kanunlarında görmek mümkündür. Aynı zamanda Aristoteles’in Metafizikde de görmek mümkündür.

    Örneğin, Aristoteles hareketi, en son noktada, Hareket Etmeyen Hareket ettiriciye dayandırarak açıklamaktadır. Bu felsefe tarihinde oldukça etkin bir fikirdir.

    Bu kanıt daha sonra Yunan felsefesinin etkisi altında kalan bazı Yahudi ve Hristiyan din bilginlerinin dikkatini çekmiştir. Daha sonrada İslam din bilginlerinin dikkatini çekmiştir. İslam düşünce tarihinde kelamcılar daha ziyade “hudüs kanıtını” filozoflar ise “imkan kanıtını” tercih etmişlerdir. Daha sonra ikisi arasında bağlantı kurmaya çalışanlarda olmuştur. El-Kindi sonlu-sonsuz ilişkisi ile bir kanıt bulmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Kindi ve Gazali gibi İslam düşünürlerinin hareketi de bir kanıt olarak kullanmaya çalıştıkları görülmüştür.

    Kozmolojik kanıt felsefe tarihinde hep önemli olmuştur. Leibniz “Varlıkların en son kaynağı” isimli kitabında[8], Leibniz’in çağdaşı Samuel Clarke’da “Tanrı’nın varlığı ve Sıfatlarının Kanıtı” isimli konferans metninde kozmolojik kanıtı savunmuştur.

    Kozmolojik kanıtın değişik türlerinden Hudus kanıtı en önemli olanıdır. Hudus, sonradan oluşma, yoktan var olma anlamındadır. Sonradan var olan varlıklara Hadis denilir. Nedensellik ilkesi kullanılarak şöyle bir kıyasla Tanrının varlığının kanıtlanması söz konusudur.

    1. Evren bütün parçalarıyla sonradan olmadır(Hadis)

    2. Her sonradan olanın, bir var eden(Muhdis) ihtiyacı vardır.

    3. O halde, bu evreninde bir var edeni vardır.

    4. O da varlığı zorunlu olan Tanrıdır.

    Bu oldukça geçerli bir çıkarımdır, zira her nedenin bir nedeni olmasının sonsuza kadar götürülmesi imkansızdır. Nedensin bir neden olmalıdır. Bu neden, Aristotales, Thomas Aquinas gibi Batı felsefecileri ve Farabi gibi İslam felsefecileri tarafından kullanılmıştır. Tabi bu görüşlere Kant gibi karşı gelenlerde olmuştur. Ona göre bu sadece spekülatif ve metafizik bir kanıttır, Tanrı’nın varlığını kesin olarak ispatlamaz.

    Kozmolojik kanıtın sonucu zaman zaman kişileri pantheist yaklaşımlara kadar götürebilir. Bu nedenle sonuca doğru giderken Tanrı’nın gerçek varlığı ile bizim kafamızda oluşturduğumuz varlığın farklı olmamasına dikkat etmemiz gerekmektedir. Kozmolojik kanıt bize Tanrı’nın varlığına kanıt olması açısından önemlidir. Tanrı’nın varlığı “Loch Ness canavarı var mı?” sorusu ile paralel bir soruya bağlı değildir. Tanrının varlığına ilişkin soru bütün evrenin tamamının karakterini içeren bir sorudur. Bu varlık kanıtını yanlış değerlendirmek bizi daha önce de dediğimiz gibi Pantheism ya da Naturalism’in kucağına atacaktır. Ki bunu zaman zaman İslam düşünürlerinde görmek mümkündür. Evrenden Tanrıya ulaşırken yavaş yavaş varlıklar aracı olmaya hatta Tanrı’yı yansıtmaya başlamaktadır. En iyisi kozmolojik kanıtla Tanrı varlığına inanan bir kişinin yapacağı en güzel şey gerçek Tanrı’yı kendisini ifade ettiği şekilde kendini ifade ettiği Kutsal Kitabından tanımaya, anlamaya çalışmasıdır.

    İmkan kanıtı ise Kozmolojik kanıtın bir diğer türüdür. Hudüs kanıtına benzer. Evrendeki varlıkların mümkün oluşundan hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlar.

    1. Evren mümkünler(varlığı zorunlu olmayan) topluluğudur.

    2. Mümkün, kendi kendinin sebebi olmayandır. Onu var kılan başka sebepler vardır.

    3. Varlığı(zorunlu olmayan) mümkün olan şeyin, var olmak için başka bir nedene ihtiyacı vardır.

    4. Bu neden, varlığı zorunlu, öncesiz ve ilk neden olan Tanrı’dır.

    Görüldüğü gibi mümkün varlığı var eden zorunlu varlıktır. Bunun varlığını kabul etmek, kısır döngüyü engeller. Fakat bu delile karşı yöneltilen, Kant’ın eleştirilerine dikkat etmek gerekir. Bu eleştiri şu şekildedir; “Bende yüz milyon var” demek, cebimde bunun olmasının zorunlu kılmazsa, imkan kanıtı da, Tanrı’nın varlığını kanıtlama da yeterli olmaz.
    C. Teleolojik kanıtı

    Biz bu kanıta düzen ve amaç kanıtı da diyebiliriz. Doğa olaylarının varlığının, düzenliliğinin ve amaçlılığının bir yaratıcıyı gerektirdiğini savunan bir kanıttır. Bütün evrene baktığımızda gerçekten hiçbir biçimde bir tesadüfe yer olmadığını gözlemlemek mümkündür. Bütün evren belli sistemlerin üzerinde durmaktadır. Doğal olarak her bir varlığın bir amacı vardır. İşte bu nedenle bu kanıt Teleolojik kanıt adını yani erekbilimsel (amaç bilimsel) kanıt adını almaktadır. Bütün bu varlıkları amaçlarına göre yaratan bir zeka olmalıdır. Bu kanıta göre bu zekanın varlığını kabul etmek kaçınılmazdır.

    Kozmolojik kanıtta olduğu gibi, Teleolojik kanıtta da köken eski Yunan’a kadar dayanmaktadır. Zaten Kutsal Kitabın bir çok yerinde de Tanrı’nın böyle bir düzeni elinde tuttuğu ifade edilmektedir. Gerek Platon, gerekse Aristo hep gökyüzünün düzenine bakarak bu düzenin arkasında bir başlatıcı neden aramışlardır. Ortaçağa gelene dek te hep düşünürler bu düzeni belli başlı bir biçimde bir yaratıcı için bir kanıt görmüşlerdir. Örneğin Mezmurlarda hep “göklerin ve yerin Rabbi” ifadeleri geçerken aynı zamanda “Yıldızların sayılarını” bilen, hesaplayan, bir düzen Tanrısı gerçeği görülmektedir. Bu yalnız Mezmurlarda değil Kutsal Kitabın farklı yerlerinde de benzer ifadeler bulunmaktadır. Thomas Aquinas’ın Tanrı’nın varlığı için sıraladığı “Beş Yol’un” açıklandığı Orta Çağda bu kanıt ortaya atılmıştır. Daha sonra onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılın başlarında oldukça popüler olmuştur. Özellikle İngiliz teolog William Paley(1743-1805) tarafından geliştirilmiştir. Yirminci yüzyılda ise Richard Taylor, F.R. Tennant ve Richard Swinburne tarafından savunulmuştur.

    İslam inancında düzen ve amacı içeren tartışmalar genelde iki yol takip etmişlerdir. Bunlardan biri evrendeki muhteşem düzenden ötürü Tanrı’nın varlığının ispatı diğeri ise Tanrı’nın sıfatlarından hareketle evrendeki düzenin ve amacın açıklanmasıdır. Farabi, İbn-i Sina, Gazali, İbn Rüşd gibi ünlü İslam düşünürleri Tanrı’nın adaletinden, cömertliğinden, güzelliğinden bahsederken sözü evrenin yapısına getirmişlerdir. Gazali gibi bazıları da bu iki yolu iç içe kullanmışlardır.

    Teleolojik kanıtı basit bir biçimde özetleyecek olursak:

    a. Doğa içinde gerçekten muhteşem bir düzeni gösteren bir çok örnekler vardır.

    b. Böylesine muhteşem bir düzen gerçekten muhteşem bir zekayı gerektirmektedir.

    c. Bu nedenle doğanın varlığı büyük bir olasılıkla muhteşem bir zekanın varlığından kaynaklanmaktadır.

    Bu kanıtın insan ruhunda etkisi oldukça büyüktür. Bu nedenle birçok vaiz bu kanıtı kullanmayı tercih eder. Kant, Hume ve Darwin gibi kişiler bu kanıta karşı çıkmışlardır. Özellikle Kant duyulur alemin verilerinden duyuların kapsamına girmeyen bir şeyin varlığına gidilmek istenmesinin, evreni zorunlu bir işçi gerektiren olarak bir saat gibi düşünmeyi gerektirmektedir. Bu da Tanrı’nın yaratıcılığına zorunluluk yükleyecektir. Hume’un bu konu üzerinde ortaya attığı görüşlerse oldukça çetin tartışmalara yol açmıştır. Zaten Darwin kendince bu kanıtın bütün dayanaklarını söküp atmıştır. Tennant ise teleolojik kanıtı yeniden dile getirerek ilahiyat konusuna bir canlılık getirmiştir.
    D. Ahlaki kanıtlar

    Ahlaki kanıt üzerinde tartışmanın kökeni yine Platon’a kadar gitmektedir. O noktadaki görüş gerçek ve doğru olanın muhakkak “İyi Formunda” olmasıdır. Bazı kişiler bu tarz bir kanıt üzerinde filozofların değil sade halkın durduğunu ileri sürmektedirler. Bu bir anlamda doğrudur. Filozofların tartıştıkları konular zaman zaman şekil değiştirmektedir. Ama her ne olursa olsun filozoflar arasında moda olan konuların değişmesi daha önce tartıştıkları ya da daha sonra tartışacak oldukları konuların bir çoğunun önem taşımadığı anlamına gelmemektedir.

    Ahlaki kanıt, kişinin ahlaki deneyiminden ve bu deneyim ile ilgili her çeşit veriden yola çıkarak Tanrı’nın varlığını ispat etmektir. Bu tarz bir kanıtı 18.yy. sonlarında geliştiren Kanttır. Aslında Ahlak yoluyyla Tanrının varlığı inancını temellendirmeye çalışırken Kant, büyük bir zorlukla karşı karşıya kaldığının farkındadır. Bir yandan ahlakın otonomluluğunu korumak, öte yandan da inanç ile ahlak arasında makul bir bağın varolduğunu göstermek zorundadır. Böyle bir çabada ahlaktan inanca gidilmek suretiyle inanmanın rasyonelliği ortaya konacak, ama inançtan yola çıkılmak suretiyle ahlakın temellendirilmesine gidilmeyecektir. Başka bir deyişle ahlaki teolojiye”evet”, ama teolojik ahlaka “hayır” denecektir. Kant’a göre insan ahlaki bir varlıktır. İnsan ahlaklı olmaya “mecbur” bir varlıktır. Onu mutluluğa layık kılan da yine ahlaklılıktır. Akıl dünyasında ahlaklılıkla mutlulğun birleştiği bir sistemin varlığını düşünmek, insan olarak bizim hakkımızdır. Bu konunun yalnızca bir ide olarak fikirde kalmaması gerekir. Mutluluğun gerçekleşebilmesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerekir.

    Kant’a göre insan Tanrı’nın ve sonsuzluğun olmadığını kanıtlayamadığına göre ve dünyada iyi olan her kişinin de kör doğanın zulmune tabi olacağı gerçeğinde umudunu bir yerde noktalamalıdır. Bunu yapamazsa umutsuz kalacak ve bu da kişinin ahlak duygusuna zarar verecektir. Bu noktadan hareketle Kant’a göre ahlaki bir varlık olan Yaratıcı’nın varlığnıın kabul edilmesi gerekmektedir.

    Platon üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan A.E.Taylor’un “Tanrı var mıdır?” isimli eserinde: “Deneyimlerimize göre ahlaki talepler zorlayıcı ve bağlayıcıdır. Onların bu özelliği, kendi düşünce ve kararlarımızdan değil, daha yüce ve evrensel bir varlıktan gelmektedir. Vicdanımızın sesi, yaşayan bir Tanrı’nın faaliyetinin açık işaretidir” demektedir. Yani bir anlamda Ahlaki ideal objektif olup herkes için geçerlidir. Kesin bir olgu-değer ayrımından söz edilemez. Sürekli bir ahlaki ilerleyiş içinde bulunan insan, bir takım taleplerle karşılaşmakta ve ilahi insiyatif onu daima ileriye doğru çekmektedir. Bu taleplerin son kaynağı insan olamaz. Yine uğruna her şeyimizi feda etmeye hazır olduğumuz bir gaye dünyevi bir gaye olamaz. İşte böyle bir gaye, varlığında bütün iyilikleri toplayan, varlığın da değerin de asıl kaynağı olan Tanrı’dır. O halde, ahlaki şuur ve ahlaki ilerleme, bizi bir Tanrının varolduğu inancına götürür.

    Görüldüğü gibi bu delil, mantiki bir kesinlik iddiasıyla ortaya çıkmamaktadır. İnsanın ahlaki deneyimi hareket noktası olarak seçtiğimiz takdirde nasıl bir düşünce içine girebileceğimizi göstermektedir.
    E. Dinsel deneyimler

    Ontolojik, kozmolojik ve teleolojik kanıtlar, dışımızdaki dünyadan hareket ederek Tanrı’nın varlığını temellendirmeye çalışmıştır. Oysa bu kanıt, inanan bir varlık olan insanın deneyimlerinden hareketle, sorunu inceler. Bu nedenler deyim tam yerini bulmasada bu kanıta “dini tecrübe” kanıtı da denilebilir. Böyle bir tecrübe yaşamak için kişinin her şeyin başında inanması gerekmektedir. Bu kanıt bir anlamda “Tanrıdan yine Tanrıya giden bir kanıt” olarak tarif edilebilir.

