Şimdi Ara

KIZIL ATLILAR

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
189
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • KIZIL ATLILAR

    Sinsi sinsi yayılıyordu karanlık.
    Yavaş yavaş kuşatıyordu özgürlük, bağımsızlık, insanlık üzre kurulu aydınlıkları. Fırtına öncesi sessizlik gibi hafif hafif esen sağcılık rüzgarları giderek şiddetleniyor, kasırgalara dönüşüyordu.
    Artık karanlık iyice bastırdı.
    Her şey altüst edildi.
    Ne özgürlük kaldı,
    Ne bağımsızlık.
    Ne inanç kaldı,
    ne umut.
    Ne insanlık kaldı

    Ne onur, namus
    Ne Lenin, Stalin heykelleri.
    Ne bayraklardaki orak çekiç kaldı geriye.

    Geriye kalan yalnızca emperyalistlerin zafer çığlıkları, Yeni Dünya Düzeni'nin karanlığı; yılgınlık, korku ve teslimiyetti. Bir tek Kızıl atlılar kalmıştı.

    bağımsızlıktan,
    özgürlükten,
    kurtuluştan vazgeçmeyen.

    Bir tek kızıl atlılar kalmıştı sağcılık rüzgarlarından etkilenmeyen, umudun bayrağını hep yükseklerde dalgalandıran.

    Bir tek kızıl atlılar kalmıştı
    halk için,
    vatan için,
    onur,
    namus için
    başeğmeyen,
    emperyalistler karşısında elde kılıç,
    yürekte öfke şaha kalkan.
    Bir tek kızıl atlılar kalmıştı
    dünya halklarının acılarına sırtlarını dönmeyen,
    halklara inen tokatta düşmanın önüne dikilip hesap soran.

    Oysa emperyalistler, tüm dünyayı karanlığıyla boğup teslim almak istiyordu halkları. Ama biliyordu ki, kızıl atlılar teslim alınmadan halk da teslim alınamazdı.

    Bunun için ağır silahları ve keskin nişancılarıyla,
    bunun için işkenceleriyle,
    bunun için hapishaneleriyle,
    ideolojik ve fiziki saldırılarıyla yok etmek istediler onları.
    Yok edilmeden onlar,
    gün yüzü yoktu kendilerine.
    Saldırdılar.
    Düşman saldırdıkça, onların öfkeleri daha fazla bileniyordu.
    "Teslim olun" diyordu düşman.
    Kızıl atlıların cevabı
    Mahirlerden bu yana hiç değişmemişti.
    Cevap yine;
    "Biz gene devam ediyoruz
    dağıta püskürte zincirleri,
    süre kabarta toprağı,
    çöze aça sorunları,
    kavgaya gire çıka
    devam ediyoruz yaşamaya
    ve SAVAŞMAYA" oldu.

    Savaşıyordu kızıl atlılar.
    Aylardır ülkemizdeki emperyalist kuruluşlara, NATO ve CIA ajanlarına, halk düşmanlarına ardı arkası kesilmeyen eylemler yapıyorlardı. Irak halkına atılan her bombanın hesabını soruyorlardı. Emperyalistler ülkemizde dolaşamaz hale geldiler. ABD ve diğer emperyalistler ajanlarını geri çekmek zorunda kaldı. Dünya halklarının katili Bush, ülkemizi ziyarete gelecekti. Efendilerinin ülkemizde rahatça dolaşamayacağını düşünen uşaklar ise korku içindeydiler. Efendilerinin güvenliği alınmalıydı.

    Bunun için;
    İstanbul Dikilitaş, Balmumcu, Levent, Nişantaşı ve Ankara'daki evleri
    kuşattılar.
    Üslerde; Niyazi Aydın, Ömer Coşkunırmak, Yücel Şimşek, İbrahim İlçi, İbrahim Erdoğan, Nazmi Türkcan, Bilal Karakaya, Hasan Eliuygun, Zeynep Eda Berk, Cavit Özkaya, Fintöz Dikme ve Buluthan Kangalgil vardı. Kimi çok gençti, ama coşkulu ve kararlıydı, kimi de mücadeleye uzun yıllarını vermişti ve tecrübeli devrimcilerdi.
    Onlar bilgin ve cesurdular.
    Onlar Atılım yıllarının yılmaz neferleriydiler....
    Onlar kuşatıldıkları bu üslerde
    sosyalizmi,
    bağımsızlığı
    savunmanın,
    teslim olmamanın, halka bağlılığın onurunu taşıyorlardı.
    Düşmanın "teslim olun" çağrılarına,
    sloganları, marşları ve kurşunlarıyla cevap veriyorlardı.
    "Tam Bağımsız Türkiye",
    "Yaşasın Sosyalizm" diye haykırıyor,
    kahramanca çatışıyorlardı.
    Yüreklerinin pimini çekip savurdular karanlığın ortasına

