Şimdi Ara

Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
251
Cevap
42
Favori
34.384
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
6 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Hocam süpersiniz gerçekten, bayağı emek sarfetmişsiniz...
  • Vay yeni seri başlamış supersiniz

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • III.BÖLÜM KAHRAMANLAR ÇAĞI





     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Çocuklar ile İlk İnsanlar Anlaşma'yı imzalarken

    Krallıkların kurulup yıkıldığı, soylu hanelerin ortaya çıkıp yok olduğu ve büyük kahramanlıkların yapıldığı Kahramanlar Çağı, binlerce yıl sürmüştür. Ancak bu antik çağda gerçekten gerçekleşen olaylar hakkında bildiklerimiz ne yazık ki Şafak Çağı hakkında bildiklerimiz kadar. Günümüzde bilinen efsaneler, rahiplerin ve üstadların yaşanan olaylardan binlerce yıl sonra yazıya döktükleri olaylardır. Tabi ki Ormanın Çocukları, devler, İlk İnsanlar ve Kahramanlar Çağı’nda yaşamış olanlar, arkalarında efsaneler ile bağdaştırabileceğimiz antik kaleler, yıkıntılar, taş abideler bıraktılar. Geniş topraklara ve başka yerlere kendi izlerini kazıdılar. İşte bu izler sayesinde biz, efsanelerin arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarabiliriz.

    İlk olarak, en çok kabul edilen görüş Kahramanlar Çağı, imzalanan Anlaşma ile başlamakta ve İlk İnsanlar ile Çocuklar’ın barış içinde yaşadığı binlerce yılı kapsamaktadır. Kendilerine epey bir toprak kaldığı için İlk İnsanlar’ın genişlemek ve çoğalmak için epey yerleri vardı. Sonsuz Kış Diyarı’ndan Yaz Denizi kıyılarına kadar İlk İnsanlar’ın hükmü geçiyordu. Çokça küçük krallar ve lordlar ortaya çıksa da onların içinden çok azı güçlerini kanıtlayıp diğerleri arasından sıyrılarak şu an Yedi Krallık olarak bildiğimiz krallıkların tohumlarını attı. Bu kralların adları efsanelere konu oldu ve o efsanelere göre bu kralların kişisel iktidarları binlerce yıl sürdüğü anlatıldı. Ta ki bu hikayelerin başkaları tarafından yazılmış fanteziler olduğu anlaşılana kadar.

    Mimar Brandon, Yeşilel Garth, Kurnaz Lann ve Ser Artys Arryn o hikayelerde bizi büyüleyen isimlerden bir kaçı. Ancak onların efsanelerinin gerçekte, çok sonraları üstadlar tarafından üretilmiş hikayeler olması daha olası. Ancak ben gerçek olanı bulmak için her taşın altına bakacağım lakin bu efsaneleri öğrenmemiz şimdilik kafi.

    Yedi Krallık’ın doğmasını sağlayan bu efsanevi kralları bir tarafa bırakırsak, bu kişilerinin yanında rahipleri ve şarkıcıları aynı noktada buluşturan Symeon Yıldız-Gözler, Ayna Kalkanlı Serwyn gibi birçok kahramanın hikayeleri de mevcuttur. Bu kahramanlar gerçekten yaşamışlar mıydı? Belki gerçekten de yaşadılar. Ancak şarkıcıların şarkılarında Ayna Kalkanlı Serwyn için Kraliyet Muhafızı denmesi-ki Kraliyet Muhafızlığı kurumu Fatih Aegon ile birlikte başlamıştır- bu tür şarkılara ve hikayelere neden güvenmemiz gerektiğini bize göstermektedir. Bu hikayeleri kaleme alan ilk rahipler, kendilerince güzel gelen şeyleri yazdılar ve şarkıcılar da sırf bir lordun sıcak salonunda yer alabilmek için bu yazılanları eğip büktüler ve bazen tam tersi bir şekilde değiştirdiler. Tıpkı ölü bir İlk İnsan soyundan gelen bir kişinin dirilerek Yediler’in ışığında yürüyüp Targaryen krallarını koruduğu masalı gibi. Bu saçma masallar yüzünden sayısız genç ve çocuk gerçek Westeros tarihi hakkında hiçbirşey öğrenememiştir.



    IV.BÖLÜM UZUN GECE





    Anlaşma sonrasında, tarihi kayıtların bize anlattıklarına göre İlk İnsanlar kendi içlerinde çok az sorun yaşayıp savaşlar yaptılar. Ayrıca bu tarihi kayıtlardan Uzun Kış adı verilen ve bir nesil süren, çocukların bahar yüzü görmeden doğup, büyüyüp öldüğü bir kış mevsiminin varlığını öğreniyoruz. Eski kocakarı hikayeleri elbette bu tür bir kışın yaşandığını bize anlatmakta. Bu durum tıpkı diğer hikayelerin kaynakları gibi uydurma olabilir elbette ancak binlerce yıl önce bu tür bir afetin yaşandığı gerçekmiş gibi görünüyor. Çokgezen Lomas’ın yazdığı ‘’İnsanların İnşa Ettiği Harikalar’’ adlı eserinde festival şehri olan Chroyane’de Rhoynar soyundan gelenlerin toplandığı geçer. Chroyane şehri hakkında şöyle bir efsane vardır; Şehre büyük bir karanlık çökmüş, Rhoyne nehirinin suları Selhoru nehiri ile buluştuğu noktaya kadar buz tutmuştur. Efsaneye göre güneşin tekrar ortaya çıkması için bir kahraman Ana Rhoyne’in çocuklarını-Rhoynar inancına göre Yengeç Kralı, Nehirin Yaşlısı gibi isimler verilen küçük tanrılara- aralarındaki çekişmeye son vermesi için ikna etmiş ve hepsine hepbirlikte günü tekrar doğuracak gizli şarkıyı söyletmiştir.

    Ayrıca Asshai günlüklerinde de bu tür bir karanlıktan ve o karanlıkla elinde kırmızı kılıcı ile savaşan bir savaşçıdan bahsedilir. Söylenceye göre bu kahramanın savaşı, Valyria’nın kuruluşundan önce, Yaşlı Ghris daha yeni yeni imparatorluğa dönüşürken gerçekleşmiştir. Bu efsane Asshai sınırlarını aşıp batıya doğru yayılmış ve R’hllor rahiplerine göre Azor Ahai ismindeki bu kahramanın bir gün geri döneceği vaadedilmiştir. Yeşimtaşı yazıtlarında Colloqu Votar, Yi Ti’de anlatılan ilginç bir efsaneye değinir. Efsaneye göre güneş, yaptığı bir yanlışın kimse tarafından anlaşılmaması için utanç içinde yüzünü bir ömür boyu yer yüzünden gizlemiş ve bu afet sadece, maymun kuyruğu olan bir kadının çabaları sonucu engellenebilmiş.

    Bu efsanelerde geçtiği gibi eğer bu tür bir kış mevsimi gerçekleşti ise, bu tür bir havaya dayanabilmek gerçekten çok zor olmuş olmalıdır. En zorlu kışlarda, Kuzey’de yaşayan en yaşlı ve sakat olanların-geri dönemeyeceklerini bilmelerine rağmen-avlanmaya gitme bahanesi ile geride kalanların kışı sağ olarak atlatabilmeleri için kendilerini feda etmeleri yaygın bir gelenektir. Hiç şüphesiz ki Uzun Gece yaşanırken de bu gelenek epey yaygındı.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Efsanelere göre ölü atlar ve buz örümcekleri üzerine binmiş Ötekiler

    Bunlardan ayrı olarak ‘’Ötekiler’’ olarak adlandırılan yaratıklarla alakalı efsaneler de mevcuttur. Bu efsanelere göre bu yaratıklar Sonsuz Kış Diyarı’ndan gelip, karanlığı ve soğuğu yanlarında getirmişler ve bütün ışığı ve sıcaklığı yok etmeye çalışmışlardır. Efsaneler ölü atlar ve buz örümcekleri üzerine bindiklerini ve ölüleri kendi saflarında savaştırmak için dirilttiklerini söyler.

    Uzun Gece’nin nasıl sona erdiğini yine efsanelerin bize anlattıklarından öğreniyoruz. Kuzeyde söylenene göre, Ormanın Çocukları’ndan yardım istemek için son bir kahraman yanında yol arkadaşları ile birlikte yola düşer. Anlatıcıya göre ya bu kahramanı yol arkadaşları terk eder, ya da yol arkadaşları karşılaştıkları devler, dirilmiş ölüler ve Ötekiler ile yaptıkları mücadelede tek tek yaşamlarını yitirirler. Tek başına kalan kahraman Ak Gezenler’in bütün çabalarına rağmen sonunda Çocuklar’ın olduğu yere varır. Çocuklar’ın sayesinde Gece Bekçileri bir araya toplanır ve Ötekiler’in buzlu Kuzey’e kaçması ve sonsuz kışın bitmesi ile sonuçlanan Şafak Savaşı’nı kazanırlar. Şu an, aradan altı bin yıl(ya da Gerçek Tarih’e göre sekiz bin yıl) geçmesine ve yüzyıllardır Ormanın Çocukları veya Ötekiler görülmemiş olmasın rağmen, diyardaki insanları korumak için yükselmiş olan Sur’da Gece Gözcüleri’nin yeminli kardeşleri görevlerini devam ettirmektedirler.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 31 Ekim 2014; 21:22:43 >




  • Teşekkürler, indirdim.
  • Cypon, uzun gece bölümüyle ilgili birşey kafama takıldı. Çocukların sayesinde gece bekçileri toplanmış ve şafak savaşı başlamış. Sur bu savaş sonrası inşa edilmişti oysa ve gece bekçiliği de sur ile başlamıştı. Yani bir kronolojik hata mı var yoksa eksik mi biliyorum?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ßohemian

    Cypon, uzun gece bölümüyle ilgili birşey kafama takıldı. Çocukların sayesinde gece bekçileri toplanmış ve şafak savaşı başlamış. Sur bu savaş sonrası inşa edilmişti oysa ve gece bekçiliği de sur ile başlamıştı. Yani bir kronolojik hata mı var yoksa eksik mi biliyorum?

    Kuzeyde anlatilan hikayede oyle geciyor. Zaten yazar da diyor hikayeler ile gercek arasinda tutarsizlik var, inanmamak lazim diye. Anlatila anlatila degismis hikayeler. Ileride Stark soyu hakkinda bolum var orada daha detayli isliyor konuyu.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Anladım teşekkürler. Bu hikaye bizim bran'in hikayesine benziyor bu arada.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Önceki bölümlerin resimleri güncellenmiştir. Yeni bölümü de ekledim. Bu arada kitapta epey uzun dipnotlar var, önemli olanları ben çeviriye ekliyorum ancak hepsini çeviriyor değilim. Olur da çevirinin tamamı biter ise, onları da çevirip eklemeyi planlıyorum.


    V.BÖLÜM VALYRIA'NIN YÜKSELİŞİ





     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Valyria'nın Ejderlordları

    Westeros, Uzun Gece’nin yaralarını sararken, Essos’ta yeni bir güç doğuyordu. Dar Deniz’den başlayıp efsanevi Yeşim Denizi ve Ulthos’a kadar uzanan uçsuz bucaksız Essos kıtası, ilk medeniyetlerin kurulduğu yer olarak bilinmektedir. Bu medeniyetlerin ilki(Qarth’in iddia ettiği, var olduğuna dair şüpheler olan ve Yi-Ti efsanelerinde adı geçen Şafak İmparatorluğu’nu saymaz isek) Yaşlı Ghis topraklarında kölelik ile geçinen bir şehirde kuruldu. Şehrin efsanevi kurucusu Yüce Grazdan’a o kadar saygı duyulmuş ki, günümüzde bile köle ticareti yapan aileler çocuklarına bu ismi vermektedir. Ghis tarihine göre, üç mızrak ve uzun kalkan taşıyıp, askerlik için eğitilmiş ilk düzenli orduyu kuran da yine Yüce Grazdan’dır. Yaşlı Ghis ve ordusu, çevresindeki toprakları kolonileştirip ilerlemiş, komşu şehirleri kendi topraklarına katmıştır. Böylece bilinen ilk imparatorluk can bulmuş ve yüzyıllarca başat güç olarak hüküm sürmüştür.

    Köle Körfezi’nin karşısındaki geniş topraklarda ise Yaşlı Ghis İmparatorluğu’nu yıkacak olanlar yaşamaktaydı. On Dört Ateş olarak bilinen volkanik dağların gölgesinde barınan ve ejderhaları eğitip dünyanın en çok korkulan savaş silahına dönüştürenler: Valyrialılar. Valyria’nın kendi tarih notlarında Valyrialıların ejderhaların soyundan türedikleri ve kontrol ettiklerinin kendi akrabaları olduğu yazar.

