Şimdi Ara

Bunları Biliyor musunuz?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
11
Cevap
0
Favori
1.241
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Gizli kuyruk şiiri
    Her dizesinin ilk harfleri okunduğunda özel bir sözcük çıkan bir şiir tipi vardır, akrostiş denir. Yıllar önce ilkokulda, arkadaşlarımıza ve öğretmenlerimize, onların adlarını veren böyle şiirler yazardık. Lisede ise işi biraz daha geliştirmiş, beğendiğimiz kızlara “sevgilim”, “seni seviyorum”, “buluşalım”, “öpüyorum” şifreli şiirlerimizi yollamaya başlamıştık. Kızlar ise genellikle “terbiyesiz”, “salak şey”, “sana mı kaldım” diye karşılık verir; bu yanıt, teklifin kabul edildiği anlamına gelirdi.
    İşte bizim bu sanat şaheserlerimize benzer bir şiir türü de Çin’de varmış. Fakat alfabelerinin farklı olmasından mı kaynaklanıyor nedir, onlarda, her dizenin son sözcüğünü birleştirerek istenen mesajı veren bir cümle oluşturma tekniği geliştirilmiş. Şiirin görünen temasının tam tersi bir mesaj veren bu şiir türüne Çinliler “gizli kuyruk şiiri” derlermiş. Gizli kuyruk şiirinin bir de öyküsü var. Kısaltarak sunuyorum:
    Zhuge Liang çok uçarı bir delikanlıymış. Yengesi onun başını bağlamak için sürüyle gelin adayı gösterir, ama Zhuge bir yolunu bulur kızları reddedermiş. Bir gün, yine yengesinin zorlamasıyla Zhuge, bir genç bayanla tanıştırılmak istenmiş. Odaya girdiğinde, biri dünyalar güzeli, diğeri oldukça çirkin iki kızla karşılaşmış. Yengenin gelin adayı tabii ki güzel olanmış. Zhuge kızlarla sohbet etmeye başlamış. Kısa bir süre sonra, gelin adayı güzel kızın hizmetçisi olan çirkin kızın son derece zeki ve kültürlü olduğunu fark etmiş ve ona âşık oluvermiş. Zhuge, bu çirkin ama zeki kızla hemen nişanlanmaya karar vermiş. Durumu gören yenge ve diğer aile efradı, Zhuge’nin kararını değiştirmek için baskı uygulamaya başlamışlar. Sonunda baskılara dayanamayan Zhuge, yüzüne karşı söylemekten utandığından kararını değiştirdiğini çirkin kıza bir şiirle bildirme yolunu seçmiş. Şiir şöyle:
    “Yüzünüzle herkes alay ediyor, siz nasıl/ Benim eşim olabilirsiniz?/ Dün sizi sevindirmek istemiştim, fakat bugün/ Fikrimi değiştirdim!/ Kusura bakmayın! Görüyorsunuz işte, yaşam nasıl/ Böyle boyuna dalgalanıyor!/ Evlilik sözü vermek de neymiş! Alt tarafı bir/ Söz bu, ağızdan çıkıveriyor. Hiç değişmeyecek/ Değil ya!”
    Notu alan çirkin kız gözyaşlarına boğulurken, birden gözleri parlamış. Yüzünü neşeli bir gülümseme kaplamış. Zeki kız, Zhuge’nin şiirinin mısralarının son sözcüklerinin birleştirildiğinde “Kararım asla değişmedi!” cümlesinin çıktığını anlayıvermiş. İşte bu bir gizli kuyruk şiiriymiş. Hırsından deliye dönen yengeye de artık duruma boyun eğmek kalmış.
    Ben de günümüze uygun bir gizli kuyruk şiiri yazmak istedim. Yeteneğe değil, mesaja bakın lütfen...
    “Ey özgürlüğün kalesi Amerika/ Sofranda ne kadar çok şey var yenilecek./ Sen hiç kalma gözlerden ırak/ Amerikan askeri hep kazanacak!”
    Hadi siz de oturun bir gizli kuyruk şiiri yazıverin. Sevdiğinize veya yengenize!
    (Kaynak: Harro von Senger, Savaş Hileleri Strategemler, Çev. Mekin Özbalta,
    Anahtar Kitaplar, Mayıs 1996.)

    Osmanlı’da İbrahim Müteferrika öncesinde de matbaacılık vardı
    Osmanlı’da ilk matbaanın İbrahim Müteferrika adlı bilgin kişi tarafından açıldığı bilinir. Aslen Macar olan ve Osmanlılar’a gençken esir düştükten sonra İslam’a geçen İbrahim Müteferrika, 1726’da matbaacılığın gerekliliği üzerine bir risale yazarak Damat İbrahim Paşa’ya takdim etmiş, daha sonra bir dilekçeyle, matbaa açma ruhsatını ve bunun için şeyhülislam fetvası ile birlikte, padişahtan da (III. Ahmet) bir ferman istemiştir. Dilekçesinde, tarihte birkaç kez istila yüzünden yazma kitapların mahvolduğunu ve sonraları doğru yazacak hattatlar kalmadığından yazmaların çoğunun yanlışlarla dolu olduğunu, oysa, basma yöntemi kabul edilirse, yazıların yanlışsız ve okunaklı olacağını, kitapların ucuzlayarak taşranın da bundan faydalanacağını, Osmanlı Devleti’nin cihatla İslam’ın şerefini artırdığı gibi, kitap yayınlama suretiyle de İslam kültürüne hizmet edeceğini, Avrupalılar’ın İslami kitapları basarak Doğu’dan para çektiklerini, eğer matbaa kurulursa bu paranın memlekette kalacağını ifade etmiştir. Bu savlar padişahı ikna edebilmiş ve matbaa kurulmuştur. Fakat Osmanlı’daki ilk matbaa İbrahim Mütefferrika’nınki değildir. İstanbul’da ilk matbaa Museviler tarafından açılmıştır. 1429’da İspanya’dan göç eden Museviler, 1493’de, yani Müteferrika’dan tam 233 yıl önce, önce İstanbul’da, daha sonra da Selanik’te ilk matbaaları açmışlardır. Öte yandan, Sivaslı Apkar adında bir Ermeni de, Venedik’te basımcılık sanatını öğrendikten sonra, İstanbul’da 1567’de bir matbaa açmış; 1627’de de Nicodimus Metaxas adında bir Rum papazı bir matbaa kurmuştur. Bu matbaanın ilk bastığı eser de Yahudiler Aleyhinde Küçük Risale adlı bir kitaptır. Bütün bunlardan dolayı Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim adlı eserinde İbrahim Müteferrika’nın matbaasına “ilk Türk matbaası” adını vermektedir. Fakat Müteferrika’nın da aslen Macar olduğu düşünülürse, onun matbaası için ille de bir ilk bulmak gerekiyorsa “ilk fetvalı ve fermanlı matbaa” demek daha uygun olur kanısındayız.
    (Kaynak: A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, 5. Basım, İst, 1)