    "Biz ki en sağır kulaklara
    Sevdalar fısıldardık
    Sabah serinliği taşırdı
    ezgilerimiz
    Kan uyku infazlar için
    kapılar çalındığında
    Burçlarımızda beyaz kefenleri
    kana bulayıp
    Kollarına saldık rüzgarın

    Ölüm çaresiz kalıp
    çığlıklar attı arkamızda"

    ...
    Yaralıydı, tutsaktı vatan
    kendi gölüne sürgün ak bir kuğu gibi
    Çünkü gün işgal altındaydı

    Ve biz 'pimi çekilmiş yürekle'
    dalmıştık ortasına karanlığın

    Dilimizde kurtuluş türküleri
    Mataramızda ab-ı hayat
    Ve düşerken
    Özgürlük renginde bir gülüş vardı yanağımızda"

    Dillerinde kurtuluş türküleri,
    mataralarında ab-ı hayat,
    gidiyorlar kızıl atlılar toprağı savurup güneşe
    "Yok ettik", "bitirdik" diye çığlıklar atıyordu düşman.
    Öldürmüşlerdi ama yenememişlerdi kızıl atlıları.
    Yenilmek çoğalmamaktı
    Yenilmek durmasıydı kavganın.
    Yenilmek inancın, onurun teslim olmasıydı.
    Oysa onların ardlarından yeni kızıl atlılar geliyordu. Ve kavganın çırağı, ustası olmak için "beni de alın" diyorlardı. Kavga yeni kızıl atlılarla sürüyor, çoğalıyordu.

    Kahraman, Sadık ve Selçuk...
    Üç kızıl atlıydı
    Onlar
    Dolu dizgin koşmuşlardı kavgadan kavgaya
    Doludizgin sevmişlerdi halklarını, vatanlarını...
    Savaşçıydı aynı zamanda
    şairdi onlar...
    Öyle masa başında,
    yaşamın bağrından uzakta,
    ağaçların altında,
    denizin kıyısında değildi onların şiiri.
    Çölün ortasındaki bir tomurcukta,
    aç, körpe çocukların hüzünlü bakışlarında,
    evlatlarını yitiren anaların haykırışında,
    tutsakların voltasında,
    halklara zulmedenlere karşı duyulan öfkedeydi
    onların şiirleri.
    Yani onlar, kavganın şairleriyd.

    Kavgada olmayanlar, halkın acısını, yaşadıklarını yüreklerinde hissetmeyenler, vatanını sevmeyenler ne kavganın şairi olabilirlerdi ne de okyanusta bir damla...

    Kavgada olmak, kavganın çırağı olmak istiyordu Kahraman. Bu nedenle Kızıl atlarıyla güneşe gidenlere "Alın beni" diye sesleniyordu.

    "Ey ateşin çocukları
    beni de alın atlarınıza,
    Çeliğine volkan vurmuş kılıçtır nefretim
    dur durak bilmez gayri
    bilesiniz.
    Ben de susadım nehirlerinize,
    alın beni de.
    Alın beni de
    kupkuru ayaz gecelerin canhıraş çığlıkları
    damla damla akıyor yüreğime
    Alın beni de
    Ben de yağız delikanlıların
    o en bilgin, o en cesur yüreklerin çırağı olmak isterim.
    Alın beni!..
    Duyun beni!

    Kızıl atlılar onu da almışlardı aralarına. Artık kavgada çıraktı, Kahraman. Kavgaya hasret elleri şimdi kızıl atının yelelerindeydi. Nerede yürekleri baskıyla, işkenceyle, açlıkla, yoksullukla yanmış, kavrulmuş insanlar var, nerede üzerine bombalar yağdırılmış halk var, koştu atını onların yanına. Nerede kalleşlik, zulüm, ihanet var, karşısında kahramanca durdurdu kızıl atını.
    Milyonların öfkesi, asi gücü silahıydı Kahraman'ın. İşte bu silahı daha sıkı kavradıkça, kavgada ustalaşıyordu.

