Şimdi Ara

Türkü Hikayeleri

Bu Konudaki Kullanıcılar:
4 Misafir - 4 Masaüstü
5 sn
93
Cevap
6
Favori
254.352
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • DH/Türkü HİKAYELERİ***





    Türkü Hikayeleri



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi zayef- -- 6 Eylül 2023; 23:34:7 >



  • Türkünün Adı : A İstanbul Sen Bir Han Mısın
    Türkünün Yöresi : Kütahya

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    A İstanbul (beyim aman) sen bir han mısın
    Varan yiğitleri de (beyler aman) yudan sen misin
    Gelinleri yarsız goyan (bidanem) sen misin

    Gidip de gelmeyen (Beyler aman)
    Yari ben neyleyim
    Vakitsiz açılan da (Beyler aman)
    Gülü ben neyleyim

    A İstanbul (beyim aman) ıssız kalası
    Taşına toprağına (beyim aman) güller dolası
    O da bencileyin (aman) yarsız galası

    Gidip de gelmeyen (Beyler aman)
    Yari ben neyleyim
    Vakitsiz açılan da (Beyler aman)
    Gülü ben neyleyim


    HİKAYESİ

    Ethem Paşa İstanbul'a tevliyet almaya gitmiş. Orada güzellere takılmış yedi sene Kütahya'ya dönmemiş. O zamanın kültürlü hanımlarından biri olan güzel eşi Esma Hanım bir şiir yazmış. Bu şiir zamanla türkü haline gelmiş.




  • Türkünün Adı:Gesi Bağları
    Türkünün Yöresi : Kayseri

    Türkünün Sözleri

    Gesi bağlarını dolanıyorum
    Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
    Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
    Bir çift selamına güveniyorum

    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    Gesi bağlarının gülleri sarı
    Ayrıldım yarimden (anam) gülmeyim gayrı
    Ayrıldım yarimden (anam) gülmeyim gayrı
    Gitti isen selamın kesme bari

    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    Gesi'ye giderken yolum ayrıldı
    Bindim arabaya (anam) başım çevrildi
    Bindim arabaya (anam) başım çevrildi
    Bu ayrılık bize Hak'tan verildi

    Atma anam atma beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın anam yansın derdime

    HİKAYESİ

    Er düşermiş Erciyes'in eteğine kar. Tepesinden çığ buzul eksilmeyen yüce dağlara bahar çok erken gelirmiş. Çiğdem çiçekli yazı serince, kışı ya kuru ayaz, ya amansız boran kar olurmuş buraların. Gesi, Kayseri'nin ırağında sapa bir kasabayken, yaz gelince gurbet ellere çalışmaya gidermiş buranın gençleri. Ellerinde bir küçük bavul, ceplerinde üç beş kuruş yol parasıyla İstanbul'a, İzmir'e doğru yollara koyulurlarmış.

    Gesili Mustafa da bir küçük evciğin en büyük oğluymuş. Yaz bahar ayı kendini gösterende bavulunu, yolluğunu alıp ana babasına veda etmiş, yaz boyu çalışıp para kazanmak, başka diyarlar görüp iş öğrenmek amacıyla binmiş kara trene, düşmüş İstanbul yollarına. Sene kim bilir bin dokuz yüz kaç? Mustafa askerliğini yeni bitirmiş, yirmi beşinde bir Anadolu delikanlısı. İnce iş gelirmiş elinden, sıvacıymış. İnmiş Haydarpaşa Garı'na. Koca İstanbul'u görünce aklından neler geçirdi kim bilir. Sisler arasında kaybolan ulu minareleri, yüksek kuleleri, görkemli evleri seyredip kendisini büsbütün garip hissetmiş olmalı.

    O zamanlar taşı toprağı altın bilinen İstanbul'da Gesili Mustafa'ya da bir köşe bulunmuştur barınacak. Yeni yeni yükselen beton semtlerden birinin inşasında iş vermişler. Belki Şişli'nin, belki Levent'in, belki Suriçi'nin binalarından birinin ustasıdır o. Binlerce tuğlayı üst üste koymuş, sıva yapmış, beton dökmüş. Yaptığı işi beğenmiş işveren. İşçiyken kalfa, kalfayken de usta olmuş. Bu ağırbaşlı, namuslu Anadolu genci, arkadaşlarının arasında hem yaptığı iş, hem de güvenilirliğiyle seçilmiş olmalı ki işveren onu günün birinde kenara çekip bir cigara uzatmış, ailesini sormuş. Utancından tutuk tutuk konuşarak cevap vermiş Mustafa. "Kayseri'de bir koca kadın anam, beş kardeşim var. Yazın çalışıp kışın yeriz. Bizim oralar bağlık bahçeliktir. Erkek kısmına kış günü de olsa evde oturmak yakışmıyor. Geldim buralara... Koca anam dua etti, onun duası olmasaydı Gesili Mustafa çoktan keptiydi" demiş. Evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sormuş işveren. "Nasip" diye yanıtlamış Mustafa. İşvereni ona İstanbul'un kıyıcığında eski bir evde yaşayan kadıncağızın dört kızından birini teklif etmiş. "Ben bu kızı bilirim, tanırım her haline kefilim. Anası eşini yitireli çok oluyor. Dört kıza hem analık yaptı hem babalık. Yoksulluk kınanacak bir hal değildir oğlum, bu kızı seninle baş göz edelim" demiş. O an bir şey diyememiş Mustafa. Beklemediği bu teklif şaşırtmış onu. Akşam kara gecenin içine büzülüp düşünmüş. Teklifi uygun bulmuş, her ne kadar o zamana dek bu yabancı diyarlardan evlenmeyi düşünmediyse de kabul etmiş.

