Şimdi Ara

TÜRK EDEBİYATININ EN GÜZEL ŞİİRLERİ!!!!

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
32
Cevap
1
Favori
77.391
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • TÜRK EDEBİYATININ EN GÜZEL ŞİİRLERİNİ BURADA PAYLAŞALIM ARKADAŞLAR !!!!!!!

    -------------------

    Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada
    Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
    İşte üç çifte kayık iskelede amade
    Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada

    Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan
    Ma-i Tesnim içelüm çeşme-i nev-peydadan
    Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan
    Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada

    Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pakize-eda
    İznin olursa eger bir de Nedim-i şeyda
    Gayrı yaranı bugünlük edip ey şuh feda
    Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada

    -Nedim-


    Memleket isterim
    Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
    Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

    Memleket isterim
    Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
    Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

    Memleket isterim
    Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
    Kış günü herkesin evi barkı olsun.

    Memleket isterim
    Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
    Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

    Cahit Sıtkı TARANCI


    Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

    Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
    Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

    Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
    Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

    Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
    Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

    Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
    Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

    Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
    Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

    Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
    Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

    Fuzuli


    Sürüden koyunlar hep takım takım
    Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım;
    Asmanın üzümü dağılmış; salkım
    Olmak ister, fakat bağban nerede?
    Gideyim, arayım: çoban nerede?

    Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış,
    Coşkun ırmakların selleri kalmış,
    Hanlar yok meydanda, illeri kalmış,
    Dü.enler çok ama, kalkan nerede?
    Gideyim arayım: Hakan nerede?

    Türk yurdu uykuda ey düşman sakın!
    Uyuyan ülkeye yapılmaz akın.
    Tan yeri ağardı, yiğitler kalkın.
    Bakın yurd ne halde, vatan nerede?
    Gideyim arayım: yatan nerede?

    Herkesin gözünde vatan öz yurdu,
    Çitlerin yağısı, derenin kurdu,
    Yad iller, Turan'da hanlıklar kurdu,
    Turan'dan yadları koğan nerede?
    Gideyim arayım: ogan nerede?

    Ziya Gökalp


    Rü�yâ gibi bir akşamı seyretmeğe geldin
    Çok benzediğin memleketin her tepesinde.
    Baktım: Konuşurken daha bir kerre güzeldin,
    İstanbul�u duydum daha bir kerre sesinde.

    Irkın seni iklîmine benzer yaratırken,
    Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış.
    Târîhini aksettirebilsin diye çehren,
    Kaç fâtihin altın kanı mermerle karışmış.

    Yahya Kemal BEYATLI
    --------------------------
    LÜTFEN EN SEVDİĞİNİZ ŞİİRLERİ VE ŞAİRLERİ SİZ DE PAYLAŞIN


     TÜRK EDEBİYATININ EN GÜZEL ŞİİRLERİ!!!!


     TÜRK EDEBİYATININ EN GÜZEL ŞİİRLERİ!!!!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi zayef- -- 8 Eylül 2009; 13:49:58 >



  • En üsttekinin şarkısı var hatta çok güzeldir
  • Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen işte sen
    Har-ı gamda andelib-i zar dersen işte ben

    Lebleri mül saçları sünbül yanagı berk-i gül
    Bir semenber serv-i hoşreftar dersen işte sen

    Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan
    Su gibi bir aşık-ı didar dersen işet ben

    Zülfü sahir turrası tarrar şuh-ı şivekar
    Çeşmi cadü gamzesi mekkar dersen işte sen

    Firkatinde teşne leb hatır perişan haste dil
    Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen işte ben

    Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden
    Bir amansız gamzesi Tatar dersen işte sen

    Bakiya Ferhad ile Mecnun-ı şeydadan bedel
    Aşık-ı bi-sabr ü dil kim var dersen işte ben

    Baki


    Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
    Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
    Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
    Gök devrildi, künde üstüne künde...

    Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
    Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
    Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
    Ok çekti yukardan, üstüme avcı

    Ateşten zehrini tattım bu okun,
    Bir anda kül etti can elmasımı.
    Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
    Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

    Bir bardak su gibi çalkalandı dünya;
    Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
    Al sana hakikat, al sana rüya!
    İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

    Ensemin örsünde bir demir balyoz,
    Kapandım yatağa son çare diye.
    Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
    Yepyeni bir dünya etti hediye

    Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
    Makâni bir satıh, zamanı vehim.
    Bütün bir kainat muşamba dekor,
    Bütün bir insanlık yalana teslim.

    Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
    Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
    Otursun yerine bende her şekil;
    Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

    Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
    Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
    Deliler köyünden bir menzil aşkın,
    Her fikir içimde bir çift kelepçe.

    Niçin küçülüyor eşya uzakta?
    Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
    Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
    Sonum varmış, onu ögrensem asıl?

    Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
    Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
    Selam sana haşmetli azap;
    Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

    Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
    Ey yedinci gök, esrarını aç!
    Annemin duası, düş de perde ol!
    Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

    Uyku, katillerin bile çeşmesi;
    Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
    Teselli pınarı, sabır memesi;
    Size şerbet, bana kum dolu çanak.

    Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
    Sırrını ararken patlayan gülle?
    Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
    Karınca sarayı, kupkuru kelle...

    Akrep nokta nokta ruhumu sokmus,
    Mevsimden mevsime girdim böylece.
    Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
    Fikir çilesinden büyük işkence.

    Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
    Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
    Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
    Yetişir çektiğim mesafelerden!

    Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
    Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
    Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
    Tutuyor önümde bir mavi ışık.

    Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
    Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
    Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
    Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

    Lugat, bir isim ver bana halimden;
    Herkesin bildiği dilden bir isim!
    Eski esvaplarım, tutun elimden;
    Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

    Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
    Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
    Belâ mimarının seçtiği arsa;
    Hayattan mühacir; eşyadan öksüz?

    Ben ki, toz kanatıi bir kelebeğim,
    Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
    Bir zerrecigim ki, Arş'a gebeyim,
    Dev sancılarımın budur kaynağı!

    Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
    Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
    Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
    İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

    Gece bir hendeğe düşercesine,
    Birden kucağına düştüm gerçeğin.
    Sanki erdim çetin bilmecesine,
    Hem geçmis zamanın, hem geleceğin.

    Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
    Atlas sedirinde mavera dede.
    Yandı sırça saray, ilahi yapı,
    Binbir avizeyle uçsuz maddede.

    Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
    Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
    Içiçe mimari, içiçe benlik;
    Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

    Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
    Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
    Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz;
    Suda ezel fikri, ebed duygusu.

    Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
    Artık barınamam gölge varlıkta.
    Ver cüceye, onun olsun şairlik,
    Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

    Öteler öteler, gayemin malı;
    Mesafe ekinim, zaman madenim.
    Gökte saman yolu benim olmalı;
    Dipsizlik gölünde, inciler benim.

    Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
    Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
    Sen, bütün dalların birleştiği kök;
    Biricik meselem, Sonsuza varmak...

