Şimdi Ara

Psikolojik olarak çökmüş durumdayım, hayat enerjim kalmadı. (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir (1 Mobil) - 2 Masaüstü1 Mobil
5 sn
30
Cevap
0
Favori
8.243
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • Saçma gelebilir ama işe yarıyor, erken yatıp erken kalkın.
  • Tek gerçek var ki oda para...
    parası olmayan adamın kendine güveni olmuyor sigarayı bırakıp kenara hergün 5-10 tl atacam kardeşim bundan sonra cebimde para olunca ben mutlu oluyorum arkadaş :)
    dost ahbap falan hikaye borç iste bakalım kaçı verecek
    evden dışarı çıktığın an hep zarar herkesin gözü senin cebindeki parada... issizim devlet bana ne yiyor ne iciyor bu diye sormuyor bile...
    kpss ile ne zaman devlet garantisi altında iş buldum ancak o zaman kendimi bu ülkede güvence altında hissederim muhtemelen seninde canını sıkan durum parasızlık

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • @Anti Anduin
    Evet, dünyada yeme içme dışında yapılan her şey sekse ve düzgün bir seks hayatı oluşturmaya dayanıyor. Arka cebinizde tarak taşıyıp arada saçlarınızı düzeltiyorsanız bile o gün seksi yakalama ihtimalinize oynuyorsunuz demektir. Düzenli para kazanmanın karşılığında düzenli hayat kurup evlenmek istiyorsanız yine hayatınızı düzenli bir seks elde etmek için oynuyorsunuz demektir. Bu yüzden cinselliği katmadım. Çünkü hayatımızdaki fazlalıklardan biri de cinsel arzularımızdır. Mutlu olmak için özel ihtiyaçlarımızı azaltarak insan olmanın verdiği 'bedensel/fiziksel hazcılık' güdülerinden uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

    Sokrates'in öğrencisi Aristippos duygularımızın getirdiği hazza yönelerek acıdan kaçmayı söyler. En üstün iyi, hazdır. Ancak duygularımızın yönelttiği 'daha iyisine sahip olma' hazzı sürekli değildir; geçicidir. Farz-ı misâl, bir yıl boyunca zorluklarla para biriktirip satın aldığımız yeni bir telefonun sağlamış olduğu haz geçicidir. Bir sonraki model çıkana kadardır. Ardından haz ile mutlu olmak adına önümüzde yeni bir hedef belirir; model atlamak, daha iyisine sahip olmak... Fiziksel bir madde aracılığıyla karşılayacağımız hazcılık duygularımızın her biri geçicidir. Cebinizde kaç para olduğunun veya geçim sıkıntınızın olup olmadığının bir önemi yoktur. Kavramakta zorlandığımız 'Kavrayış Ailesi'nin 13 yaşındaki küçük ferdi Kaan için alınan 100.000 Euro'luk 'motorun yaptığı dalga köpürtmesi' de bir süre sonra küçük Kaan için O'nu 'en çok çeken şey' olmayacak. Bir süre sonra 1.000.000 Euro'luk ve sonrasında daha pahalı teknelere yönelerek aldığı hazzı devam ettirmek isteyecek. 100 Euro'nun da 1.000.000 Euro'nun da hazzı geçicidir. Hatta bir kadının bile hazzı geçicidir. Uzun beraberliğinizdeki hiçbir kadın size ilk hissettiğiniz coşkuyu ve duyguyu hissettiremeyecektir. Yanlış anlaşılmasın, sorun kadında değildir. Sorun hazcılığın genelinde var. Bedensel hazza yöneldiğinizde aldığınız haz ilk andan itibaren aşağı ivmeli olarak düşmeye başlayacaktır.

    Ancak, gerçek haz sürekli olandır.

    Epikür de hazcıdır. Ne var ki Epikür, Aristippos'un bedensel hazzına karşı ruhsal/manevi hazzı yeğler. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir. Her iki filozof da temel amacın mutluluğa ulaşmak olduğunu belirtir. Epikür'e göre insan, tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır. "Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz." cümlesi de Epikür'e aittir.

    Ben felsefî konulara genç yaşta atılmadım. Kendimi felsefenin içerisinde geliştirmedim. Konuyu açan arkadaşın da yaşadıklarına benzer şekilde çöküş dönemi, konular üzerine düşünme ve ruhsal buhran durumlarını yaşadım. Her konu üzerine düşündüm. Ulaşabildiğim yere kadar hayata dair kendi neden-sonuç ilişkilerimi kurabildim ve bir nevî sistem diye tabir ettiğimiz kurulu düzenler bir bir zihnimde aydınlanmaya başladı. Ardından birkaç sefer yakın olduğum dostların arasında, muhabbet sohbet sırasında bilgi alış-verişi gerçekleştirirken kendilerine aktardığım düşüncelerimin bazı filozoflarla ve felsefi akımlarla aynılıklar ve benzerlikler taşıdığı konusunda söylemler aldığım oldu. Kendileri, üniversitede okudukları bölümden ötürü felsefe ve felsefe tarihi dersleri almaktaydı. Benimse lisede aldığım ders dışında felsefe konusunda henüz pek bilgi birikimim yoktu.