    İnsan yaşamında oynanan en büyük kumardır ya evlilik. Bu yüzden kader deyip sorumluluğu üzerimizden atmak, işin kolayı... Bir gün iş arkadaşları ve patronu gidip çalmış eski evin boyası aşınmış kapısını. Leyla'yı görüp beğenen Mustafa'nın evlilik dileğini kadıncağıza bildirmişler, Allah'ın emriyle kızını istemişler. Yaşlı kadının tek derdi, gözü görür eli tutarken kızının mürüvvetini görmek olmalı ki ikiletmemiş kendisine gelen teklifi. Madem tanıdıklar bu yabancı gence kefil oluyor, huyu güzel, çalışkandır diyorlar, "Hayırlı işi uzatmanın manası yok. Kıysın nikahı alsın götürsün" diye cevap vermiş. Leyla duraksayıp bakmış anasına. "Ne tez bıkmışsın benden ki alıp kızını bilinmedik diyarlara atıyorsun," diyecek olmuş ama sesi düğümlenmiş boğazında. Anasının uygun gördüğünü geri çevirememiş. Biraz da kahredip kabul etmiş kısmetini.

    Mustafa evleneceğini kısacık ve utangaç sözcükler içeren bir telgrafla bildirmiş Kayseri'ye. Basit bir alyans, üç beş parça hediye, birkaç takı ile gitmiş kız evine. Çabucak kıymışlar nikahı. Sonrası Mustafa Leyla'yı alıp memleketine doğru yola koyulmuş. Delikanlının cebinde yaz boyu çalışıp kazandığı paralar, kızın elinde birkaç parça çeyizini sıkıştırdığı bavulla geçmişler Anadolu yakasına. Kara trenin Kayseri istasyonuna Haydarpaşa'dan iki bilet almışlar. Leyla doğup büyüdüğü eski İstanbul'a gözleri dolu dolu bakmış, adını duyup yerini bilmediği Kayseri'yi düşlemiş. Korkup ağlayacak olmuş önce, sonrası kocasının elini tutup onun varlığına sığınmış. Ama zor iş göz açıp gördüğü diyarları bırakıp bilinmeze doğru yola çıkmak. Bu yüzden boğazın karşı kıyısında bütün görkem ve göz alıcılığıyla yükselen tanıdık İstanbul'a bakıp içinden geldiğince yakınmadan da edememiş.

    Gemiden indim de yollar ayrıldı,
    Bindim kara trene başım çevrildi
    Bize kısmet gurbet elden verildi.

    Atma anam atma, beni dağlar ardına
    Kimseler yanmasın, anam yansın derdime...

    Kara tren tıkır tıkır aşmış dereleri dağları. Anadolu'nun kıraç bozkırlarını geçip bir yüce dağın eteğine yaslanmış Kayseri'ye ulaşmış. Mustafa'nın ailesi karşılamış gelinlerini. Sarmaş dolaş olmuşlar. Leyla'nın içindeki ürkeklik geçmiyormuş yine de. Girmiş Mustafa'nın alçacık damlı, tek katlı, önünden tozlu bir yol geçen evine. Henüz alıştığı bildiği gibi bir yerle karşılaşamamanın ürkekliğini üzerinden atmadan konu komşu gelmiş İstanbullu gelini görmeye. Hediyeler getirip uğur dilemişler. "Vış bacım!" demiş kimileri Mustafa'nın anasına. "Taa İstanbullardan alıp getirecekti madem; alma yanaklı, kalın bilekli, kara kaşlı, kara gözlü birini bulaydı ya oğlun. Ayvalardan renk almış bu kızı da nereden buldu nikahladı? Ayağına şalvar giydirecek olsan lastiği tutacak kalçası yok, üstüne gök gürlememiş çalı gibi bir şey..."

    İki ayrı dünya gibi zıt gelmiş Gesi ile İstanbul Leyla'ya. Koca şehrin ruhuna tanıdık köşelerini bırakıp yad ellere gelin gelmenin acısını bir türlü atamamış üzerinden. Gün boyu işe, aşa, suya, ateşe koşturup hizmet etmiş yeni yuvasına ama ille de kapısını çekip çıktığı evini özlermiş, ille kocamış anasını, kimsesiz kardeşlerini anarmış. Başka hiçbir şeye benzemeyen yurt özlemi sarmış gönlünü. Kimselerden yüz bulamamış dertleşmek için. Ancak akşam olunca odasına çekilip Mustafa'nın göğsüne başını dayar, içinden geldiği gibi yakınıp ağlarmış.

    Çırpını çırpını yuvamdan uçtum
    Ağlayı ağlayı gurbete düştüm.
    Ayrılık zehrini gençlikte içtim.

    Örtün pencereyi esmesin yeller,
    Algın olduğumu bilmesin eller.

    Mustafa yerinden yurdundan edip getirdiği bu garip kuşu yeni yuvasına alıştırmak için uğraşmış durmuş. Günbegün sevmişler birbirlerini. Yürekleri birbirine ısınmış. Eşini incitmemiş Gesili delikanlı. Anadolu'da adet olduğu üzere anasının, kardeşlerinin yanında ona pek yakınlık göstermese de bakışlarıyla, davranışlarıyla sezdirmiş sevdasını. Tenhalaşınca moral vermiş, destek olmuş. Akşam saatleri onu yanına alıp Gesi bağlarında gezintiye çıkarmış, unutturmaya çalışmış karısına gurbet acısını. Dolaşırken de türkülerle dile getirmişler hallerini,

    Gesi'ye giderken yolun sağında,
    Güller açmış nazlı yarin bağında,
    Gurbetteyim daha gençlik çağında

    Gel otur yanıma boyu boşu güzelim
    Dost düşman yanında gülüp gezelim.

    İki tazenin arası iyiymiş ama Mustafa'nın anası, kız kardeşleri pek de sevememiş Leyla'yı. Köy işinden anlamaz, koyun keçi sağamaz, iki avuç bulguru aş yapıp ortaya getiremez bir cahilmiş onların gözünde yeni gelin. Güler yüzleri çok sürmemiş. Evin içinde yaban gezer gibi irdemişler, dışlamışlar, itip kakmışlar sahipsizi. Fakir kızıysa da görgülü evin çocuğu olduğu için sesini çıkarmamış Leyla. Onlar itekledikçe Mustafa'da gönül dinlendirmiş. Sorup anlamadan öz kızını koparıp bilinmedik diyarlara atan anasına da gün geçtikçe gönül koymuş, sitem etmiş, ilenmiş. "Ne var idi Mustafa'yla İstanbul'da kalaydık. Koca kalabalıklara yer buluyorlar da biz sığamadık mı oralara?" diye söylenmiş.