    NECİP FAZIL KISAKÜREK
  • Böyle bir konu vardı sanırım
  • Sitare

    nerden çıktın böyle karşıma sitâre
    efsaneler dökülüyor gülüşlerinden
    kirpiklerin yüreğime batıyor
    telaşlı bir kalabalığın ortasında
    ayaküstü konuşuyoruz
    nedim'im nigehbân nergisleri gibi
    üstümüzde bütün nazarlar
    çok utanıyorum sitare
    dün oturup hesap ettim
    sen doğduğun zaman
    ben bir askerî mektepte talebeymişim.
    sen bilmezsin sitare
    burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
    geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
    her akşam dokuzda yat borusu çalardı
    yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
    bir derin uykuyaatardım kendimi
    siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
    ben de onu alır anamın düşlerine kaçardım
    bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
    gözlerin mi daha sıcak gülüyor
    yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
    seninle konuşurken sitare
    aklıma yıldlzlar dökülüyor
    bir çaresiz zühre oluyorsun babil caddelerinde
    ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
    binlerce meşalenin aydınlığı kımıldıyor saçlarında
    gökyüzü salkım salkım
    zigguratlar tıklım tıklım
    dönüp dolaşıp dudaklanna takılıyor aklım
    ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
    kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
    kimi gün inatçı yosunlar gibi
    kepez diplerine yapışan aklım
    gözlerine baktığım zaman sitare
    bütün çöllere ay doğuyor
    yoldaş ediyorum kendime
    imrül kays'ı antere'yi a'şa'yı,
    en kuytu vahalan dolaşıyorum
    hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş sitare
    çadırla su arasında bir cılga var,
    o cılgada narin ayak izlerin var
    durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
    bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
    gözlerin mi daha sıcak gülüyor
    yoksa dudaklann mı anlıyamıyorum
    bazan sapsan bir benizle geliyorsun
    huysuz çizgileri alnında uykusuzluğun
    biliyorum içinde bir sızı var
    bıçak ağzı gibi ince bir sızı var
    bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
    züheyr'in suad'ı gibi keremsiz kılan
    kuzeyden güneye, güneyden kuzeye
    hey gidip geliyorum bu çöllerde
    kureyş'in heybetli ve inatçı develeri
    hiç aldırmadan benim esmer sevdama
    geviş getiriyorlar ufuklara bakarak
    ben kaçıp yesrib'e sığınıyorum
    yesrib bahane bir kitaba sığınıyorum
    dağda, ovada, bâdiyede okuduğum hep elif
    elif diyorum sitâre, sineme elif çekiyorum
    ''ah minel aşkı ve halâtihi...''
    çok eski bir gerçektir bu biliyorum
    bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
    gözlerin mi daha sıcak gülüyor
    yoksa dudaklann mı anlıyamıyorum
    sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
    ve ikimiz de ıslanıyoruz
    ben ne yağmurlar gördüm sitare
    ben kaç kere iliklerime kadar ıslandım
    bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
    ben göğü hep kurşun bir kubbe gibi ağır
    o şehirde sınlsıklam gezerdim
    bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
    tapınaklar insanları safra gibi atardı
    sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
    birgün bu §ehrin kirli yağmurlan alıp götürdü beni
    gidip bir uygur çadırında göğü dinledim
    kara bulutlar kükrerken bir kaşgar sabahında
    oturup aprunçur tigin ile seni konuştuk
    bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun
    gizli bir tebessümle çağırıyorum geliyorsun
    kaşı karam gözü karam saçı karam
    umay gibi yumuşak huylum
    nerden çıktın karşıma böyle
    sesin ılık bir bahar güneşi gibi
    iğıl ığıl akıyor içime
    asyanın bozkırlannda ordular düşüyor peşime
    yığılıp kalmışım bu anadolu toprağına sitare
    adam akıllı yorulmuşum
    ellerin böyle olmamalıydı ellerine acıyorum
    ve kim bilir kaç yıldan beri kalbimi öğütlüyorum
    durup durup ıssız yerlerde
    güçlü ol ey kalbim güçlü ol!
    daha çok işimiz var diyorum
    bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
    gözlerin mi daha sıcak gülüyor
    yoksa dudakların mı anlıyamıyorum.

    dilaver cebeci

    sözlükten aldığım için büyük harfler yok.
  • Şiirler ayrı, Erscher'in eseri ayrı güzel
  • KEREM GİBİ

    Hava kurşun gibi ağır!
    Bağır
    bağır
    bağır
    bağırıyorum!
    Koşun
    kurşun
    erit-
    -meğe
    çağırıyorum...
    O diyor ki bana:
    -Sen kendi sesinle kül olursun ey!
    Kerem
    gibi
    yana
    yana...
    "Deeeert
    çok,
    hemdert
    yok"
    Yürek-
    -lerin
    kulak-
    -ları
    sağır...
    Hava kurşun gibi ağır...

    Ben diyorum ki ona:
    -- Kül olayım
    Kerem
    gibi
    yana
    yana
    Ben yanmasam
    sen yanmasan
    biz yanmasak,
    nasıl
    çıkar
    karan-
    -lıklar
    aydın-
    -lığa.
    Hava toprak gibi gebe.
    Hava kurşun gibi ağır.
    Bağır
    bağır
    bağır
    bağırıyorum.
    Koşun
    kurşun
    erit-
    -meğe
    çağırıyorum......