    Valyrialıların güzellikleri-açık renk gümüş ve altın rengindeki saçları ile mora çalan göz renklerinin dünyada eşi benzeri yoktur- herkes tarafından iyi bilinir ve sıklıkla Valyrialıların diğer insanlarla aynı kanı taşımadıklarına kanıt olarak öne sürülür. Ancak bazı üstadların belirttiklerine göre dikkatli bir şekilde çiftleştirilen hayvanlar, atalarının olduklarından daha verimli bir hale gelebiliyorlar ve bu soydan türeyen hayvanların da epey göze çarpan varyasyonları ortaya çıkabiliyor. Bu açıklama Valyrialıların kökeninin gizemine dair en mantıklı açıklama gibi durmasına karşın hala ejderhalarla ilişkilerini ve Valyria kanını tam olarak açıklamış değil.

    Valyria sınırları içinde kral ünvanı yoktur çünkü Valyrialılar kendilerini Cumhuriyetçi olarak adlandırırlar. Toprak sahibi olan her vatandaşın yönetimde söz hakkı vardır. Kimi zaman söz hakkı olan vatandaşlar tarafından Başyargıç’lar şehrin yönetimi için seçiliyor olsa da yönetim süreleri belirli bir zamanı kapsamaktadır. Valyria için tek bir hane tarafından yönetilmek az rastlanılan bir durum olsa da, bu durumla ilgili yazılmış pek de bilgi yoktur.

    Dünyanın henüz genç olduğu dönemde Valyria ile Yaşlı Ghis arasında beş büyük savaş yaşandı ve beş savaşın sonunda da Valyrialılar, Ghis İmparatorluğu’na üstün geldiler. Beşinci ve son savaş sırasında Cumhuriyet, altıncı bir savaşın olmayacağından emin olmak adına, Yüce Grazdan’ın emriyle inşa edilen antik Yaşlı Ghis şehrini yerlebir etti. Devasa piramitler, evler ve tapınaklar ejderha ateşleri ile kül oldu. Toprakları ise kireç ve tuz ile kaplandı. Birçok Ghisli katledildi, geri kalanları ise köleleştirildi. Böylece Ghis İmparatorluğu, Valyria İmparatorluğu’nun yeni bir parçası oldu ve Ghisliler bir zamanlar Grazdan’ın konuştuğu dili unutup Yüksek Valyria dilini öğrendiler. Böylece bir imparatorluk çökerken, bir diğeri yükselmiş oldu.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 31 Ekim 2014; 21:32:53 >




  • Hocam süpersin

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • VI.BÖLÜM VALYRIA'NIN ÇOCUKLARI





     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Yaşlı Ghis'in yıkılışı

    Valyria’nın Ghis İmparatorluğu’ndan öğrendiği tek utaç verici şey, kölelik oldu. Toprakları fethedip, insanları köleleştiren Ghisliler, Valyria’nın ilk köleleri oldular ancak Valyria bu kadarı ile yetinmedi. On Dört Ateş’in alevli dağları demir cevheri ile doluydu ve Valyrialılar bu kaynakları sonuna kadar kullanmak istiyordu. Bakır ve kalay bronzdan yapılma silahlar ve heykeller için kullanılıyordu. Sonraları işlenen demir ve çelik, efsanevi Valyria silahlarında kullanıldı ki bu silahlar altın ve gümüş anlamına geliyordu.

    Valyria madenlerinin sayısı göze alındığında, maden içlerinde ne kadar insanın öldüğünü anlamak için sayılar yetersiz kalır. Valyria büyüdükçe, demir cevherine olan ihtiyacı da büyüdü. Bu da çalıştırılacak daha fazla köle için daha fazla toprağın fethedilmesi gerektiği anlamına geliyordu. Böylece Valyria İmparatorluğu dört yönde genişledi ve Ghis şehirlerinin en doğusuna, Essos’un en batı kıyılarına ve hatta Ghislilerin bile ulaşmak için yol yapmadığı iç bölgelere kadar uzandı.

    Kurulan yeni imparatorluğun bu hızlı genişlemesi, Westeros’un ve ilerde kurulacak olan Yedi Krallık için büyük önem arzetmektedir. Valyria fethetmek için daha fazla toprak aradıkça, bazı insanlar güvenli bir yer için Valyria’nın önünden kaçmaya çalıştılar. Valyrialılar, Essos kıyılarında şu an ‘’Özgür Şehirler’’ olarak bildiğimiz şehirleri kurdular ki şehirlerin kuruluşları isimlerinden çok farklıdır.

    Qohor ve Norvos dini bölünme sonucu kurulmuştur. Eski Volantis ve Lys gibi diğerleri, Cumhuriyet’e bağlı olmak yerine onların müşterileri olarak kendi kendilerini yönetme haklarını satın alan zengin tüccarlar ile soyluların kurduğu ilk ticaret şehirleridir. Bu şehirlerdekiler, Valyria tarafından onları denetlemeleri için(genellikle ejderhalarının sırtında) atanan yargıçlar yerine kendi seçtikleri liderler tarafından yönetilirlerdi. Pentos ve Lorath tarihine göre bu şehirler Valyria henüz o topraklara ulaşmadan önce yükselmiş şehirlerdi ve şehrin yöneticileri Valyrialılara saygılarını sunup onların egemenliği altına girmişler ve yönetme hakkının kendilerinde kalması için Valyrialılara ödeme yapmışlardı. Bu şehirlere Valyria kanının girişi, Cumhuriyet’ten gelen göçler veya bu şehirleri Valyria’ya daha sıkı bağlamak için yapılan politik evliliklerden gelmektedir. Ancak birçok tarihçi bu durum için Gessio Garatis’in ‘’Ejderhalardan Önce’’ adlı eserini kaynak olarak kullanır. Haratis’in kendisi Pentosludur ve eserini kaleme aldığı sırada Volantis, Valyria İmparatorluğu’nu tekrar kurmak adına etrafındaki şehirleri tehdit ediyordu. Ve Valyria’dan ayrı özgür bir Pentos fikri gayet politik kaynaklı bir görüş olarak durmaktadır.

    Ancak, bütün Özgür Şehirler içinde Braavos kuruluşu itibari ile, açıkça en eşsiz olan şehirdir. Şehir ne Cumhuriyet'in iradesi ile ne de Cumhuriyet emrindekiler tarafından kurulmuştur. Braavos’ta anlatılan hikayelere göre, Yaz ve Yeşim Denizi kıyılarından insan toplayan büyük bir köle ticaret filosunda köle isyanı baş gösterir. Bu isyanın başarılı olması hiç şüphesiz Valyrialıların gemi çalışanları olarak köle kullanmamasına rağmen, filo mürettebatının da bu isyana destek vermiş olmasıdır. Filonun kontrolünü ele geçiren köleler, yakınlarda Cumhuriyet’ten saklanabilecekleri bir yer olmadığının farkına varırlar ve Valyria ile ona bağlı şehirlerden uzakta bir yer aramaya karar verirler. Efsaneye göre Ayşarkıcıları filodakilere Essos’un en kuzey ucuna giderlerse, Cumhuriyet’ten saklanabilecekleri çamurlu sular ile kurbağalarla dolu bir yere varacakları kehanetinde bulunmuş. Ve köleler de şehirlerinin temelini tam olarak orada atmış.

    Yüzyıllar boyu Braavoslular kendi kurdukları uzak şehirde, dünyadan gizli bir şekilde yaşadılar. Üstelik şehrin yeri dünyaya açıklandıktan sonra bile Braavos, Gizli Şehir olarak adlandırılmaya devam etti. Braavos, yüzlerce farklı ırktan olan, yüzlerce farklı dili konuşan ve yüzlerce ayrı dine inanan insanların kurduğu bir şehirdir. Bu insanların tek ortak noktası ise, bir zamanlar köle olan özgür insanlar olmalarına rağmen, Valyria’nın Essos’ta kurmuş olduğu ortak ticaret dilini bilmeleridir. Şehrin bulunmasına yol gösteren Ayşarkıcıları’nın dinine her ne kadar saygı duyulsa da, özgürleşen köleler içindeki bilge olanlar, herkesi tek bir bayrak altında toplayıp şehri kuran kölelerin kendileri ile birlikte getirdikleri bütün inançlarını kabul ederek bütün tanrılara eşit mesafede yaklaşılması gerektiği düşüncesini yaymaya çabalamışlardır.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Ateş Üstadlarının sihirlerinin kaynağı olan On Dört Ateş'in lavları, Valyria içinden geçerken

    Kısaca, Valyria önünde yok olanların sayısı ve isimleri bizim tarafımızdan tam olarak bilinmemektedir. Valyrialıların kendi fetihleri hakkında tuttukları kayıtlar Kıyamet ile birlikte yok oldu. Ancak var olan kayıtlardan anladığımız kadarı ile(eğer bu kayıtlar uydurma değil ise) Cumhuriyet’in hakimiyetine dayanan çok az devlet vardır.

    Örneğin eski kaynaklarda Rhoynar’ın, Valyria’ya karşı yüzyıllar boyu hatta bir milenyum boyunca direndiği yazar. Rhonye nehri kıyısında kurulmuş birçok şehirden biri olan Rhoynar için şehir halkının demir işleme sanatını öğrenen ilk insanlar olduğu söylenir. Sahip olduğu birbirinden ayrı geniş vadileri sayesinde Valyria İmparatorluğu’nun genişlemesinden sağ kalan şehirlerin kurduğu konfederasyona daha sonraları ‘’Sarnor Krallığı’’ adı verilmiştir. Kıyamet sonrası Sarnor’un yıkılışı ise Dothraki hordaları tarafından gerçekleşmiştir.

    Köle olmak istemeyip Valyria’nın gücüne karşı koyamayanların ise önünde tek bir seçenek kalmıştı; Kaçmak. Birçoğu bunu başaramadı ve tarih sahnesinden silinip gitti. Ancak uzun boylu, inançları gereği boyun eğmez ve cesur olan bir topluluk Valyria’dan kaçmayı başardı. O topluluğa ise Andallar denilmektedir.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 31 Ekim 2014; 23:34:17 >




  • Eline saglik hocam,takip ediyorum.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • VII. BÖLÜM ANDALLARIN GELİŞİ





    Andallar, her ne kadar uzun süre tek bir yerde ikamet etmeyen göçebe bir topluluk olsalar da, köken olarak şuan Pentos şehrinin yükseldiği yerin kuzeydoğusunda yer alan Balta topraklarından geldikleri bilinmektedir. Balta topraklarının derinliklerinden-üç tarafı Titreyen Deniz ile kaplı bir yarım adadan- güneybatıya doğru göç ettiler ve Dar Deniz’i geçmeden önce yönetikleri antik Andolos devletini kurdular.

    Andalos, Balta topraklarından başlayıp günümüz Braavos kıyı şeridi ile Düz Vadi ve Kadife Tepeler’e kadar uzanmıştır. Andalların ellerinde demirden yapılma silahlar ve üstlerinde yine demirden yapılma zırhlar olduğu için, bölgedeki kabileler onlara karşı koymakta yetersiz kaldı. Ancak isimleri unutulmuş olsa da Pentoslu tarihçiler tarafından belirtildiği üzere bir kabile Andolos gücüne karşı koyma başarısı göstermiştir.(Pentoslu tarihçiler bu kabilenin Ib Adası’ndaki insanlar ile akraba olduklarını belirtir ve Hisar’daki kitaplarda da bu görüş doğrulanır. Ancak kabilenin Ib Adası’ndan mı geldikleri yoksa Ib Adası’na mı göçtükleri konusu tartışmalıdır.)

    Andalların demir işçiliğini biliyor oluşu, bazılarına göre Yediler’in onlara yol gösterdiğinin, hatta demir işçiliğinin direkt olarak Demirci tarafından öğretildiğinin kanıtı olarak gösterilir. Ancak o dönemde Rhoynar hali hazırda demir işçiliğini bilen gelişmiş bir medeniyet haline gelmişti. O yüzden haritaya bakıldığında ilk göç eden Andalların Rhoynar ile temasa geçip bu sanatı onlardan öğrenmiş olması daha mantıklı bir çıkarımdır. Karasu ile Noyna nehri, direkt olarak Andal göç yolu üzerindedir ve Norvoslu tarihçi Doro Golathis, iki ırkın etkileşimlerinin kanıtı olarak, Andalos sınırları içerisinde Rhoynar’a ait bina kalıntılarını işaret etmektedir. Ayrıca Andallar, Rhoynar’dan demir işçiliğini öğrenen ilk topluluk da değildir. Söylenceye göre Valyrialılar da demir işlemeyi Rhoynar’dan öğrenmiş ancak sonraları demir üzerindeki ustalıkları Rhoynar’ın üzerine çıkmıştır.