    Ustalık; halkı sevmek ister.
    Ustalık; halkın acılarını, sevinçlerini paylaşmak, hissetmek ister.
    Ustalık; halkın kurtuluşu için öne atılmak kahramanca çatışmak ister.
    Ustalık; vatanın bağımsızlığı için ölümü göze almak ister.
    Ustaydı Kahraman.
    Halkı için, vatanı için katlanamayacağı, göze alamayacağı hiçbir şey yoktu. Ona zorluklar karşısında dayanma gücü veren işte bu sevgiydi.

    "Bir tomurcuktum
    kocaman bir gölde
    Ne bir damla su yüzü
    ne de rahat gördüm.
    Fırtına çıktı dayandım.
    Günlerce, aylarca yıllarca
    yalnız kaldım.
    İnatçıydım.
    dayandım.
    sonrası mı...
    Sonrasını biliyorsunuz.
    Güzeldim
    güzeli temsil ediyordum.
    Gerçektim
    koskoca çölde
    bir başıma duruyordum.
    İnatçıydım
    dayandım
    ve şimdi siz varsınız yanıbaşımda... " diyordu Kahraman.

    Oysa kimileri;
    "Bu halk adam olmaz"
    "Şu parinin, bu partinin tabanı olmuş, bunlardan iş çıkmaz" ...
    Diye küçümseyerek mücadele kaçkınlığının teorisini yaparken, o inanıyor, güveniyordu halka. Ancak kendini halkın bağrında hisseden halka inanabilirdi. O da kendini, halkın dalında bir çiçek, bir meyve olarak görüyordu.

    Susamıştı halkın yüreği, sevdaya, özgürlüğe, kurtuluşa. Hele ki, halklara "barış, demokrasi" adına bombalar yağdıran, gittiği her yere baskı, zulüm götüren, bağımsızlık adına hiçbir şey bırakmayan halkların baş düşmanı emperyalistler, ülkemize elini kolunu sallayarak geldikçe halkımızın yüreği daha bir kavruluyordu.

    Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşında dökülen kanlar daha kurumamıştı. Ve emperyalistler bağımsızlığımızı ilmek ilmek elimizden aldıkça bu kan hiç kurumayacaktı. Döktükleri bu kanların üzerine basarak, ülkemize geliyorlardı emperyalistler. Uşaklar ise kanların üzerine kırmızı halılar sererek karşılıyorlardı efendilerini.

    Halkların yüreği kavruluyor, kavruluyordu.
    Su verilmeliydi bu yüreklere.
    Kan, kanla yıkanmalıydı.
    Otuz yıldır bu topraklarda bağımsızlık, kurtuluş için savaşan kimdi?
    Kimdi, anti-emperyalist geleneği büyüten?
    Kimdi emperyalistlerin korkulu rüyası?
    KIZIL ATLILARDI....
    Kızıl atlılar ordusundan, dörtnala vurmuş bir atlı geliyordu. Yeleleri alev alevdi atın. Kahraman'dı gelen. Halkın kavrulan yüreğine su vermek için geliyordu... Emperyalistlere öfkesini haykırmak, "bu ülkede kızıl atlılar var oldukça vatanımızın bir santimlik toprağına dahi adımınızı atamazsınız" diyebilmek için koşuyordu.

    Yağız delikanlıydı Kahraman.
    Cesur, bilgin, şair ve ustasıydı kavganın.
    Dörtnala vururken atını emperyalistlerin üzerine bağırıyordu Kahraman, kahramanca;

    "Vur
    Vuralım ki
    O mel'un yılan tabandan
    sıyrılan darbelerin
    hiddetiyle
    Yıkılsın"

    Yıkılsın diye o mel'un yılan, İzmir'de emperyalist bir hedefe koydu bombasını Kahraman. Ancak koyduğu bombanın yeri konusunda kafasında kuşkular vardı. Geri çekiliyordu. Ama bombanın yeri içine sinmemişti. Patlamasına saniyeler vardı. Ölümü göze alarak geri döndü. Bombayı iyi bir yere yerleştirmek isterken ellerinde patladı bomba.