    Sıvacı Mustafa önceleri karısıyla anasının anlaşıp geçineceğini düşünmüş. Leyla kocasının evine, anası da yeni geline ısınacaktı hepsi bu. Ama dallı güllü şalvar giyen, boncuklu tülbentle yaşmaklanan Afşar karısı kadın anası insaf edeceğe benzemiyordu. Günbegün sertleşti İstanbullu gelinine. İşe ocağa sokmaz oldu. Ağzını açacak olsa, "Kendi gelen sen sus. İyi bir şey olaydın anan göğsünden söküp azıtmazdı seni" diye paylıyordu onu. Leyla kızın içini yalaz yalaz yakıyordu bu sözler. Gurbet elde tutunacak dalı yoktu, arkasını dayayacağı akrabası yoktu ki baş kaldırıp cevap versin. Attı içine, attı içine. Her akşam sızım sızım sızlandı. Ağlayıp içini döktü eşine. Kaynanasından işittiği kötü sözleri bir bir anlattı.

    Gesi bağlarında bir top gülüm var,
    Hey Allah'tan korkmaz, sana bana ölüm var.
    Ölüm varsa bu dünyada zulüm var

    Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim.
    Halimden bilmiyor, ben o yari neyleyim.

    Aylar ayları kovaladı art arda. Leyla her gün yeni bir gizini keşfetti geldiği evin, Mustafa'nın akrabalarını tanıdı, konu komşuyla biliş oldu. Dışarı çıkarken yaşmaklanmaya, tencereyle sofraya getirilen çorbayı kaşıklamaya, kuyudan su çekmeye, tandır ateşine, çalı çırpı kırmaya, koyun keçi sağmaya alıştı ama atamadı üstündeki garipliği. Kendisini yeni evine benimsetemedi. Durgunlaştı, suskunlaştı, iyice zayıfladı. Mustafa baktı olacak gibi değil, bu kızı Gesi'de eğlemenin yolu yok. Bir gece onun İstanbul'a dönme teklifine "olur" dedi. Ama baba ocağından kavgalı ayrılmak olmaz. Hem İstanbul'da yerleşecek ev yok, Leyla'nın anası kendisine zor yeter bir kadıncağız. Onun yanına gidip sığınmak olmaz. Gesililer arkasından laf eder, "anasını bırakıp el kızının peşine düştü, yaban ellerde iç güveyi oldu" derler.

    -Ben İstanbul'a varıp bir yer bakmayım. Bir iş bulup çalışayım. Bir mevsimden tezi yok, seni yanıma alırım. İstanbul'a yerleşiriz, dedi Leyla'ya.

    Onu yaşlı gözlerle bıraktı evin eşiğinde. Bavulunu alıp yine düştü gurbet ilin yoluna.

    Yazmam gül yaprağı karanfil ırak,
    Aksine vuruyor, devranı felek
    Gesi bağlarında Leyla diyerek,

    Devşirdim çiçeği, dalda ne kaldı,
    Gurbete gidiyom burda nem kaldı.

    Bir başına kaldı taze gelincik. Kadın olmak eli eteği eksik doğmak değil mi? Hele Anadolu'daysan, hele yurdundan uzak yerde yuva kurduysan olmayanı olduracaksın, her bir yana koşturacaksın, sabah akşam işleyeceksin. Yine de kadrin kıymetin bilinmeyecek, horlanacaksın, itileceksin. Leyla da bir çok bilmiş kaynanayla birkaç cahil görümce arasında kalakalmış. Tek tesellisi Mustafa'dan aldığı "tez döneceğim" sözü. Sabredip beklemeye koyuldu. Serin bir dua gibi sakladı içinde Mustafa'yı. Ama evdekiler anlamıştı olacakları. Oğulları bu şehirli gelinin sözüne kanıp İstanbul'a yerleşmeyi kafasına koymuştu. Elleri belinde karşısına dikilip söylendi Mustafa'nın anası. "Oğlumun aklını çelip İstanbullara gönderdin. Bizim ile ocak başında diz kırıp tarhana kaşıklamaya aklın kesmiyordu ne diye geldin buralara? Koca İstanbul'da kapısını sana açan olmadı mı da telsiz duvaksız, gelinliksiz gelip düzenimizi bozdun bre yabanın kendi geleni?"
    Oturduğu köşeye büzüşüp kaldı Leyla. Mustafa'sı da yoktu ki derdini yansın. Garip başını eğip şikayetlensin, sabır istesin... İşittiği sözler içini yakıyordu ama ne yapsın, bir başınaydı. Yurt yuva özlemine bir de kendisinin tek destekçisi kocasının hasreti eklenmişti. Alıp başını Gesi bağlarında geziyordu komşu kızlarıyla. Gezerken de için için ağlayarak söylüyordu türküsünü.

    Ooff, Gesi bağlarında dolanıyorum
    Yitirdim yarimi aman aranıyorum
    Bir çift selamına güveniyorum.

    Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim.
    Halimden bilmiyor, ben o yari neyleyim.

    Konu komşu acıyordu Leyla kızın garipliğine. Gidip kaynanasıyla konuşacak oldular, "Sürüsünden ayrılmış bir garip leylek gibi bu el kızını irdeme böyle koca ana. Allah'ın gücüne gider, hakkı bilmez kul değilsin. Elini obasını bırakıp eline düşmüş, incitme garibi" Mustafa'nın anası öfkeyle göğsünü dövüp ilendi gelinine, "Her kişi diyarını dirliğini bilecek bacım. Gittiğin yerin bir gözü korse sen de birini yumacaksın. Ben bu yabanın kılıksızına iş uğraş öğretemedim komşular kınamayın beni. Eline kürek orak alamaz, ocak başına varsa aş eyleyemez. Neyleyeyim kadan alım, bana bir çare gösterin."