    Binlerce yıl boyunca Andallar Andalos’ta kaldı ve sayıları zamanla çoğaldı. ‘’Yedi Uçlu Yıldız’’ adlı tarihin en eski kutsal kitabında yazılana göre, Yediler’in kendileri Andalos tepelerindeki insanların aralarında dolaşmış ve Tepe’den Hugor’u taçlandırarak onun soyunun yabancı topraklarda büyük krallıklar kuracağını müjdelemiştir. Rahiplere ve üstadlara göre Andalların Essos’u terkedip Westeros’un batısına göç etmelerinin sebebi budur ancak Hisar’ın kütüphanesindeki kitaplarda yazılanlar, belki bize daha mantıklı bir neden sunabilir.

    Birkaç yüzyıl boyunca Andallar, yaşadıkları tepelerde gelişip zenginleştiler. Ancak Ghis İmparatorluğu’nun yıkılışı ile Valyria’nın köle toplamak için başlayan büyük genişleme ve kolonileşme dalgası Andallara kadar uzandı. İlk başlarda, Rhoyne ve Rhoynar, Andallar ve Valyria arasında tampon bölge olarak kaldı. Valyrialılar büyük nehrin kıyılarına ulaştıklarında yaya ve atlı askerleri için nehri geçmek epey bir zordu. Ayrıca Rhoynar direnişi ile yüzleşmeleri de Rhoynar’ın en az Ghis kadar güçlü olduklarının da göstergesiydi. Rhoynar ile Valyria arasında zaman zaman barış anlaşmaları yapılsa da bu anlaşmalar sadece Andalların Valyria’dan korunması sağladı.

    Zamanla Valyrialılar, Rhoyne nehri ağzında ilk kolonilerini kurdular. O topraklar üzerinde Cumhuriyet’ten gelen bazı zenginler tarafından Volantis şehri kuruldu ve Volantis’in büyük sayıdaki ordusu nehrin karşısına geçti. Andallar başta bu güce karşı koysa ve Rhoynar da Andallara destek olsa da, Volantis’in ordusu durdurulamaz güçteydi. O yüzden Andalların kaçınılmaz yenilgi sonrası köleleştirilme yerine kaçmayı seçmesi daha akla yatkın bir sonuçtur. Böylece ilk geldikleri Balta topraklarına geri döndüler ve orası da korunmasız hale geldiğinde de deniz kıyısına ulaşana kadar kuzeybatıya doğru ilerlediler. Bazıları kaderlerine razı gelip teslim oldu, bazıları ise direndi ancak geride kalan binlercesi gemiler inşa edip Dar Denizi geçerek, İlk İnsanlar’ın hüküm sürdüğü Westeros kıtasına ulaştı.

    Her ne kadar Yediler’in onlara verdiği müjdeyi, Valyrialılar yüzünden Essos’ta gerçekleştirememiş olsalar da, Westeros’ta artık özgürdüler. Bu yüzden Andal savaşçıları, vücutlarına yedi uçlu yıldız işleyip kanlarının son damlasına kadar Gün Batımı Toprakları üzerinde kendilerine vaadedilen krallıklarını kurmak için çabalayacaklarına yemin ettiler. Bu başarıları da Westeros’a yeni bir ad kazandırdı: Rhaesh Andahli. Dothraki dilinde Andal Toprakları anlamına gelmektedir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Ay Dağları manzarası önünde Vadi'de keşfe çıkmış Andal birlikleri


    Üstadların, rahiplerin ve şarkıların ortak noktada buluştuğu konu, Andalların ilk olarak Arryn Vadisi’ndeki Parmaklar’a ayak basmış olduklarıdır. Bölgedeki taşların ve kayaların üzerine oyulmuş olan yedi uçlu yıldız motifleri, Andal işgalinin o bölgeden başladığının bir kanıtı olarak öne sürülür.
    Andallar, Westeros’un fethine Vadi topraklarındaki insanları kılıçtan geçirerek başladılar. Sahip oldukları demir silahlar ve zırhlar, İlk İnsanlar’ın ellerindeki bronz silahlardan daha üstün olmasına rağmen İlk İnsanlar savaşmaya devam etti ve birçok kabile yapılan savaşlarda yok oldu. Bu savaşlar serisi onlarca yıl sürmüştür. Sonunda bazı kabileler teslim olmuş, daha önce de belirttiğimiz üzere Redford ve Royce gibi Vadi’nin soylu haneleri, günümüzde bile İlk İnsanlar kanı taşıdıklarını gururla ilan etmektedirler.

    Şarkıcılara göre Andalların kahramanı Sör Artys Arryn, Dev Mızrağı’nda yaşayan Griffin Kralı’nı öldürmek için dev kartalının sırtına binmiş ve böylece Arryn Hanesi’nin ilk kurucusu olarak bilinmiştir. Bu elbette ki gerçek tarihin çarpıtılıp Kahramanlar Çağı efsaneleri ile birleştirilmesinden oluşturulan bir saçmalıktır. Gerçekte Arryn kralları, Royce Hanesi’nin krallığını yıkıp yerine kendi krallıklarını kurmuşlardır.

    Vadi topraklarının fethi tamamlandığında, Andallar gözlerini Westeros’un kalan topraklarına diktiler ve Kanlı Kapı’dan dışarı akın ettiler. Andal maceracıları İlk İnsanlar’ın topraklarını fethedip küçük krallıklar kurdular ve en az düşmanları kadar kendi içlerinde de savaştılar.
    Üç Dişli Mızrak için yapılan savaşlar için söylenilenlere göre yedi Andal kralı, İlk İnsanlar soyundan gelen son Nehir ve Dağ Kralı Dördüncü Tristifer’a karşı birleşmiş ve sarkıcılara göre yapılan yüzüncü savaşta galip gelinmiştir. Kralın varisi Beşinci Tristifer babasından kalan mirası koruyamayınca da krallık yıkılıp Andalların egemenliğine geçmiştir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Andal savaşçısı Kralkatili Erreg'in Ormanın Çocukları'nı katledişi


    Bu çağda, Yüksek Yürek tepelerinden gelip Kralkatili Erreg ismini alarak efsaneleşen bir Andal ortaya çıkmıştır. Orada, İlk İnsanlar’ın krallarının koruması altında yaşayan Ormanın Çocukları tarafından bakılan yüce büvet ağaçları yer almaktaydı. Erreg’in askerleri ağaçları kesmek için bölgeye geldiklerinde İlk İnsanlar, Çocuklar’la birlikte Andallara karşı savaştı ancak Andal askerleri karşı konulamayacak kadar güçlüydü. İlk İnsanlar ve Çocuklar, kutsal mekanlarını korumak için cesurca savaşsalar da bütün hepsi kılıçtan geçirildi. Kimilerine göre katledilen Çocuklar’ın hayaletleri hala geceleri vadide dolaşmaktadır. Günümüzde bile birçok kişi o tepelere gitmeye çekinir.

    Çocuklar’ın bir önceki düşmanları olan İlk İnsanlar ile Andalları karşılaştırır isek, Andalların daha zorlu bir düşman oldukları gözler önüne serilmektedir. Çocuklar onlara göre, garip tanrıları ile garip adetleri olan kimselerdi ve bu yüzden Andallar onları, Anlaşma’nın onlara verdiği derin ormanlardan da geriye sürdüler. Yıllarca tecrit altında kalıp zayıflayan Çocuklar, İlk İnsanlar’a karşı olan bütün üstünlüklerini kaybetmişlerdi. Bu yüzden İlk İnsanlar’ın hiçbir zaman başaramadığı şeyi-Çocuklar’ın tamamen yok edilmesini- Andallar kısa sürede başardı. Bazılarının Boğaz’ın kuzeyine kaçıp kurtulduğu söylense de onlardan geriye hiçbir iz kalmamıştır. Bazılarının Yüz Adası’na kaçıp Anlaşma sırasında orada bırakılan birliğin koruması altına girerek hayatta kaldıkları söylenir ancak-Andallar adayı asla yok edememişlerdir- bununla ilgili kesin bir bilgi yoktur.

    Çocuklar’ın yok oluşu ile birlikte İlk İnsanlar, Andal işgalcilerine karşı savaş üzerine savaş ve krallık üzerine krallık kaybettiler. Savaşlar birbirini takip etti ve en sonunda bütün güney krallıkları Andalların egemenliğine geçti. Vadi diyarındaki gibi bazı İlk İnsan kabileleri de Andallara boyun eğip onların inançlarını benimsediler. Birçok defa Andallar işgal ettikleri topraklardaki yönetme haklarını sağlamlaştırmak için yendikleri kralların kızlarını ve eşlerini kendilerine aldılar. Bütün olanlara rağmen İlk İnsanlar sayıca Andallardan daha üstündü ve kolayca bir tarafa atılmaları imkansızdı. Günümüzde bile birçok güneydeki kalenin ortasında oyulmuş büvet ağacının olmasının nedeni, inanç üzerinden oluşacak bir çatışmanın önlenmesi için işgal yerine birlikteliği amaçlayan Andal kralları sayesindedir.

    Demirdoğumlular bile Andalların işgaline maruz kalmışlardır. Andalların gözlerini Demir Adalar’a çevirmesi neredeyse bin yıl sürse de, bu bin yıl Andalların işgal heveslerini yok edememişti. Andallar adaya çıkıp binlerce yıldır balta ve kılıç ile hüküm sürmüş Kızıel Urron’un soyunu kuruttular ve adayı tamamen işgal ettiler.

    Haereg’in yazılarına göre yeni Andal kralları demirdoğumluları Yediler inancına geçmeleri için zorladı ancak demirdoğumlular buna karşı koydu. Bunun yerine kendi inançları olan Boğulmuş Tanrı ile birlikte Yediler’in de adada var oldu. Ana karada olduğu gibi, Andallar burada da demirdoğumluların kızları ve eşleri ile evlenip onlardan çocuk sahibi oldular. Ancak burada Yediler hiç kök salmadı, aksine Andal kanı taşıyanlar bile kendi inançlarından vazgeçip Boğulmuş Tanrı’ya tapmaya başladılar. Zamanla adadaki Yediler etkisi tamamen silindi ve şuan adada sadece birkaç hane Yediler inancını hatırlamaktadır.

    Kıtada sadece ve sadece Kuzey, Andalların işgaline karşı koyabilmiştir. Bunun sebebi de elbette Boğaz’ın geçilemez bataklıkları ile antik kale Moat Cailin sayesindedir. Boğaz’ın girişinde yok olan Andal ordularının sayısı hesap edilemez düzeydedir ve bu sayede Kış Kralları, bağımsızlıklarını yüzyıllarca korumuşlardır.





    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 1 Kasım 2014; 14:15:10 >




  • Moat cailin'i kim yaptı? Ve kale tamir edilip kullanılabilecekken ve çok önemli stratejik bir noktayken niye çürümeye bırakıldı?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: S A M C R O

    Moat cailin'i kim yaptı? Ve kale tamir edilip kullanılabilecekken ve çok önemli stratejik bir noktayken niye çürümeye bırakıldı?

    Moat Cailin çok çok eski bir kale. İlk İnsanlar tarafından yapılmış. Ancak neden harabeye dönüşmesine izin verilmiş bilmiyorum. Ancak efsaneye göre Ormanın Çocukları Andal işgalini durduramayacaklarını anlayınca, tıpkı Kırık Kol'a yaptıkları gibi Moat Cailin'de birleşip, Boğaz'ı da yerlebir ederek, Boğaz'dan itibaren Kuzey'i Nehirova'dan ayırmaya çalışmışlar ancak başarısız olmuşlar. Eğer gerçekten böyle birşey olduysa, belki geri tepme sonucu kale kullanılmaz hale gelmiş olabilir.
  • Ben de andalların neden yıllarca şu moat cailini aşmaya uğraştıklarını anlamıyorum. Zaten andallar westerosa parmaklardan giriş yapmış. Oradan beyaz limana çıkartma yapsalar moat cailini bypass edip arkadan kuşatabilirlerdi. Tabi bana söylemesi kolay geliyor, coğrafik koşulları filan gözardı ediyor olabilirim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Son çeviriyi de koyayım böylece Targaryen hanesine bir tek Valyria Kıyameti kalmış oluyor. Onlar da epey bir uzun ne zaman çevirir eklerim tam bir süre veremiyorum.