    Gidiyor Kahraman.
    Gidiyor Kızıl atlarıyla toprağı savurup güneşe.
    Gökyüzünün kanlı şafağından nesline şunları söylüyor:

    "Neslim
    şimdi ben şerefimle ölmenin doruğundayım.
    Neslim;
    unutmadan geçmişi
    unutmayın sözlerimi.
    Ve bekliyorum, seyrederken
    gökyüzünün
    kanlı Şafağını,
    Bekliyorum sizi... "

    Sadık kaldırıyor başını kanlı şafağa ve;
    "Kan kokuyor şafaklar
    Yolunuzun üstünde kıyımlar
    Ufukta
    güneşin türküsü,
    Gökkuşağı
    Yüreğimiz ellerimizde
    Gözlerimizde açlık
    savaş
    Gözlerimizde özgürlük" diyor,

    "bekletmeyeceğiz seni" diye içinden geçiriyor, söz veriyordu;

    "Eski bir töredir bizde
    Söz verildikten
    karar alındıktan gayrı
    sözünden dönen
    namerttir, hayındır
    Olursa böylesi
    Yüzüne tükürülemeye haktır"

    Bu söz Kahraman'aydı;
    Kahraman'ın yolundan gitmek, kavganın çırağı ve ustası olmak, onu bekletmemek sözüydü Sadık'ın.
    Bu söz halkaydı;
    Kahraman gibi, halkın kurtuluşu için savaşacaklarının sözüydü. Bu söz emperyalistlere ve işbirlikçilereydi;
    Kahraman gibi bağımsızlık, özgürlük için karşılarında savaşacaklarının sözüydü.
    Sözüne sadık kalacaktı.

    Çoluğu çocuğu, eşi vardı Selçuk'un. Onlara rağmen "bu düzende yaşamak istemiyorum, halkım için yaşamak istiyorum. Nice insanlar, savaşırken, şehit olurken ben böyle yaşayamam" diyordu.
    Kimileri, "işim, eşim, sevgilim, çocuğum" derken, "geçti bizden'' derken, o yaşına başına aldırış etmeksizin "kavgam, onurum, namusum, halkım" diyordu ve O da, Sadık gibi söz veriyordu. Kavgadan geri dönmek yoktu...

    Halk için girdikleri bu kavgadan geri dönmek namertlikti, hayınlıktı halka. Bu nedenle hiç diz kırmadılar zulmün önünde, kardeş sofralarından başka. Diz çökerek yaşamaktansa, onurluca ölünmeliydi.
    Hele ki Karadenizli'dir Sadık.
    Hiç diz çökmek yakışır mı Ona? Laz damarına basıldı mı, görmeye durun onun inadını. İş halkın çıkarına, yararına gelince içindeki en hırçın sular durulur, ırmak olur akar yüreklere. "Senin için" diyordu şiirinde Sadık.

    "Ama
    biz bugün
    yanlızca
    kardeş sofralarında
    diz kırıyorsak
    senin içindir
    Sabahın altısında
    boya sandığıyla
    yola koyulan çocuk
    Senin içindir
    Soğuk makineye terini akıtan
    işçi
    Senin içindir toprağını
    alınteriyle sulayan
    köylü.
    Senin içindir
    alacakaranlıkta
    kendine yabancılaştırılmış
    insanlık senin içindir
    özgürlüğe susamış
    halk.

    Onların sevdası, yüreği, kavgası yalnızca kendi halkları için değil, emperyalizmin zulmü, baskısı altındaki tüm dünya halkları içindi. Yugoslovya halkları başta ABD'li emperyalistler olmak üzere Avrupalı emperyalistlerin bombaları altında can veriyordu. Emperyalistlere Kızıl atlılar var olduğu sürece halklara o kadar kolay saldıramayacağı, saldırdığında cevapsız bırakılmayacağı gösterilmeliydi. İkisi de Yugoslavya halkları için ABD Başkonsolosluğuna eylem yapacaklarını öğrendiğinde çok sevinmişti. Sadık'ın yüreği tıpkı Karadeniz dalgaları gibi asi, hırçın ve coştukça coşuyordu.

    Dünyanın neresinde olursa olsun, halklara yapılan saldırıları, haksızlıkları yüreğinde hissetmek, onlar için eylem yapmak, ölmek gerçekten de onurlu, asil bir görevdi.
    Şimdi bu görev için hazırlanıyorlardı. Silahlar kuşanmalı, bıçaklar bilenmeliydi.