    Gelenler çıkıp gitti üzülerek, alıp içlerine avuntu verdiler İstanbullu geline.

    Alıp kalemi eline ak kağıtlara nakış nakış yazdı derdini Leyla. Yari ile mektuplarda dertleşti. "Tez gel" dedi sevdiğine. "Tez gelip al beni buralardan, daha dayanamıyorum." Komşu kızlarına söylediği türküyü de iliştirdi mektuba.

    Gesi bağlarının gülleri mavi,
    Ayrıldım yarimden anam gülemem gayri
    Yarden ayrılanın böyle olur hali,

    Ne deyim ağlayım ah alnımın yazısı
    Söyle bana söyle be yarinin kuzusu...

    Üstü kara yazılı ak kağıtlar gurbet elde varıp buldu Mustafa'yı. Derdini bir iken bin eyledi. Koca yiğit çaresiz kaldı İstanbul'un orta yerinde. Çünkü daha ne iş bulabilmişti ne de ev. Ne dese gerekti sıladaki yarine. Bir of çekip savurdu cigarasının dumanını, kalemi eline alıp gönlünce yazdı içindeki efkarı. Karısına teselli olsun diye bir yüzük alıp gönderdi mektupla. Onun yakınışının güftesine uydurup karşılık verdi.

    Gesi bağlarında bir oylum kaya,
    Düşmüşüm sevdaya anam ne diyon bana
    Bir yüzük yaptırdım bergüzar sana

    Takın parmağına yarim yadigar olsun.
    Bize sebep olan, onmasın da sürünsün.

    Geçmek bilmiyordu Leyla için vakit artık. Mustafa'yı bekleyip oturuyordu köşesinde. Kendisini yad ellere gelin eden anacığına sitem ediyordu söylediği türkülerde. "Gesi bağlarını bekleyen gelin" diyordu konu komşu ona. Türküsü dilden dile söyleniyor, ağız ağız yayılıyordu Kayseri'ye. Leyla'yı yalnızlığın acısı büsbütün sarıyor, büsbütün eritiyordu. Doğum yapıp nur parçası gibi bir oğlunun olması bile acısını azaltmaya yetmedi.

    Anam yok ki ağıdımı dinlesin,
    Yarim yok ki şikayetim dinlesin
    Şu garip gönlümü kimler eylesin.

    El kadar anlımda türlü yazım var,
    Evvel bir basımdı şimdi körpe kuzum var.




  • Veli Kanık - Entarisi Ala Benziyor

    Entarisi ala benziyor
    Şeftalisi bala benziyor
    Benim yarim bana benziyor
    Olamaz ne çare o nişanlıdır
    Kaytan bıyıklı delikanlıdır

    Şekerli misin vay vay
    Kaymaklı mısın vay vay
    Sen de benim gibi
    Sevdalı mısın vay vay

    Entarisi biçim biçim
    Ölüyorum senin için
    Bekletme gel başın için
    Olamaz ne çare o nişanlıdır
    Kaytan bıyıklı delikanlıdır

    Şekerli misin vay vay
    Kaymaklı mısın vay vay
    Sen de benim gibi
    Sevdalı mısın vay vay

    Bu türkünün hikayesini bilen varsa yazsın. Merak eden çoktur herhalde
  • Türkünün Adı:Ezo Gelin
    Türkünün Yöresi :Gaziantep

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Ezo gelin, benim olsan seni vermem feleğe
    Güzel yosmam başın için salma beni dileğe
    Anası huridir de kendi benzer de meleğe
    Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle

    Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle
    Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel

    Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına
    Güneş vursun da kemerinin kaşına kaşına
    Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına
    Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle

    Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle
    Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel


    TÜRKÜNÜN HİKAYESİ



    Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909'da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir. Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo'nun, üçü erkek, üçü kız, altı kardeşi daha vardır.

    Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üstünde topluyordu. O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi. Ezo'yu, birçok zenginin yanısıra, (o zamanki) Halep (ilimiz)in Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyz'oğlu Memey (Mehmet) istiyordu. Takdirde yazılan tedbirde bozulmazmış; Ezo'nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyz'oğluyla...

    Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Öykümüze geçmeden, Ezo'nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım:

    -Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış.
    -Öyle güzelmiş ki Ezo, bakanlar bakmaya doyamazlarmış.
    -Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış.
    -Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış,
    -Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş...

    Ezo'nun güzelliği söyleyen dillere söylence (efsane) olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu. Bu, komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz'dü. Şitto'nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım"; sesi de bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi. Tekmil Barak ovasında düğünler kambersiz oluyordu da, Şitto Hanefi'siz olmuyordu. O sıralar Hanefi 30; ay'a "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı.

    Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı. Düğüne Zöhre (Ezo) de, Şitto da çağrılıydılar elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyiyi de unutup, Ezo ile Şitto'yu izledi. Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı.
    Hanefi, ala ala "Düşünelim"cevabı aldı.

    Araya acımasız zaman girdi. Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk'le, yörenin töresi olan "Değişik" uygulamaya karar verdi. (Bu töreye göre, bir erkek,hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır. Böylece iki tarafta çevrede "Kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur.) Şitto halası Hazik'i (Hatice'yi) Mehmet'e verecek; buna karşılık, Mehmed'in kızkardeşi Selvi'yi alacaktı. Araya girenler girdi; bu "Değişik" gerçekleşemedi. Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu.

    Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı. Saray insanda olmalı..." Şitto'nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto'ya çatıldı. "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler. Bu evlenmede Şitto'ya kalın (başlık) da gelmeyecekti. Çünkü, Şitto Ezo'yu almasına karşılık, Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e halası Hazik'i verecekti. Alan razı, veren razı....

    Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu... Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi. Sen sağ ben selamet. Bu demektir ki iki köy de iki mutlu yuva kuruldu.

    Şitto ile Ezo, sizlere layık bir mutlu yaşamı sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi yani. Gel gelelim, mutlulukları göze geldi.

    Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi. Yemediler - içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız "Söz taşıma, taş taşı" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler...

    Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler. "Kötü talih geç buldum; tez yitirdim..."

    Şitto,Ezo'yu boşayınca "Değişik" töresince halası,Hazik de geri döndü. Şitto Hanefi,bu acı ayrılışı da yarısının ağzından şöyle anlatır; "Bizim böyle olmamız dostlarımızı acındırıyor,düşmanlarımızı sevindiriyordu."

    Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi (Açıkgöz) den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı. Yörenin ağızbirliği etmişcesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre içinde daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki; görenin gözü kalırdı. Nasıl anlatmalı; O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi.

    Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo'nun. Her talibi, tek tüy isteyen Hz. Süleyman'ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo'nun. Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi.

    Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyz'oğlu Memeyle evlenmeye yanaştı. Türkmen oymağından olan Memey Suriye'nin, Carablus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu.

    Ezo 1936 yılının güzünde, Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti. Bu evliliği de değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi'yi, Ezo'nun ağabeyi Zeynel Bozgedik'e vermişti.

    Ezo'yla Meme'yin iki kızları oldu. İlki, fazla yaşamadan öldü. "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye'de yaşamaktadır.

    Ezo'nun, ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki; "Gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da. Türk köylüsü "Çalının ardı gurbet" der. Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu. Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalaydım" dediğini anlatırlar.

    Ezo bir de "Göreceksiniz, gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye'yi; Uruş köyünü görecek bir yere gömülmesini dilerdi.

    Dediği de oldu. Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu.

    Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu.

    Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler.

    Mezarı oradadır şimdi... O kum ülkesinde.




  • Türkünün Adı:Kütahya'nın Pınarları
    Türkünün Yöresi : Kütahya

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Kütahya'nın Pınarları Akışır,
    Devriyeler Kol Kol Olmuş Bakışır.
    Asalı'ya Çuha Şalvar Yakışır,

    Aman Aman Vehbi Öyle De Böyle Olur Mu.
    Ah Ben Ölürsem Dünya Sana Galır Mı.

    Salın Gelip Musallaya Dayandı,
    Gar Beyaz Vehbim Al Kanlara Boyandı.
    Seni Vuran Oğlan Nasıl Dayandı,

    Aman Aman Vehbi Öyle De Böyle Olur Mu.
    Ah Ben Ölürsem Dünya Sana Galır Mı.

    HİKAYESİ
    Bundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç yakışıklı, sözü dinlenir, temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel, boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu, ele, avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi (düve: buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş). İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç, deli düveyi ailesinden ister, fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez, bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar.

    Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız, kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar, onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur, kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar.




  • Türkünün Adı: Ah Bir Ataş Ver
    Türkünün Yöresi: İzmir

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    ah, bir ateş ver, cıgaramı yakayım
    sen sallan gel, ben boyuna bakayım

    uzun olur gemilerin direği
    çatal olur efelerin yüreği

    ah, ataşı gavur, sinem ko yansın
    arkadaşlar uykulardan uyansın


    HİKAYESİ

    Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı. Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı. Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı. Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler. Şamandıradaki telefon hattının Öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.




  • Türkünün Adı:Hastane Önünde İncir Ağacı
    Türkünün Yöresi:Akdağmadeni

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Hastane Önünde İncir Ağacı
    Annem Ağacı.
    Doktor Bulamadı Buna İlâcı
    Anem İlâcı.

    Baş Tabip Geliyor Zehirden Acı
    Annem Vay Acı.
    Garip Kaldım Yüreğime Dert Oldu
    Annem Dert Oldu.

    Ellerin Vatanı Bana Yurt Oldu
    Annem Yurt Oldu.
    Mezarımı Kazın Bayıra Düze
    Annem Vay Düze.

    Yönünü Çevirin Sıladan Yüze
    Annem Vay Yüze.
    Benden Selâm Söylen Sevdiğinize
    Sevdiğinize.

    Başına Koysun Kareler Bağlasın
    Annem Bağlasın.
    Gurbet Elde Kaldım Diye Ağlasın
    Annem Ağlasın.


    HİKAYESİ

    komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. hava değişimi olarak yozgat'a (akdağmadeni) gelir. sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. genç tedavi için istanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. ailesi cenazesini yozgat'a getiremez., istanbul'da kalır.




  • Türkünün Adı:Kırmızı Gül Demet Demet
    Türkünün Yöresi:Erzurum

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Kırmızı gül demet demet
    Sevda değil bir alamet
    Balam nenni yavrum nenni
    Gitti gelmez o muhannet
    Şol revanda balam kaldı
    Yavrum kaldı balam nenni
    Kırmızı gül her dem olmaz
    Yaralara merhem olmaz
    Balam nenni yavrum nenni
    Ol tabipten merhem gelmez
    Şol revanda balam kaldı
    Yavrum kaldı balam nenni


    HİKAYESİ

    Ali diye bir oğlan varmış zamanında.Savaş patlak vermeden evvel gönül vermiş bir güzele, evlenmiş ve evliliğinin daha kırkı çıkmadan askere çağrılıvermiş.Ali sevdiğini anası ile bir başına bırakıvermiş ve askere gitmiş.Ali askere gitmesinden epey bir süre geçmesinden sonra savaşın bittiği haberi gelmiş köye Ali'nin anası ile sevdiği mutluluk sarhoşu olmuşlar.Ali'nin içinde bulunduğu grubun şehre dönüş tarihi belli olmuş bunun üzerine anası ve karısı başlamışlar hazırlığa.Ve o gün geldiğinde anası demiş ki

    "Kızım ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oğlumu sende hazırlıkları tamamla evde" deyip tren istasyonun yolunu sabahın köründe tutmuş.Anası başlamış beklemeye.Bir tren gelir biri gider ve oğlan gelmezmiş.Anası hava kararıncaya kadar beklemiş ve oğlan gelmemiş.Umudunu kesen ana evin yolunu tutmuş.