    Öncelikle bu benzerlikleri araştırmak için felsefeye daldım. Hiçbir zaman A'dan Z'ye konuya dalmadım, kronolojiyi öğrenmedim. Yalnızca merakımı celbeden konular oldukça, o konular araştırdım ve filozof biyografisi okumak yerine ağızlarından çıkan söylemlere kulak verdim. "Ne diyorlar? Ve ne demek istiyorlar?" Bunun ötesinde bilmediklerimi öğrenmek, daha fazla sorunun ve daha fazla bilinmezliğin de kapılarını açtı. İşe yarar ve işe yaramaz diye ayırt etmeden aklıma takılan her konuda araştırmaya ve öğrenmeye başladım. Tarih, kültür, felsefe, fizik, biyoloji, kimya, siyaset, politika, bilim ve teknoloji... Konu konuyu getirdi. Sürekli yeni şeyler öğrendiğim için, her yeni bir şey öğrendiğimde bilginin getirmiş olduğu hazzı yaşamaya devam ettim. Çünkü öğrenilecek şeylerin ve bilginin sınırı yoktur. Her defasına yeni şeyler öğrenerek, öğrenmenin getirdiği hazzınızı yenileyebilirsiniz. Bu sebeple Epikür'ün de hissettiği gibi "Gerçek haz, sürekli olandır; ve sürekli hazza da bilgelikle varılabilir" düşüncesini ben de hissediyorum.

    Geçmişte beni buhrana iten duygular ve cinsel arzular, yerini mantığın getirmiş olduğu öğrenmenin hazzına ve iç huzuruna bıraktı. Huzurumu kaçıracak davranışlardan itinayla uzak durmaya başladım. Bu yüzden cinsellik benim için bir amaç, bir gizli hedef ve içgüdü olmaktan çıktı. Cinselliği bile mantık dahilinde tartıp biçmeye ve mantığımın yol gösterdiği akla yatkın sonuçlara göre yönlendirmeye başladım. "Bu hatun huzurumu kaçırır mı? Bu hatunla neler paylaşabilirim? Bu hatunun yüksek beklentileri mi var? Bu hayalperest mi? Bu meteryalist mi? Bu fundamentalist mi? Bu sürekli dertleri olan kızlardan mı?" gibi, karşımda beliren her seçenekte huzurumu kaçırma ihtimali olanlardan uzak tuttum kendimi. Evet, kişisel huzurumu korumak adına, çoğu insanın 'bencillik' olarak görebileceği bir gayret göstererek hayatımı başkalarına göre değil, kendime göre şekillendiriyorum. Bu doğrultuda ne arkadaş dinlerim, ne de akraba dinlerim. Geçmişte yaptığım hatalardan biri de hayatımı başkalarına göre yönlendirmekti. Ama sahip olduğum, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan bu mantık disiplinimde duygulara göre hareket etmek, başkalarına zararı dokunan daha büyük bir bencilliktir. Başkasına faydan yoksa, zararın olmasın düşüncesini güttüm. Cinselliği arka plana attıkça, önemini yitirdi. Birer hayvan olmamıza rağmen 'insan' vasfımız bize düşüncelerimize göre tercihte bulunma ile bu tercihlere göre hareket etme yeteneği sağlıyor. Bu şekilde bir insan kendini şekillendirebilir, 'doğru' olarak düşündüğü biri olabilir, yaşamak istediği şekilde yaşamına yön verebilir.

    Cinsel arzular konusunun altına bir çizgi çekerek 'aşk ve sevgi' gibi alt başlıklarda da, geçmişte düşünüp hissettiklerim ile günümüzde düşünüp hissettiklerim arasındaki bağlamda konuya daha da derinlemesine girebilirdik ama alt başlıklar biraz daha konumuz dışına kaçıyor. Dediğim gibi konu konuyu, kapı kapıyı açıyor. Şimdi o konuya geçersek, kitap olur... Bu yüzden bu kadarının, düşüncelerimi belirtmek açısından yeterli olduğunu düşünüyorum.