    "Sürmenelim
    Sür
    iyi bileyle bıçağını
    Keskin olsun iki taraflı
    Çokça yap
    Çünkü
    üredi, türedi it dölleri
    İyi bileyle bıçağını Sürmenelim
    iyi bileyle
    Kursaklarında aşımız var
    Deşeceğiz
    Namert elleri var
    keseceğiz"

    Hazırlardı. Artık eylem zamanıydı.
    Bekliyor Kahraman, gökyüzünün kanlı şafağından onları
    bekliyor kızıl atlılar
    bekliyor, toprağı savurup güneşe gitmek için.
    "Şimşek sonrası beklenen
    yağmurun bereketiyle
    Bekletmedi dostlarını
    Bekletmedi düşmanlarını
    Ateşten adalet dağıtmak için üzerlerine..."

    Tepebaşı'nda, ABD Başkonsolosluğunun karşı caddesindeki bir inşaata girdiler. Ancak eylemi gerçekleştiremeden polisle çatışmaya girdiler.
    Kanlı şafak aydınlanıyor;
    "Pırıl pırıl
    bir güneş
    inadına
    bembeyaz bulutlar
    ve
    arı, duru insanlar ve ölüm
    tatlı bir düş gibi"
    Bekletmiyorlar artık Kahraman'ı.
    Toprağı savurup gidiyorlar ateşin çocukları.
    Gidiyorlar Kızıl atlılar....
    Kızıl atlarıyla güneşe gidenler
    halk için,
    bağımsızlık için
    atlarınıza
    alın bizi de...







  • soyun dedi düşman inaçlarından
    dört kızıl ok fırladı yayından
    17 ekim depremini yaratan
    o güçlü fırtınayı yaratan
    krallar imparatorlar beyler diktatörler yıkanız

    hey hep bir ağızdan türkü söyleyen
    karaburun’da çarpışan bedrettin yiğitleriyiz

    biz nerede doğum sancısı
    atlarımızı oraya sürdük
    kızgın ve kızıl kor atlarımızla
    hep dalgalı anaforlara daldık

    çok yendik çok yenildik
    topların tankların -ki ustasıyız-
    uçlarında sallanan bizlerdik

    hey stalingrad’da şaha kalktık
    filistin’lerde direndik kızıldere’de direndik

    düşüncelerimizi tarihimizin
    örs ve çekici arasında dövüp
    kavganın suyunda çelikleştirdik

    ip de geçirsen boyunlarımıza
    ya da bir kurşun alınlarımıza
    asla soyunmayız inancımızdan

    hey and dağları sierra’lar
    che’nin gül bahçeleriyiz




  • biliyorum bazıları beni banlayacak ama, banlanırsam bu uğurda olsun.


    Ege denizi kararınca
    Dağlar uykuya dalar
    Yine ıssız ovalarda
    İsyan ateşi yanar
    Varlığımız feda olsun
    Bu uğurda savaşa
    Yemin ettik biz emekçiler
    Sosyalizmi kurmaya
    (Yemin ettik biz emekçiler sosyalizmi kurmaya)
    Kızıl yıldız parlayacak
    Emekçinin alnında
    Orak çekiç patlayacak
    Faşistlerin beyninde
  • Gözleri görmeyenler
    kör diyor bize,
    ama gösterdin sen
    nasıl göreceğimizi
    renklerini geleceğin.

    Kulakları duymayanlar
    sağır diyor bize,
    ama gösterdin sen
    nasıl duyacağımızı her yerde
    insan yüreğinin
    uysal sesini.

    Korkaklar korkak diyor bize,
    ama seninle birlikte çıkıyoruz
    karşısına karanlığın,
    yüzünü değiştiriyoruz seninle.
    Katiller katil diyor bize,
    umudu seninle yeşertiyoruz,
    son veriyoruz suçlara,
    orospuluğa,
    açlığa.
    Göz veriyoruz,
    ses
    kulak
    ve can veriyoruz
    insan yüreğine.
    İnsanlık düşmanı diyor bize ırkçılar,
    kinin mezarını kazıyoruz seninle
    sevgiler kentinde şimdi.

    Neler demiyorlar ki bize.

    Ama bütün bunları diyenler
    unutuyorlar
    öyle aptallar ki,
    yarın
    torunları,
    içleri pırıl pırıl,
    sevda türküleri yakacaklar
    adının yaldızlı harflerine.


    Otto René CASTILLO




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.