    VIII.BÖLÜM ON BİN GEMİ





    Westeros’a olan son büyük göç, İlk İnsanlar’ın ve Andalların gelmesinden uzun bir zaman sonra gerçekleşti. Bu sefer Ghislilerle olan savaşı bitiren Valyria’nın ejderha lordları gözlerini batıya çevirdi ve Valyria’nın büyüyen gücü, Cumhuriyet ve ona bağlı kolonilerin Rhoyne halkıyla anlaşmazlığa içine girmesine neden oldu.

    Dünyanın en büyük nehri Rhoyne’un birçok kolu Batı Essos’u boydan boya geçmektedir. Kıyıları boyunca birçok medeniyet kurulmuş ve tıpkı efsanelere konu olan Yaşlı Ghis İmparatorluğu kadar kadim kültürler kök salmıştır. Rhoyne halkı, Anne Rhoyne diye isimlendirdikleri bu nehirlerinin cömertliği sayesinde zenginleştiler.

    Balıkçılar, tüccarlar, öğretmenler, bilginler ve metal, ahşap ve taş üzerinde çalışan işçiler, Rhoyne’un kaynağından, son bulduğu Yaz Denizi ağzına kadar her biri bir öncekinden daha güzel, zarif şehirler kurdular; Korularıyla ve şelaleleriyle, Kadife Tepe’de Ghoyan Drohe; çeşmelerin şehri, şarkılarda hayat bulan Ny Sar; yeşil mermerden holleriyle Qhoyne’daki Ar Noy; çiçeklerin solgun Sar Mell ve kanallarıyla ve tuzlu su bahçeleriyle, deniz tarafından sarılmış Sarhoy ve devasa Aşk Sarayı ile, Festival Şehri, yüzölçümü en büyük olan Chroyane.

    Rhoyne şehirleri sanat ve müzik ile dolup taşmıştı ve halkının kendilerine özgü, Valyrialıların kan ve ateşle işlenmiş büyülerinden çok farklı bir büyü olan su büyüsüne sahip oldukları söylenirdi. Kanla, kültürle ve onlara hayat veren nehirle birleşmiş oldukları halde, Rhoyne şehirleri, her birinin ayrı bir prensin veya prensesin yönettiği, (Rhoynar halkı kadınlar ile erkeklerin yönetim açısından eşit olduklarını savunur) birbirlerinden tamamen bağımsız bir yapıdaydı.

    Genel olarak barışçıl bir halk olan Rhoyne halkı, sözde Andal fatihlerinin uğradığı hezimetlerin de bize gösterdiği gibi,kışkırtıldıklarında ve şehirlerinin tehlike altında olduklarını hissettiklerinde korkunç derecede saldırgan olabilirlerdi. Gümüş pullu zırhlar, balık kafası miğferleri, uzun mızrakları ve kaplumbağa kabuğu kalkanları kullanan Rhoyne savaşçıları her zaman itibar görmüş ve savaş alanlarında düşmanlarında korku uyandırmıştır. Ayrıca, Anne Rhoyne’un kendisinin, çocuklarına gelecek her türlü tehdidi fısıldadıkları, prenslerinin garip ve esrarengiz güçlere sahip oldukları, Rhoyne kadınlarının tıpkı erkekleri gibi amansızca dövüştükleri ve şehirlerin yaklaşan her düşmanı boğan “su duvarı” tarafından korunduğu söylenir.

    Uzun yüzyıllar boyu Rhoyne halkı barış içinde yaşadı.Her ne kadar Anne Rhoyne’un etrafındaki ormanlarda ve tepelerde vahşi topluluklar yaşasa da o topluluklar nehir halkı ile uğraşmamaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun yanı sıra Rhoyne halkının da, nehrin dışına yayılma gibi bir istekleri yoktu; çünkü nehir onların eviydi, anneleriydi, tanrılarıydı. Ve çok, çok az kişi, annelerinin sonsuz melodisinden uzaklaşmayı, ona sırtını dönmeyi dilemişti.
    Yaşlı Gris İmparatorluğu’nun yıkılışından yüzyıllar sonra Cumhuriyet’ten gelen maceracılar, sürgünler ve tüccarlar Uzun Yaz Diyarı toprakları ötesine adım atmaya başladığında, Rhoyne prensleri ilk önce onlara kucak açtı ve Rhoyne rahipleri de Anne Rhoyne’den gelen bereketi paylaşmak adına bütün insanların hoş karşılanacağını ilan etti.

    Valyrialıların kurduğu köyler kasabalara, kasabalar da şehirlere dönüştükçe bazı Rhoynar sakinleri atalarının bu sıcak karşılamalarından pişman olmaya başladı. Dostluk, düşmanlığa dönüştü. Özellikle Anne Rhoyne’in dört ağızından birini kontrol eden, nehirin aşağı ucundaki, antik şehir olan Sar Mell ile duvarlarla çevrili Valyria kasabası olan Volon Therys’in yüz yüze geldiği ve Yaz Denizi kıyısındaki tarihi Sarhoy limanı ile yakın zamanda ona rakip olacak kadar büyüyen Özgür Şehir Volantis’in yükseldiği yerde.

    Rakip şehirlerin halkları arasındaki anlaşmazlıklar gittikçe daha alelade ve kindar bir duruma dönüştü ve eninde sonunda bu durum, kısa ama kanlı savaşlar serisinin başlamasına neden oldu. Sar Mell ve Volon Therys, savaşan ilk şehirler oldu. Efsaneye göre; Valyrialılar, Rhoyne halkının Anne Rhoyne kadar kutsal bilip saydıkları “Nehrin Yaşlısı” diye adlandırılan devasa kaplumbağalardan birini yakalayıp, katletmeleri savaşın fitilini ateşledi. İlk Kaplumbağa Savaşı, bir ay dönümünden kısa sürdü. Sar Mell yağmalandı ve yakıldı; ama Rhoyne’in su büyücüleri, nehrin gücünü toplayıp Volon Therys’in sele boğduğunda galip gelen taraf Sar Mell oldu. Eğer efsaneler doğruysa şehrin yarısının sele kapılıp yok oluğu söylenir.

    Savaşlar birbirini takip etti: Üç Prens Savaşı, İkinci Kaplumbağa Savaşı, Balıkçının Savaşı, Tuz Savaşı, Üçüncü Kaplumbağa Savaşı, Hançer Gölü’ndeki Savaş, Baharat Savaşı ve buraya yazılamayacak kadar kadar fazlası. Şehirler ve kasabalar yandı, sular altında kaldı ve tekrar inşa edildi. Binlerce insan öldü veya köleleştirildi. Bu çatışmalarda Valyrialıların Rhoyne prenslerinden daha çok savaş kazandığından bahsedilir. Valyria kolonileri birbirlerine yardım ederken ve baskı altında kaldığında Cumhuriyet’ten yardım talep ederken; bağımsızlıklarıyla gururla övünen Rhoyne Prensleri, canla başla ama tek başlarına savaştılar. Beldecar’ın yazdığı ‘’Rhoyne Savaşları Tarihi’’, bu çatışmaların uzandığı iki buçuk yüzyılı anlatan eşsiz bir eserdir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Rhoynar, Cumhuriyet'in muazzam gücü ile yüzleşirken

    Bu çatışmalar serisi, bin yıl önce İkinci Baharat Savaşı ile birlikte en kanlı doruk noktasına ulaştı. Savaş, üç Valyrialı ejder lordunun Volantis’deki akrabaları ve kuzenlerine katılıp; Yaz Denizi’ne kıyısı olan büyük Rhoyne liman şehri Sarhoy’u yağmalamaya ve yok etmeye gelmesi ile başladı. Sarhoy’un savaşçıları vahşice katledildi, çocukları köle yapıldı ve gururlu pembe şehirleri ateşe verildi. Daha sonrasında Volantisliler, şehir bir daha ayrı yere kurulamasın diye duman tüten araziyi tuzla kapladılar.

    Rhoyne’un en güzel ve en zengin şehirlerinden birinin mutlak yıkımı ve insanlarının köle edilişi geriye kalan Rhoyne Prenslerini şok edip ve dehşete düşürdü. Aralarında en çok saygı duyulan Chroyane’li Garin; “Bu tehdidi sonlandırmak için birleşmezsek, hepimiz köle olacağız,’’ diye ilan etti ve nehir kıyısında var olan bütün Valyria şehirlerini yok etmek adına tanıdığı bütün dostlarına kendisine katılma çağrısında bulundu.

    Sadece Ny Sar’lı Prenses Nymeria, Prens Garin’in alehine konuşup “Bu kazanma ihtimalimiz olmayan bir savaş,” dedi ancak diğer prensler onun sesini bastırdı ve kılıçlarını Garin’in komutasına sundular. Üstelik Nymeria’nın kendi şehri olan Ny Sar’ın savaşçıları bile Garin taraftarıydı ve bu yüzden Nymeria’nın büyük ittifaka katılması dışında başka bir şansı yoktu.

    Essos’un görüp görebileceği en büyük ordu, Chroyane’de, Prens Garin’in komutası altında toplandı. Beldecar’a göre, bu ordu iki yüz elli bin askerden oluşmaktaydı. Rhoyne’un kaynağından, denize dökülen ağızına kadar olan bölgedeki savaşabilecek yaşta olan herkes eline kılıcını ve kalkanını alıp, Festival Şehri’ndeki büyük sefere katılmak için yollara düştü. Prens Garin, ordunun Anne Rhoyne’un yanında kaldığı sürece, Valyria’nın ejderhalarından korkmamaları gerektiğini, Rhoyne’un su büyücülerinin Cumhuriyet’in ateşine karşı onları koruyacaklarını beyan etti.

    Garin, devasa ordusunu üç parçaya böldü: bir tanesi, Rhoyne’un doğu kıyılarında ilerledi, bir tanesi batıya ilerlerken, savaş kadırgalarından oluşan kocaman bir donanma, nehri düşman gemilerinden temizleyip iki yaka arasındaki kontrolün ele geçirilmesini sağladı. Prens Garin, Chroyane’de topladığı ordusu ile, nehirden aşağıya doğru indi ve karşısısına çıkan her kasabayı ve köyü yok edip karşısına çıkan her birliği berteraf etti.

    Selhorys’de, otuz bin askerden oluşan Valyria ordusunu ezip, şehri şiddetli bir hücumla ele geçirerek ilk savaşını kazanmış oldu. Valysar da aynı kaderi paylaştı. Volon Therys’e geldiğinde ise Garin, kendisini yüz bin kişilik düşman ordusuyla, yüz tane savaş filiyle ve üç tane de ejder lorduyla karşı karşıya buldu. Bu savaşı da kazandı ancak verdiği zaiyat çok fazlaydı. Binlerce askeri yandı ama daha fazlası da, su büyücüleri düşmanın ejderhalarına karşı devasa su hortumlarını yükseltirken, nehrin sığ alanına sığındı. Rhoyne okçuları, iki tane ejderhayı öldürdü ve üçüncüsünü de yaralı bir şekilde kaçmak zorunda bıraktı. Savaş sonrasında ise Anne Rhoyne, Volon Therys’i yutmak için öfkeyle yükseldi. Bu savaş sonrasında insanlar, zafer kazanan prensi ‘’Muhteşem Garin’’ diye anmaya başladılar ve Volantis’teki büyük lordlar, Garin’in ve ordusunun attığı her adımla birlikte korku içinde titreyerek onunla açık alanda çarpışmak yerine Kara Sur’un ardına saklanıp Cumhuriyet’ten yardım talep ettiler.

    Ve sonunda ejderhalar geldi. Günümüze ulaşan efsanelere güvenecek olursak; Prens Garin’in Volon Therys’de karşılaştığı gibi üç tane değil, üç yüz ve belki daha da fazlası. Rhoyne halkı bu sayıdaki ejderhaların ateşlerine karşı hiçbirşey yapamadı. Anne Rhoyne’in kucağına giderlerse ejderha ateşlerinin onlara ulaşamayacağı düşüncesi ile binlerce asker nehre dalıp boğulurken, on binlerce asker ejderha ateşi ile yanıp kül oldu. Bazı günlükler; alevlerin, nehrin suyunu kaynatıp, buharlaştırdığı konusunda ısrar etmektedir. Muhteşem Garin ise canlı bir şekilde ele geçirildi ve zorla halkının başkaldırısının cezası izlettirildi. Rhoyne savaşçılarına hiçbir merhamet gösterilmedi ve söylenilenlere göre Volantisliler ve Valyrialı akrabaları, o kadar çok askeri kılıçtan geçirmiş ki; Volantis Limanı’nın suları, gözün görebileceği en uzak noktaya kadar kanla kaplamış. Daha sonra galip gelenler, askerlerini toplayıp nehrin kuzeyine doğru harekete geçtiler ve önce Sar Mell’i sonra da Prens Garin’in kendi şehri olan Chroyane’i vahşice yağmaladılar. Ejder lordlarının emriyle, altından bir kafese kapatılan Garin, kendi şehrinin yıkımına şahit olması için festival şehrine geri götürüldü.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Rhoyne'da yükselen ölü tepelerinden biri.