    @pokezoom
    Haklı olabilirsiniz. Yalnız, hakkında hiçbir şey yapmadığım bazı kişisel arzularım var ki, bunların karşısında kendime Pollyanna demek baya bir absürt kaçıyor. Tek gerçek olarak gördüğüm hayatı yaşarken, hayatın da gerçeklerini görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ve tüm bunlar yalnızca biz hayattayken geçerli olan şeyler. Herkes kendine ait hayatı, kendi gözlerinden yaşadığı için olaylara 1'inci şahıstan bakmak pek doğaldır. Fakat yazımda sürekli 3'üncü şahıslara bakılarak gerçeklikten de kopulmaması gerektiğini savunduğumu düşünüyorum. Kendimizden çok daha iyi durumdaki insanlara bakarak hayatın adaletsizliği konularından dem vurarak, kendi bahtsızlığımızın içine tükürebiliriz. Ya da kendimizden kötü durumdakileri görerek, hayatta iyi durumda olduğumuz payını çıkarabiliriz. Ayrıca durumu 'çok iyi' olup da mutsuz olan insanlar ile yaşadığımız çevreye göre durumunu 'çok kötü' olarak nitelendirebileceğimiz yüzü gülen toplulukları da görebiliriz. Resmin tamamına bakarak kendimizi ortalarda bir yerde de bulabiliriz, ya da resmin bir bölümüne bakarak kendimizi bunalımlara sokup çıkarabiliriz. Ben de kendini kötü hissedenlere, başıma bundan öte daha kötü ne gelebilir diyenlere, daha ne kadar acı çekeceğim diye düşünenlere doğal olarak kendinden kötü durumda olanlardan örnekler verdim. Onları düşünmelerini istedim. Yakın çevremizden uzakta yaşayan bu insanları pek fazla düşünmeyiz. Ama bu zor şartlarda hayatta kalan ve bunalıma girecek zamanı olmayıp, yaşamak için hayat savaşı vermeye devam eden bu insanlardan en fazla birkaç saatlik uzaklıkta olduğumuz gerçeğini her zaman hatırlamalıyız.




  • @Haplo
    Çevrenin etkisini unutuyorsun. Kendi vasfının dünya üzerindeki değerini, aileyi, akrabaları, arkadaşlık yapmak zorunda kaldığın insanları ve devleti. İşte geçirilen süreyi hayatı harcamak olarak görüyorsun. Bir adamın mutluluk amacı bilgelik diyelim. Ama maddi imkânı o bilgeliği elde edecek durumda değilse o adam işte çalışmayıp da bilgelik yolunda nasıl koşturacak? Kapitalist düzen her yerde. Bundan kurtulmak için tek çare yaşadığın ülkeyi terketmek olur ama o maddi imkanlarla bilgelikten geri kalmış biri ve elde ettiği parayla bunu yapması çok zor. Temel amacımız: ''Hayatta kalmak için hayatta olmak'' ise ve mutluluk kaynağımız da bilgelikse ne yazık ki bu dertsiz, tasasız pek öyle söylenildiği gibi kolay olmuyor.

    Gerçekten mutluluğun bilgelikten geçtiğini savunuyorsan bir forumda bir üyenin psikolojik sorununa yardım etmek için: ''Hayatta kalmak için hayatta olmak'' gibi survive temalı kısa bir cümleyle açıklayıp geçiştirebileceğin bir süreci, neden bu kadar bilgeliğinle ve tecrübelerinle süslüyorsun? Sonuçta bilgini yazsan da yazmasan da sen de kalacak. Ve bu da senin düşüncenden yola çıkarak bana göre diğer spor, iş ve bilimum aktivite gibi zaman kaybı.

    Cinsellik, evet kesinlikle düzgün düşünmeyi engeller. Aklının yerine fiziksel olarak hissetiğin hazlarla düşünürsün. Ben de keşke cinsellik duygumu katmadan bazı kızlarla konuşabilsem ama çok zor. En azından benim için, belki de Akrep burcu olduğumdandır.(evet burçlara inanırım) Ya da belki çok normal bir durumdur bu. İnsan ne kadar bu durumlardan hayal kırıklığına uğrasa da büyük buhranlar yaşasa da yine de cinsellik düşüncesinden vazgeçebilmek anormal bir durumdur. Evet bana göre de cinsellik fazlalıktır ama lanet olası hormonlar o kadar etkili çalışıyor ki akıl bir erkekte üstün çıkamıyor. Bazılarında çıkabiliyor ama ben de bu durumun fiziksel açıdan bi farklılık olmadan gerçekleşebileceğine inanmıyorum. Örn: Testosteron hormonunun az çalışması gibi biyolojik olaylar. Ya da ben de çok fazla çalışıyor olsa gerek ki ben böyle bir düşünce içerisindeyim.

    Bir de acının ve olumsuzlukların değeri diye bir şey vardır ki bu da herkese göre değişebilir. Birine göre iş kariyerinde ya da bir sınavda başarılı olamamak sevdiği birinin ölümünden bile daha üzücü bir durum olabilir onun için. Ya da 1 aylık ilişki yaşadığı bir kızdan ayrılmak 10 yıllık işinden kovulmaktan daha üzücü olabilir. O yüzden hasta, sakat olmamak ve temel ihtiyaçlara sahip olmak her daim mutlu olunabilecek bir durum değildir. İnsanın maneviyati dengesizdir. Bu yüzden herkesin acısıyla empati kurabiliriz ama hisleriyle asla!