    Eve geldiğinde gelinin odasında sesler geldiğini duyup kapıya yanaştığında içerde bir erkek olduğunu anlar.Bizim Anadolu'nun anası namusunu kirli bırakır mı içerden tüfeği kaptığı gibi odaya dalıverir ve yorgana doğru boşaltır mermileri.Ortalık kan gölüne dönmüştür.O arada yorgan sıyrılıverir yatağın üstünden.Birde ne görsün iki yıldır askerde olan oğulcuğu ile ona gözü gibi bakan gelini yatağın içersindedir.Meğersem anası istasyonda beklerken görememiştir oğlunu, oğlanda koştura koştura eve gitmiş ve sevdiceğini yalnız bulunca dayanamamıştır.Bundan sonra ana az olan aklını da yitirip yollara düşer ağzında bir türkü;



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi zayef- -- 23 Kasım 2010; 13:21:47 >




  • Türkünün Adı:İki Keklik Bir Kayada Ötüyor
    Türkünün Yöresi:BALIKESİR

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    İki keklik bir kayada ötüyor
    Ötme de keklik derdim bana yetiyor
    (Aman aman yetiyor)
    Annesine kara da haber gidiyor

    Yazması oyalı kundurası boyalı
    (Yar benim aman aman yar benim)
    Uzun da geceler yar boynuma sar benim
    (Aman aman sar benim)

    İki keklik bir dereden su içer
    Dertli de keklik dertsizlere dert açar
    (Aman aman dert açar)
    Buna kara sevda derler tez geçer

    Yazması oyalı kundurası boyalı
    (Yar benim aman aman yar benim)
    Uzun da geceler yar boynuma sar benim
    (Aman aman sar benim)

    İki keklik bir kayada yaslanır
    Teke de bıçak gümüş kında paslanır
    Bir gün olur deli de gönül uslanır
    (Uslanır aman aman uslanır)

    Yazması oyalı kundurası boyalı
    Uzun da geceler yar boynuma sar benim
    (Aman aman sar benim)


    HİKAYESİ

    balıkesire bağlı edremit ilçesinin güre köyünün eşrafından kahveci mehmet şevket efendinin karısı şöhret hanım tarafından oğluna yazılmış bir türküdür. şöhret hanım zamanın zenginlerinden olduğu için zeytin toplamaya giderken cam topuklu ve rugan ayakkabılar giyermiş.

    elbiseleri de oldukça güzel ve diğer köylülerden farklıymış. oğulları zekeriya sarıkamışa enver paşa komutasında askerliğini yapmaya gitmiştir. bu sırada ortam karlı olduğu için yol almak amaçlı karları teperlermiş. kar teperlerken kar kuyusuna düşüp şehit olmuştur zekeriya. şöhret hanımda ovada kekliklerle söyleşirken bu kötü haberi almıştır.

    keklikler öterken şöhret hanımda bu türküyü yazar. ötmede keklik derdim bana yetiyor demiştir. cam topuklu ayakkabı ve güzel giyindiği için de yazması oyalı kundurası boyalı tanımı gelir.




  • Türkünün Adı:Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar
    Türkünün Yöresi:Malkara

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
    Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
    Annesinin bir tanesini hor görmesinler

    Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
    Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim

    Babamın bir atı olsa binse de gelse
    Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
    Kardeşlerim yolları bilse de gelse

    Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim
    Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim


    HİKAYESİ

    Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

    Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.

    Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.

    Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.

    Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.




  • Türkünün Adı:Debreli Hasan
    Türkünün Yöresi:Batı Trakya yöresi

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
    Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

    Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın
    Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin

    Drama köprüsü Hasan dardır daracık
    Çok istemem Yanko Corbaci bin beş yüz liracık
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin

    Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
    Ecel şerbetini Hasan ölmeden mi içtin
    At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
    Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin.


    HİKAYESİ

    Debreli Hasan, Drama'da yetişmiş. Debreli namıyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkıyadır.

    Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Debreli Hasan'ın yaşadığı,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir. Bu konuda halk arasında söylenen menkıbeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir."Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Cakircali'dan geçemezsin. "denir, kendisine. Nitekim de öyle olur.

    Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur. Bilinen Kara kedi namıyla bir tek kızanı olduğudur. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en ustun tarafı ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. "Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış, İskece pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayanca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar."

    Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder.

    Kısacası Rumeli Türklerinin gönlüne yerleşmiştir efsanesiyle Debreli Hasana.




  • Türkünün Adı:Denizin Dibinde Hatcam
    Türkünün Yöresi:Çeltikçi yöresi


    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ


    Denizin Dibinde Hatçam Demirden Evler
    Ak Gerdanın Altında Çiftedir Benler
    Al Kınalı Parmaklar Da O Beyaz Eller
    Yolcuyu Yolundan Anam Eyleyen Dilber

    Dalga Dalga Dalga Dalga Dalgalanıyor
    Hatçamı Görenler Anam Sevdalanıyor
    Alçaklara Duman Çökmüş Yükseklere Buz
    Gel Sarılalım Kaçalım ince Belli Kiz

    Yüce Dağ Başında Hatçam Ekin Ekilmez
    Yağmur Yağmayınca Anam Kökü Sökülmez
    Ellerin Köyünde Hatçam Kahır Çekilmez
    Doldur Ağuları içelim Hatçam

    Dalga Dalga Dalga Dalga Dalgalanıyor
    Hatçamı Görenler Anam Sevdalanıyor
    Ovalara Duman inmiş Göremedin Mi
    A Kız Kendi Saçını Öremedin Mi

    Arvallinin Önünde De Pınarlar Harlar
    Hatçam Çıkmış Pencereye Ay Gibi Parlar
    Ben Hatçamı Yitirdim Dumanlı Dağlar
    Gözlerimin Pınarları Durmadan Çağlar

    Onu Onu Onu Onu Onun Onuna
    Ben De Yandım Hatçanın Basma Donuna
    Alçaklara Karlar Yağmış Üşümedin Mi
    Sen Bu İşin Sonunu Düşünmedin Mi

    HİKAYESİ

    Burdur’dan Antalya’ya doğru giderken yaklaşık 38 km. uzaklıkta bulunan Arvallı, yeni adı ile Bağsaray köyünde geçer hikaye.