    Ünlü İslam düşünürü Gazali kendi inanç hayatında bu konuyu üç başlıkla ifade etmektedir. Taklid, ilim ve zevk olarak ifade ettiği bu dini tecrübesinde önce iman olduğu gibi kabul edilir bu aşama taklid aşamasıdır. Daha sonra bu imanın gerekleri üzerinde bir takım kanıtlara sahip olunur. Zevk noktasında ise artık inanç açıklamasının derinine inilmektedir burada üst bir ruh haletine ulaşılır.

    Dini tecrübe kanıtının da eleştiriye uğradığı bazı noktalar vardır. Bu noktaları şöyle özetlemek mümkündür.

    1. Dinden dine, kıtadan kıtaya değişiklik gösterir.

    2. Ruhi dengesizlik ve hastalıklardan ayırmakta sorun çıkar.

    3. Kişiye özel niteliğinden dolayı nesnel değerlendirmeler yapılamaz.

    4. İnsan karakteri üzerinde olumlu etkisi olduğu söylense bile, bunu doğruluk değeriyle karıştırmamak gerekir.

    5. Dini tecrübeden haz duyan kimselerin onu sürekli istemeleri, doğruluk değerinin belirlenmesinde sorun çıkarır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    B. Kozmolojik kanıt

    Kozmolojik kanıtta Tanrı’nın varlığı evrenden hareketle kanıtlanmaya çalışılır. Bazen bu tarz bir tartışmaya ilk neden kanıtı da denmektedir. Bu tartışmanın tarihi kaynağı Plato ve Aristotales’e kadar gitmektedir. Ortaçağ döneminde Thomas Aquinas ve Duns Scotus döneminde daha da gelişmiştir. Tanrı’nın varlığı hakkında Thomas Aquinas’ın Summa Theologica’sında beş kanıt gösterilmektedir bunlardan ilk üçü kozmolojik kanıt olarak görülmektedir. Daha sonra Samuel Clarke ve Leibniz tarafından buna benzer görüşler savunulmuştur. Yirminci yüzyılda ise Richard Taylor bu görüşü savunmuştur.

    Bu konuşta tartışma konusu oldukça geniştir. Bu da bu kanıtın oldukça eski bir kanıt olmasından kaynaklanmaktadır. Kozmolojik kanıtın ilk ve basit şekillerini Platon’un kanunlarında görmek mümkündür. Aynı zamanda Aristoteles’in Metafizikde de görmek mümkündür.

    Örneğin, Aristoteles hareketi, en son noktada, Hareket Etmeyen Hareket ettiriciye dayandırarak açıklamaktadır. Bu felsefe tarihinde oldukça etkin bir fikirdir.

    Bu kanıt daha sonra Yunan felsefesinin etkisi altında kalan bazı Yahudi ve Hristiyan din bilginlerinin dikkatini çekmiştir. Daha sonrada İslam din bilginlerinin dikkatini çekmiştir. İslam düşünce tarihinde kelamcılar daha ziyade “hudüs kanıtını” filozoflar ise “imkan kanıtını” tercih etmişlerdir. Daha sonra ikisi arasında bağlantı kurmaya çalışanlarda olmuştur. El-Kindi sonlu-sonsuz ilişkisi ile bir kanıt bulmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Kindi ve Gazali gibi İslam düşünürlerinin hareketi de bir kanıt olarak kullanmaya çalıştıkları görülmüştür.

    Kozmolojik kanıt felsefe tarihinde hep önemli olmuştur. Leibniz “Varlıkların en son kaynağı” isimli kitabında[8], Leibniz’in çağdaşı Samuel Clarke’da “Tanrı’nın varlığı ve Sıfatlarının Kanıtı” isimli konferans metninde kozmolojik kanıtı savunmuştur.

    Kozmolojik kanıtın değişik türlerinden Hudus kanıtı en önemli olanıdır. Hudus, sonradan oluşma, yoktan var olma anlamındadır. Sonradan var olan varlıklara Hadis denilir. Nedensellik ilkesi kullanılarak şöyle bir kıyasla Tanrının varlığının kanıtlanması söz konusudur.

    1. Evren bütün parçalarıyla sonradan olmadır(Hadis)

    2. Her sonradan olanın, bir var eden(Muhdis) ihtiyacı vardır.

    3. O halde, bu evreninde bir var edeni vardır.

    4. O da varlığı zorunlu olan Tanrıdır.

    Bu oldukça geçerli bir çıkarımdır, zira her nedenin bir nedeni olmasının sonsuza kadar götürülmesi imkansızdır. Nedensin bir neden olmalıdır. Bu neden, Aristotales, Thomas Aquinas gibi Batı felsefecileri ve Farabi gibi İslam felsefecileri tarafından kullanılmıştır. Tabi bu görüşlere Kant gibi karşı gelenlerde olmuştur. Ona göre bu sadece spekülatif ve metafizik bir kanıttır, Tanrı’nın varlığını kesin olarak ispatlamaz.

    Kozmolojik kanıtın sonucu zaman zaman kişileri pantheist yaklaşımlara kadar götürebilir. Bu nedenle sonuca doğru giderken Tanrı’nın gerçek varlığı ile bizim kafamızda oluşturduğumuz varlığın farklı olmamasına dikkat etmemiz gerekmektedir. Kozmolojik kanıt bize Tanrı’nın varlığına kanıt olması açısından önemlidir. Tanrı’nın varlığı “Loch Ness canavarı var mı?” sorusu ile paralel bir soruya bağlı değildir. Tanrının varlığına ilişkin soru bütün evrenin tamamının karakterini içeren bir sorudur. Bu varlık kanıtını yanlış değerlendirmek bizi daha önce de dediğimiz gibi Pantheism ya da Naturalism’in kucağına atacaktır. Ki bunu zaman zaman İslam düşünürlerinde görmek mümkündür. Evrenden Tanrıya ulaşırken yavaş yavaş varlıklar aracı olmaya hatta Tanrı’yı yansıtmaya başlamaktadır. En iyisi kozmolojik kanıtla Tanrı varlığına inanan bir kişinin yapacağı en güzel şey gerçek Tanrı’yı kendisini ifade ettiği şekilde kendini ifade ettiği Kutsal Kitabından tanımaya, anlamaya çalışmasıdır.

    İmkan kanıtı ise Kozmolojik kanıtın bir diğer türüdür. Hudüs kanıtına benzer. Evrendeki varlıkların mümkün oluşundan hareketle Tanrı’nın varlığını kanıtlar.

    1. Evren mümkünler(varlığı zorunlu olmayan) topluluğudur.

    2. Mümkün, kendi kendinin sebebi olmayandır. Onu var kılan başka sebepler vardır.

    3. Varlığı(zorunlu olmayan) mümkün olan şeyin, var olmak için başka bir nedene ihtiyacı vardır.

    4. Bu neden, varlığı zorunlu, öncesiz ve ilk neden olan Tanrı’dır.

    Görüldüğü gibi mümkün varlığı var eden zorunlu varlıktır. Bunun varlığını kabul etmek, kısır döngüyü engeller. Fakat bu delile karşı yöneltilen, Kant’ın eleştirilerine dikkat etmek gerekir. Bu eleştiri şu şekildedir; “Bende yüz milyon var” demek, cebimde bunun olmasının zorunlu kılmazsa, imkan kanıtı da, Tanrı’nın varlığını kanıtlama da yeterli olmaz.
    C. Teleolojik kanıtı

    Biz bu kanıta düzen ve amaç kanıtı da diyebiliriz. Doğa olaylarının varlığının, düzenliliğinin ve amaçlılığının bir yaratıcıyı gerektirdiğini savunan bir kanıttır. Bütün evrene baktığımızda gerçekten hiçbir biçimde bir tesadüfe yer olmadığını gözlemlemek mümkündür. Bütün evren belli sistemlerin üzerinde durmaktadır. Doğal olarak her bir varlığın bir amacı vardır. İşte bu nedenle bu kanıt Teleolojik kanıt adını yani erekbilimsel (amaç bilimsel) kanıt adını almaktadır. Bütün bu varlıkları amaçlarına göre yaratan bir zeka olmalıdır. Bu kanıta göre bu zekanın varlığını kabul etmek kaçınılmazdır.

    Kozmolojik kanıtta olduğu gibi, Teleolojik kanıtta da köken eski Yunan’a kadar dayanmaktadır. Zaten Kutsal Kitabın bir çok yerinde de Tanrı’nın böyle bir düzeni elinde tuttuğu ifade edilmektedir. Gerek Platon, gerekse Aristo hep gökyüzünün düzenine bakarak bu düzenin arkasında bir başlatıcı neden aramışlardır. Ortaçağa gelene dek te hep düşünürler bu düzeni belli başlı bir biçimde bir yaratıcı için bir kanıt görmüşlerdir. Örneğin Mezmurlarda hep “göklerin ve yerin Rabbi” ifadeleri geçerken aynı zamanda “Yıldızların sayılarını” bilen, hesaplayan, bir düzen Tanrısı gerçeği görülmektedir. Bu yalnız Mezmurlarda değil Kutsal Kitabın farklı yerlerinde de benzer ifadeler bulunmaktadır. Thomas Aquinas’ın Tanrı’nın varlığı için sıraladığı “Beş Yol’un” açıklandığı Orta Çağda bu kanıt ortaya atılmıştır. Daha sonra onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılın başlarında oldukça popüler olmuştur. Özellikle İngiliz teolog William Paley(1743-1805) tarafından geliştirilmiştir. Yirminci yüzyılda ise Richard Taylor, F.R. Tennant ve Richard Swinburne tarafından savunulmuştur.

    İslam inancında düzen ve amacı içeren tartışmalar genelde iki yol takip etmişlerdir. Bunlardan biri evrendeki muhteşem düzenden ötürü Tanrı’nın varlığının ispatı diğeri ise Tanrı’nın sıfatlarından hareketle evrendeki düzenin ve amacın açıklanmasıdır. Farabi, İbn-i Sina, Gazali, İbn Rüşd gibi ünlü İslam düşünürleri Tanrı’nın adaletinden, cömertliğinden, güzelliğinden bahsederken sözü evrenin yapısına getirmişlerdir. Gazali gibi bazıları da bu iki yolu iç içe kullanmışlardır.

    Teleolojik kanıtı basit bir biçimde özetleyecek olursak:

    a. Doğa içinde gerçekten muhteşem bir düzeni gösteren bir çok örnekler vardır.

    b. Böylesine muhteşem bir düzen gerçekten muhteşem bir zekayı gerektirmektedir.

    c. Bu nedenle doğanın varlığı büyük bir olasılıkla muhteşem bir zekanın varlığından kaynaklanmaktadır.

    Bu kanıtın insan ruhunda etkisi oldukça büyüktür. Bu nedenle birçok vaiz bu kanıtı kullanmayı tercih eder. Kant, Hume ve Darwin gibi kişiler bu kanıta karşı çıkmışlardır. Özellikle Kant duyulur alemin verilerinden duyuların kapsamına girmeyen bir şeyin varlığına gidilmek istenmesinin, evreni zorunlu bir işçi gerektiren olarak bir saat gibi düşünmeyi gerektirmektedir. Bu da Tanrı’nın yaratıcılığına zorunluluk yükleyecektir. Hume’un bu konu üzerinde ortaya attığı görüşlerse oldukça çetin tartışmalara yol açmıştır. Zaten Darwin kendince bu kanıtın bütün dayanaklarını söküp atmıştır. Tennant ise teleolojik kanıtı yeniden dile getirerek ilahiyat konusuna bir canlılık getirmiştir.
    D. Ahlaki kanıtlar

    Ahlaki kanıt üzerinde tartışmanın kökeni yine Platon’a kadar gitmektedir. O noktadaki görüş gerçek ve doğru olanın muhakkak “İyi Formunda” olmasıdır. Bazı kişiler bu tarz bir kanıt üzerinde filozofların değil sade halkın durduğunu ileri sürmektedirler. Bu bir anlamda doğrudur. Filozofların tartıştıkları konular zaman zaman şekil değiştirmektedir. Ama her ne olursa olsun filozoflar arasında moda olan konuların değişmesi daha önce tartıştıkları ya da daha sonra tartışacak oldukları konuların bir çoğunun önem taşımadığı anlamına gelmemektedir.

    Ahlaki kanıt, kişinin ahlaki deneyiminden ve bu deneyim ile ilgili her çeşit veriden yola çıkarak Tanrı’nın varlığını ispat etmektir. Bu tarz bir kanıtı 18.yy. sonlarında geliştiren Kanttır. Aslında Ahlak yoluyyla Tanrının varlığı inancını temellendirmeye çalışırken Kant, büyük bir zorlukla karşı karşıya kaldığının farkındadır. Bir yandan ahlakın otonomluluğunu korumak, öte yandan da inanç ile ahlak arasında makul bir bağın varolduğunu göstermek zorundadır. Böyle bir çabada ahlaktan inanca gidilmek suretiyle inanmanın rasyonelliği ortaya konacak, ama inançtan yola çıkılmak suretiyle ahlakın temellendirilmesine gidilmeyecektir. Başka bir deyişle ahlaki teolojiye”evet”, ama teolojik ahlaka “hayır” denecektir. Kant’a göre insan ahlaki bir varlıktır. İnsan ahlaklı olmaya “mecbur” bir varlıktır. Onu mutluluğa layık kılan da yine ahlaklılıktır. Akıl dünyasında ahlaklılıkla mutlulğun birleştiği bir sistemin varlığını düşünmek, insan olarak bizim hakkımızdır. Bu konunun yalnızca bir ide olarak fikirde kalmaması gerekir. Mutluluğun gerçekleşebilmesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerekir.