    Ve evet Tanrı varsa default ayarımızda da hayatta kalmak var. Çünkü ahiret için çalışabilmemiz için yaşamamız lazım. Ama Tanrı yoksa, intihar bir günah değildir. O zaman niçin yaşıyoruz? Özellikle de berbat bir yaşamımız varsa, varlığımız diğer insanların düzgün yaşamasını engelliyorsa intihar ederek kendimize ve diğer insanlara iyilik yapmış olmaz mıyız? Yarı agnostik yarı teist biri olarak bu konuda ilginç bir düşüncem var. Bana göre cevabı sevgidir. Dünyada sevenimiz kalmasa bile bizi sevecek biri çıkacak umuduyla yaşarız. Niye mi yarı agnostik yarı teistim? Yarı agnostiğim çünkü bu tanım yüzünden: ''Teolojik anlamda Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akımdır. Bu akımın takipçilerine agnostik veya bilinemezci denir.'' Ama agnostizmden ayrıldığım bir nokta var ki o da kendini tam olarak agnostik kabul edenlerin Tanrı'nın varlığının umurunda olmamaları. Tanrı varmış ya da yokmuş önemsemezler. Ama ben önemserim. Çünkü Tanrı'nın varlığına inanmak isterim. Artık insanları ve evreni yaratıp öylece bırakmış mıdır, buna amaç yüklemiş midir? Allah adıyla Müslümanlık dinini mi yol göstermiştir hiç bilemem. Şuanda Kur'an'ın insanlar tarafından değiştirildiğini düşünerekten Allah'a inanıyorum. Ama bu düşüncem değişebilirde. Tabiki de Tanrı'nın var olmama ihtimali de var. Ama ''madde nasıl oluştu?'' sorusuna cevap getirilemeden ve Dünyada iyilik ve kötülük kavramları var olduğu sürece Tanrı'nın var olmama ihtimalinin %0,1'den öteye gidemeyeceğini düşünüyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Espâda -- 16 Mayıs 2014; 20:32:49 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Haplo

    Elinizde kaybedeceğiniz bir şey olmazsa, hayatınızda da hiçbir şey kaybetmezsiniz hayatınızdan başka.

    İş, okul, kız arkadaş, erkek arkadaş, kişisel zevkleriniz için yaptığınız yüksek harcamalar... Her biri hayatınızı doldurmak için yarattığınız ve sürekliliğini korumaya çalıştığınız meselelerden. Tüm dolu vakitlerinden geriye kalan haftada yalnızca bir gün 3 saat boş vakti olsa, oturmak yerine onu da gidip salsa, çaça, tango, yoga kurslarında harcayacak insanlar hepimizin çevresinde. O kurs, bu ders, şu iş... Sizin hayatınızı doldurmak olarak gördüğünüz şeyi ben hayatı boşaltmak olarak görüyorum.

    Haftada 3 saatten 36 hafta dans dersi; 36 hafta içerisinde 108 saat hayatından alıp dans dersine verdin.

    İyimser ihtimalle (Çünkü kız gördü mü arkadaşlarını unutan abaza bir milletiz) günde 1 saat telefondan konuşma, günaşırı buluşup 4 saat kız/erkek arkadaş ile geçirilen zaman; 36 Hafta içerisinde hayatınızdan harcanan 252 saat telefonda görüşme ve 504 saat dışarıda buluşma. (Dünya böyle iyimserlik görmedi, her gün saatlerce görüştükten sonra bir de eve dönüp saatlerce konuşup mesajlaşan insanlar var)

    İş (iyimser ihtimalle 9/5 çalışıp haftasonu tatili olan memur dahi olsan); Haftada 40 saatten, 40 haftada 1600 saat; emeklilik için gereken 7000 iş gününde 56.000 saat (göz kırpmadan çalışılan 2333 gün) hayatından harcandı.

    Hayatını doldurmak adına attığın her adım hayatından alıp o yöne harcadığın zamanındır. Ve ölüm saatin de işlemekte. Ölümün ne zaman nerede geleceği hiç belli olmaz. Ömrün boyunca şehir hayatı içerisinde kendine bir statü edinmek için çalışıp çabalayacaksın. Ve kim bilir rüzgarlı bir havada iş yerine gitmeye çalışırken bir binanın uçan çatısı üzerine düşecek, ne hayalini kurduğun eve, ne de arabaya sahip olamayacaksın. Ya da bir yuvaya...

    Ne gerek var hayatını harcamaya? Ne gerek var boş şeyleri düşünmeye(dert edinmeye)? Ne gerek var yaşamak için enerji bulmaya? Yaşamın kendisi zaten bir enerji değil midir? Yaşıyor olman, o enerjinin varlığını göstermez mi? Yaşıyor olmamız yetmez mi? Tüm amacımız hayatta kalmak değil mi? Eğer ki hayatta değilsek, sahip olmak istediğimiz şeylerin hiçbirinin hiçbir anlamı olmayacak. Ama sahip olmak istediğin şeyleri yakalamak, ve bu sefer de kaybetmemek için hayatının her anını abuk subuk şeylere harcamaya ne gerek var? Öldüğünde hiçbiri kalmayacak; ne gerek var maymun iştahlı olmaya? Her şeye birden sahip olmak istemeye ne gerek var?

