Şimdi Ara

İLGİNÇ EFSANELER!

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
20.209
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • ALINTIDIR...




    Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bi genç kız aniden ölmüş. Aile perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler taabi. Aradan bi’kaç gün geçmiş. Baba kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve “Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört” diyomuş. Adam sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. “Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii” diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiç bişey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: “Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!”
    Baba bi gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış, karısının, “Nereye bey bu saatte?” demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam ne yaptığını bilmez bi halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz… Bekçi resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bi süre bunu yaparmış.



    Mezbahadan et taşıyan bir tırın sabahın erken saatlerinde yüklenip bir an önce yola çıkması gerekiyormuş. İşe sabahın kör vakti gelen işçiler, tırı yüklemeye başlamışlar. Alelacele işi bitirmişler. Tırın şoförü arkadaki soğuk hava deposunun kapısı kapatılır kapatılmaz yola çıkmış. Ancak son eti çengele takmaya uğraşan işçinin içeride kaldığını kimse farketmemiş. Uyku sersemi olan işçi de başına gelen korkunç şeyi, ancak tır hareket edince farkedebilmiş. Tır hiç durmadan 8 saat yol alacağından, arkadaşları kaybolduğunu farketmezlerse donarak öleceği kesinmiş.

    Bir süre duvarları yumruklamış ama sesini duyuramayacağını biliyormuş. Bir süre sonra üşümeye başladığından hareketleri yavaşlamış ve bir kenara çöküp ölümü beklemeye başlamış. Oturup kaçınılmaz sonunu beklemeye başlamış ve cebinden çıkardığı kağıt kaleme yazmaya başlamış. 1. saat: çok üşüyorum; 2. saat: her yerim uyuşuyor; 3. saat: ayaklarımı hissetmiyorum; 4. saat: donarak ölmek istemiyorum, kalemi tutucak gücüm kalmadı, ellerim dondu...

    Tır etleri teslim edeceği yere geldiğinde şoförü dondurucunun kapısını açınca içerisinin soğuk olmadığını farketmiş. Sabah yola çıkarken aceleden dondurucuyu çalıştırmadığını hatırlayan şoför, lanetler okurken köşede büzülmüş yatan işçiyi görmüş. Adamın uyuyakaldığını sanan şoför, işçiyi sarstığı halde uyandıramamış.

    Polis olaya el koymuş, şoför tutuklanmış. Bir müddet sonra adli tabip raporunda işçinin ölüm nedeni vücut ısısının hızla düşüşü olduğu açıklanınca temize çıkmış. Meğerse talihsiz işçi psikolojikman ölmüşmüş.




    Almanya'da yayınlanan bi reklam anlatmışlardı bana, artık ne kadar doğru bilemem. Reklam zaten sadece 2-3 kere yayınlanabilmiş, rakip firma mahkemeye başvurunca kaldırmak zorunda kalmışlar.
    Filmin başında kahramanımız uyurken gözüküyomuş. Sabah yatağından kalkınca, bi bakıyoruz yatak Porsche araba şeklinde. Çarşafların, yastık kılıflarının üzeri de minik minik Porsche resimleriyle dolu. Banyoya gidiyomuş, traş köpüğü, traş losyonu hep Porsche marka. Kahvaltı ediyomuş, taabi fincanın, tabakların üzerinde renk renk Porsche’lar. Sonra, adamımız üzerinde Porsche resmi olan gömleğini giyip dışarı çıkıyomuş.

    Garajın kapısı açılınca, kahramanımızı son model Porsche'siyle çıkıp yola koyulurken görüyomuşuz. Tam yolda giderken yanından "wrroooom!" diye bi'şey geçiyomuş ve ortalık toz duman oluyomuş. Kahramanımız vınlayan arabanın egzos dumanından köh köh öksürürken yazıyla beraber tok bi ses geliyomuş: FERRARİ...