    Kant’a göre insan Tanrı’nın ve sonsuzluğun olmadığını kanıtlayamadığına göre ve dünyada iyi olan her kişinin de kör doğanın zulmune tabi olacağı gerçeğinde umudunu bir yerde noktalamalıdır. Bunu yapamazsa umutsuz kalacak ve bu da kişinin ahlak duygusuna zarar verecektir. Bu noktadan hareketle Kant’a göre ahlaki bir varlık olan Yaratıcı’nın varlığnıın kabul edilmesi gerekmektedir.

    Platon üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan A.E.Taylor’un “Tanrı var mıdır?” isimli eserinde: “Deneyimlerimize göre ahlaki talepler zorlayıcı ve bağlayıcıdır. Onların bu özelliği, kendi düşünce ve kararlarımızdan değil, daha yüce ve evrensel bir varlıktan gelmektedir. Vicdanımızın sesi, yaşayan bir Tanrı’nın faaliyetinin açık işaretidir” demektedir. Yani bir anlamda Ahlaki ideal objektif olup herkes için geçerlidir. Kesin bir olgu-değer ayrımından söz edilemez. Sürekli bir ahlaki ilerleyiş içinde bulunan insan, bir takım taleplerle karşılaşmakta ve ilahi insiyatif onu daima ileriye doğru çekmektedir. Bu taleplerin son kaynağı insan olamaz. Yine uğruna her şeyimizi feda etmeye hazır olduğumuz bir gaye dünyevi bir gaye olamaz. İşte böyle bir gaye, varlığında bütün iyilikleri toplayan, varlığın da değerin de asıl kaynağı olan Tanrı’dır. O halde, ahlaki şuur ve ahlaki ilerleme, bizi bir Tanrının varolduğu inancına götürür.

    Görüldüğü gibi bu delil, mantiki bir kesinlik iddiasıyla ortaya çıkmamaktadır. İnsanın ahlaki deneyimi hareket noktası olarak seçtiğimiz takdirde nasıl bir düşünce içine girebileceğimizi göstermektedir.
    E. Dinsel deneyimler

    Ontolojik, kozmolojik ve teleolojik kanıtlar, dışımızdaki dünyadan hareket ederek Tanrı’nın varlığını temellendirmeye çalışmıştır. Oysa bu kanıt, inanan bir varlık olan insanın deneyimlerinden hareketle, sorunu inceler. Bu nedenler deyim tam yerini bulmasada bu kanıta “dini tecrübe” kanıtı da denilebilir. Böyle bir tecrübe yaşamak için kişinin her şeyin başında inanması gerekmektedir. Bu kanıt bir anlamda “Tanrıdan yine Tanrıya giden bir kanıt” olarak tarif edilebilir.

    Ünlü İslam düşünürü Gazali kendi inanç hayatında bu konuyu üç başlıkla ifade etmektedir. Taklid, ilim ve zevk olarak ifade ettiği bu dini tecrübesinde önce iman olduğu gibi kabul edilir bu aşama taklid aşamasıdır. Daha sonra bu imanın gerekleri üzerinde bir takım kanıtlara sahip olunur. Zevk noktasında ise artık inanç açıklamasının derinine inilmektedir burada üst bir ruh haletine ulaşılır.

    Dini tecrübe kanıtının da eleştiriye uğradığı bazı noktalar vardır. Bu noktaları şöyle özetlemek mümkündür.

    1. Dinden dine, kıtadan kıtaya değişiklik gösterir.

    2. Ruhi dengesizlik ve hastalıklardan ayırmakta sorun çıkar.

    3. Kişiye özel niteliğinden dolayı nesnel değerlendirmeler yapılamaz.

    4. İnsan karakteri üzerinde olumlu etkisi olduğu söylense bile, bunu doğruluk değeriyle karıştırmamak gerekir.

    5. Dini tecrübeden haz duyan kimselerin onu sürekli istemeleri, doğruluk değerinin belirlenmesinde sorun çıkarır.
    A. Vahiy teorileri

    Teologların geleneksel olarak iddia ettikleri Tanrı’nın kendisini bir takım özel iletişim yolu olan vahiyle insanlara takdimidir. Bu bağlamda özellikle Hıristiyan ilahiyatında vahiy ikiye ayrılmaktadır. Bu iki vahiy çeşidi özel ve genel başlıkları altında toplanmaktadır. Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslamda vahiy önemli bir rol oynamaktadır. Aslında vahiy “Dini Tecrübenin” bir uzantısıdır. Tanrı’nın bir takım “Özel Etkinlikleri” inananları doğrudan kendisine bağlı kılmaktadır. Bu özel etkinlikleri ayırıcı özelllikleri ile tanımanın ve bu özel etkinliklere inanmanın zorlukları üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu nedenle bu konuya çeşitli yollardan yaklaşmak mümkündür.

    Birincisi; gerek peygamberler aracılığı ile ya da başka bir yolla ulaştığı söylenilen vahiy aslında başlı başına bir mucize çeşitidir. Vahyin kabulü mucizenin kabulüne bağlıdır. Peygamberler, kutsal yazılar, bu yazılarda olup bitenler doğallık içersinde açıklanamaz.

    İkincisi; mucize de aynı zamanda bir özel vahiy şeklidir. Mucizeler vahiy olarak değerlendirilirler.

    Üçüncüsü; Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslam’da vahiy olarak kabul edilen bütün metinlerin içinde mucizeler vardır.

    Dördüncüsü; böyle bir tecrübeyi çok az kişi yaşadığı için, kanıt ilişkisi diğer şekilde olmalıdır. Mucizeler için kanıt özel vahyin tanıklığı olmalıdır.

    Şimdi bu genel girişten sonra vahiy teorilerine bakalım

    Geleneksel bakış açısı: Hıristiyanlığa göre vahiy Tanrı’nın insanlığa yetkin hitabıdır. Muhafazakar Katolik ve Hristiyan görüşü böyledir. Aslında Katoliklerle Protestanların vahiy üzerine vurguları da birbirlerinden oldukça farklıdır. Katolik inancında Kutsal Yazılarla birlikte geleneklerde neredeyse vahiy kapsamındadır. Protestanlıkta ise yalnızca Kutsal Yazılar vahiy kapsamındadır.

    Geleneksel bakış açısı aslında vahyi doğrudan açıklanmış olarak görmektedir(Propositional). Tanrı’nın etkinlikleri yoluyla, tarih içine girmesi ve tarih içinde hareketi yoluyla ya da insana hitabı şeklinde vahiy yeryüzüne ulaşmaktadır ve bu vahyin hatasız olduğu kabul edilmektedir. Vahyi kalemle kağıda aktaranlar insan oldukları için doğal olarak insani hatalar yapabilirler. Buna karşın vahiy insan üstüdür ama insan karakterinde, kültüründe, kısır açıklamalarında ifade edilmiştir.

    Liberal bakış açısı: Bu görüş özellikle ondokuzuncu yüzyılda gelişen klasik liberal teolojinin görüşüdür. Klasik liberal görüş onsekizinci yüzyıldaki iki gelişimin ürünüdür. Bunlardan ilki, akılcı aydınlanma fikridir. Bu görüş gerçeği bulmak için hep bir neden aramaktadır. Bu tarz düşüncede Tanrı’nın özel etkinliklerine, mucizelere yer verilmektedir. İkincisi ise; “yüksek eleştiridir”. Bu eleştiri bütün herşeye karşı kullanıldığı gibi Kutsal Yazılara da kullanılmıştır.

    (Nonpropositional) Doğrudan olmayan bakış açısı: Bu görüş geleneksel bakış açısı ile liberal bakış açısı arasındaki görüştür. Liberal görüşe karşı çıkmıştır. Neo-ortodoks denen görüşle alakalıdır. Bu görüşe göre Tanrı gerçekten Tarih içinde özel bir biçimde hitap etmekte ve işlemektedir. Ama Liberal görüşe görede Kutsal Yazıların açıklanmasında insan kullanıldığı için Kutsal Yazılar yanılabilir de.. Tanrı hala aynı Tanrı olduğuna göre O’nun vahyi hali hazırda devam edebilir.
    B. Mucize Kavramı

    Mucize kavramın Tanrı’nın belli bir zamanda ve belli bir durumda özel bir hareketi olarak değendirilebilir.Yalnız bu davranış doğal olan sürecin dışında olan bir süreç olmalıdır. Sanki bu davranış sistemin dışında oluşan bir davranış gibi algılansa da aslında eğer Tanrı her şeyin başı ve sonu ise ve herşey O’ndan kaynaklıysa o zaman sistemin içi ve dışı demek çok da akla uygun bir tanımlama olmayacaktır. En azından Tanrı’nın alışılagelenin dışındaki hareketi şeklinde bir tanımlamada bulunabiliriz.

    Davit Hume’un mucizeler üzerine yazdığı yazısındaki tanımına göre mucize herhangi bir doğa üstülük şeklinde genel bir biçimde ele alınmaktadır. Bu genel tabirde ise Tanrının hareketi yine de tek tip bir hareket olarak nitelendirilmektedir. Bu tarz özel tavır aslında daha geniş bir tabana da yayılabilir.

    Mucize ile vahiy arasında büyük bir bağlantı vardır. Mucize vahyin bir açıklaması olarak bizim anlayışımıza sunulmaktadır ve olduğu zaman normalin dışında belli bir şaşkınlık yaratan ve pek de yürekten beklenilmeyen bir olaydır.

    Mucizelere inanmak akla uygun mudur?

    Özellikle bu konu üzerinde Hume’un yazdıklarını düşünürsek Hume iki tartışma konusunu ortaya atmaktadır. Bunlardan birincisi normal olarak hiç bir sade kanıtın mucizeyi inanabilir bir hale getiremeyeceğini öne sürmektedir. İkincisi ise mucize olarak ortaya konan kanıt aslında çok zayıf bir kanıttır. Her bir ileri sürülen sorunun aslında epistemolojik bir kanıtı söz konusudur.

    Aslında Hume mucizenin imkansız olduğunu kanıtlamak için bir mücadele içinde değildir. Bugün bilim bile bazı noktalarda “bu bir mucize” diyebilmektedir. En mantıklı filozoflardan da böyle bir söz duymak mümkündür. Fakat Hume bunu bu biçimde göremez. Bazen mucizenin olamayacağını doğa yasalarına aykırılıktan öne sürmektedir.

    Birçok felsefeciye ve bazı yazarların iddialarına göre mucize olamaz şeklinde bir kanı söz konusudur. Fakat bunun yanısıra gerek kişisel tanıklıklar gerekse tarih içinde bir takım olaylar zincirinde her ne kadar doğaya aykırılık, doğa yasalarının kabul edemediği bir olgu gibi de görülse böyle bir olgu vardır. Bu konu üzerinde tartışmakta Tanrı’nın varlığı ve Tanrı’nın doğası üzerinde tartışma gibidir. Tanrı gerçekten algılarımızın üzerinde bir varlık olduğuna ve dünya üzerinde bir çok kavramın algılarımızın üzerinde etkinliğini gördüğümüze ya da hissettiğimize göre o zaman kesin imkansız gibi bir cümle ile yaklaşmakta mantık dışı bir yaklaşma olacaktır.
    AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

    İYİ:İnsanın yapması gereken davranışlardır.Ahlakça değerli olandır.
    KÖTÜ:İnsanın yapmaması gereken davranışlardır.
    ÖZGÜRLÜK:İrade ile “iyi” ve “kötü” davranışlardan birisini seçme gücüdür.
    ERDEM (FAZİLET):İyi olana yönelmedir.
    SORUMLULUK:İnsanın kendi eylemlerinin ya da yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir.
    VİCDAN:Tutum ve eylemlerimizin ahlakça değerli olup olmadığını yargılama bilincidir.Bir çeşit iç mahkemedir.
    AHLAK YASASI:uyulması ahlak açısından gereken,genel-geçer kurallardır.
    AHLAKİ KARAR:Ahlak kurallarına özgürce uymaktır.
    AHLAKİ EYLEM:Ahlaka uygun davranışı gerçekleştirmedir.Ahlaka uygun eylem davranış olarak dışa yansır.Eylemin dışa yansımayan yönü ise tutumdur.

    ÖRNEK:Derse geç gelen öğrencinin öğretmene gerekçeyi belirtirken doğruyu söylemesi “İYİ”, yalan söylemesi “KÖTÜ”, bu davranışlardan birini seçmesi “ÖZGÜRLÜK”, Doğru söylemeyi seçmesi “ERDEM” dir.

    AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI

    1-Ahlaki eylemin amacı var mıdır?Varsa nedir?
    2-Toplumca belirlenen,insana zorla kabul ettirilen eylem biçimleri gerçekten “iyi” midir?
    3-İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?
    4-İnsanın doğası ahlaklı olmasına elverişlimidir?
    5-Tüm insanların ortaklaşa benimseyebilecekleri evrensel ahlak yasaları var mıdır?

    İNSAN AHLAKİ EYLEMDE BULUNURKEN ÖZGÜR MÜDÜR?

    Ahlak konusunda bazı filozoflar,insanın özgür olduğunu, bazı filozoflar özgür olmadığını savunur.