    Bugün eksikliğini hissederek saydığın şeylere geçmişinde sahip olmasaydın, bugün de canını sıkan böyle düşüncelere dalmazdın.

    O sarıldığın alkol bile varlığında keyif veren dost, yokluğunda içini kemiren bir düşman. Yokluğunda canımı sıkacaksa, varsın hiç olmasın...

    "Ben yaşıyorken ölüyüm" diyorsan; bir de mezarlığa git topraktakine sor. Topraktakinden cevap alamazsan, toprağa veren oğluna sor, kızına sor, abisine, kardeşine sor, anasına babasına sor...

    "Akıl sağlığım yerinde değil" diyorsan; bir de engelli doğana sor. Engeli olan yanıt veremezse, anasına babasına sor, ablasına kardeşine sor... Alzaymır olup yavrusunu tanımayanın çocuğuna sor...

    Ne nasıl ve nerede yaşadığının bir önemi var, ne de nerede ölüp gömüldüğünün. Ya yaşıyorsundur, ya da ölüsündür.

    Kendini diğerlerinden daha şanslı ve daha iyi bir durumda mı görmek istiyorsun? Başkalarının acıları ve eksiklikleri senin hayatına neşe, bolluk ve bereket olarak mı yansıyor? Öyleyse kalk ve kendine bir fincan kahve koy, hayatında kahve içmemiş insanlardan şanslı hisset kendini. Kalk bir bardak su koy, içmeye su dahi bulamayan milyonlarca Afrikalı genç, yaşlı, kadın, erkek ve çocuktan iyi durumda olduğunu hisset. Bir parça ekmeğin arasına peynir koy, kuru ekmek dâhi bulamayan milyonlarca aç ve sefil insanları düşün, karnın doyduğu için mutlu ol. Mutluluk yalnızca gülmek, gülümsemek değildir; karnın tok, sırtın pek olduğu zamanki huzurundur aynı zamanda...

    Aç değilsin açıkta değilsin; elin ayağın tutuyor, hasta ve muhtaç değilsin; telefonun, televizyonun, bilgisayarın, internetin var; çok şükür öyleyse temel ihtiyaçlarının yanında özel ihtiyaçlarını da karşılayabiliyorsun... Daha ne istiyorsun?

    Fazla kilolarını verince insan kendini eksik hissediyor mu? Banka borçlarını kapattığında 'hiç borcum kalmadı, borçsuz kendimi eksik hissediyorum' diyor mu? Sen hayatını yaşarken kaybettiğini düşündüğün şeyler yüzünden eksik kalmamışsın. Çok şükür fazlalıklarından kurtulmuşun. Şimdi baştan başla. Hayatını bir düzen içerisinde görmek istiyorsan, düzene sok. Ama her şeyi birden değil. Başka şeylere ayırdığın zamanın, kendine ayırdığın zamanı asla geçmesin; düzen istiyorsan dengeyi kurmak zorundasın. Veya benim gibi düzene karşı ve bilinen düzenin dışında, yalnızca kendine ait özel bir düzen ya da diğer bir deyişle özel bir düzensizlik içerisindeki düzeni oluşturmak istiyorsan yine ipler senin ellerinde.

    Yiyecek yemek, içecek su ve uyuyacak barınağın olduktan sonra (temel ihtiyaçlarını nerede ve ne şekilde sağlayacağın senin kendi kişisel tercihin; ister metropolün göbeğinde olsun, ister ağrı dağının eteğinde olsun) tek nihâi görevin nefes almak ve yaşıyor olmak. Ne krallar, ne padişahlar, ne peygamber liderleri ölmüş... Bir gün nasıl olsa herkes ölüp aynı toprağın altına girecek. Bu yüzden yaşadığın müddetçe yaşıyor olmaya bak.

    Evet, insanlar üzülür. "Çizmelerimi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin" diyen güzel yürekli insana kaçımız hüzünlenmedik, kaçımızın yüreği burkulmadı? Bizim içimiz burulurken o adam yaşadığı için mutluydu ve yaşadığına şükrediyordu. Toprak altında kaybettiği arkadaşlarına üzülüyordu; ölen arkadaşlarının aileleri ve arkadaşlarıyla birlikte bu üzüntüyü yaşıyor ve onların acısını paylaşıyordu. Ama kendine üzülmüyordu. Bu yüzden kendine üzülme; başkalarına üzül ama kendine üzülme. Yaşıyor olduktan sonra hiçbir şey üzülmeye değmez. Yaşadığın hiçbir şeyden pişmanlık duyma; gerek yok. Bir gün ulaştığın noktada geriye dönüp baktığında yaşadığın her şey sayesinde o noktada bulunduğunun farkına varacaksın. Yaşadıklarını yaşamamış olsaydın, o nokta yerine bambaşka bir yerde olabilirdin. Ve bu yer iyi olmaktan öte, mezarın altı da olabilirdi.