    Citroen'i kuran herifin kızı arabası devrilince ölmüş. Adam da hırs yapmış, "Ben hiç devrilmiycek bir araba yapıcam" demiş ve pnömatik süspansiyonu icat etmiş. Sonra da arabayı devirecek olana ödül vaadetmiş. Accayip bi paraymış ödül. Memleketin her tarafında millet Citroen’i devircem diye uğraşmış. Sonunda bi çavuş devirmeyi başarmış ama o da adamın kızı gibi ölmüş. Şirketin sahibi böyle bi yarışma açtığı için köpek gibi pişman olmuş. Hemen adamlarına emir vermiş, Citroen'in amblemi çavuşun anısına “ters duran çavuş pırpırı” olmuş.







    Coca Cola şişeleme fabrikasında çalışan işçilerden biri, bi gün işe gelmemiş. Arkadaşları merak etmişler. Akşama doğru, hala ortalıkta olmayınca, evini arayıp sormaya karar vermişler. Telefon ettiklerinde, kayıp işçinin karısı iki gözü iki çeşme, eşinden haber alamadığını söylemiş. Hemmen polise haber vermişler. Aranmış-taranmış ama adam bulunamamış.

    Aradan bi süre geçmiş. O arada olay neredeyse unutulmuş. Fabrikadaki asit tankının temizlenme zamanı gelmiş. Tankı boşaltılınca bi de bakmışlar ki; içinde, sadece kemikleri kalmış, üzerinde tulum olan bi iskelet var. Sonradan anlaşılıyor ki, kayıp işçi asit kazan seviyesini kontrol ederken ayağı takılıp kazana düşmüş.

    Herkes işin aslını öğrenince dehşete kapılmış tabii. Nasıl panik yapmasınlar? O dönemde şişelenen Colalar'ın hepsi, meftanın erimiş parçalarıyla "tatlanmış". Olay gazetelere yansıdığında, "Şişede adam varmış" başlıkları atılmış. Hatta şişelerin birinden, bi de alyans çıkmış.






    Bu olay Amerika'da yaşanmış. Adamın biri, bir gün öğle tatilinde yemeğini Burger King'de yemiş. Akşam karısı ve çocukları ile beraber sinemaya gittiklerinde ise filmden önce Mc Donalds'da bi'şeyler yemişler. Sonra filmi izleyip eve dönmüşler. Her şey normalmiş. Yatıp uyumuşlar. Derken gece yarısı adam birden fenalaşmış, kan ter içinde uyanmış. "Midem! Midem!" diye yataktan fırlamış ve daha bir adım atamadan iki seksen yere yığılmış.

    Gürültüye uyanan karısı adamı o halde görünce hemen 911'i arayıp yardım istemiş. Ambulans gelmiş ama maalesef adam yolda ölmüş. Daha sonra olayı incelemeye alan FBI, otopsi sonuçlarından da kesin bir şey çıkmayınca soruşturmayı derinleştirmiş. Adamın yaptığı harcamaları, yazar kasa fişleriyle takip eden dedektifler, meftanın aynı gün hem Burger King hem de Mc Donalds'da yemek yediğini bulmuşlar. Bunun üzerine otopsi raporlarını tekrar inceleyince olayı çözmüşler.

    Burger King ile Mc Donalds amansız bir rekabet içinde oldukları için hamburger köftelerinin kıyma harçlarına bağımlılık yapıcı, özel kimyevi maddeler koyuyormuş. Böylece, bir kez gelen müşteri bir daha sürekli o markanın restoranlarına gidiyomuş. Bizim adam ise aynı gün her ikisinden de yemek yiyince, hamburgerlerin içinde bulunan özel maddeler kimyasal reaksiyona girmiş ve adamı zehirlemiş.

    O günden sonra da, Amerika'daki hamburger restoranlarında çalışan elemanlar, büyük bi dikkatle eğitimden geçirilip sipariş alırken daima müşteriye, "Bugün X restoranında ya da Y restoranında yemek yediniz mi?" diye sorar olmuşlar.