    1-Özgür olmadığını savunanlar:

    DETERMİNİZM (gerekircilik);
    Deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller. Bu nedenle insan ahlaksal eylemde özgür değildir.


    2-Özgür olduğunu savunanlar :

    İNDETERMİNİZM (gerekirci olmayanlar); İndeterministlere göre,insan ahlaki eylemde tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar.

    Bu görüşlerden her ikisi de insan gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır.

    OTODETERMİNİZM: Otodeterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler. İnsan bilgi birikimini zenginleştirerek,kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir. Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar, gelişmemiş olanlardan daha özgürdür.


    AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER

    Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir. Yargılar ikiye ayrılır;

    1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır.Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış” olurlar.

    2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır,özneldir.Kişiden kişiye değişir.Değer yargılarının alanı geniştir.

    Mantık yargıları-“doğru”,yanlış”
    Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin”
    Din yargıları –“sevap”,”günah”
    Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir.

    Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir,din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez,ahlak yargıları değişir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    A. Vahiy teorileri

    Teologların geleneksel olarak iddia ettikleri Tanrı’nın kendisini bir takım özel iletişim yolu olan vahiyle insanlara takdimidir. Bu bağlamda özellikle Hıristiyan ilahiyatında vahiy ikiye ayrılmaktadır. Bu iki vahiy çeşidi özel ve genel başlıkları altında toplanmaktadır. Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslamda vahiy önemli bir rol oynamaktadır. Aslında vahiy “Dini Tecrübenin” bir uzantısıdır. Tanrı’nın bir takım “Özel Etkinlikleri” inananları doğrudan kendisine bağlı kılmaktadır. Bu özel etkinlikleri ayırıcı özelllikleri ile tanımanın ve bu özel etkinliklere inanmanın zorlukları üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu nedenle bu konuya çeşitli yollardan yaklaşmak mümkündür.

    Birincisi; gerek peygamberler aracılığı ile ya da başka bir yolla ulaştığı söylenilen vahiy aslında başlı başına bir mucize çeşitidir. Vahyin kabulü mucizenin kabulüne bağlıdır. Peygamberler, kutsal yazılar, bu yazılarda olup bitenler doğallık içersinde açıklanamaz.

    İkincisi; mucize de aynı zamanda bir özel vahiy şeklidir. Mucizeler vahiy olarak değerlendirilirler.

    Üçüncüsü; Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslam’da vahiy olarak kabul edilen bütün metinlerin içinde mucizeler vardır.

    Dördüncüsü; böyle bir tecrübeyi çok az kişi yaşadığı için, kanıt ilişkisi diğer şekilde olmalıdır. Mucizeler için kanıt özel vahyin tanıklığı olmalıdır.

    Şimdi bu genel girişten sonra vahiy teorilerine bakalım

    Geleneksel bakış açısı: Hıristiyanlığa göre vahiy Tanrı’nın insanlığa yetkin hitabıdır. Muhafazakar Katolik ve Hristiyan görüşü böyledir. Aslında Katoliklerle Protestanların vahiy üzerine vurguları da birbirlerinden oldukça farklıdır. Katolik inancında Kutsal Yazılarla birlikte geleneklerde neredeyse vahiy kapsamındadır. Protestanlıkta ise yalnızca Kutsal Yazılar vahiy kapsamındadır.

    Geleneksel bakış açısı aslında vahyi doğrudan açıklanmış olarak görmektedir(Propositional). Tanrı’nın etkinlikleri yoluyla, tarih içine girmesi ve tarih içinde hareketi yoluyla ya da insana hitabı şeklinde vahiy yeryüzüne ulaşmaktadır ve bu vahyin hatasız olduğu kabul edilmektedir. Vahyi kalemle kağıda aktaranlar insan oldukları için doğal olarak insani hatalar yapabilirler. Buna karşın vahiy insan üstüdür ama insan karakterinde, kültüründe, kısır açıklamalarında ifade edilmiştir.

    Liberal bakış açısı: Bu görüş özellikle ondokuzuncu yüzyılda gelişen klasik liberal teolojinin görüşüdür. Klasik liberal görüş onsekizinci yüzyıldaki iki gelişimin ürünüdür. Bunlardan ilki, akılcı aydınlanma fikridir. Bu görüş gerçeği bulmak için hep bir neden aramaktadır. Bu tarz düşüncede Tanrı’nın özel etkinliklerine, mucizelere yer verilmektedir. İkincisi ise; “yüksek eleştiridir”. Bu eleştiri bütün herşeye karşı kullanıldığı gibi Kutsal Yazılara da kullanılmıştır.

    (Nonpropositional) Doğrudan olmayan bakış açısı: Bu görüş geleneksel bakış açısı ile liberal bakış açısı arasındaki görüştür. Liberal görüşe karşı çıkmıştır. Neo-ortodoks denen görüşle alakalıdır. Bu görüşe göre Tanrı gerçekten Tarih içinde özel bir biçimde hitap etmekte ve işlemektedir. Ama Liberal görüşe görede Kutsal Yazıların açıklanmasında insan kullanıldığı için Kutsal Yazılar yanılabilir de.. Tanrı hala aynı Tanrı olduğuna göre O’nun vahyi hali hazırda devam edebilir.
    B. Mucize Kavramı

    Mucize kavramın Tanrı’nın belli bir zamanda ve belli bir durumda özel bir hareketi olarak değendirilebilir.Yalnız bu davranış doğal olan sürecin dışında olan bir süreç olmalıdır. Sanki bu davranış sistemin dışında oluşan bir davranış gibi algılansa da aslında eğer Tanrı her şeyin başı ve sonu ise ve herşey O’ndan kaynaklıysa o zaman sistemin içi ve dışı demek çok da akla uygun bir tanımlama olmayacaktır. En azından Tanrı’nın alışılagelenin dışındaki hareketi şeklinde bir tanımlamada bulunabiliriz.

    Davit Hume’un mucizeler üzerine yazdığı yazısındaki tanımına göre mucize herhangi bir doğa üstülük şeklinde genel bir biçimde ele alınmaktadır. Bu genel tabirde ise Tanrının hareketi yine de tek tip bir hareket olarak nitelendirilmektedir. Bu tarz özel tavır aslında daha geniş bir tabana da yayılabilir.

    Mucize ile vahiy arasında büyük bir bağlantı vardır. Mucize vahyin bir açıklaması olarak bizim anlayışımıza sunulmaktadır ve olduğu zaman normalin dışında belli bir şaşkınlık yaratan ve pek de yürekten beklenilmeyen bir olaydır.

    Mucizelere inanmak akla uygun mudur?

    Özellikle bu konu üzerinde Hume’un yazdıklarını düşünürsek Hume iki tartışma konusunu ortaya atmaktadır. Bunlardan birincisi normal olarak hiç bir sade kanıtın mucizeyi inanabilir bir hale getiremeyeceğini öne sürmektedir. İkincisi ise mucize olarak ortaya konan kanıt aslında çok zayıf bir kanıttır. Her bir ileri sürülen sorunun aslında epistemolojik bir kanıtı söz konusudur.

    Aslında Hume mucizenin imkansız olduğunu kanıtlamak için bir mücadele içinde değildir. Bugün bilim bile bazı noktalarda “bu bir mucize” diyebilmektedir. En mantıklı filozoflardan da böyle bir söz duymak mümkündür. Fakat Hume bunu bu biçimde göremez. Bazen mucizenin olamayacağını doğa yasalarına aykırılıktan öne sürmektedir.

    Birçok felsefeciye ve bazı yazarların iddialarına göre mucize olamaz şeklinde bir kanı söz konusudur. Fakat bunun yanısıra gerek kişisel tanıklıklar gerekse tarih içinde bir takım olaylar zincirinde her ne kadar doğaya aykırılık, doğa yasalarının kabul edemediği bir olgu gibi de görülse böyle bir olgu vardır. Bu konu üzerinde tartışmakta Tanrı’nın varlığı ve Tanrı’nın doğası üzerinde tartışma gibidir. Tanrı gerçekten algılarımızın üzerinde bir varlık olduğuna ve dünya üzerinde bir çok kavramın algılarımızın üzerinde etkinliğini gördüğümüze ya da hissettiğimize göre o zaman kesin imkansız gibi bir cümle ile yaklaşmakta mantık dışı bir yaklaşma olacaktır.
    AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

    İYİ:İnsanın yapması gereken davranışlardır.Ahlakça değerli olandır.
    KÖTÜ:İnsanın yapmaması gereken davranışlardır.
    ÖZGÜRLÜK:İrade ile “iyi” ve “kötü” davranışlardan birisini seçme gücüdür.
    ERDEM (FAZİLET):İyi olana yönelmedir.
    SORUMLULUK:İnsanın kendi eylemlerinin ya da yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir.
    VİCDAN:Tutum ve eylemlerimizin ahlakça değerli olup olmadığını yargılama bilincidir.Bir çeşit iç mahkemedir.
    AHLAK YASASI:uyulması ahlak açısından gereken,genel-geçer kurallardır.
    AHLAKİ KARAR:Ahlak kurallarına özgürce uymaktır.
    AHLAKİ EYLEM:Ahlaka uygun davranışı gerçekleştirmedir.Ahlaka uygun eylem davranış olarak dışa yansır.Eylemin dışa yansımayan yönü ise tutumdur.

    ÖRNEK:Derse geç gelen öğrencinin öğretmene gerekçeyi belirtirken doğruyu söylemesi “İYİ”, yalan söylemesi “KÖTÜ”, bu davranışlardan birini seçmesi “ÖZGÜRLÜK”, Doğru söylemeyi seçmesi “ERDEM” dir.

    AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI

    1-Ahlaki eylemin amacı var mıdır?Varsa nedir?
    2-Toplumca belirlenen,insana zorla kabul ettirilen eylem biçimleri gerçekten “iyi” midir?
    3-İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?
    4-İnsanın doğası ahlaklı olmasına elverişlimidir?
    5-Tüm insanların ortaklaşa benimseyebilecekleri evrensel ahlak yasaları var mıdır?

    İNSAN AHLAKİ EYLEMDE BULUNURKEN ÖZGÜR MÜDÜR?

    Ahlak konusunda bazı filozoflar,insanın özgür olduğunu, bazı filozoflar özgür olmadığını savunur.

    1-Özgür olmadığını savunanlar:

    DETERMİNİZM (gerekircilik);
    Deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller. Bu nedenle insan ahlaksal eylemde özgür değildir.


    2-Özgür olduğunu savunanlar :

    İNDETERMİNİZM (gerekirci olmayanlar); İndeterministlere göre,insan ahlaki eylemde tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar.

    Bu görüşlerden her ikisi de insan gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır.

    OTODETERMİNİZM: Otodeterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler. İnsan bilgi birikimini zenginleştirerek,kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir. Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar, gelişmemiş olanlardan daha özgürdür.


    AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER

    Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir. Yargılar ikiye ayrılır;

    1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır.Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış” olurlar.

    2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır,özneldir.Kişiden kişiye değişir.Değer yargılarının alanı geniştir.

    Mantık yargıları-“doğru”,yanlış”
    Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin”
    Din yargıları –“sevap”,”günah”
    Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir.

    Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir,din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez,ahlak yargıları değişir.

    Alıntıları Göster
    ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR


    A- KİŞİ VİCDANI KARŞISINDA EVRENSEL AHLAK YASASININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ


    1-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI REDDEDENLER


    a)HEDONİZM (haz ahlakı): Kurucusu Aristippos’tur.O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür.İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur.


    b)Fayda ahlakı: Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür.Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak yasası yoktur.


    c)Bencillik (egoizm):Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir.İnsanın yalnızca kendi “ben”ine uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncedir.

    Hobbes’a göre insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’ içgüdüsüdür.Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur.


    d)Anarşizm: Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir.Temsilcisi Max Stiner ‘dir.Evrensel ahlak yasasını reddeder.O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan ibaret olduğunu düşünür.


    e)F.Nietzche: O’na göre yapılması gereken;insanlığı ahlaktan kurtarmaktır.İnsan doğasına yaraşan, güçlü,korkusuz,acımasız olmaktır.Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir,onu pasifliğe yöneltir.
    Nietzche’ye göre;toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır. Birincisi Halk Sınıfı;sürü durumundadır.Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.İkincisi Seçkin Sınıf;Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan,bireyci,bencil,acımasız ahlaktır.Amaç,”üstün insan”a ulaşmaktır.Üstün insan; sıradan,korkak,zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara doğru giden güç”ahlakına ulaşmakla oluşur.O’na göre “güç” enyüce iyi;yenilgi,kaybetmek,zayıflık ise kötüdür.İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır.


    f) J.P.Sartre(Existansiyalizm-varoluşçuluk): İnsanın kendi varoluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur.Ancak bu özgürlük sınırsız değil,sorumlulukla belirlenmiştir.Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar,değerlerini kendisi yaratır,yolunu kendisi seçer.Bu nedenle seçiminde tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir.


    2-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDENLER


    a)Ahlak Yasasının Varlığını subjektif (öznel) Temelde Açıklayanlar
    Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır.Ancak bu yasa varlığını insandan,insanın özel dünyasından alır.İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar. Dürüst ol,insanları sev,.... gibi.

    Utilitarizm (Faydacılık) J.S.Mill J.Bentham: Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır,hazza yönelir,mutluluğa erişmek ister.Ancak kişinin mutluluğu,çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir.Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi yapmakla bulabilir.O halde; ‘tek insan için değil,herkes için faydalı olan’ yasa olarak kabul edilmelidir.