    Hikayeye göre Hatçe isminde bir güzel kadın köyün meydanındaki duvarında çift oluklu pınar bulunan bir evde oturur.Türküde sözü geçen pınar bu pınardır.

    Hatçe güzel ve alımlı bir köy güzelidir. Köyün çobanı Hatça’ya gönlünü kaptırır. O da çobanı sever. Ne var ki Hatçe evlidir.Kader onları bir türlü bir araya getirmemiştir. Her ne kadar olumsuzluklar çok olsa da aşklarına engel olamazlar ve bir zaman sonra birlikte kaçmaya karar verirler. Çobanla birlikte kaçarak Antalya’ya yerleşirler. Yaklaşık 5 ay sonra yakın bir köyde (Kayış) de buna benzer bir olay gerçekleşir ve İbrahim Can isimli mahalli sanatçı bu türküyü yakar.




  • Türkünün Adı:İzmir'in Kavakları
    Türkünün Yöresi:İzmir


    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    İzmir’in kavakları,
    Dökülür yaprakları.
    Bize de derler Çakıcı.
    Yar fidan boylum
    Yakarız konakları.

    Servim senden uzun yok,
    Yaprağında gözüm yok.
    Kamalı aa zeybek vuruldu.
    Yar fidan boylum
    Çakıcı’ya sözüm yok.

    HİKAYESİ

    Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır. Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır. Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok meşhurmuş.

    Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir. O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir.




  • Türkünün Adı:Yeşil başlı gövel ördek
    Türkünün Yöresi:Çukurova

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Yeşil başlı gövel ördek
    Uçar gider göle karşı
    Eğricesin tel tel etmiş
    Döker gider yare karşı

    Telli turnam sökün gelir
    İnci mercan yükün gelir
    Elvan elvan kokun gelir
    Yar oturmuş yele karşı

    Şahinim var bazlarım var
    Tel alışkın sazlarım var
    Yare gizli sözlerim var
    Diyemiyom ele karşı

    Hani Karac'oğlan hani
    Veren alır tatlı canı
    Yakışmazsa öldür beni
    Yeşil bağla ala karşı

    HİKAYESİ


    Çeşitli kaynaklara göre Kozana bağlı Feke İlçesi'nin "Gökçe" köyünde, "Mamalı" da, "Binbuğa"da, "Erzurum"da "Zobular"da, "Gökçeli"de, "Varsak da, hatta "Belgrad"da doğduğu öne sürülmüştür. Fakat, kanımızca en sağlam ve eski kaynak, Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi'nin hatıra defteri olup, inandırıcı delillere da-yanmaktadır. Hamdi Efendi, Varsak köyünde 1876 da hatıra defterine şu satırları kaydetmiştir: "Malum ola ki Karacaoğlan Varsak karyesinde dünyaya gelüp babası Türkmen aşiretinden Kara İlyas, fakir-el hal olmağla sayd-ü şikarla taayyuş eder olup 1013 (M .1604) tarihinde Kozan dere-beylerinden Hüsa m Beyin sayıl namıyle tut-kap asker devşirdiği hengamda İlyas dahi tutulup götürülerek orada gaip olduğu için lakapları Sayıloğlu kaldığı ve el- yevm karyei mezbur hanedanı Sayılzade Mehmet Efendi'den anlaşılmıştır. Karacaoğlan'ın ismi Hasan olup öksüz büyümüş. Vechen karayağız ve fakir çocuğu olduğu için buna Karacaoğlan denülüp böylece anıldığı. Karacaoğlan delikanlı iken munis ve zeyrekliği hasebiyle ol vaktin karye ağalarından serdengeçti Osman Ağa Karaca Oğlan'ı evlatlık şekliyle diğer fakir bir aile kızıyle teehhül ettirmiş ise de kız hor ve çirkin olduğundan Kara caoğlan babası gibi Sayıl askerliğine tutulacağını anlayup yirmi dört yaşında Varsak'tan firar-la mekanın gaip ederek, encam Maraş'ta Zülgaroğlu (Zülkadir olacak) Hüsam Bey' in himayesinde altı sene teehhül ümidiyle kalıp, teehhül ümidi münkesir olunca ora-dan müfarekatla yine geşt-i diyara başlayıp on dokuz sene sonra vatanına gelmişse de fazla barınamayıp elli beş yaşında Tarsus tarikıyla tekrar geşt-i diyara der-ban oldu-ğu (1)", kayıtlıdır. Han Mahmut adli halk hikayesinde ve diğer bazı anlatımlarda Karacaoğlan'ın Tarsus'ta Karaca Kız adındaki bir yörük beyi'nin kızına aşık olduğu, vermedikleri için kızın, arkasından da Karacaoğlan'ın Kırklar mağarasına, bazı kaynaklara göre de Eshab-ı Kehf Mağarasına çekilerek orada öldüğü rivayet olunur. İshak Refet Işıtman ise, 1933 yılında yayınladığı Karacaoğlan adlı eserinin 33. sayfasında "Şairin menkıbeleri arasında Karaca Kız adlı birisini sevdiği söylenir ve ölünceye kadar bu sevginin devam ettiği, fakat birbirlerine kavuşamadıkları, en sonunda Karacaoğlan'ın bir tepeye, Karaca Kız'ın da onun karşısındaki bir tepeye gömüldükleri anlatılır. Bu tepeler Çukurovada imiş", demektedir. Bizim görüşümüze göre buradaki Çukurova'dan Çukur Köyü'nün anlaşılması gerekir. Zira Çukur köyü (şimdi Karacaoğlan) Karaca Kız ve Karacaoğlan Tepeleri'nin düzlüğündedir. Fuat Köprülü'nün araştırma yaptığı dönemlerdeki ulaşım imkanları dikkate alınırsa, Mut İlçesi dahi belli çevre dışında bilinmezken Çukur köyünün bir araştırmacı için bilinmesi elbette mümkün değildir. Esasen şimdiki Çukur (Karacaoğlan) köyü 1286 yıllarında Sarıkavak beylerinden Hacı Kadir ağa zamanında eski yerinden nakledilmiştir. Karacaoğlan tepesinin birkaç kilometre kuzey batısına düşen eski Çukur içme ve kullanma sularını sarnıçlardan sağlayan bir kıraç yayladır. Sarıkavak beylerinin yaylası olan bu köyün 8 kilometre kadar doğuya nakledilmesinin bir de hikâyesi vardır. Rivayete göre köyün çobanı, sürünün içinden bir tekenin sık sık ayrılarak sakalı ıslanmış şekilde geriye döndüğünü görür ve merakla takip eder. Görür ki şimdiki köyün hemen yakınında bir kaynak vardır ve teke tesadüfen bulduğu bu kaynaktan iç güdüsüyle şaşırmadan gidip, suyunu içtikten sonra dönmektedir o Bundan sonra sadece yazları oturulan eski Çukur su kaynağına yakın yerde yeniden iskân sahası haline getirilir. Köy devamlılık kazandıktan sonra halk Karacaoğlan mezarını adeta ziyaretgâh haline getirmiş, ona evliyalık izafe etmiş, tepenin adına zamanla Erenler Tepesi de denmeye başlanmıştır.