    (1930 - Mayıs)

    NAZIM HİKMET RAN
  • EN SEVDİĞİM 2 ŞİİR


    KALDIRIMLAR

    Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
    Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
    Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
    Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

    Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
    Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
    İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
    Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

    İçimde damla damla bir korku birikiyor;
    Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
    Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
    Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

    Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
    Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
    Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
    Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

    Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
    Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
    Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
    Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

    Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
    İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
    Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
    Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

    Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
    Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
    Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
    Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

    Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
    Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
    Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

    NECİP FAZIL KISAKÜREK



    RÜZGAR GÜLÜ

    Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
    Nerede olduğumu bileceğim
    Sisler utanacak eğilecek
    Ağzının ucundan öpeceğim
    Saçına kalbimi takacağım
    Avcunda bir şiir büyüyecek
    Nerede olduğumu bileceğim

    Bu çıplak geceler yok mu
    Bu plak böyle ağlamıyor mu
    Camları kırmak işten değil
    Delirecek miyim neyim
    Kirpiklerimden mısra dökülüyor
    Kenya'da simsiyah yalnızım
    Yoksul bir şilepte gemiciyim
    Malezya'da yük bekliyorum
    Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
    Nerede olduğumu bileceğim

    Gözlerini söndürme muhtacım
    Ben senin aydınlığına muhtacım
    Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
    Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
    Rüzgar gülünü arayacağım
    Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da
    Vinçler yine akşamları indirecekler
    Yine karanlığa bulaşacağım
    Gözlerin rüzgarda savrulacak

    İkimiz iki sap buğday olsak
    Sen benim olsan, ben senin olsam
    Bir gece vakti aklına gelsem
    Uykunu tutsam bırakmasam
    Seni kucaklasam, kucaklasam
    Birbirimizin kalbini dinlesek
    Dünyanın kalbini dinlesek
    Büyük ateşler yaksalar
    İki güvercin uçursalar
    Nerede olduğumuzu bilsek

    Atilla İlhan
  • Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
    O benimdir, o benim milletimindir ancak!

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
    Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
    'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

    Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
    Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

    Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
    Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
    Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
    Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
    Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
    Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


  • Destanlar olur mu bilmem.Olmazsa silerim.

    Yaratılış Destanı

    Günlerden birgün idi,Tanrı dolanıyordu.
    Baktı bir ağaç gördü,göğe tırmanıyordu.
    Garip bir ağaç idi,dalsız budaksız idi.
    Tanrı bunu görünce kendine şöyle dedi:
    "Çıplak kalmış bir ağaç,böyle dalsız budaksız,
    Zevk vermiyor gözlere,görünüşe göre pek tatsız."

    Tanrı yine buyurdu:"Bitsin dokuz dalı da!"
    Dallar çıktı hemence,dokuz budağı da.
    Kimse bilmez Tanrı'nın düşüncesi ne idi,
    Soylar türesin diye şöylece emir verdi:
    "Dokuz kişi kılınsın,dokuz dalın kökünden,
    Dokuz oymak türesin dokuz kişi özünden."
  • nsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
    Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

    Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
    Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

    Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
    Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

    Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
    Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

    Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
    Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

    Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
    Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

    Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
    Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

    Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
    Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

    Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
    Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

    İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
    Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

    Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
    Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

    Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
    Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

    Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
    Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

    Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
    Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

    Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
    Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

    Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
    Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

    Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
    Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

    İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
    Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

    Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
    Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

    Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
    Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

    Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
    Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

    Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
    Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

    Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
    Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

    Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
    Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

    Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
    Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

    NECİP FAZIL KISAKÜREK
  • dün sabah manava gidip soğan aldım
    yan bahçeden erik bol bol çaldım
    5 yıl üst üste sınıfta kaldım
    sonra yürek yırtilur

    Dam üstünde saksağan
    Vur beline kazmayı
    Ben annemi çok özledim
    Yaşasın 23 nisan
  • tebrik ediyorum, çok güzel bir konu

    nabi'nin gazelini çok severim,


    Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
    Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz

    Çok ta mağrur olma kim meyhâne-i ikbalde
    Biz hezâran mest-i mağrûrun humârın görmüşüz

    Top-i âh-i inkisâra pâydâr olmaz yine
    Kişver-i câhın nice sengin-hisârın görmüşüz

    Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
    Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz

    Biz hadeng-i can-güdâzı ahdır sermâyesi
    Biz bu meydânın nice çâpük-süvârını görmüşüz

    Bir gün eyler dest-beste pâygâhı cay-gâh
    Bî-aded mağrûr-i sadr-i i'tibârın görmüşüz

    Kâse-i deryûzeye tebdil olur câm-i murad
    Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz


    mevkinizin rehavetine kapılmayın, mevkisini kaybedip de ortada kalanları çok gördük gibi birşeyler diyor. en sevdiğim divan şiiridir.
  • rindlerin akşamı

    dönülmez akşamın ufkundayız. vakit çok geç;
    bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!
    cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
    avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
    geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
    ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
    geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
    guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
    ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
    ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

    yahya kemal
  • Ben sana mecburum bilemezsin
    Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
    Büyüdükçe büyüyor gözlerin
    Ben sana mecburum bilemezsin
    İçimi seninle ısıtıyorum.

    Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
    Bu şehir o eski İstanbul mudur
    Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
    Sokak lambaları birden yanıyor
    Kaldırımlarda yağmur kokusu
    Ben sana mecburum sen yoksun.

    Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
    İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
    Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
    Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
    Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
    Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
    Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

    Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
    Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
    Durup köşe başında deliksiz dinlesem
    Sana kullanılmamış bir gök getirsem
    Haftalar ellerimde ufalanıyor
    Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
    Ben sana mecburum sen yoksun.

    Belki haziran da mavi benekli çocuksun
    Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
    Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
    Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
    Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
    Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
    Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

    Ne vakit bir yaşamak düşünsem
    Bu kurtlar sofrasında belki zor
    Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
    Ne vakit bir yaşamak düşünsem
    Sus deyip adınla başlıyorum
    İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
    Hayır başka türlü olmayacak
    Ben sana mecburum bilemezsin.

    Attila İLHAN
  • Lavinia

    Sana gitme demeyeceğim.
    Üşüyorsun ceketimi al.
    Günün en güzel saatleri bunlar.
    Yanımda kal.

    Sana gitme demeyeceğim.
    Yine de sen bilirsin.
    Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
    İncinirsin.

    Sana gitme demeyeceğim,
    Ama gitme, Lavinia.
    Adını gizleyeceğim
    Sen de bilme, Lavinia.

    Özdemir Asaf
  • Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
    Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana

    Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
    Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

    Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
    Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana

    Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
    Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

    Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
    El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana

    Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın
    Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana

    Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
    Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana

    Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
    Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

    Nedim
  • Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
    Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
    Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...
    -Boğamazsın ki!
    -Hiçolmazsa yanımdan kovarım.
    Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
    Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
    Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
    Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
    Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
    Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
    Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
    Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
    Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
    İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?

    Mehmet Akif Ersoy
  • Alla`sen Söyle Nedir Aşkın Aslı Astarı!

    Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
    Kimine göre bir kuş,
    Kimi der, onun üstünde durur dünya,
    Kimi der, kalp kuruş;
    Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
    Mânalı mânalı baktı,
    Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
    Aşkedecekti tokadı.


    Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
    Yoksa kandil çöreğine mi,
    Hacıyağına mı benzer dersin kokusu
    Yoksa leylak çiçeğine mi?
    Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
    Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
    Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
    Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


    Tarih kitapları dokundurur geçer
    Köşesinde kenarında,
    Hele bir lâfı açılmaya görsün
    Şirket vapurlarında;
    Eksik olmaz gazetelerden, bilhassa
    İntihar haberlerinde,
    Mâniler düzmüşler gördüm üstüne
    Telefon rehberlerinde.


    Aç kurtlar gibi ulur mu dersin
    Bando gibi gümbürder mi yoksa,
    Taklit edebilir misin istesen kemençede,
    Ne dersin piyanoda çalınsa;
    Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi
    Yoksa ağıraksak bir hava mı?
    İstediğin zaman kesilir mi sesi?
    Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


    Bir hâl oldum çardakların altında
    Onu araya araya,
    Küçüksu'ya baktım, orada da yok,
    Boşuna çıktım Çamlıca'ya;
    Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
    Bir acayip gülün lisanı da;
    Benim bildiğim o kümeste değildi
    Ne de yatağın altında.


    Aklına esince çıkarabilir mi dilini,
    Başı döner mi asma salıncakta,
    At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
    Usta mı düğüm atmakta,
    Millet der peygamber demez mi,
    Para mevzuunda nedir efkârı,
    Borç alır borcunu ödemez mi?
    Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


    Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri
    Kabil değil unutamazmış insan,
    Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
    Ama o geçmedi bile yanımdan;
    Merdiven dayadım otuz beşine,
    Öğrenemedim gitti bir türlü,
    Nemene mahlûktur bu düşerler peşine
    Bunca insan geceli gündüzlü?


    Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
    Burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
    Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
    Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
    Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
    Selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,
    Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
    Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

    Wystan Hugh Auden / Türkçe söyleyen: Can Yücel
  • Teyzesi defterdar olan geceleri faytonla damda dolaşır
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.