    Çok konuştum... Tavsiyeye ihtiyacın yok. Yalnızca yaşamaya devam et. Sen yaşamaya devam ettikçe sorun ettiklerin kendiliğinden çözülecek. Sonra başka şeyleri sorun edeceksin, ardından onlar da çözülecek. Bugün Bill Gates olsan, sorun ettiğin bir şeyler olacak ama yaşamaya devam ettikçe onlar da çözülecek.

    --------
    Bugün sinirimi bozan olaylar oldu, keyfimi kaçıranlar oldu ve gelecekte sorun giderilene dek keyifimi düzenli olarak kaçırmaya devam edecek şeyler de var; var olmaya da devam edecekler. Ama bu günü de bitirdik. Şu anda yatıp uyumaktan başka karşılayacağım ihtiyacım yok. Yarını yarın düşünürüz; yarın ola, hayır ola. Uyuyacak olana iyi geceler, uyanana iyi sabahlar olsun.

    Yazın gayet güzel olmuş. Bian için Tyler Durden karakteri canlandı aklımda



    Bunu beğenenler Kibir ve Fight club üzerine yazısınıda beğenicektir




  • Espâda kullanıcısına yanıt
    Sevgili @Espâda,
    Çevrenin etkisini unutmam mümkün değil çünkü sizden farklı bir çevrede yaşadığımı sanmıyorum. Sıradan, yarı fakir, yarı orta halli bir mahalle çocuğuyum. (Çocuk dediğime bakma, reşit evlensem altı evlat sahibi olacak zaman geçirdim -Turkish Time Determination System- ) Aynı ülkede, aynı insanlar arasında, aynı kültür renklerinin içerisinde yaşıyoruz. Açığı, kapalısı, sağcısı, solcusu, köktendincileri ve açık görüşlülerin bir arada bulunduğu bir mahalle... (Açık fikirlisini de henüz görmedim gerçi, mütaassıp kesimin daha yoğun olduğu bir şehir ve ilçesindeyim.) Fakat insanın hâli hazırda bulunduğu çevreyi değiştirecek gücü olmasa bile kendi çevresini değiştirecek gücü olduğunu düşünüyorum. (İsterse)

    Evet aileni ve akrabalarını seçemez ve değiştiremezsin. Doğduğun ülkeyi de seçemezsin. Kapitalist sistemde para kazanmak adına işçi olarak çalıştığın işte ve öğrencisi olarak okuduğun okulda etrafındaki insanları seçemezsin. Taşınacağın mühiti seçmeden önce kapı kapı dolaşıp komşularını da önceden seçemezsin... Ama istiyorsan ülkeni değiştirebilirsin, işini değiştirebilirsin, okulunu değiştirebilirsin ve yaşadığın mühiti değiştirebilirsin. İstersen değiştirirsin fakat benim gibi 'istiyorum ama ben fırsata gitmem, fırsat bana gelsin' diye armut piş ağzıma düş bir yapıya sahipsen hemen değiştiremeyedebilirsin.

    Ben ortaokuldan sonra bir Anadolu Teknik lisesini kazanarak ailem ile gidip okula kaydımı yaptırdıktan sonra okulun pislik bir okul olduğunu duyduğum, tuvaletlerinde cigara alınıp satıldığını işittiğim ve okulun en güzel kızı benim sınıfımda olmasına rağmen (belki de zamanın getirdiği ergen abazanlığından öyle gördüm ben, ama beyaz giyiyordu ) kız başına ortalama 100 erkek düştüğünü de gördüğüm için, eğitim öğretimin 3'üncü günü müdürün masasına yumruğumu vurarak(!) tasdiknamemi alıp, gidip düz bir liseye kayıt yaptırdım. Gerçekleştirdiğim bu eylem, kim bilir hayatımın yönünü nereden nereye çevirdi; hiçbir fikrim yok. Hayatımın belli dönemlerinde 'acaba okul değiştirmeseydim ne yapıyor olurdum' diye düşündüğüm olmuştur. Annem de dâhil olmak üzere bazı insanların 'aşırı uç' diye nitelendirdiği hayata karşı olan görüşlerimden ve aşırı rahatlığımdan ötürü hep vasat bir öğrenci oldum. İlkokula 2'inci sınıftan başlamak isteyip istememem konusu okul müdürü tarafından masaya yatırıldıktan itibaren, hocalarını tanımadığım üç günlük lise maceramı saymazsak 11 yılda değiştirdiğim 5 okulda hep hocalarımın 'zeki ama tembel' diye gösterdiği, dayatılmış disiplin kurallarını hiçe saymama rağmen sevilip sayılan oturaklı çocuk oldum. Kocaeli Üniversitesi'nin mühendislik fakültesinde, aynı fakültede okuyup mezun olan mühendislik öğrencilerinden daha fazla sınava girip çıkmışımdır. Vasat halimden de anlaşılacağı üzere öğrenciliğim devam etmekte; üç hafta sonra büyük ihtimalle yine aynı dağ başına verecekler sınav yerimi. Ama geldiğim noktada geçmişimden hiç pişmanlık duymuyorum. Yine olsa, yine değiştirirdim okulumu; canım sıkıldığı zaman yine kaçardım; gözüm tahtada yazanı görmez yine en arkada pencere kenarının observer taht sahibi olurdum.