  • Türkünün Adı:Zahide'm
    Türkünün Yöresi:Orta Anadolu

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Zahide’m kurbanım n’olacak halim
    Gene bir laf duydum kırıldı belim
    Gelenden gidenden haber sorarım
    Zahidem bu hafta oluyor gelin

    Ezeli de deli gönül ezeli
    Çiçekdağı da döktü m’ola gazeli
    Dolaştım alemi gurbet gezeli
    Bulamadım Zahide’mden güzeli

    Gurbet ellerinde esirim esir
    Zahide’m kurbanım hep bende kusur
    Eğer anan seni bana vermezse
    Nemize yetmiyor el kadar hasır

    HİKAYESİ
  • Türkünün Adı:Allı Gelin
    Türkünün Yöresi:Gümüşhane

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    İstanbuldan Gelen Tatar
    Kamçısını Atar Tutar
    Garip Oğlan Nerde Yatar
    Kondur Beni Allı Gelin

    İstanbuldan Gelen Tatar
    Kamçısını Atar Tutar
    Garip Oğlan Handa Yatar
    Konduramam Yiğit Seni

    Büyük Kapının Gelini
    Kondur Beni Allı Gelin

    Konduracak Yerim Yoktur
    Konduramam Yiğit Seni
    Dostumdan Düşmanım Çoktur
    Konduramam Yiğit Seni

    Al Yorganı Kaldır Gelin
    Hantallığı Yandır Gelin
    Koynundaki Yatan Yiğit
    Söyle Bana Kimdir Gelin

    Al Yorganı Kaldırmışım
    Ben Tandere Yandırmışım
    Koynumdaki Şu Yiğiti
    Ak Sütümden Emdirmişim

    HİKAYESİ

    Yıllar önce ilçede iki genç evlenir. Evlendikten bir kaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer, gurbet elinde bir iftiraya uğrar düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz o erin. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidem gurbet ellere ve bu türküyü söylemeye başlar.




  • Türkünün Adı:Bitlis'te Beş Minare
    Türkünün Yöresi:Bitlis

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Bitlis’te beş minare
    Beri gel canan beri gel
    Yüreğim dolu yare
    Beri gel canan beri gel

    İstedim yare gidem
    Beri gel canan beri gel
    Cebimde yok beş pare
    Beri gel canan beri gel

    Tüfeğim dolu saçma
    Beri gel canan beri gel
    Sevdiğim benden kaçma
    Beri gel canan beri gel

    Doksan dokuz yarem var
    Beri gel canan beri gel
    Bir yare desen açma
    Beri gel canan beri gel

    HİKAYESİ

    Rus işgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra savaş esnasında Bitlis�ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis�e dönmek üzere yola çıkarak şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir:
    "Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış."
    Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır.

    Bitlis�te beş minare, beri gel oğlan beri gel.
    Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.

    Bu ağıt zamanla türkü ve manilere konu olarak günümüze kadar gelir.




  • Türkünün Adı:Kırmızı Gül Demet Demet
    Türkünün Yöresi:

    TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

    Kırmızı gül demet demet
    Sevda değil, bir alamet
    Balam nenni, yavrum nenni,
    Gitti gelmez ol muhannet,
    Şol Revan'da balam kaldı,
    Yavrum kaldı,
    Balam nenni,

    Kırmızı gül her dem olmaz,
    Yaralara merhem olmaz
    Balam nenni,
    Yavrum nenni,

    Ol tabipten derman gelmez
    Şol Revan ' da balam kaldı,
    Yavrum kaldı,
    Balam nenni.

    Kırmızı gülün hazanı,
    Ağaçlar döker gazalı,
    Karayağızın güzeli
    Şol Revan ' da balam kaldı,
    Yavrum kaldı,

    -HİKAYESİ
    Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez' diyorsun. Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?. REVAN, bugünkü adıyla ERİVAN, yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz, REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler... Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu!. Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.

    Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var... Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem, alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik. ''Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için''. Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı. Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları. Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?. Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda.
    Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!. Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''. Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?. Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana, baba, anneanne, dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyan, nefes alan; nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yaşlı ölümü neyse ne! ''Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır, alıyor veriyor. veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ''Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı''... diye diye haykırdığını söylediler.




  • takip
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.