    Japon savaş suçluları da ABD’nin hizmetinde!
    Geçtiğimiz ay, savaş suçlusu olarak aranan, insanlık dışı araştırmalar yapan Nazi bilimcilerinin, suçlarına ABD’de devam ettiklerini, hatta CIA’nın kurucusu olduklarını yazmıştık. Öyküyü kadim dostum Fatma Kantarcıoğlu yollamıştı. Yine Kantarcıoğlu’nun yolladığı, benzer konuda bir diğer öyküyü daha sunuyorum.
    Amerika, 2. Dünya Savaşı sonrasında, yine insanlık dışı çalışmalar yapan Japon bilim insanlarına da kucak açar. Bunlardan en ünlüsü, Çin’in Manchuria Kenti’ni işgal edip, yerli halkı kobay olarak kullanan “Ünite 731” örgütünün başkanı Dr. Shiro İshii adlı soykırımcıdır. Ünite 731’in yaptığı çalışmalar arasında, Çin kentlerine uçaktan hastalık bulaştırılmış pireler atmak ve Aralık 1944’de, içi bakteri dolu 200 balonu hava akımıyla Kaliforniya kıyılarına göndermek de vardır. Ameliyatlarda anestezinin kullanılmadığı çalışmalar sırasında kobaya takılan ad ise şudur: kütük.
    Savaş sonrasında deliller yok edilirken, Dr. Shiro İshii’nin öldüğü açıklaması yapılır. Doğduğu kasabada sahte bir cenaze töreni bile düzenlenir. Marylan’da bulunan “Fort Detrick” üssündeki Amerikalı bilim insanlarının önerisi üzerine General Douglas MacArthur, Washington’dan Ünite 731 kapsamında çalışanların ABD’ye getirilmesini ister. Uzakdoğu Komitesi yapmış olduğu açıklamayla öneriye destek verir: “Japon biyolojik savaş suçları, bunun yanında pek önemsiz kalır.”
    Ünite 731 görevlilerinin Amerika’ya getirildiğini iddia edenlere karşı devlet tarafından davalar açılır, ama hiçbirinden mahkûmiyet kararı çıkmaz. Ne gariptir ki, savaş sonrasında, hiçbir Ünite 731 üyesi ABD tarafından yargılanmaz. Sovyetler Birliği ve Çin ise, yargıladığı Dr. İshii’nin on iki adamının yapılan katliamları itiraf ettikleri yönündeki sözlerini 1949 yılında tüm dünyaya açıklar. Amerika, bu açıklamayı “komünist propaganda” olarak değerlendirir.
    Amerika, Fort Detrick’de ders veren Dr. Shiro İshii için denemelerini sürdüreceği yeni bir yer bulur: Demokrat Parti Hükümeti’nin Türkiye’yi ABD’nin yanında savaşa soktuğu Kore!.. Jonathan Vankin ve John Whalen adlı araştırmacılar, Kore Savaşı sırasında, 1952 Nisan’ında Moğolistan sınırı yakınındaki bir Çin köyünde yaşayan insanların sabah uyandıklarında yüzlerce fareyle karşılaştıkları haberinin üstüne giderek, farelerin hastalıklı olduğunu ve bir gece öncesinde aynı bölgede uçuş yapan Amerika Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir F-82 uçağından atıldıklarını gün ışığına çıkarırlar.
    Dr. Ishii, 1959 yılında 67 yaşındayken gırtlak kanserinden ölür. John Goldman, The X-Files adlı kitabında Ünite 731 üyelerinden kimisinin Tokyo Valisi, Japon Tıp Kuruluşu ya da Japon Olimpiyat Kuruluşu Başkanı olduğunu yazar. Ama bunlar arasında tam bir kara mizah örneği sayılabilecek olan, insanın soğuğa karşı dayanıklılığı üzerine deneyler yapan Ünite 731 üyesinin, “Donmuş Balık Enstitüsü”nde çalışmasıdır!..
    (Kaynak: Sunay Akın, Onlar Hep Oradaydı, Çınar Yayınları,
    3. Baskı, Eylül 2002)

    Kaynak







  • İLGİNÇ
  • güzel bilgiler sağol
  • tesekkürler
  • çok güzel bilgiler vermişsin eline sağlık.
  • güzel
  • verdiiin bilgiler için tesekkurler dostum
  • Eywallah dostum !! bişey ögrendik
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.