    Cadillac arabaları hepimiz biliriz. Çoook ünlü bir dizayn. İşte bu Cadillac'ın baş dizaynırı meslekten elini ayağını çekmeye karar vermiş. Şirketi de ondan (General Motors sanırım) gitmeden son bir tasarım yapmasını istemiş. Adamın 40 yıllık yeteneğine dayanan bir tasarım olacakmış.
    Dizaynır bayağı bi uğraşarak bi tasarım yapmış. Şirket yetkilileri arabayı görünce dipleri düşmüş. O kadar beğenmişler yağni. Ama bi sorun varmış. Bu arabaya ne isim verecek? Yaşlı dizaynır aramış taramış, düşünmüş taşınmış, yok. İsim yok. Basın toplantısı felan yapılacak, araba tanıtılacak. Prototip hazır ama ismi yok arabanın. Basın toplantısından bir gece önce bizim adam oturmuş, arabaya bakarak, "Ne koysam, ne olabilir, ulan bi isim, hadi bi isim" diye düşünmeye başlamış.

    Bu sırada da bi zenci arabayı ertesi güne hazırlıyomuş. Yaşlı bi adammış bu. Boyuna arabayı siliyormuş. Ama o kadar özenle siliyomuş ki dizaynır çok etkilenmiş. Yaşlı zencinin yanına gitmiş, araba hakkında konuşmaya başlamışlar. Adam "Beğendin mi?" felan demiş. Zenci de. "It looks like Cadillac" (Bu Cadillac'a benziyor) demiş. Dizaynır da o an, "Poor old negro thinks it's a Cadillac" (Zavallı zenci, bunun Cadillac olduğunu sanıyo) diye düşünmüş. Aha! Bu cümle aklında ses olaraktan bi daha yankılanmış. "Poor Old Negro Thinks It's A Cadillac!" Baş harfleri yanyana koymuş. Veee işte karşınızdaaaa efsane otomobil PONTIAC...




    Latin Amerika’da Pepsi pazarın tek lideriymiş. Coca Cola’nın esamesi bile okunmuyomuş. Çünkü bu ülkelerde “Coca” uyuşturucu, “Cola” ise g.t demekmiş.

    Noel Baba’nın bugünkü imajını Coca Cola yaratmış. Onun için öyle kırmızı-beyaz giyiniyomuş meğerse.






    Marlboro firması ilk kurulduğunda işleri çok kötü gidiyomuş. Şirket iflasın eşiğindeyken bi adam gelmiş, “Satışları bir ayda 3 katına çıkarırım ama bunun karşılığında da şirketin yarısına ortak olurum. Yok çıkaramazsam ömrümün sonuna kadar fabrikada bedava tütün sararım” demiş.
    Malbora’nın sahipleri zaten çıkmaz sokaktaymış, “Bi haftaya kalmaz batıcaz, kaybedicek neyimiz var ki” diyerek kabul etmişler teklifi. Adamın bunlardan tek isteği binlerce boş Malbora kutusuymuş. Zaten depoda milyonlarcası varmış, talebini karşılamışlar hemen. Sonra bizimki bütün paketleri tek tek ezmiş ayağıyla, gece 12’den sonra da hepsini uçaktan bütün Amarika’nın üstüne atmış.

    Sabah millet uyanınca bi bakmış ki her tarafta boş malbuş kutuları. “Yav, bu sigara bu kadar çok içildiğine göre vardır bi hikmeti” diyerek tekel bayilerine akın etmişler. Şirket o ay 3 değil 5 katı satış yapmış. Taabi bizim adam da şirketin yarısına ortak olmuş. O kişi de Philip Morris’in ta kendisiymiş.





    Yerli bir otomobil üreticisi firmamızın üst düzey yetkilisi, Japonya'da otomobiller banttan çıkınca kedi testi adında bir testen geçtiğini duymuş. Japonya'da otomobiller bu testi geçerse satışa çıkıyormuş. Güya Japonlar tamamen biten otomobilin içine akşamdan bir kedi koyuyorlarmış. Gece boyu arabada kapalı kalan kedi, sabah geldiklerinde yaşıyorsa izolasyonda sorun var diye arabayı tekrar incelemeye alıyorlarmış. Kedi ölüyse otomobilin tamamen başarılı bir üretim olduğuna karar veriyorlarmış.