    Bilgi Felsefesi

    Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun merak edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan felsefeye önceleri İlkçağ Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir. Metafiziğin başlıca problemlerinin (Varlık, Tanrı, Ruh) duyu organlarımızın sağladığı bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca; bu problemlerin akıl ve sezgiye başvurularak çözülebileceği görüşü ortaya çıkmıştır.
    O halde bu yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın gerisindekileri bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır. Bu ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur. Çünkü bu tür problemler bilgi felsefesini ilgilendirmektedir.
    Bilgi Felsefesi;
    1-Bilgi Kuramı(Epistemoloji) 2-Mantık alanlarından oluşur


    1-BİLGİ KURAMI (Epistemoloji):


    Bilgi Kuramının Konusu:
    Bilginin; kaynağı,yapısı,metodları,imkanı,sınırları ve değeri (doğruluğu) ile ilgili problemlerin eleştirici bir gözle araştırılmasıdır.

    Bilgi Kuramının Temel Kavramları:
    Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının yanında; “doğruluk(hakikat,verite)”, ”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir.

    Doğruluk(hakikat,verite):
    Algılar,kavramlar,bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.Yani bir ifadenin nesnesine uygunluğudur.Dünyadaki şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu değildir.Doğruluk, sadece düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir.

    Gerçeklik (realite):
    Zamanda ve mekanda var olanların tümüdür.Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak gerekir.Çünkü gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var olana (ister gerçek var olana ister düşünsel var olana) ilişkin bilginin özelliğidir.
    Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik
    Yer çekimi kanunu-Hakikat(doğruluk) tur.
    Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir.

    Temellendirme:
    Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma demektir.
    Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile felsefenin başvurduğu bir yoldur.
    Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır ve aydınlatmaya çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme) yoluyla yapar.


    Bilgi Kuramının Temel Soruları:
    1-Bilginin değeri ile ilgili sorular;
    Varlığın doğru bilgisi var mıdır?
    Varsa bu bilgiler gerçek midir?
    Elde edilen bilgiler kesin midir?
    Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir?
    Hakikat var mıdır?
    Zihnimiz hakikate erişebilir mi?

    2-Bilginin kaynağı ile ilgili sorular:
    İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir?
    Bilgilerimiz doğuştan mıdır?

    Bilgi kuramının problemleri arasında, genel-geçer doğru bilgi var mıdır? sorusunun önemli bir yeri vardır.
    Bu soru birbirinden farklı cevaplarverilmiştir. Bunlar:
    Akla dayanan bilgi doğru bilgidir (Rasyonalizm,İnneizm,Apriorizm)
    Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm)
    Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm)
    Olgulara dayanan bilgi doğrudur. (Pozitivizm)
    Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm)
    Sezgiye dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm)
    İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgi doğrudur.(Mistisizm)
    Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm)
    Saf fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji)


    2-MANTIK

    Mantık;insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir.Dar anlamda doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir.

    Bilgi Kuramı–Mantık ilişkisi;
    -Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.
    -Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir,
    Bilgi kuramı için ise, içeriklerin doğruluğu önemlidir.


    BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ

    Bilgi Kuramının temel problemi Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir.
    İlkçağ filozofları bilginin kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir:

    1-Doğru Bilginin İmkansızlığı :

    İlkçağ felsefesinin ilk dönemi bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O dönemin filozofları sadece duyularla evrenin açıklamasını yapmaya çalışmışlardır.Yani naif (yöntemsiz,sistemsiz) bir empirizm (deneycilik) ile evren hakkında kesin bilgilere varılabileceğini sanmışlardır.
    Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni ile ilgili sorulara cevap verilirken çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu tür görüşleri şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sofistler genel-geçer doğru bir bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir

    SOFİSTLER SEPTİKLER

    2- Doğru bilginin İmkanı

    Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri sürenlerdir. Burada bilginin değeri ve kaynağı konusu birleştirilmiştir. Bunlara Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa denir. Septisizmin tam zıddıdır
    RASYONALİZM EMPRİZM KRİTİSİZM ENTÜİSYONİZM
    POZİTİVİZM ANALİTİK FELSEFE PRAGMATİZM FENOMENOLOJİ



    SİYASET FELSEFESİ

    Siyasetin problemlerini siyasi sistemleri, siyasal hayvanlar olarak tanımlanan insanların belli bir siyasi sistem içindeki davranışlarını felsefeye özgü yöntemlerle ele alan felsefe dalı, daha çok normatif bir nitelik arzeden kavramsal araştırma türü; felsefenin, siyasi yaşamı konu alan, özellikle de devletin özü, kaynağı ve değerini araştıran dalı.
    Siyaset felsefesinin ele aldığı belli başlı konular şunlardır:

    1- İnsanın gelişme süreci içinde, yönetimin ya da devletin kaynağı, doğası, amacı ve önemi.

    2- Varolan, varolmuş olan devletlerin sınıflanması ve bu devletlerin oluşumunda etkili olan felsefe ya da görüşlerin incelenmesi.

    3- İdeal düzen arayışları.

    4- Ütopyaların yapısı ve bunların gerçekleşme şansları.

    5- Bireyle devlet, itaat etmeyle özgürlük arasındaki ilişki, baskı, sansür ve yönetimin gücü.

    6- Adalet, eşitlik, özgürlük, haklat ve mülkiyet gibi temel kavramların analizi.

    Eski Yunan’da doğmuş olan siyaset felsefesi, günümüzde siyasi otoritenin gücünü, doğasını ve kaynağını, siyasi otoriteyle birey arasındaki ilişkileri ele alır. Siyasi kurumların ve bu arada devletle birey arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirilebileceği konusunu inceleyen siyaset felsefesi günümüzde daha çok ‘demokrasi’ kavramı üzerinde durur. Başka bir deyişle, demokrasi problemini sivil toplum-devlet kavram çiftiyle, özgürlük ve eşitlik ideallerinin oluşturduğu temel üzerinde ele alan siyaset felsefesinin temel problemi, kamusal gücün, siyasal iktidarın, insan yaşamının niteliğini korumak ve geliştirmek için nasıl kullanılması ve ne ölçüde sınırlanması gerektiği problemidir.

    Siyaset felsefesinin uzun tarihi içinde, Platon, Aristoteles, Cicero, Aziz Augustinus, Aquinalı Thomas, Dante, Machiavelli, Spinoza, Locke, Burke, Rousseau, Mill, Bentham,Tocqueville, Saint-Simon, Comte, Hegel, Marx ve Engels gibi düşünürlerin önemli katkılarından söz edilebilir. Buna karşın, 20. yüzyılda siyaset felsefesi alanındaki katkılar, sırasıyla siyasi pragmatizm, dini ve varoluşçu yaklaşım ve nihayet devrimci yaklaşım diye, kabaca üç başlık ya da yaklaşım altında toplanabilir.

    1- Dewey, Russell ve Popper gibi düşünürler tarafından temsil edilen Siyasi pragmatizm, toplumun halihazırdaki yapısını ve kapitalizmi eleştirmekle birlikte, düşüncelerini söz konusu yapının oluşturduğu genel çerçeve içinde ifade eder ve siyaset alanındaki amacın, insan kişiliğinin geliştirilmesiyle yaşam düzeyinin en yüksek noktaya çıkartılması olduğunu savunur. Örneğin, siyaset felsefesinde aristokratik bir bireyciliğin savunuculuğunu yapan Russell, hoşgörü, cinsel özgürlük ve sağduyunun yanında olurken, materyalizme, bürokrasi ve savaşa şiddetle karşı çıkmıştır.

    2- Dini ve varoluşçu yaklaşım, insanlığın topyekün bir yıkıma doğru gittiğini savunurken, zaman zaman dini ya da yarı dini değerleri, zaman zaman da bireyin bizzat kendisini ön plana çıkartmıştır.

    3- Lenin, Gramsci, Marcuse, Lukacs gibi düşünürlerin temsil ettiği yaklaşım ise, bireyin nihai bir özgürlük ve mutluluk haline ulaşabilmesi için, kapitalizmin ve burjuva devletinin, şiddet veya demokratik yollarla yıkılmasını öngörür.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR


    A- KİŞİ VİCDANI KARŞISINDA EVRENSEL AHLAK YASASININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ


    1-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI REDDEDENLER


    a)HEDONİZM (haz ahlakı): Kurucusu Aristippos’tur.O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür.İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur.


    b)Fayda ahlakı: Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür.Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak yasası yoktur.


    c)Bencillik (egoizm):Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir.İnsanın yalnızca kendi “ben”ine uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncedir.

    Hobbes’a göre insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’ içgüdüsüdür.Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur.


    d)Anarşizm: Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir.Temsilcisi Max Stiner ‘dir.Evrensel ahlak yasasını reddeder.O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan ibaret olduğunu düşünür.


    e)F.Nietzche: O’na göre yapılması gereken;insanlığı ahlaktan kurtarmaktır.İnsan doğasına yaraşan, güçlü,korkusuz,acımasız olmaktır.Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir,onu pasifliğe yöneltir.
    Nietzche’ye göre;toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır. Birincisi Halk Sınıfı;sürü durumundadır.Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.İkincisi Seçkin Sınıf;Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan,bireyci,bencil,acımasız ahlaktır.Amaç,”üstün insan”a ulaşmaktır.Üstün insan; sıradan,korkak,zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara doğru giden güç”ahlakına ulaşmakla oluşur.O’na göre “güç” enyüce iyi;yenilgi,kaybetmek,zayıflık ise kötüdür.İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır.


    f) J.P.Sartre(Existansiyalizm-varoluşçuluk): İnsanın kendi varoluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur.Ancak bu özgürlük sınırsız değil,sorumlulukla belirlenmiştir.Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar,değerlerini kendisi yaratır,yolunu kendisi seçer.Bu nedenle seçiminde tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir.


    2-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDENLER


    a)Ahlak Yasasının Varlığını subjektif (öznel) Temelde Açıklayanlar
    Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır.Ancak bu yasa varlığını insandan,insanın özel dünyasından alır.İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar. Dürüst ol,insanları sev,.... gibi.

    Utilitarizm (Faydacılık) J.S.Mill J.Bentham: Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır,hazza yönelir,mutluluğa erişmek ister.Ancak kişinin mutluluğu,çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir.Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi yapmakla bulabilir.O halde; ‘tek insan için değil,herkes için faydalı olan’ yasa olarak kabul edilmelidir.

    Bilgi Felsefesi

    Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun merak edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan felsefeye önceleri İlkçağ Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir. Metafiziğin başlıca problemlerinin (Varlık, Tanrı, Ruh) duyu organlarımızın sağladığı bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca; bu problemlerin akıl ve sezgiye başvurularak çözülebileceği görüşü ortaya çıkmıştır.
    O halde bu yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın gerisindekileri bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır. Bu ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur. Çünkü bu tür problemler bilgi felsefesini ilgilendirmektedir.
    Bilgi Felsefesi;
    1-Bilgi Kuramı(Epistemoloji) 2-Mantık alanlarından oluşur


    1-BİLGİ KURAMI (Epistemoloji):


    Bilgi Kuramının Konusu:
    Bilginin; kaynağı,yapısı,metodları,imkanı,sınırları ve değeri (doğruluğu) ile ilgili problemlerin eleştirici bir gözle araştırılmasıdır.

    Bilgi Kuramının Temel Kavramları:
    Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının yanında; “doğruluk(hakikat,verite)”, ”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir.

    Doğruluk(hakikat,verite):
    Algılar,kavramlar,bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.Yani bir ifadenin nesnesine uygunluğudur.Dünyadaki şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu değildir.Doğruluk, sadece düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir.

    Gerçeklik (realite):
    Zamanda ve mekanda var olanların tümüdür.Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak gerekir.Çünkü gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var olana (ister gerçek var olana ister düşünsel var olana) ilişkin bilginin özelliğidir.
    Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik
    Yer çekimi kanunu-Hakikat(doğruluk) tur.
    Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir.

    Temellendirme:
    Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma demektir.
    Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile felsefenin başvurduğu bir yoldur.
    Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır ve aydınlatmaya çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme) yoluyla yapar.


    Bilgi Kuramının Temel Soruları:
    1-Bilginin değeri ile ilgili sorular;
    Varlığın doğru bilgisi var mıdır?
    Varsa bu bilgiler gerçek midir?
    Elde edilen bilgiler kesin midir?
    Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir?
    Hakikat var mıdır?
    Zihnimiz hakikate erişebilir mi?

    2-Bilginin kaynağı ile ilgili sorular:
    İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir?
    Bilgilerimiz doğuştan mıdır?

    Bilgi kuramının problemleri arasında, genel-geçer doğru bilgi var mıdır? sorusunun önemli bir yeri vardır.
    Bu soru birbirinden farklı cevaplarverilmiştir. Bunlar:
    Akla dayanan bilgi doğru bilgidir (Rasyonalizm,İnneizm,Apriorizm)
    Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm)
    Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm)
    Olgulara dayanan bilgi doğrudur. (Pozitivizm)
    Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm)
    Sezgiye dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm)
    İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgi doğrudur.(Mistisizm)
    Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm)
    Saf fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji)


    2-MANTIK

    Mantık;insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir.Dar anlamda doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir.

    Bilgi Kuramı–Mantık ilişkisi;
    -Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.
    -Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir,
    Bilgi kuramı için ise, içeriklerin doğruluğu önemlidir.


    BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ

    Bilgi Kuramının temel problemi Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir.
    İlkçağ filozofları bilginin kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir:

    1-Doğru Bilginin İmkansızlığı :

    İlkçağ felsefesinin ilk dönemi bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O dönemin filozofları sadece duyularla evrenin açıklamasını yapmaya çalışmışlardır.Yani naif (yöntemsiz,sistemsiz) bir empirizm (deneycilik) ile evren hakkında kesin bilgilere varılabileceğini sanmışlardır.
    Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni ile ilgili sorulara cevap verilirken çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu tür görüşleri şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sofistler genel-geçer doğru bir bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir

    SOFİSTLER SEPTİKLER

    2- Doğru bilginin İmkanı

    Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri sürenlerdir. Burada bilginin değeri ve kaynağı konusu birleştirilmiştir. Bunlara Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa denir. Septisizmin tam zıddıdır
    RASYONALİZM EMPRİZM KRİTİSİZM ENTÜİSYONİZM
    POZİTİVİZM ANALİTİK FELSEFE PRAGMATİZM FENOMENOLOJİ



    SİYASET FELSEFESİ

    Siyasetin problemlerini siyasi sistemleri, siyasal hayvanlar olarak tanımlanan insanların belli bir siyasi sistem içindeki davranışlarını felsefeye özgü yöntemlerle ele alan felsefe dalı, daha çok normatif bir nitelik arzeden kavramsal araştırma türü; felsefenin, siyasi yaşamı konu alan, özellikle de devletin özü, kaynağı ve değerini araştıran dalı.
    Siyaset felsefesinin ele aldığı belli başlı konular şunlardır:

    1- İnsanın gelişme süreci içinde, yönetimin ya da devletin kaynağı, doğası, amacı ve önemi.

    2- Varolan, varolmuş olan devletlerin sınıflanması ve bu devletlerin oluşumunda etkili olan felsefe ya da görüşlerin incelenmesi.

    3- İdeal düzen arayışları.

    4- Ütopyaların yapısı ve bunların gerçekleşme şansları.

    5- Bireyle devlet, itaat etmeyle özgürlük arasındaki ilişki, baskı, sansür ve yönetimin gücü.

    6- Adalet, eşitlik, özgürlük, haklat ve mülkiyet gibi temel kavramların analizi.

    Eski Yunan’da doğmuş olan siyaset felsefesi, günümüzde siyasi otoritenin gücünü, doğasını ve kaynağını, siyasi otoriteyle birey arasındaki ilişkileri ele alır. Siyasi kurumların ve bu arada devletle birey arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirilebileceği konusunu inceleyen siyaset felsefesi günümüzde daha çok ‘demokrasi’ kavramı üzerinde durur. Başka bir deyişle, demokrasi problemini sivil toplum-devlet kavram çiftiyle, özgürlük ve eşitlik ideallerinin oluşturduğu temel üzerinde ele alan siyaset felsefesinin temel problemi, kamusal gücün, siyasal iktidarın, insan yaşamının niteliğini korumak ve geliştirmek için nasıl kullanılması ve ne ölçüde sınırlanması gerektiği problemidir.

    Siyaset felsefesinin uzun tarihi içinde, Platon, Aristoteles, Cicero, Aziz Augustinus, Aquinalı Thomas, Dante, Machiavelli, Spinoza, Locke, Burke, Rousseau, Mill, Bentham,Tocqueville, Saint-Simon, Comte, Hegel, Marx ve Engels gibi düşünürlerin önemli katkılarından söz edilebilir. Buna karşın, 20. yüzyılda siyaset felsefesi alanındaki katkılar, sırasıyla siyasi pragmatizm, dini ve varoluşçu yaklaşım ve nihayet devrimci yaklaşım diye, kabaca üç başlık ya da yaklaşım altında toplanabilir.

    1- Dewey, Russell ve Popper gibi düşünürler tarafından temsil edilen Siyasi pragmatizm, toplumun halihazırdaki yapısını ve kapitalizmi eleştirmekle birlikte, düşüncelerini söz konusu yapının oluşturduğu genel çerçeve içinde ifade eder ve siyaset alanındaki amacın, insan kişiliğinin geliştirilmesiyle yaşam düzeyinin en yüksek noktaya çıkartılması olduğunu savunur. Örneğin, siyaset felsefesinde aristokratik bir bireyciliğin savunuculuğunu yapan Russell, hoşgörü, cinsel özgürlük ve sağduyunun yanında olurken, materyalizme, bürokrasi ve savaşa şiddetle karşı çıkmıştır.

    2- Dini ve varoluşçu yaklaşım, insanlığın topyekün bir yıkıma doğru gittiğini savunurken, zaman zaman dini ya da yarı dini değerleri, zaman zaman da bireyin bizzat kendisini ön plana çıkartmıştır.

    3- Lenin, Gramsci, Marcuse, Lukacs gibi düşünürlerin temsil ettiği yaklaşım ise, bireyin nihai bir özgürlük ve mutluluk haline ulaşabilmesi için, kapitalizmin ve burjuva devletinin, şiddet veya demokratik yollarla yıkılmasını öngörür.

    Alıntıları Göster
    DEVLET FELSEFESİ

    Siyaset felsefesinin bir dalını meydana getiren ve toplumsal yaşamla devletin doğuşunu, doğasını ve anlamını araştıran, insanlarla insanların içinde yer aldıkları siyasi örgütlenmeler arasındaki ilişkileri inceleyen felsefe dalı.

    Devlet felsefesi tarihinde, devlet şu şekillerde anlaşılmıştır:

    1- Doğal bir kurum veya organizma olarak. Bu yaklaşımın klasik temsilcisi Platon’dur. O, devleti büyük ölçekli bir insan ya da organizma, bireyin bir devamı olarak görür ve bu durumun bir sonucu olarak da, sırasıyla akıl, can ve iştihadan oluşan üç parçalı ruh anlayışını aynen devlete yansıtır. Buna göre, o devletin temelini insan doğasında bulmaktadır.

    2- Devletin, yönetimde bulunanlardan ayrı olan, fakat yöneticilerin karar ve ehliyetleriyle gelişmesine katkıda bulundukları bir kurumlar ve hizmetler sistemi olduğunu dile getiren Aristotelesçi devlet anlayışı.
    Bu çerçeve içinde, Aristoteles’te, devletin asıl amacı, yurttaşların maddi bakımdan refaha ulaşmaları, ama daha çok ahlâki bakımdan gelişmeleri ve olgunlaşmalarıdır. Devlet, bu amaç için vardır. Yani, ona göre, devlet yönetimleri kendi başlarına iyi ya da kötü değildir, ancak söz konusu amacı gerçekleştirebilmesine göre, iyi ya da kötü devlet vardır.

    3- Yapma bir varlık ve araç olarak devlet. Klasik temsilciğini Rousseau, Hobbes ve Locke’un yaptığı bu anlayışa göre, insan mutlak bir özgürlük durumu içinde varolamaz.
    Mutlak bir özgürlük durumunda, insanı dışarıdan belirleyen ve sınırlayan hiçbir güç olamayacağından, her insan neyin iyi olduğuna kendisi karar verir ve kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalışır. Bu ise, tam bir çıkar çatışmasına, hatta insanlar arasında bir savaşa yol açar. Fakat böyle bir durum, tüm insanlara zarar vereceğinden, insanlar bir araya gelerek, aralarında bir sözleşme yaparlar. İnsanlar toplum sözleşmesi adı verilen bir uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak, ortak iradelerini temsil edecek bir gücü, kendileri için hakem ve yönetici olarak tayin ederler.
    Buradan da anlaşılacağı gibi, söz konusu anlayışta devletin doğal bir temeli yoktur. Bu yaklaşımda devlet, insanları birbirlerine karşı koruyacak ve kendilerini geliştirmelerine imkan verecek bir araç olarak ortaya çıkar.

    4- Devleti, kendi irade, ehliyet, yeteneği, ve amaçları olup, bir üniversiteye benzetilebilecek cisimleşmiş bir kişi, dünyadaki ilahi düşünce, milli bir ruh olarak gören Hegelci devlet anlayışı. Devletin içeriğini milli ruhun meydana getirdiğini öne süren Hegel ‘e göre, milli ruh, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi gibi türlü özel alanlara ayrılır.

    5- Devletin, devleti kontrol edenlerin, gücü elinde bulunduranların çıkar ve tercihlerinden hareketle politikalar üreten bir tür yönetim makinesi olduğunu, toplumdaki egemen sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini dile getiren Marksist devlet görüşü. Söz konusu anlayışa göre, devlet sınıflara bölünmüş olan topluma sıkı sıkıya bağlıdır. Bu çerçeve içinde devlet, sosyal mücadeleyi, sınıf savaşını yavaşlatan, ona engel olan, ekonomik bakımdan üstün durumda olan, üretim araçlarına sahip bulunan sınıfın baskı aracıdır.
    Varlık Felsefesi

    Varlık Felsefesinin konusu varlıktır. Varlık; var olan her şeydir. Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.

    Gerçekte var olanlar: Gerçek varlık, gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alan; belli bir zaman ve mekanda var olandır. Gerçekte var olanlar duyu organları ile algılanır. Örneğin:masa,sıra,kitap v.b.

    İdea’da (zihinde,düşünsel) var olanlar: İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır.Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak elde ederler,bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar.


    Bilim ve Felsefe açısından VARLIK
    Bilim ve Felsefe’nin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır:

    *Bilime göre varlık tartışmasız vardır. Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar.

    Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır. Nedenlerin nedenlerini de araştırır.

    **Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak , kendilerine özgü yöntemlerle inceler.

    Felsefe,varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde incelemeye çalışır.Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal açıklamalar yapar.

    Metafizik -Ontoloji
    Metafizik; ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan sorunlarla ilgilenir.
    Ontoloji;Varlıkla ilgili sorunların tartışıldığı metafizik alanıdır.

    Ontolojinin soruları şunlardır:
    1-Varlık var mıdır?
    2-Varlığın ana maddesi nedir?
    3-Evren nasıl oluşmuştur?
    4-Evrenin bir amacı var mıdır?
    5-Varlıkta özgürlük var mıdır?
    6-Ruh nedir?
    7-Ruh ölümsüz müdür?
    8-Ölüm nedir?

    Tabiat(doğa) filozofları varlığın ana maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ilgilenmişlerdir. Örneğin Thales; varlık arkesinin su olduğunu söyleyerek ontolojiyle ilgilenen ilk filozof olmuştur.

    Aristoteles varlığın ilk nedenlerini araştırarak metafiziğin ilkelerini belirlemiştir. Aristoteles, evreni bir bütün olarak kavramaya çalışmış ve bu çabasından da felsefenin bir disiplini olan Metafizik-Ontoloji doğmuştur.

    Ancak Ontolojiyi bir felsefe disiplinine dönüştüren Cristian Wolf’tur.Wolf ontolojiyi;- tanrının,ruhun ve dünyanın varlığını kanıtlamak isteyen bir alan olarak- belirler.

    Wolf’un ontoloji anlayışı deneysel bilimlere dayanan Ampirizm ve Materyalizm tarafından eleştirilmiştir.

    Kant’ a göre metafizik; bilginin temellerini araştırmalı ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptamalıdır.

    Fichte.Schelling,Hegel gibi düşünürler Kant’ın gözden düşürdüğü metafiziği tinsel(ruhsal) varlık anlayışı ile yeniden günceleştirmiştir.

    Günümüzde metafizik fenomenoloji, yeni ontoloji ve varoluşçuluk (existansiyalizm) felsefeleri ile varlığını sürdürmektedir.

    Fenomenoloji;Edmund Husserl ile varlıkların arka planlarında bulunan ve kendi kendilerine varolan özleri dile getirerek;

    Yeni ontoloji;Nicolai Hartmann ile varlık kategorileri oluşturup ontolojiyi deneysel temellerle,bilimsel sonuçlarla bağdaştırmaya çalışarak

    Existansiyalizm; Heidegger ve Sartre ile varlığın temeline doğa bilimlerini koyanlara karşı çıkarak varlığı Benin yaptığını söyleyerek ontolojiyle ilgilenmiştir.

    Ontolojik problemler:

    1-Varlığın var olup olmadığı problemi:
    Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir.Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır.

    a-Nihilizm(hiçcilik) :

    Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar. Nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder.
    Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur. Nihilizm’in temsilcileri:
    Gorgias;Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır. Gorgias,”varlık var mıdır?” sorusuna “yoktur” cevabını verir. Gorgias’a göre;”varlık yoktur. Olsa bile bilinemez.Bilinse bile bildirilemez.”

    Nietzsche; Toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisidir.
    ;
    Taoizm: İl çağda çinde görülen taoizmdir. Lao-Tse ‘nin kurduğu taoculuk gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir”(tao) olduğunu ve bunun adının,biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur. Aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur.

    b-Realizm (gerçekçilik):

    Varlık vardır anlayışı realizmdir. Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur. Realizme göre dış dünya bizden bağımsız olarak vardır. Var olan nesnel olandır, duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır.

    2-Varlığın ne olduğu problemi:
    Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir;.

    a) Varlığı oluş olarak kabul edenler:
    İlk çağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim, akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Herakleitos’dur. O’na göre evrenin ana maddesi “ateş”tir.’ Ateşten oluşan her şey dönüp dolaşıp ateşe dönecektir. Ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende her şey sürekli bir değişim OLUŞ içindedir ve durağan değildir. Doğa gibi insanın kendisi de sürekli bir değişim içindedir.’

    Herakleitos’a göre evrenin bu oluşuna karşıt güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan uzlaşma(sentez) neden olur.Eğer bu çatışma olmasaydı evrende nesneler de olmazdı.Örneğin;yaşam,dişi ile erkekten gelir;otun yok olması,koyunun yaşamasını sağlar.Oluş (canlı-cansız,iyi-kötü gibi) karşıtların çatışmasının bir sonucudur.”değişmeyen tek şey değişme dir”Her değişme belli bir düzene , yasaya göre olur. Bu yasa logos(akıl)dır.