    Chroyane’de Garin’in kafesi şehrin surlarına asılmıştı ki, böylece prens,kendi başlattığı bu cesur ancak umutsuz savaşta kendi adına ölen babaların ve kardeşlerin sahip olduğu annelerinin ve çocuklarının köleleştirilmesini kendi gözleri ile görsün. Ancak söylenceye göre prens, galip gelenlere lanetler okumuş ve Anne Rhoyne’a, çocuklarının intikamını alması için yalvarmıştı. Ve böylece, tam da o gece, Rhoyne Nehri henüz yükselme sezonu gelmemişken, bilinenden çok daha kuvvetli bir güçle yükselmiş, şehrin etrafını tekinsiz kalın bir sis sarmış ve Valyrialı fatihler gri deri hastalığı sonucu ölmeye başlamış. (En azından hikayenin bu kısmına doğru diyebiliriz. Daha sonraki yüzyıllarda Çokgezen Lomas, sis ve su ile dolu Chroyne şehri ve orayı görmek için dikbaşlılık yapan gezginlerin şuan harabelerde kol gezen gri deri hastalığına yakalandığını yazmıştır.)

    Rhoyne’un üst bölgelerindeki Ny Sar’da, Prenses Nymeria, Garin’in büyük malubiyetinin ve Chroyane ile Sar Mell şehrindekilerinin köleleştirildiği haberini aldı. Aynı kaderi kendi şehrinin de yaşayacağını iyi bildiği için, söylenilenlere göre küçük büyük farketmeksizin Rhoyne’daki bütün gemileri toplamış ve hepsini taşıyabileceği kadar kadın ve çocukla doldurmuş.(Savaşabilecek yaştaki bütün erkekler Garin’e katılıp savaşlarda öldüğü için) Nymeria, emrindeki filoyu nehrin aşağısına doğru götürmüş ve suların kan ve ceset ile dolduğu, yanmış köylerin ve arazilerin, harabe haline gelen binaların yanlarından geçmiş. Volantis ordusundan sakınmak için, eski bir yol izleyip bir zamanlar Sarhoy şehrinin yükseldiği yerden Yaz Denizi’ne ulaşmış.
    Efsanenin bize söylediğine göre Nymeria, Valyria’nın ve ejderlordlarının onlara ulaşmayacağı yeni bir vatan aramak adına on bin gemi ile yola çıkmış. Beldecar’a göre bu rakam aşırı derecede, neredeyse on katı kadar abartılmış bir sayıdır. Diğer günlükler içinde de farklı rakamlar geçmektedir ancak gerçek sayıyı bilmemiz ne yazık ki mümkün değildir. Filo içinde birçok gemi olduğu elbette söylenilebilir. Ancak bu gemilerin birçoğu nehir ulaşımına uygun yapıda dizayn edilmiş ticaret gemilerinden, balıkçı kayıklarından, sandallardan ve hatta sallardan oluşması daha olasıdır. Beldecar’a göre gemilerin onda biri deniz ulaşımına dayanacak güçtedir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    On bin geminin kumandanlığını yapan Prenses Nymeria

    Nymeria’nın başlattığı yolculuk uzun ve berbat sürdü. Yüzden fazla gemi daha karşılaştıkları ilk fırtınada battı ve geride kalan gemilerin bazıları korku içinde geri dönüp Volantisli köle tüccarları tarafından yakalandı. Diğerleri ise geride kalıp sürüklendi ve bir daha onlardan haber alınamadı.
    Filoda kalanlar Yaz Denizi’nden Basilisk Adaları’na kadar yol aldılar. Ancak taze su ve yiyecek ikmali yapmak için durduklarında, kendi aralarındaki çekişmeleri bırakıp Rhoynar halkının peşine düşen Talon ve Uluyan Dağ isimli Balt Adası korsanları ile karşılaştılar. Korsanlar onlarca gemiyi ateşe verdi ve yüzlerce kişiyi ele geçirip köleleştirdi. Mücadele sonrasında korsanlar, ellerindeki bütün gemilerin korsanlara teslim edilmesi ve her korsan kralına her yıl otuz bakire kız ile genç erkek gönderilmesi şartı ile Rhoynar halkının Kurbağa Adası’na yerleşebileceklerini bildirdiler.

    Nymeria öneriyi kabul etmedi ve Sothoryos ormanları içinde bir sığınak bulma umudu ile tekrar denize açıldı. Bazıları Basilisk Burnu’na yerleşti, bazıları ise çürümüş ağaçların, bataklıkların olduğu Zamoyos’un parıltılı yeşil nehirinin aktığı yere gittiler. Nymeria’nın kendisi, yüzyıl önce terk edilmiş bir Ghis kolonisinde, Zamettar’da kaldı. Geride kalanlar ise, nehrin üst tarafındaki, hortlaklar ve örümceklerle dolu Yeen harabesi içine yerleştiler.

    Sothoryos içinde altın, değerli taş, nadir odunlar, egzotik hayvan derileri, ilginç tatlı meyveler ve garip baharatlar gibi bulunmayı bekleyen hazineler mevcuttu ancak Rhoynar halkı orada olmaktan memnun değildi. Nemli ve sıcak hava onları çok zorluyordu ve etraftaki sivrisinekler birbirinden farklı hastalıkların onlara bulaşmasına neden oldu. Özellikle gençlerin ve yaşlıların bu tür hastalıklara dayanma direnci hiç yoktu. Yerleştirdikleri nehrin kendisi bile ölüm saçar haldeydi. Zamoyos zehirli balıklarla ve suya girenlerin tenlerine yumurta bırakan küçük solucanlarla doluydu. Basilisk Burnu’na kurulan iki yeni köy, köle ticareti yapanlar tarafından yağmalandı ve köylerdeki herkes ya kılıçtan geçirildi ya da zincirlenip götürüldü. Yeen de ise etraftan gelen hayvan saldırılarını ile boğuşuyordu.

    Rhoynar halkı yaklaşık bir buçuk sene Sothoryos’ta hayatta kalma mücadelesi verdi. Ta ki bir gün Zamettar’dan gelen bir geminin Yeen’e zincirleyip o harabe şehirde bir gecede ortadan kaybolan bütün erkekleri, kadınları ve çocukları bulmak için gelene kadar. Nymeria bir kez daha halkını çağırdı ve bir kez daha denize yelken açtı.

    Üç yıl boyunca Rhoynar halkı güney denizlerinde gezip vatan diyebilecekleri toprakları aradılar. Naath toprakları içinde yer alan Kelebek Adası’ndaki insanlar onları dostça aralarına kabul etti ancak o toprakları gözeten tanrı, yeni gelenlere isimsiz birçok hastalık ile ilhak etmeye başlayınca, Rhoynar halkı tekrar gemilerine dönmek zorunda kaldı. Yaz Adaları’na geldiklerinde Walano’nun doğu kıyısındaki ıssız bir kayalığa yerleştiler ancak taşlı toprak çok az yiyecek sağladı ve birçok kişi açlıktan kırıldı. Sonraları bu kayalık Kadın Adası olarak bilinmeye başlanacaktır. Filonun yelkenleri tekrar yükseldiğinde, birçok kişi Nymeria’yı terkedip, Anne Rhoyne’in evlatlarını yuvalarına geri çağırdığını duyduğunu iddia eden Druselka isimli bir rahibenin etrafında toplandılar. Ancak Druselka ve onu izleyenler eski şehirlerine geri döndüklerinde, düşmanları hala onları bekliyordu ve geri dönenlerin hepsi ya öldürüldü ya da köleleştirildi.

    On bin gemilik filodan geriye kalan hırpalanmış ve parçalanmış gemiler, Prenses Nymeria kontrolünde bu kez batıya yöneldi ve Westeros’a ulaştı. Geçen onca zaman sonunda gemiler ilk hallerinden bile daha kötü durumdaydı. Filonun tamamı Dorne’a ulaşamadı, bir kısmı Basamaklar’da parçalandı, bir kısmı fırtınaların savurması sonucu Lys’e veya Tyrosh’a sürüklendi ve gemidekiler denizde ölmek yerine köleliği tercih ettiler. Kalan gemiler, Martell Hanesi’nin başkenti olan antik Kum Gemisi kalesinden pek de uzakta olmayan Yeşilkan nehrinin ağzında karaya vurdular.

    Kuru, kendi haline ve kısa boylu insanların yaşadığı Dorne, o zamanlar bölgedeki birçok küçük krallığın var olan nehirler, göller, kuyular ve verimli topraklar için sayısız kez birbirleri ile savaştığı fakir bir bölgeydi. Bu krallıklardan birçoğu Rhoynar halkını geldikleri gibi denize dökülmeleri gereken davetsiz misafirler, garip tanrıları ve gelenekleri olan işgalciler olarak gördü. Ancak Kum Gemisi Lordu Mors Martell, bu yeni gelenleri büyük bir fırsat olarak değerlendirdi. Ve elbette şarkıcılara inanırsak, sevgili lordumuz, özgür kalmak için halkını dünyanın bir ucundan diğerine taşımış olan vahşi ve güzel savaşçı prenses Nymeria’ya kalbini kaptırmıştı.

    Nymeria ile Dorne’a gelen her on kişiden sekizinin kadın olduğu söylenir. Gelenlerin çevreği ise Rhoynar geleneklerine göre yetişmiş savaşçılardı ve daha önce savaşmamış olsalar da gezileri boyunca olgunlaşmışlardı. Ayrıca Rhoyne’den ayrılırlarken henüz küçük olan binlerce çocuk ergenliğe girmiş ve gezi boyunca mızrak tutmuşlardı. Yeni gelenlerin katılımı ile birlikte Martell hanesinin asker sayısı on kat artmış oldu.

    Mors Martell Nymeria’yı eş olarak aldığında, yüzlerce şövalye, yaver ve sancaktar da Rhoynar halkından kadınlarla evlendi. Böylece iki ırk kan bağı ile birleşmiş oldu. Bu birliktelik Martell hanesinin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağladı. Rhoynar halkı kendileri ile birlikte dikkate değer birçok ganimet getirmişti. Örneğin, metal işçileri, nalbantlar, zanaatkarlar, taş ustaları gibi. Böylece aradan zaman geçtikçe Martel hanesi, Westeros’taki diğer hiçbir hanenin sahip olmadığı kalitede kılıçlara, mızraklara ve zırhlara sahip oldu. Daha da önemlisi gizli su büyüleri bilen Rhoynar’ın su büyücülerinin kurumuş yatakları su ile doldurduğu ve çölleri vahaya çevirdiği söylenir.

    Bu birlikteliği kutlamak ve halkının bir daha asla denize geri dönmemesini sağlamak için Nymeria, elindeki bütün gemileri ateşe verdi ve ‘’Göçebeliğimiz artık son buldu,’’ diye ilan etti. ‘’Kendimize yeni bir vatan bulduk ve bundan sonra burada yaşayacak, ve burada öleceğiz.’’

    Kıyıdan kilometrelerce uzakta gemiler yanıp küle döner ve alevlerin ışıltıları sahile vururken Nymeria, Rhoynar geleneklerine göre Mors Martell’i Dorne’un Prensi ve ‘’dağların tepelerinden büyük tuzlu deniz arasındaki bütün kırmızı ve beyaz kumların, vadilerin ve nehirlerin’’ tek sahibi ilan etti.
    Ancak bu tür bir ilanın söylenmesi, gerçekleştirilmesinden çok daha kolaydır. Yıllarca süren savaşlar ve diz çöktürülen krallar sonunda Martell hanesi ve Rhoynar halkı, altı tane kralı altın prangalar vururarak Sur’a yolladı. Ve böylece geriye en büyük düşmanları olan, Kızıl Toprakların, Yeşil Kemerin ve tüm Dorne’un Kralı, Kuyu Şövalyesi, Taşlı Yol’un Koruyucusu, Yronwood’un Lordu olan Beşinci Yorick Yronwood kalmıştı.

    Dokuz yıl boyunca Mors Martell ve müttefikleri, Yronwood ve sancaktarlarına karşı sayısız savaşa girdi. Üçüncü Kemik Geçidi Savaşı’nda Mors Martell, Yorick Yronwood tarafından öldürülünce, Nymeria ordunun kontrolünü eline aldı. Savaş dolu iki yıldan sonra Yorick Yronwood sonunda diz çöktü ve Güneş Mızrağı’ndan bütün toprakları yöneten kişi Nymeria oldu.