    Kapitalist düzene gelince, her yerde olduğunu düşünmüyorum. Kapitalizm, bile isteye köleliktir. Kapitalizm, kapitalist duygulara sahip olanı köleliğine alır. Yüzbinlerce lira kazanan, kendi kölelerinize sahip bir konuma da gelseniz; iyilik adına değil, kapitalizm adına çalışmaya devam edersiniz. Ama orta halli bir arazim olsa şöyle; on dönümden yukarı, elli dönümden aşağı... Ülkenin neresinde olduğunun bir önemi yok... Üzerinde kendi çabalarımla inşaa ettiğim, kendi zevkime göre tasarlanmış yarı ahşap, yarı beton, yarı prefabrik bir ev... En yakın mühit yüzlerce metre uzakta; geceleri köyün ışıkları salonumun penceresine yansıyor... Odanın birinin tavanını pleksiglas yapmışım; gece uzanıp yıldızları izleyebiliyorsun... Bir duvarda bir şömine, topladığım odunlar çıtır çıtır yanmakta... Karşı duvarda ateşten gölgeler dans ediyor... Bir köşede kütüphane, diğer köşede ucuz bir ses sistemi yanında da öylesine bir bilgisayar; müziksiz olmaz... O huzurla uykuya dalmışsın... Sabah bir ses 'Ü! Ürüü! Ü! Ürüü!'... Evin içi loş... Dışarı çıkıyorsun, Güneş yeni yeni vurmaya başlamış ufuktaki toprağa... Kümesten sıcacık iki yumurtayı alırsın; topraktan iki biber çıkarırsın; bahçedeki küçük seradan iki domatez, iki de hıyar koparırsın buram buram tazelik kokan... Çısır çısır yaparsın menemeni; tok insanı acıktıran nefis kokusunu içine çeke çeke banarsın ekmeğini yumurtaya... Afiyet olsun. Bugün yapılacak işler ne? Tulumbadan su çekip sebzeleri sulayacağız; yetiştiremediğimiz ya da üretemediğimiz özel ve temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için gelir sağlamak adına yetiştirdiğimiz meyve ağaçlarından en az 8 tanesinin budamasını gerçekleştireceğiz. Ateiste 'ya Allah' çektirip su kovasını eline alarak sulama ile başlarsın işine... Evet, yine çalışıyoruz. Ama başkasına kazandırmak için patrona köle olmuyoruz; kendi adımıza çalışıp kendimiz için alın teri döküyoruz. Çalıştığımız kadar çok kazanıyor, çalıştığımız kadar güzelleştiriyoruz yaşadığımız çevreyi, evimizi, bahçemizi... Akşam bastırmadan, dinlene çalışa planlı programlı işimizi vaktinde bitiriyoruz. Rahatlatıcı bir duş alıp kendimize geldikten sonra bir kutu bira açarak köyün en güzel, en dinlendirici, en iç açıcı bahçesinde koltuğa serilip günbatımını seyre dalıyoruz. Akşam oluyor; ne şehrin ve sanayinin pis havasını ciğerlerimize dolduruyoruz, ne trafikte vatandaşlarla kavga ediyoruz, ne de kapitalist köleliğin üyelik kartı olan banka kartının kredi borçlarıyla, 'benim' diyen muhasebeciye taş çıkartacak bilanço hesapları yaparak aktiflerle pasifleri eşitlemeye kafayı yiyiyoruz. Tasarruf yapıp arttırmaya çalıştığımız üç kuruş paradan da bütçe ayırarak spor salonlarına abone olup sağlıksız bir hayatın içinde sağlıklı yaşam tantanalarıyla ekstra zaman ve ekstra para bayılmıyoruz. Bilakis doğanın ve temiz havanın içerisinde günde 8 saat çalışarak hayvan gibi sağlıklı bir vücuda beş kuruş para vermeden sahip oluyoruz. Hatta kısa süre sonra çalışmamızın karşılığında para bile kazanacağız. Bu hayattan daha ne beklentilerim olabilir ki? Ferrari mi? iPhone 14G mi? Dolce & Gabbana'dan lacileri çekmek mi? Rolex saat almak mı?