    Çağımızda varlığı oluş olarak gören filozof Whitehead (viyted) dir. O’na göre her varlık var olabilmek için başka bir varlığa muhtaçtır. Böylece evren bir canlı “oluş” olarak varlığını sürdürür




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    DEVLET FELSEFESİ

    Siyaset felsefesinin bir dalını meydana getiren ve toplumsal yaşamla devletin doğuşunu, doğasını ve anlamını araştıran, insanlarla insanların içinde yer aldıkları siyasi örgütlenmeler arasındaki ilişkileri inceleyen felsefe dalı.

    Devlet felsefesi tarihinde, devlet şu şekillerde anlaşılmıştır:

    1- Doğal bir kurum veya organizma olarak. Bu yaklaşımın klasik temsilcisi Platon’dur. O, devleti büyük ölçekli bir insan ya da organizma, bireyin bir devamı olarak görür ve bu durumun bir sonucu olarak da, sırasıyla akıl, can ve iştihadan oluşan üç parçalı ruh anlayışını aynen devlete yansıtır. Buna göre, o devletin temelini insan doğasında bulmaktadır.

    2- Devletin, yönetimde bulunanlardan ayrı olan, fakat yöneticilerin karar ve ehliyetleriyle gelişmesine katkıda bulundukları bir kurumlar ve hizmetler sistemi olduğunu dile getiren Aristotelesçi devlet anlayışı.
    Bu çerçeve içinde, Aristoteles’te, devletin asıl amacı, yurttaşların maddi bakımdan refaha ulaşmaları, ama daha çok ahlâki bakımdan gelişmeleri ve olgunlaşmalarıdır. Devlet, bu amaç için vardır. Yani, ona göre, devlet yönetimleri kendi başlarına iyi ya da kötü değildir, ancak söz konusu amacı gerçekleştirebilmesine göre, iyi ya da kötü devlet vardır.

    3- Yapma bir varlık ve araç olarak devlet. Klasik temsilciğini Rousseau, Hobbes ve Locke’un yaptığı bu anlayışa göre, insan mutlak bir özgürlük durumu içinde varolamaz.
    Mutlak bir özgürlük durumunda, insanı dışarıdan belirleyen ve sınırlayan hiçbir güç olamayacağından, her insan neyin iyi olduğuna kendisi karar verir ve kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalışır. Bu ise, tam bir çıkar çatışmasına, hatta insanlar arasında bir savaşa yol açar. Fakat böyle bir durum, tüm insanlara zarar vereceğinden, insanlar bir araya gelerek, aralarında bir sözleşme yaparlar. İnsanlar toplum sözleşmesi adı verilen bir uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak, ortak iradelerini temsil edecek bir gücü, kendileri için hakem ve yönetici olarak tayin ederler.
    Buradan da anlaşılacağı gibi, söz konusu anlayışta devletin doğal bir temeli yoktur. Bu yaklaşımda devlet, insanları birbirlerine karşı koruyacak ve kendilerini geliştirmelerine imkan verecek bir araç olarak ortaya çıkar.

    4- Devleti, kendi irade, ehliyet, yeteneği, ve amaçları olup, bir üniversiteye benzetilebilecek cisimleşmiş bir kişi, dünyadaki ilahi düşünce, milli bir ruh olarak gören Hegelci devlet anlayışı. Devletin içeriğini milli ruhun meydana getirdiğini öne süren Hegel ‘e göre, milli ruh, din, hukuk, bilim, sanat, sanayi gibi türlü özel alanlara ayrılır.

    5- Devletin, devleti kontrol edenlerin, gücü elinde bulunduranların çıkar ve tercihlerinden hareketle politikalar üreten bir tür yönetim makinesi olduğunu, toplumdaki egemen sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini dile getiren Marksist devlet görüşü. Söz konusu anlayışa göre, devlet sınıflara bölünmüş olan topluma sıkı sıkıya bağlıdır. Bu çerçeve içinde devlet, sosyal mücadeleyi, sınıf savaşını yavaşlatan, ona engel olan, ekonomik bakımdan üstün durumda olan, üretim araçlarına sahip bulunan sınıfın baskı aracıdır.
    Varlık Felsefesi

    Varlık Felsefesinin konusu varlıktır. Varlık; var olan her şeydir. Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.

    Gerçekte var olanlar: Gerçek varlık, gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alan; belli bir zaman ve mekanda var olandır. Gerçekte var olanlar duyu organları ile algılanır. Örneğin:masa,sıra,kitap v.b.

    İdea’da (zihinde,düşünsel) var olanlar: İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır.Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak elde ederler,bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar.


    Bilim ve Felsefe açısından VARLIK
    Bilim ve Felsefe’nin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır:

    *Bilime göre varlık tartışmasız vardır. Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar.

    Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır. Nedenlerin nedenlerini de araştırır.

    **Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak , kendilerine özgü yöntemlerle inceler.

    Felsefe,varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde incelemeye çalışır.Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal açıklamalar yapar.

    Metafizik -Ontoloji
    Metafizik; ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan sorunlarla ilgilenir.
    Ontoloji;Varlıkla ilgili sorunların tartışıldığı metafizik alanıdır.

    Ontolojinin soruları şunlardır:
    1-Varlık var mıdır?
    2-Varlığın ana maddesi nedir?
    3-Evren nasıl oluşmuştur?
    4-Evrenin bir amacı var mıdır?
    5-Varlıkta özgürlük var mıdır?
    6-Ruh nedir?
    7-Ruh ölümsüz müdür?
    8-Ölüm nedir?

    Tabiat(doğa) filozofları varlığın ana maddesi (arkhe) nedir? Sorusuyla ilgilenmişlerdir. Örneğin Thales; varlık arkesinin su olduğunu söyleyerek ontolojiyle ilgilenen ilk filozof olmuştur.

    Aristoteles varlığın ilk nedenlerini araştırarak metafiziğin ilkelerini belirlemiştir. Aristoteles, evreni bir bütün olarak kavramaya çalışmış ve bu çabasından da felsefenin bir disiplini olan Metafizik-Ontoloji doğmuştur.

    Ancak Ontolojiyi bir felsefe disiplinine dönüştüren Cristian Wolf’tur.Wolf ontolojiyi;- tanrının,ruhun ve dünyanın varlığını kanıtlamak isteyen bir alan olarak- belirler.

    Wolf’un ontoloji anlayışı deneysel bilimlere dayanan Ampirizm ve Materyalizm tarafından eleştirilmiştir.

    Kant’ a göre metafizik; bilginin temellerini araştırmalı ve bilginin deneyden gelmeyen öğelerini saptamalıdır.

    Fichte.Schelling,Hegel gibi düşünürler Kant’ın gözden düşürdüğü metafiziği tinsel(ruhsal) varlık anlayışı ile yeniden günceleştirmiştir.

    Günümüzde metafizik fenomenoloji, yeni ontoloji ve varoluşçuluk (existansiyalizm) felsefeleri ile varlığını sürdürmektedir.

    Fenomenoloji;Edmund Husserl ile varlıkların arka planlarında bulunan ve kendi kendilerine varolan özleri dile getirerek;

    Yeni ontoloji;Nicolai Hartmann ile varlık kategorileri oluşturup ontolojiyi deneysel temellerle,bilimsel sonuçlarla bağdaştırmaya çalışarak

    Existansiyalizm; Heidegger ve Sartre ile varlığın temeline doğa bilimlerini koyanlara karşı çıkarak varlığı Benin yaptığını söyleyerek ontolojiyle ilgilenmiştir.

    Ontolojik problemler:

    1-Varlığın var olup olmadığı problemi:
    Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir.Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır.

    a-Nihilizm(hiçcilik) :

    Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar. Nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder.
    Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur. Nihilizm’in temsilcileri:
    Gorgias;Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır. Gorgias,”varlık var mıdır?” sorusuna “yoktur” cevabını verir. Gorgias’a göre;”varlık yoktur. Olsa bile bilinemez.Bilinse bile bildirilemez.”

    Nietzsche; Toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisidir.
    ;
    Taoizm: İl çağda çinde görülen taoizmdir. Lao-Tse ‘nin kurduğu taoculuk gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir”(tao) olduğunu ve bunun adının,biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur. Aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur.

    b-Realizm (gerçekçilik):

    Varlık vardır anlayışı realizmdir. Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur. Realizme göre dış dünya bizden bağımsız olarak vardır. Var olan nesnel olandır, duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır.

    2-Varlığın ne olduğu problemi:
    Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir;.

    a) Varlığı oluş olarak kabul edenler:
    İlk çağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim, akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Herakleitos’dur. O’na göre evrenin ana maddesi “ateş”tir.’ Ateşten oluşan her şey dönüp dolaşıp ateşe dönecektir. Ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende her şey sürekli bir değişim OLUŞ içindedir ve durağan değildir. Doğa gibi insanın kendisi de sürekli bir değişim içindedir.’

    Herakleitos’a göre evrenin bu oluşuna karşıt güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan uzlaşma(sentez) neden olur.Eğer bu çatışma olmasaydı evrende nesneler de olmazdı.Örneğin;yaşam,dişi ile erkekten gelir;otun yok olması,koyunun yaşamasını sağlar.Oluş (canlı-cansız,iyi-kötü gibi) karşıtların çatışmasının bir sonucudur.”değişmeyen tek şey değişme dir”Her değişme belli bir düzene , yasaya göre olur. Bu yasa logos(akıl)dır.

    Çağımızda varlığı oluş olarak gören filozof Whitehead (viyted) dir. O’na göre her varlık var olabilmek için başka bir varlığa muhtaçtır. Böylece evren bir canlı “oluş” olarak varlığını sürdürür

    Alıntıları Göster
    Bilim Felsefesi

    Bilimlerde görülen büyük gelişmeler dikkatleri bilime yöneltmiştir.Bilim felsefesi bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin inceleme alanına,bilimin yanında bilimin özel yöntemleri,düşünce biçimleri bilimlerin hangi ana gruplara girebileceği gibi problemler girer.


    Bilimin Tarih içindeki gelişimi

    İlk çağda bilim felsefe ile iç içe iken, matematiğin felsefeden ayrılmasıyla bilimlerin felsefeden ayrılışı başlamıştır. Avrupa ortaçağda bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve10. Y:Y arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme olmamıştır.Bu dönemde islam ülkelerinde felsefe yanında bilim ve teknikte gelişmiştir. Ortaçağda duraklayan, bilimlerin felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrasında hızlanmıştır. Bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirerek;bilim felsefesinin ortaya çıkmasını hızlandırdı.

    Bilimin Felsefenin Konusu Oluşu

    19. ve 20. Y:Y.da bilimin olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde arttırmıştır.Bu ilgi düşünen kişileri;neyin bilim olduğu neyin olmadığını; ayırmaya , birtakım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu da bilimin felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Sorun, felsefeyi bilimleştirmekten çok bilime aykırı düşmeyen ve bilimlerle verimli etkileşim içinde bulunan bir felsefe türünü oluşturmaktır.

    BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR

    1-Ürün Olarak Bilim:

    Temsilcileri Reichenbach ve Carnap'tır..
    Bu yaklaşım; bilimi anlamak için,bilim diye ortaya konmuş eserleri(ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişmeleri içinde anlamaya çalışır.Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür.Böyle bir çözümleme bilimlerin dillerini incelemek ve yöntemlerini belirtmektir..

    Bilimle ilgili eserler, günlük dille yazılmış metinlerle oluştuklarından, çözümleme işlemini kolaylaştıracak bir tekniğe ihtiyaç vardır. Bu da söz konusu metinleri sembolik mantık diline çevirmekle sağlanır. Yani "Doğru" ve "Yanlış" değerleri ile çözümlenir. Böylece incelenen metnin genel-geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılabilir..

    Bu yapılırken metindeki önermelerin doğrulanabilirliği veya yanlışlanabilir olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü doğrulanabilir önerme,”anlamlı” önermedir. Anlamlı önermeler ise bilgi veren,bilimsel önermelerdir. Carnap’a göre doğrulanamayan önermeler metafizik önermelerdir..

    Carnap’a göre;iki türlü doğrulama yapılabilir;.

    1-Doğrudan doğrulama:Herhangi bir nesnenin belirtilen yerde bulunuşunun gözlenmesi söz konusudur. Örn:”Şu anda bu yazıyı okuyorum” önermesi doğrudan doğrulanabilen bir önermedir..

    2-Dolaylı Doğrulama: Doğrulanabilir önermeler, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirilerek doğrulanmaları sağlanır.Örn:”Anahtar demirden yapılmıştır” önermesini doğrulayalım; Fizik kanununa göre “demirden yapılmış; nesne mıknatısla çekilir”. “mıknatıs çubuk şeklindedir”(doğrulanmış bir önermedir) Anahtar çubuk nesneye yakın konmuş (doğrudan doğrulanmıştır) Sonuç olarak anahtar şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir. Bu durumda anahtarın demirden yapıldığı dolaylı olarak doğrulanmıştır.

    2-Etkinlik Olarak Bilim:

    Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir Bu yaklaşıma göre bir kültür ortamında oluştuğundan bilimi, anlamak için bilim adamları topluluğunun yaşayış biçimlerine,inançlarına,kültürlerine bakmak gerekir. T.Kuhn bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak “Paradigma” kavramını kullanır.