    Mors Martell’den sonra iki kez daha evlenmesine rağmen Nymeria, sorgusuz sualsiz yirmi yedi yıl boyunca Dorne’un tek hakimi olarak kaldı. Kocaları ise sadece danışman olarak görev yaptı. Düzinelerce suikast atlattı, iki büyük isyanı bastırdı ve Fırtına Kralı Üçüncü Durran’ın ve Menzil Kralı Greydon’un Dorne topraklarına başlattığı iki istilayı savuşturdu.

    En sonunda hayata gözlerini yumduğu vakit, Davos Dayne’den olma oğlu değil, Mors Martell’den olma dört kızından en büyüğü tahta geçti. Bununla birlikte Dorne halkı, Rhoynar halkına ait olan birçok geleneği ve yasayı içselleştirdi ve Anne Rhoyne ve on bin gemi efsaneler arasında kaybolup gitti.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 1 Kasım 2014; 21:44:32 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cypon

    Son çeviriyi de koyayım böylece Targaryen hanesine bir tek Valyria Kıyameti kalmış oluyor. Onlar da epey bir uzun ne zaman çevirir eklerim tam bir süre veremiyorum.

    VIII.BÖLÜM ON BİN GEMİ





    Westeros’a olan son büyük göç, İlk İnsanlar’ın ve Andalların gelmesinden uzun bir zaman sonra gerçekleşti. Bu sefer Ghislilerle olan savaşı bitiren Valyria’nın ejderha lordları gözlerini batıya çevirdi ve Valyria’nın büyüyen gücü, Cumhuriyet ve ona bağlı kolonilerin Rhoyne halkıyla anlaşmazlığa içine girmesine neden oldu.

    Dünyanın en büyük nehri Rhoyne’un birçok kolu Batı Essos’u boydan boya geçmektedir. Kıyıları boyunca birçok medeniyet kurulmuş ve tıpkı efsanelere konu olan Yaşlı Ghis İmparatorluğu kadar kadim kültürler kök salmıştır. Rhoyne halkı, Anne Rhoyne diye isimlendirdikleri bu nehirlerinin cömertliği sayesinde zenginleştiler.

    Balıkçılar, tüccarlar, öğretmenler, bilginler ve metal, ahşap ve taş üzerinde çalışan işçiler, Rhoyne’un kaynağından, son bulduğu Yaz Denizi ağzına kadar her biri bir öncekinden daha güzel, zarif şehirler kurdular; Korularıyla ve şelaleleriyle, Kadife Tepe’de Ghoyan Drohe; çeşmelerin şehri, şarkılarda hayat bulan Ny Sar; yeşil mermerden holleriyle Qhoyne’daki Ar Noy; çiçeklerin solgun Sar Mell ve kanallarıyla ve tuzlu su bahçeleriyle, deniz tarafından sarılmış Sarhoy ve devasa Aşk Sarayı ile, Festival Şehri, yüzölçümü en büyük olan Chroyane.

    Rhoyne şehirleri sanat ve müzik ile dolup taşmıştı ve halkının kendilerine özgü, Valyrialıların kan ve ateşle işlenmiş büyülerinden çok farklı bir büyü olan su büyüsüne sahip oldukları söylenirdi. Kanla, kültürle ve onlara hayat veren nehirle birleşmiş oldukları halde, Rhoyne şehirleri, her birinin ayrı bir prensin veya prensesin yönettiği, (Rhoynar halkı kadınlar ile erkeklerin yönetim açısından eşit olduklarını savunur) birbirlerinden tamamen bağımsız bir yapıdaydı.

    Genel olarak barışçıl bir halk olan Rhoyne halkı, sözde Andal fatihlerinin uğradığı hezimetlerin de bize gösterdiği gibi,kışkırtıldıklarında ve şehirlerinin tehlike altında olduklarını hissettiklerinde korkunç derecede saldırgan olabilirlerdi. Gümüş pullu zırhlar, balık kafası miğferleri, uzun mızrakları ve kaplumbağa kabuğu kalkanları kullanan Rhoyne savaşçıları her zaman itibar görmüş ve savaş alanlarında düşmanlarında korku uyandırmıştır. Ayrıca, Anne Rhoyne’un kendisinin, çocuklarına gelecek her türlü tehdidi fısıldadıkları, prenslerinin garip ve esrarengiz güçlere sahip oldukları, Rhoyne kadınlarının tıpkı erkekleri gibi amansızca dövüştükleri ve şehirlerin yaklaşan her düşmanı boğan “su duvarı” tarafından korunduğu söylenir.

    Uzun yüzyıllar boyu Rhoyne halkı barış içinde yaşadı.Her ne kadar Anne Rhoyne’un etrafındaki ormanlarda ve tepelerde vahşi topluluklar yaşasa da o topluluklar nehir halkı ile uğraşmamaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun yanı sıra Rhoyne halkının da, nehrin dışına yayılma gibi bir istekleri yoktu; çünkü nehir onların eviydi, anneleriydi, tanrılarıydı. Ve çok, çok az kişi, annelerinin sonsuz melodisinden uzaklaşmayı, ona sırtını dönmeyi dilemişti.
    Yaşlı Gris İmparatorluğu’nun yıkılışından yüzyıllar sonra Cumhuriyet’ten gelen maceracılar, sürgünler ve tüccarlar Uzun Yaz Diyarı toprakları ötesine adım atmaya başladığında, Rhoyne prensleri ilk önce onlara kucak açtı ve Rhoyne rahipleri de Anne Rhoyne’den gelen bereketi paylaşmak adına bütün insanların hoş karşılanacağını ilan etti.

    Valyrialıların kurduğu köyler kasabalara, kasabalar da şehirlere dönüştükçe bazı Rhoynar sakinleri atalarının bu sıcak karşılamalarından pişman olmaya başladı. Dostluk, düşmanlığa dönüştü. Özellikle Anne Rhoyne’in dört ağızından birini kontrol eden, nehirin aşağı ucundaki, antik şehir olan Sar Mell ile duvarlarla çevrili Valyria kasabası olan Volon Therys’in yüz yüze geldiği ve Yaz Denizi kıyısındaki tarihi Sarhoy limanı ile yakın zamanda ona rakip olacak kadar büyüyen Özgür Şehir Volantis’in yükseldiği yerde.

    Rakip şehirlerin halkları arasındaki anlaşmazlıklar gittikçe daha alelade ve kindar bir duruma dönüştü ve eninde sonunda bu durum, kısa ama kanlı savaşlar serisinin başlamasına neden oldu. Sar Mell ve Volon Therys, savaşan ilk şehirler oldu. Efsaneye göre; Valyrialılar, Rhoyne halkının Anne Rhoyne kadar kutsal bilip saydıkları “Nehrin Yaşlısı” diye adlandırılan devasa kaplumbağalardan birini yakalayıp, katletmeleri savaşın fitilini ateşledi. İlk Kaplumbağa Savaşı, bir ay dönümünden kısa sürdü. Sar Mell yağmalandı ve yakıldı; ama Rhoyne’in su büyücüleri, nehrin gücünü toplayıp Volon Therys’in sele boğduğunda galip gelen taraf Sar Mell oldu. Eğer efsaneler doğruysa şehrin yarısının sele kapılıp yok oluğu söylenir.

    Savaşlar birbirini takip etti: Üç Prens Savaşı, İkinci Kaplumbağa Savaşı, Balıkçının Savaşı, Tuz Savaşı, Üçüncü Kaplumbağa Savaşı, Hançer Gölü’ndeki Savaş, Baharat Savaşı ve buraya yazılamayacak kadar kadar fazlası. Şehirler ve kasabalar yandı, sular altında kaldı ve tekrar inşa edildi. Binlerce insan öldü veya köleleştirildi. Bu çatışmalarda Valyrialıların Rhoyne prenslerinden daha çok savaş kazandığından bahsedilir. Valyria kolonileri birbirlerine yardım ederken ve baskı altında kaldığında Cumhuriyet’ten yardım talep ederken; bağımsızlıklarıyla gururla övünen Rhoyne Prensleri, canla başla ama tek başlarına savaştılar. Beldecar’ın yazdığı ‘’Rhoyne Savaşları Tarihi’’, bu çatışmaların uzandığı iki buçuk yüzyılı anlatan eşsiz bir eserdir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Rhoynar, Cumhuriyet'in muazzam gücü ile yüzleşirken

    Bu çatışmalar serisi, bin yıl önce İkinci Baharat Savaşı ile birlikte en kanlı doruk noktasına ulaştı. Savaş, üç Valyrialı ejder lordunun Volantis’deki akrabaları ve kuzenlerine katılıp; Yaz Denizi’ne kıyısı olan büyük Rhoyne liman şehri Sarhoy’u yağmalamaya ve yok etmeye gelmesi ile başladı. Sarhoy’un savaşçıları vahşice katledildi, çocukları köle yapıldı ve gururlu pembe şehirleri ateşe verildi. Daha sonrasında Volantisliler, şehir bir daha ayrı yere kurulamasın diye duman tüten araziyi tuzla kapladılar.

    Rhoyne’un en güzel ve en zengin şehirlerinden birinin mutlak yıkımı ve insanlarının köle edilişi geriye kalan Rhoyne Prenslerini şok edip ve dehşete düşürdü. Aralarında en çok saygı duyulan Chroyane’li Garin; “Bu tehdidi sonlandırmak için birleşmezsek, hepimiz köle olacağız,’’ diye ilan etti ve nehir kıyısında var olan bütün Valyria şehirlerini yok etmek adına tanıdığı bütün dostlarına kendisine katılma çağrısında bulundu.

    Sadece Ny Sar’lı Prenses Nymeria, Prens Garin’in alehine konuşup “Bu kazanma ihtimalimiz olmayan bir savaş,” dedi ancak diğer prensler onun sesini bastırdı ve kılıçlarını Garin’in komutasına sundular. Üstelik Nymeria’nın kendi şehri olan Ny Sar’ın savaşçıları bile Garin taraftarıydı ve bu yüzden Nymeria’nın büyük ittifaka katılması dışında başka bir şansı yoktu.

    Essos’un görüp görebileceği en büyük ordu, Chroyane’de, Prens Garin’in komutası altında toplandı. Beldecar’a göre, bu ordu iki yüz elli bin askerden oluşmaktaydı. Rhoyne’un kaynağından, denize dökülen ağızına kadar olan bölgedeki savaşabilecek yaşta olan herkes eline kılıcını ve kalkanını alıp, Festival Şehri’ndeki büyük sefere katılmak için yollara düştü. Prens Garin, ordunun Anne Rhoyne’un yanında kaldığı sürece, Valyria’nın ejderhalarından korkmamaları gerektiğini, Rhoyne’un su büyücülerinin Cumhuriyet’in ateşine karşı onları koruyacaklarını beyan etti.

    Garin, devasa ordusunu üç parçaya böldü: bir tanesi, Rhoyne’un doğu kıyılarında ilerledi, bir tanesi batıya ilerlerken, savaş kadırgalarından oluşan kocaman bir donanma, nehri düşman gemilerinden temizleyip iki yaka arasındaki kontrolün ele geçirilmesini sağladı. Prens Garin, Chroyane’de topladığı ordusu ile, nehirden aşağıya doğru indi ve karşısısına çıkan her kasabayı ve köyü yok edip karşısına çıkan her birliği berteraf etti.

    Selhorys’de, otuz bin askerden oluşan Valyria ordusunu ezip, şehri şiddetli bir hücumla ele geçirerek ilk savaşını kazanmış oldu. Valysar da aynı kaderi paylaştı. Volon Therys’e geldiğinde ise Garin, kendisini yüz bin kişilik düşman ordusuyla, yüz tane savaş filiyle ve üç tane de ejder lorduyla karşı karşıya buldu. Bu savaşı da kazandı ancak verdiği zaiyat çok fazlaydı. Binlerce askeri yandı ama daha fazlası da, su büyücüleri düşmanın ejderhalarına karşı devasa su hortumlarını yükseltirken, nehrin sığ alanına sığındı. Rhoyne okçuları, iki tane ejderhayı öldürdü ve üçüncüsünü de yaralı bir şekilde kaçmak zorunda bıraktı. Savaş sonrasında ise Anne Rhoyne, Volon Therys’i yutmak için öfkeyle yükseldi. Bu savaş sonrasında insanlar, zafer kazanan prensi ‘’Muhteşem Garin’’ diye anmaya başladılar ve Volantis’teki büyük lordlar, Garin’in ve ordusunun attığı her adımla birlikte korku içinde titreyerek onunla açık alanda çarpışmak yerine Kara Sur’un ardına saklanıp Cumhuriyet’ten yardım talep ettiler.