    Bu üst düzey yetkili kendi fabrikasında aynı testi uygulamaya karar vermiş. Bir kaç denemeden sonra kedi testi tam türk usulü olmuş. Kediyi akşamdan otomobile kilitliyorlarmış. Sabah geldiklerinde kedi hala arabadaysa, üretim başarılı diye karar veriyorlarmış. Kedi kaçıp gittiyse, arabayı tekrar üretim bandına geri dönderiyorlarmış.




    Almanlar Caponlara kıl oluyomuş. Kendilerinin çok daha üstün olduklarını düşündüklerinden, “Naapsak da şu Caponlara dersini versek” diye kara kara düşünüyolarmış. Bizdeki TÜSİAD gibi Almanların da bi işveren derneği varmış. Bunlar toplanıp toplanıp bu konu üzerine kafa yoruyolarmış. İşte yine bu toplantıların birinde bi işadamı heyecanla ayağa fırlayıp, “Arkadaşlar Caponlardan daha iyi olduğumuzu kanıtlamazsak Alman malları dünyada hiç satılmıycak. Çok çok acil bişeyler yapmalıyız artık” demiş. Almanların hepsi adama hak vermiş, başlarını sallamışlar onaylamak için, hatta toplantıda hazır bulunan Başbakan da Alman işadamlarına her türlü imkanı sağlayacağına söz vermiş.
    Almanlar o hırsla Caponlara ağızlarının payını verecek bi fikir bulmuşlar ve hemmen de uygulamaya koymuşlar taabi: Alman otomobil devlerinin en yetenekli mühendisleri müthiş teknolojik bi labaratuvarda toplanmış. Mersedes, Bemve, Vosvos... Bütün firmaların en iyileriymiş hepsi. Alman devletinin para yardımıyla aralıksız iki sene çalışmış bunlar. Sonunda da; sen de 5 santim, ben diyeyim 2 buçuk santim, yani yarım karış ya var ya yok, kibrit kutusu kadar bi araba yapmışlar. Mersedes spor arabanın aynısıymış bu. Ama büyüğünün büttüün özelliklerini aynen taşıyomuş küçük araba. Cam sileceğinden, bujisine tamamen aynıymış. Koy benzini, gez dolaş... O kadar müthişmiş yani.

    Bunlar hemen havalanmış. Alman Başbakan, “Şunu Caponlara gönderip havamızı atalım. Görsünler bakalım Almanlar nası bi milletmiş” demiş. Araba hemen kargoyla Caponya’ya yollanmış. Almanlar da bu arada olayı dünyaya duyurup, prestij kazanmak için minik arabayla ilgili bi broşür basmaya karar vermiş.

    Aradan bi hafta ya geçmiş ya geçmemiş, daha broşürü bile hazırlanmadan araba geri gelmiş Caponya’dan. Kutunun içinde de bi mektup varmış:

    “Sevgili Almanlar. Sizi tebrik ederiz. Çok güzel bi araba yapmışsınız. Fakat üzülerek gördük ki bu sevimli arabaya teyp ve cd çalar takmayı unutmuşsunuz. Biz sizin için bi tane taktık, umarız beğenirsiniz!”

    Almanlar accayip şaşırmış tabi. “Ulan biz iki sene uğraştık. Bunlar üç günde böyle bi’şeyi nasıl yaparlar?” diyerek burun kıvırmışlar, hiç biri inanmamış mektupta yazılanlara. İçlerinden biri laf olsun diye arabanın kapısını açmış tırnağının ucuyla. Eline bi büyüteç almış ve görmüş ki hakkaten arabaya bi teyp takılı. Daha dikkatli bakmış, üzerinde de “Pioneer 1200 CWS RT Özel Yapım” yazıyomuş.

    Bi toplu iğnenin ucuyla play tuşuna basmış. İşte o anda yeri göğü inleten bi sesle Capon milli marşı yükselmiş teypten. Almanlar bu durum karşısında şaşkınlık+hayranlık dolu duygularla hazırola geçmiş ve marşı derin bi saygı ile dinlemişler. Hepsinin gözleri dolmuş. Bi daha da Caponlarla sidik yarıştırmama kararı almışlar.

    Yaa abicim, işte Capon mucizesi budur. İşte o yüzden, hiç bi Alman şirketi Caponların girdiği ihaleye girmez.



  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.