    Paradigma: Belli bir bilimsel yaklaşımın,doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar,değerler,kavramsal ve deneysel araçlardır. Bilim adamları topluluğunca paylaşılan ortak paradigmada bilime ait temel sorular ve onlara verilebilecek cevapların genel çerçevesi çizilmiştir.
    Paradigma aynı zamanda bilim adamları için dünyaya bakılan bir standartlar ve ölçüler yumağı olduğu gibi,gerçekliğin belirli kurallara göre algılanmasını kavranmasını ve genelleştirilmesini sağlayan bir şablondur.

    Paradigmalar arası tartışmalar sonucunda iki paradigmadan birinin galip çıkması,paradigmanın değiştirilmesini ve algı dönüşümünün gerçekleşmesini sağlar.

    Klasik Görüş Açısından Bilim

    Klasik görüşe göre;
    1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.
    2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır.
    3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler.
    4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.

    Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir

    Klasik Görüşe Göre Bilimi Niteleyen Özellikler
    1-Bilim olgusaldır
    2-Bilim mantıksaldır
    3-Bilim genelleyicidir
    4-Bilim nesnel(objektiftir)
    5- Eleştiricidir.

    Bilimsel Yöntemin Özellikleri

    Bilimsel yöntem olguları betimleme –açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur.

    Betimleme ilk aşamayı oluşturur. Betimleme gözlem ve deneyden oluşur. Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir. O zaman varsayımlara başvurulur. Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da kanunları oluşturur.

    Bilimsel AÇIKLAMA-ÖNDEYİnin Özellikleri

    Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir. Örn:Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden bilmek gibi.Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır.Her açıklamada önceden bir öndeyinin olmasına karşılık;öndeyi niteliğindeki her çıkarımın bir açıklama sağlayacağı iddia edilemez.

    Varsayım-Kuram İlişkisi:
    1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir.
    2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile getirilir.
    3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlıve köklü açıklamalar getirir.
    Bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütününe BİLİMSEL KURAM denir.

    Klasik Görüşe Yapılan eleştiriler

    1-Bilime gereğinden çok değer verilmiştir
    2-Klasik görüşün; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değildir.Çünkü evren sonsuz ve sınırsızdır ve bilmeye konu olacak olanların tümünü bilim açıklayamaz.
    3-Tüm bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi mümkün değildir.
    4-Klasik görüşün sandığı gibi bilim; birikimsel bir süreç izlemez.Çünkü bilim eğer birikimsel bir süreç izlemiş olsaydı bilimdeki ani değişiklikler olmaz gelişmeler birbirini tamamlardı..
    5-Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı görmezlikten gelinmemelidir.

    BİLİMİN DEĞERİ

    Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da olmuştur..

    Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir..

    Bilim insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir..

    İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır..

    Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Bilim Felsefesi

    Bilimlerde görülen büyük gelişmeler dikkatleri bilime yöneltmiştir.Bilim felsefesi bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin inceleme alanına,bilimin yanında bilimin özel yöntemleri,düşünce biçimleri bilimlerin hangi ana gruplara girebileceği gibi problemler girer.


    Bilimin Tarih içindeki gelişimi

    İlk çağda bilim felsefe ile iç içe iken, matematiğin felsefeden ayrılmasıyla bilimlerin felsefeden ayrılışı başlamıştır. Avrupa ortaçağda bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve10. Y:Y arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme olmamıştır.Bu dönemde islam ülkelerinde felsefe yanında bilim ve teknikte gelişmiştir. Ortaçağda duraklayan, bilimlerin felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrasında hızlanmıştır. Bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirerek;bilim felsefesinin ortaya çıkmasını hızlandırdı.

    Bilimin Felsefenin Konusu Oluşu

    19. ve 20. Y:Y.da bilimin olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde arttırmıştır.Bu ilgi düşünen kişileri;neyin bilim olduğu neyin olmadığını; ayırmaya , birtakım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu da bilimin felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Sorun, felsefeyi bilimleştirmekten çok bilime aykırı düşmeyen ve bilimlerle verimli etkileşim içinde bulunan bir felsefe türünü oluşturmaktır.

    BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR

    1-Ürün Olarak Bilim:

    Temsilcileri Reichenbach ve Carnap'tır..
    Bu yaklaşım; bilimi anlamak için,bilim diye ortaya konmuş eserleri(ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişmeleri içinde anlamaya çalışır.Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür.Böyle bir çözümleme bilimlerin dillerini incelemek ve yöntemlerini belirtmektir..

    Bilimle ilgili eserler, günlük dille yazılmış metinlerle oluştuklarından, çözümleme işlemini kolaylaştıracak bir tekniğe ihtiyaç vardır. Bu da söz konusu metinleri sembolik mantık diline çevirmekle sağlanır. Yani "Doğru" ve "Yanlış" değerleri ile çözümlenir. Böylece incelenen metnin genel-geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılabilir..

    Bu yapılırken metindeki önermelerin doğrulanabilirliği veya yanlışlanabilir olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü doğrulanabilir önerme,”anlamlı” önermedir. Anlamlı önermeler ise bilgi veren,bilimsel önermelerdir. Carnap’a göre doğrulanamayan önermeler metafizik önermelerdir..

    Carnap’a göre;iki türlü doğrulama yapılabilir;.

    1-Doğrudan doğrulama:Herhangi bir nesnenin belirtilen yerde bulunuşunun gözlenmesi söz konusudur. Örn:”Şu anda bu yazıyı okuyorum” önermesi doğrudan doğrulanabilen bir önermedir..

    2-Dolaylı Doğrulama: Doğrulanabilir önermeler, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirilerek doğrulanmaları sağlanır.Örn:”Anahtar demirden yapılmıştır” önermesini doğrulayalım; Fizik kanununa göre “demirden yapılmış; nesne mıknatısla çekilir”. “mıknatıs çubuk şeklindedir”(doğrulanmış bir önermedir) Anahtar çubuk nesneye yakın konmuş (doğrudan doğrulanmıştır) Sonuç olarak anahtar şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir. Bu durumda anahtarın demirden yapıldığı dolaylı olarak doğrulanmıştır.

    2-Etkinlik Olarak Bilim:

    Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir Bu yaklaşıma göre bir kültür ortamında oluştuğundan bilimi, anlamak için bilim adamları topluluğunun yaşayış biçimlerine,inançlarına,kültürlerine bakmak gerekir. T.Kuhn bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak “Paradigma” kavramını kullanır.

    Paradigma: Belli bir bilimsel yaklaşımın,doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar,değerler,kavramsal ve deneysel araçlardır. Bilim adamları topluluğunca paylaşılan ortak paradigmada bilime ait temel sorular ve onlara verilebilecek cevapların genel çerçevesi çizilmiştir.
    Paradigma aynı zamanda bilim adamları için dünyaya bakılan bir standartlar ve ölçüler yumağı olduğu gibi,gerçekliğin belirli kurallara göre algılanmasını kavranmasını ve genelleştirilmesini sağlayan bir şablondur.

    Paradigmalar arası tartışmalar sonucunda iki paradigmadan birinin galip çıkması,paradigmanın değiştirilmesini ve algı dönüşümünün gerçekleşmesini sağlar.

    Klasik Görüş Açısından Bilim

    Klasik görüşe göre;
    1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.
    2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır.
    3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler.
    4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.

    Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir

    Klasik Görüşe Göre Bilimi Niteleyen Özellikler
    1-Bilim olgusaldır
    2-Bilim mantıksaldır
    3-Bilim genelleyicidir
    4-Bilim nesnel(objektiftir)
    5- Eleştiricidir.

    Bilimsel Yöntemin Özellikleri

    Bilimsel yöntem olguları betimleme –açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur.

    Betimleme ilk aşamayı oluşturur. Betimleme gözlem ve deneyden oluşur. Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir. O zaman varsayımlara başvurulur. Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da kanunları oluşturur.

    Bilimsel AÇIKLAMA-ÖNDEYİnin Özellikleri

    Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir. Örn:Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden bilmek gibi.Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır.Her açıklamada önceden bir öndeyinin olmasına karşılık;öndeyi niteliğindeki her çıkarımın bir açıklama sağlayacağı iddia edilemez.

    Varsayım-Kuram İlişkisi:
    1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir.
    2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile getirilir.
    3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlıve köklü açıklamalar getirir.
    Bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütününe BİLİMSEL KURAM denir.

    Klasik Görüşe Yapılan eleştiriler

    1-Bilime gereğinden çok değer verilmiştir
    2-Klasik görüşün; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değildir.Çünkü evren sonsuz ve sınırsızdır ve bilmeye konu olacak olanların tümünü bilim açıklayamaz.
    3-Tüm bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi mümkün değildir.
    4-Klasik görüşün sandığı gibi bilim; birikimsel bir süreç izlemez.Çünkü bilim eğer birikimsel bir süreç izlemiş olsaydı bilimdeki ani değişiklikler olmaz gelişmeler birbirini tamamlardı..
    5-Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı görmezlikten gelinmemelidir.

    BİLİMİN DEĞERİ

    Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da olmuştur..

    Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir..

    Bilim insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir..

    İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır..

    Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir.

    Alıntıları Göster
    Genel hatlarıyla şimdilik bu kadar.
    Paylaşımcılar kişisel tartışmalara neden olabilecek soru ve yorumlarda bulunmadan katkı yapabilirlerse, konunun daha yararlı olabileceği kanaatindeyim.
    Herkese saygılar.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    Genel hatlarıyla şimdilik bu kadar.
    Paylaşımcılar kişisel tartışmalara neden olabilecek soru ve yorumlarda bulunmadan katkı yapabilirlerse, konunun daha yararlı olabileceği kanaatindeyim.
    Herkese saygılar.

    Alıntıları Göster
    Çok teşekkürler bütün yazılanları c/p yaptım. Bu kadar bilginin bir arada olması gerçekten güzel.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Relusion

    Çok teşekkürler bütün yazılanları c/p yaptım. Bu kadar bilginin bir arada olması gerçekten güzel.

    Alıntıları Göster
    neden uğraştın ki bu kadar ? verirdin linkini bakardık oradan. hem de üzerinde hiç uğraşmamışsın. önemli yerleri bold karakterde yazardın. şimdi kim okuyacak o kadar sayfayı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: fstm

    neden uğraştın ki bu kadar ? verirdin linkini bakardık oradan. hem de üzerinde hiç uğraşmamışsın. önemli yerleri bold karakterde yazardın. şimdi kim okuyacak o kadar sayfayı.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: firari5

    neden uğraştın ki bu kadar ? verirdin linkini bakardık oradan. hem de üzerinde hiç uğraşmamışsın. önemli yerleri bold karakterde yazardın. şimdi kim okuyacak o kadar sayfayı.

    Servisimin iyi olmadığı öteden beri bilinir.Beğenmezseniz bahşiş atmazsınız.Bir daha da gelmezsiniz.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Relusion

    Çok teşekkürler bütün yazılanları c/p yaptım. Bu kadar bilginin bir arada olması gerçekten güzel.

    Alıntıları Göster
    eline koluna sağlık. çok keyfli olmuş.
    tam okuyamadım. yüzyıllara göre kategorilendirmede birşey gözüme çarptı.

    1-

    9) 20. YÜZYIL FELSEFESİ başlığı altındaki varoluşculuk ve postmodernizim bir akım. oysa genel olarak felsefeci isimleri verilmiş.
    örneğin, a camus, sartre, heidegger 19 yüzyıldan Kierkegaard varoluşculuk akımı içinde yer alıyor. (bazıları bu akım sürüklenmesine marks ve hegeli de katar.) yine aynı şekilde, örneğin adorno, foucoult frankfurt okulunu, wittgenstein, carnap, ayer viyana çevresi (mantıkçı pozitivistler) oluştururlar.

    yüzyıllara göre bu kategorileştirmede, felsefeciler/felsefi akımlar olarak iki ana dala da ayırmak gerekiyor sanırım. o zaman varoluşculuk, postmodernizim o başlıkta yer alabilir... bence tabi..


    2- 20 yüzyıl felsefecilerine bir-iki ek:

    - L. althusser
    - VI. Lenin (felsefeci değildir, ancak felsefe defterleri, ampirio-kritisizim gibi çalışmaları felsefe alanında birer başyapıttır.)
    - W. Benjamin (tarih felsefesi için ciddi çalışmaları vardır)
    - h. marcuse (20. yüzyılın ikinci yarısını etkileyen önemli bir isimdir.)




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kimnenasıl

    quote:

    Orjinalden alıntı: firari5

    neden uğraştın ki bu kadar ? verirdin linkini bakardık oradan. hem de üzerinde hiç uğraşmamışsın. önemli yerleri bold karakterde yazardın. şimdi kim okuyacak o kadar sayfayı.

    Servisimin iyi olmadığı öteden beri bilinir.Beğenmezseniz bahşiş atmazsınız.Bir daha da gelmezsiniz.

    Alıntıları Göster
    quote:

    Orjinalden alıntı: kimnenasıl


    quote:

    Orjinalden alıntı: firari5

    neden uğraştın ki bu kadar ? verirdin linkini bakardık oradan. hem de üzerinde hiç uğraşmamışsın. önemli yerleri bold karakterde yazardın. şimdi kim okuyacak o kadar sayfayı.

    Servisimin iyi olmadığı öteden beri bilinir.Beğenmezseniz bahşiş atmazsınız.Bir daha da gelmezsiniz.


    önemseme...

    bugüne kadar YENİ ve belli bir kümeye ÖZGÜ laf ettiğini sananların aksinin kanıtları bunlar.

    tepkileri doğaldır.




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.