    Ve sonunda ejderhalar geldi. Günümüze ulaşan efsanelere güvenecek olursak; Prens Garin’in Volon Therys’de karşılaştığı gibi üç tane değil, üç yüz ve belki daha da fazlası. Rhoyne halkı bu sayıdaki ejderhaların ateşlerine karşı hiçbirşey yapamadı. Anne Rhoyne’in kucağına giderlerse ejderha ateşlerinin onlara ulaşamayacağı düşüncesi ile binlerce asker nehre dalıp boğulurken, on binlerce asker ejderha ateşi ile yanıp kül oldu. Bazı günlükler; alevlerin, nehrin suyunu kaynatıp, buharlaştırdığı konusunda ısrar etmektedir. Muhteşem Garin ise canlı bir şekilde ele geçirildi ve zorla halkının başkaldırısının cezası izlettirildi. Rhoyne savaşçılarına hiçbir merhamet gösterilmedi ve söylenilenlere göre Volantisliler ve Valyrialı akrabaları, o kadar çok askeri kılıçtan geçirmiş ki; Volantis Limanı’nın suları, gözün görebileceği en uzak noktaya kadar kanla kaplamış. Daha sonra galip gelenler, askerlerini toplayıp nehrin kuzeyine doğru harekete geçtiler ve önce Sar Mell’i sonra da Prens Garin’in kendi şehri olan Chroyane’i vahşice yağmaladılar. Ejder lordlarının emriyle, altından bir kafese kapatılan Garin, kendi şehrinin yıkımına şahit olması için festival şehrine geri götürüldü.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Rhoyne'da yükselen ölü tepelerinden biri.

    Chroyane’de Garin’in kafesi şehrin surlarına asılmıştı ki, böylece prens,kendi başlattığı bu cesur ancak umutsuz savaşta kendi adına ölen babaların ve kardeşlerin sahip olduğu annelerinin ve çocuklarının köleleştirilmesini kendi gözleri ile görsün. Ancak söylenceye göre prens, galip gelenlere lanetler okumuş ve Anne Rhoyne’a, çocuklarının intikamını alması için yalvarmıştı. Ve böylece, tam da o gece, Rhoyne Nehri henüz yükselme sezonu gelmemişken, bilinenden çok daha kuvvetli bir güçle yükselmiş, şehrin etrafını tekinsiz kalın bir sis sarmış ve Valyrialı fatihler gri deri hastalığı sonucu ölmeye başlamış. (En azından hikayenin bu kısmına doğru diyebiliriz. Daha sonraki yüzyıllarda Çokgezen Lomas, sis ve su ile dolu Chroyne şehri ve orayı görmek için dikbaşlılık yapan gezginlerin şuan harabelerde kol gezen gri deri hastalığına yakalandığını yazmıştır.)

    Rhoyne’un üst bölgelerindeki Ny Sar’da, Prenses Nymeria, Garin’in büyük malubiyetinin ve Chroyane ile Sar Mell şehrindekilerinin köleleştirildiği haberini aldı. Aynı kaderi kendi şehrinin de yaşayacağını iyi bildiği için, söylenilenlere göre küçük büyük farketmeksizin Rhoyne’daki bütün gemileri toplamış ve hepsini taşıyabileceği kadar kadın ve çocukla doldurmuş.(Savaşabilecek yaştaki bütün erkekler Garin’e katılıp savaşlarda öldüğü için) Nymeria, emrindeki filoyu nehrin aşağısına doğru götürmüş ve suların kan ve ceset ile dolduğu, yanmış köylerin ve arazilerin, harabe haline gelen binaların yanlarından geçmiş. Volantis ordusundan sakınmak için, eski bir yol izleyip bir zamanlar Sarhoy şehrinin yükseldiği yerden Yaz Denizi’ne ulaşmış.
    Efsanenin bize söylediğine göre Nymeria, Valyria’nın ve ejderlordlarının onlara ulaşmayacağı yeni bir vatan aramak adına on bin gemi ile yola çıkmış. Beldecar’a göre bu rakam aşırı derecede, neredeyse on katı kadar abartılmış bir sayıdır. Diğer günlükler içinde de farklı rakamlar geçmektedir ancak gerçek sayıyı bilmemiz ne yazık ki mümkün değildir. Filo içinde birçok gemi olduğu elbette söylenilebilir. Ancak bu gemilerin birçoğu nehir ulaşımına uygun yapıda dizayn edilmiş ticaret gemilerinden, balıkçı kayıklarından, sandallardan ve hatta sallardan oluşması daha olasıdır. Beldecar’a göre gemilerin onda biri deniz ulaşımına dayanacak güçtedir.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    On bin geminin kumandanlığını yapan Prenses Nymeria

    Nymeria’nın başlattığı yolculuk uzun ve berbat sürdü. Yüzden fazla gemi daha karşılaştıkları ilk fırtınada battı ve geride kalan gemilerin bazıları korku içinde geri dönüp Volantisli köle tüccarları tarafından yakalandı. Diğerleri ise geride kalıp sürüklendi ve bir daha onlardan haber alınamadı.
    Filoda kalanlar Yaz Denizi’nden Basilisk Adaları’na kadar yol aldılar. Ancak taze su ve yiyecek ikmali yapmak için durduklarında, kendi aralarındaki çekişmeleri bırakıp Rhoynar halkının peşine düşen Talon ve Uluyan Dağ isimli Balt Adası korsanları ile karşılaştılar. Korsanlar onlarca gemiyi ateşe verdi ve yüzlerce kişiyi ele geçirip köleleştirdi. Mücadele sonrasında korsanlar, ellerindeki bütün gemilerin korsanlara teslim edilmesi ve her korsan kralına her yıl otuz bakire kız ile genç erkek gönderilmesi şartı ile Rhoynar halkının Kurbağa Adası’na yerleşebileceklerini bildirdiler.

    Nymeria öneriyi kabul etmedi ve Sothoryos ormanları içinde bir sığınak bulma umudu ile tekrar denize açıldı. Bazıları Basilisk Burnu’na yerleşti, bazıları ise çürümüş ağaçların, bataklıkların olduğu Zamoyos’un parıltılı yeşil nehirinin aktığı yere gittiler. Nymeria’nın kendisi, yüzyıl önce terk edilmiş bir Ghis kolonisinde, Zamettar’da kaldı. Geride kalanlar ise, nehrin üst tarafındaki, hortlaklar ve örümceklerle dolu Yeen harabesi içine yerleştiler.

    Sothoryos içinde altın, değerli taş, nadir odunlar, egzotik hayvan derileri, ilginç tatlı meyveler ve garip baharatlar gibi bulunmayı bekleyen hazineler mevcuttu ancak Rhoynar halkı orada olmaktan memnun değildi. Nemli ve sıcak hava onları çok zorluyordu ve etraftaki sivrisinekler birbirinden farklı hastalıkların onlara bulaşmasına neden oldu. Özellikle gençlerin ve yaşlıların bu tür hastalıklara dayanma direnci hiç yoktu. Yerleştirdikleri nehrin kendisi bile ölüm saçar haldeydi. Zamoyos zehirli balıklarla ve suya girenlerin tenlerine yumurta bırakan küçük solucanlarla doluydu. Basilisk Burnu’na kurulan iki yeni köy, köle ticareti yapanlar tarafından yağmalandı ve köylerdeki herkes ya kılıçtan geçirildi ya da zincirlenip götürüldü. Yeen de ise etraftan gelen hayvan saldırılarını ile boğuşuyordu.

    Rhoynar halkı yaklaşık bir buçuk sene Sothoryos’ta hayatta kalma mücadelesi verdi. Ta ki bir gün Zamettar’dan gelen bir geminin Yeen’e zincirleyip o harabe şehirde bir gecede ortadan kaybolan bütün erkekleri, kadınları ve çocukları bulmak için gelene kadar. Nymeria bir kez daha halkını çağırdı ve bir kez daha denize yelken açtı.

    Üç yıl boyunca Rhoynar halkı güney denizlerinde gezip vatan diyebilecekleri toprakları aradılar. Naath toprakları içinde yer alan Kelebek Adası’ndaki insanlar onları dostça aralarına kabul etti ancak o toprakları gözeten tanrı, yeni gelenlere isimsiz birçok hastalık ile ilhak etmeye başlayınca, Rhoynar halkı tekrar gemilerine dönmek zorunda kaldı. Yaz Adaları’na geldiklerinde Walano’nun doğu kıyısındaki ıssız bir kayalığa yerleştiler ancak taşlı toprak çok az yiyecek sağladı ve birçok kişi açlıktan kırıldı. Sonraları bu kayalık Kadın Adası olarak bilinmeye başlanacaktır. Filonun yelkenleri tekrar yükseldiğinde, birçok kişi Nymeria’yı terkedip, Anne Rhoyne’in evlatlarını yuvalarına geri çağırdığını duyduğunu iddia eden Druselka isimli bir rahibenin etrafında toplandılar. Ancak Druselka ve onu izleyenler eski şehirlerine geri döndüklerinde, düşmanları hala onları bekliyordu ve geri dönenlerin hepsi ya öldürüldü ya da köleleştirildi.

    On bin gemilik filodan geriye kalan hırpalanmış ve parçalanmış gemiler, Prenses Nymeria kontrolünde bu kez batıya yöneldi ve Westeros’a ulaştı. Geçen onca zaman sonunda gemiler ilk hallerinden bile daha kötü durumdaydı. Filonun tamamı Dorne’a ulaşamadı, bir kısmı Basamaklar’da parçalandı, bir kısmı fırtınaların savurması sonucu Lys’e veya Tyrosh’a sürüklendi ve gemidekiler denizde ölmek yerine köleliği tercih ettiler. Kalan gemiler, Martell Hanesi’nin başkenti olan antik Kum Gemisi kalesinden pek de uzakta olmayan Yeşilkan nehrinin ağzında karaya vurdular.

    Kuru, kendi haline ve kısa boylu insanların yaşadığı Dorne, o zamanlar bölgedeki birçok küçük krallığın var olan nehirler, göller, kuyular ve verimli topraklar için sayısız kez birbirleri ile savaştığı fakir bir bölgeydi. Bu krallıklardan birçoğu Rhoynar halkını geldikleri gibi denize dökülmeleri gereken davetsiz misafirler, garip tanrıları ve gelenekleri olan işgalciler olarak gördü. Ancak Kum Gemisi Lordu Mors Martell, bu yeni gelenleri büyük bir fırsat olarak değerlendirdi. Ve elbette şarkıcılara inanırsak, sevgili lordumuz, özgür kalmak için halkını dünyanın bir ucundan diğerine taşımış olan vahşi ve güzel savaşçı prenses Nymeria’ya kalbini kaptırmıştı.

    Nymeria ile Dorne’a gelen her on kişiden sekizinin kadın olduğu söylenir. Gelenlerin çevreği ise Rhoynar geleneklerine göre yetişmiş savaşçılardı ve daha önce savaşmamış olsalar da gezileri boyunca olgunlaşmışlardı. Ayrıca Rhoyne’den ayrılırlarken henüz küçük olan binlerce çocuk ergenliğe girmiş ve gezi boyunca mızrak tutmuşlardı. Yeni gelenlerin katılımı ile birlikte Martell hanesinin asker sayısı on kat artmış oldu.

    Mors Martell Nymeria’yı eş olarak aldığında, yüzlerce şövalye, yaver ve sancaktar da Rhoynar halkından kadınlarla evlendi. Böylece iki ırk kan bağı ile birleşmiş oldu. Bu birliktelik Martell hanesinin zenginleşmesini ve güçlenmesini sağladı. Rhoynar halkı kendileri ile birlikte dikkate değer birçok ganimet getirmişti. Örneğin, metal işçileri, nalbantlar, zanaatkarlar, taş ustaları gibi. Böylece aradan zaman geçtikçe Martel hanesi, Westeros’taki diğer hiçbir hanenin sahip olmadığı kalitede kılıçlara, mızraklara ve zırhlara sahip oldu. Daha da önemlisi gizli su büyüleri bilen Rhoynar’ın su büyücülerinin kurumuş yatakları su ile doldurduğu ve çölleri vahaya çevirdiği söylenir.

    Bu birlikteliği kutlamak ve halkının bir daha asla denize geri dönmemesini sağlamak için Nymeria, elindeki bütün gemileri ateşe verdi ve ‘’Göçebeliğimiz artık son buldu,’’ diye ilan etti. ‘’Kendimize yeni bir vatan bulduk ve bundan sonra burada yaşayacak, ve burada öleceğiz.’’

    Kıyıdan kilometrelerce uzakta gemiler yanıp küle döner ve alevlerin ışıltıları sahile vururken Nymeria, Rhoynar geleneklerine göre Mors Martell’i Dorne’un Prensi ve ‘’dağların tepelerinden büyük tuzlu deniz arasındaki bütün kırmızı ve beyaz kumların, vadilerin ve nehirlerin’’ tek sahibi ilan etti.
    Ancak bu tür bir ilanın söylenmesi, gerçekleştirilmesinden çok daha kolaydır. Yıllarca süren savaşlar ve diz çöktürülen krallar sonunda Martell hanesi ve Rhoynar halkı, altı tane kralı altın prangalar vururarak Sur’a yolladı. Ve böylece geriye en büyük düşmanları olan, Kızıl Toprakların, Yeşil Kemerin ve tüm Dorne’un Kralı, Kuyu Şövalyesi, Taşlı Yol’un Koruyucusu, Yronwood’un Lordu olan Beşinci Yorick Yronwood kalmıştı.

    Dokuz yıl boyunca Mors Martell ve müttefikleri, Yronwood ve sancaktarlarına karşı sayısız savaşa girdi. Üçüncü Kemik Geçidi Savaşı’nda Mors Martell, Yorick Yronwood tarafından öldürülünce, Nymeria ordunun kontrolünü eline aldı. Savaş dolu iki yıldan sonra Yorick Yronwood sonunda diz çöktü ve Güneş Mızrağı’ndan bütün toprakları yöneten kişi Nymeria oldu.

    Mors Martell’den sonra iki kez daha evlenmesine rağmen Nymeria, sorgusuz sualsiz yirmi yedi yıl boyunca Dorne’un tek hakimi olarak kaldı. Kocaları ise sadece danışman olarak görev yaptı. Düzinelerce suikast atlattı, iki büyük isyanı bastırdı ve Fırtına Kralı Üçüncü Durran’ın ve Menzil Kralı Greydon’un Dorne topraklarına başlattığı iki istilayı savuşturdu.

    En sonunda hayata gözlerini yumduğu vakit, Davos Dayne’den olma oğlu değil, Mors Martell’den olma dört kızından en büyüğü tahta geçti. Bununla birlikte Dorne halkı, Rhoynar halkına ait olan birçok geleneği ve yasayı içselleştirdi ve Anne Rhoyne ve on bin gemi efsaneler arasında kaybolup gitti.



    Elinize sağlık. Güzel bir bölümdü. Yronewood hanesini nedense martell lardan daha fazla sevdim

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Çok iyi bölümdü gerçekten. Nymeriayı merak ediyordum hep. Ama valyria kıyametini daha çok merak ediyordum. Şimdi sırada o var sanırım. Tekrar teşekkürler cypon.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Tesekkurler bilgiler icin

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • IX BÖLÜM VALYRIA KIYAMETİ




    Rhoynar’ın yokedilişi ile birlikte Valyria, Dar Deniz’den Köle Körfezi’ne ve Yaz Denizi’nden Titreyen Deniz kıyılarına kadar Essos’un bütün batı bölümünü hakimiyeti altına aldı. Her taraftan getirilen köleler, Cumhuriyet’in çok sevdiği gümüş ve altın cevherlerinin çıkarılması için On Dört Ateş’in altındaki madenlere gönderildi. Bunun yanında belki de Dar Deniz’in batısına geçişe hazırlık olması düşüncesi ile Valyrialılar, Kıyamet’ten iki yüzyıl kadar önce Ejderkayası olarak bilinen adaya yerleşip, kale kurdular. Hiçbir kral Valyria’nın bu hareketine karşı çıkmadı. Dar Deniz’in kıyısında olan lordlar bu yerleşmeye direnir gibi olsalar da Valyria’nın gücü muazzamdı. Gizem dolu sanatlarını kullanarak, Valyrialılar Ejderkayası’nın surlarını yükselttiler.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Ejderkayası

    Ejderkayası’nın inşasından iki yüzyıl sonra ki, yıllar geçtikçe Yedi Krallık Valyria çeliğine daha da fazla gıpta etmiş ve kıtaya süratli bir şekilde sızmış olsa da, bu metalden yapılma kılıçları arzulayan lordların veya kralların birçoğu Valyria çeliğine el süremişlerdir. Bunun yanında o dönemde Karasu Koyu’nun üzerine gezen ejderlordlarına pek rastlanılmasa da, zaman geçtikçe ejderhaların Westeros üzerinde görülmesi daha sıklıkla cerayan etmiştir. Valyria ise batı sınırının güvende olduğunu düşünmüş, ejderlordları da memleketlerinde entrikalarına ve ayak oyunlarına devam etmişlerdir.

    Ancak sonunda hiç kimsenin beklemediği bir anda(Aenar Targaryen ve bakire kızı Kahin Daenys’i saymaz isek) Kıyamet, Valyria’yı vurdu.

    Günümüzde bile hiç kimse Kıyamet’e neyin sebep olduğunu bilmemektedir. Çoğunluk bu durumu, On Dört Ateş’in hep birlikte patlaması sonucu oluşmuş doğal bir afet olarak değerlendirmektedir. Bazı rahipler ki fazla alim olmayanlar olarak değerlendirilebilirler, binlerce ayrı tanrıya inanmaları ve imparatorluk içinde tanrısızlığın aşırılaşmasının, Yedi Cehennemin alevlerini yükselttiğini ve felaketin de Cumhuriyet içindeki bu inançsızlık hastalığı yüzünden gerçekleştiğini ileri sürerler. Rahip Barth’ın yazılarından etkilenen birtakım üstadlar ise, Valyrialıların binlerce yıldır On Dört Ateş’i bazı büyüler ile kontrol altında tuttuklarını ancak, Cumhuriyet’in büyümesi ile birlikte artan köle ve ganimet açlığının, bu büyüler üzerinde de kendini gösterdiğini ve büyülerin gücünü arttırmak için çalışmalarına rağmen en sonunda bu büyülerin çözülmesi ile felaket kaçınılmaz hale geldiğini söylemektedirler.

    Bunlar dışında bazıları Muhteşem Garin’in lanetinin meyvesini verdiğine inanırken, bazıları ise R’hllor rahiplerinin garip bir ritüel ile tanrılarının ateş yağdırdığına inanır. Kimileri ise, Valyria’daki soylu hanelerin ihtirasları ileValyria büyülerinin birleşmesinin sonucunda bu soylu hanelerin birbirleri ile münakaşaya girdiğini, bu münakaşa yüzünden ise On Dört Ateş’in lavlarını yenileyip kontrol eden birçok rahibin suikasta uğramasının Kıyamet’i tetiklediğini savunur.

    Bütün bu söylenenler değerlendirildiğinde kesin olarak söylenecek tek şey, dünyanın daha önce böyle bir felakete şahit olmamış oluşudur. Antik ve heybetli Cumhuriyet-ejderhaların ve eşsiz büyü yeteneği olan büyücülerin vatanı- sadece saatler içinde parçalanıp yerlebir oldu. Yazılanlara göre sekiz yüz kilometre çap içindeki her tepe ortadan ikiye yarılıp havayı kül ve duman ile doldurmuş. Yükselen alevlerin sıcaklığı o kadar yüksekmiş ki, gökyüzündeki ejderhalar bile bu alevler tarafından yutulmuş. Yeryüzünde açılan çatlaklar, tapınakları hatta köyleri bile içine çekmiş. Göller kaynayıp asite dönüşmüş, su pınarları kilometrelerce yukarıya erimiş taşları püskürtmüş, gökyüzündeki kızıl bulutlardan aşağı ejdercamları yağmış. Kuzey tarafında ise yer yarılıp içine çökmüş, çöken yere ise asitleşen sular dolmuş.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Kıyamet sırasında yanan bir ejderha

    Dünya üzerindeki en görkemli şehir bir saniyede, efsaneleşen imparatorluk ise bir günde yerle bir oldu. Uzun Yaz Diyarı toprakları ki bir zamanlar dünyanın en verimli arazisi idi, alazlandı, sulara gömüldü ve kullanılmaz hale geldi.

    Bu ani yıkımı ise tam bir kaos izledi. Kıyamet yaşanmadan kısa süre önce ejderlordları Valyria’da bir araya gelmişlerdi. Tabi ki bu toplantıya Aenar Targaryen ile çocukları ve ejderhaları katılmamıştı. Targaryenlar dışında, bazı ejderlordlarının da Kıyamet’ten kurtulduğu söylenir. Anlatılanlara göre Tyrosh ve Lys’teki bazı ejderlordları Kıyamet’ten kurtulur ancak yaşanan yıkımın büyüklüğü görüldükten sonra o lordlar ve ejderhaları Özgür Şehir halkı tarafından öldürülür. Qohor tarihinde yazılanlara göre, Aurion isimli bir ejderlordu, Qohorik’teki koloniden asker toplar ve kendini Valyria İmparatoru ilan eder. Kendisi ejderha üzerinde, arkasındaki otuz bin kişilik ordu ise yaya olarak Valyria’dan geriye kalanları ele geçirip imparatorluğu tekrar kurmak için yola çıkar. Ancak o vakitten sonra ne İmparator Aurion’ı ne de ordusunu gören olur.

    Böylece ejderhaların Essos’taki serüveni sona ermiş olur.

    Özgür Şehirler arasındaki en güçlü şehir olan Volantis, hızlıca Valyria’dan arta kalan herşeyi sahiplendi. Ejderlordu olmasalar da damarlarında Valyria kanı taşıyan kadın ve erkekler, diğer şehirlere savaşlar açtılar. Fetih ilanı yapan ‘’Kaplanlar’’ Volantis’i diğer Özgür Şehirler’le savaşmaya sürükledi. İlk başta büyük başarılar kazandılar. Donanmaları ve orduları Lys ile Myr’i kontrol altına aldı ve Rhoynar’ın güney ucuna kadarki toprakları ele geçirdiler. Bunun üzerine Tyrosh topraklarını da hakimiyetleri altına almaya yeltenmeleri ise bu yeni filizlenen imparatorluğun yıkılmasına neden oldu. Volantis’in bu hızlı genişlemesinden rahatsız olan Pentos, Tyrosh’un yanında savaşa girdi. Bu savaşı fırsat bilen Lys ile Myr isyan etti ve Braavos’un deniz lordu, gönderdiği yüz gemi ile Lys’e destek oldu. Ayrıca Westeroslu Fırtına Kralı Kibirli Argilac da altın ve şan sözü ile, Paylaşılamayan Topraklar’a ordusunu sürmüş ve Myr’ı geri almak üzere yola çıkan Volantis ordusunu yenmiştir.

    Savaşın sonuna doğru, gelecekte ‘’Fatih’’ ünvanı ile tanınacak olan Aegon Targaryen, genç yaşına rağmen bu çatışmanın içinde yer almıştır. Atalarının gözleri uzun zamandır doğuda olmasına rağmen, küçüklüğünden beri Aegon’un aklında her zaman batı vardı. Ancak, Pentos ve Tyrosh onun huzuruna gelip Volantis’e karşı oluşturulan büyük ittifaka katılmasını teklif ettiklerinde o, günümüzde bile bilinmeyen bir nedenden ötürü bu teklifi kabul etti. Kara Dehşet’in sırtına atlayıp doğuya uçtu ve Özgür Şehirler’in üstadları ve Pentos Prensi ile görüştü. Sonrasında ise Balerion ile birlikte Lys’e gidip Özgür Şehirler’i işgale hazırlanan Volantis filosunu ateşe verdi.

     Dunk ile Egg'in Hikayeleri, George R.R Martin'den

    Aegon Targaryen, ejderhası Kara Dehşet Balerion'un sırtında

    Bununla birlikte Volantis birçok yenilgi daha aldı. Rhoyne’u kontrol eden Volantis gemileri ile o gemilerin çoğunu yok eden Qohor ve Norvos savaş gemileri, Hançer Gölü’nde savaştı. Ve doğudaki Dothraki Denizi’nden fışkıran Dothraki hordaları, karşılaştıkları her şehri ve köyü yok ederek Volantis’in daha da zayıflamasına neden oldu. En sonunda ise savaştan dolayı servetlerini yitiren birçok barış yanlısı tüccarın biraraya gelerek oluşturduğu ‘’Filler’’, fetih sevdalısı olan Kaplanlar’ı iktidardan indirdi ve bu fetih savaşına son verdi.

    Aegon Targaryen ise, yazılanlara göre Volantis’in mağlubiyetinde oynadığı kısa rolden sonra doğu ile alakalı bütün ilgisini kaybetmiş. Volantis’in hakimiyetinin sona erdiği düşüncesi ile Ejderkayası’na geri dönen Aegon Targaryen, artık Essos’ta kendisini meşgul edecek savaşların olmadığı bilinci ile gözünü Westeros’a dikti.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cypon -- 8 Kasım 2014; 8:46:31 >




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.