    Gözünde canlandıysa, işte benim huzur dolu gelecek hayalim bu. Şehir hayatından kurtulmak ve kapitalizm köleliğinin geçersiz olduğu vaadedilmiş topraklarda sağlık ve huzur dolu, stresten uzak, kuş cıvıltılarıyla bir yaşam sürmek.

    *Temsili resim

     Psikolojik olarak çökmüş durumdayım, hayat enerjim kalmadı.


    Ve tüm bunları gerçekleştirirken bilginin ışığında yürümeye ve yeni şeyler öğrenmeye devam edebilirim.

    Cinsellik konusuna gelince, cinselliği yaşamaktan vazgeçip Shaolin tapınak rahibi ol demiyorum. Yalnızca bunun ihtiras ve arzu boyutunu kısmak gerekiyor. Bu şekilde cinselliğin, insan hayatını yönlendirmesine ve kısa süreli zevklerin, uzun süreyle huzurunuzu kaçıracak 'gerilimli' ilişkilere yol açmasının önüne geçilmesi gerekiyor. Suyun bile fazlası insan vücuduna zararken, her şeyin aşırısından kaçınmamız gerektiği gibi aşırı olan cinsel arzulardan da kaçınmak gerekiyor. Huzurlu bir hayat için dengeyi kurmak gerek.

    Ve bence, niçin mi yaşıyoruz? Dediğin gibi bir tanrı varsa, ahiret denilen sona kadar öğrenmiş olduklarımızı, dünyanın daha huzurlu ve daha barışçıl iyi bir yer olması için kullanarak bir çeşit sınav verme amacıyla yaşıyoruz. Kabala öğretisine göre de tanrının sevgisi yeryüzüne ancak birbirimize destek olursak iner. Yalnızca tek bir birey bile zaafa –hırs veya zulüm– düşerse, bütün yapı çöker. Bundan dolayı da evren bizim çabalarımıza bağımlıdır. Kabala (Kabbala, Kabbalah) yaradılışın henüz tamamlanmadığını, aksine her an yeniden yapılanmakta olduğunu, biz çevremizi ve kendimizi yarattıkça (ürettikçe) bu yolla evrenin de mükemmelleşeceğini anlatır. Yahudi geleneğine göre insan hayatını koruma hayatın en üstün değerlerinden birisidir. Hinduizm'e göre ise ruhun nihai amacı Mokşa'ya ulaşarak ölüm-yeniden doğum (Reenkarnasyon) çemberinden kurtuluştur. Sanskritçe'de Mokşa özgürlük anlamı taşır. Ben ise neredeyse kendimi bildim bileli ateistim. Ateizmin ne olduğunu bilmediğim okul öncesi zamanlarımda ise evde 'tanrıcılık' oynardım. Koltuk minderlerini ve sandalyeleri dizer, yere basmamaya çalışırdım. Çünkü yere basarsam, kullarım üzerime tırmanarak beni öldürebilirdi. Benim de tanrıyı öldürmek istediğim gibi... Oyunun kuralları böyleydi. Uzun yıllar sonra öğrendim ki 1883 yılında Friedrich Nietzsche "Gott ist tot" diyerek tanrıyı benden önce öldürmüş. Ben ise yalnızca tuvaletimi yaparken izlenip rahatsız edilmek istemiyordum.

    Buna göre 'harbi ateist' biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki benim için günahlar ve sevaplar yoktur. Ve benim neden yaşadığıma gelince; bir daha yaşayamayacak olmamdandır. Aynı zamanda rüya görmeyeceğimiz 'sonsuz uyku' diye betimleyebileceğim ölüm halinin bir kutu bira eşliğinde günbatımını seyretmekten daha zevkli olduğunu sanmıyorum. Savaş ya da yoksulluk olan bir bölgenin yaşayanı olsaydım da, yine hiçbir geleceğim olmayan ve hiçbir şey düşünüp hayal edemediğim ölüm halinin, gelecek güzel günleri düşünüp farklı bir yaşamı hayal edebildiğim dünya yaşamından daha zevkli ve daha arzulanabilir bir şey olmadığını düşünürdüm (Yani tüm bilgi birikimim ile şu anda böyle düşünüyorum. Yoksa öyle bir ortamda doğup büyüseydim yaşamın bana neler öğreteceğini ve hayatın beni nereye götüreceğini bilemezdim). Dolayısıyla hayatım ne kadar çekilmez olursa olsun, bu 'survive' dünyasında başarısız olup da öleceğim güne dek yaşam savaşı vermeye devam ederdim. Ayrıca 'insan olma'nın getirdiği etik değerlerim, varlığımla 'diğer insanların düzgün yaşamasını engellemek' gibi bir olguyu kabul etmemektedir. Yani her ne kadar arap yanlısı olan rantçılar saat 22:00'den sonra bayiye gidip alkol almama kanun hükmünde kararname ile yasak getirerek düzgün yaşamamı engelliyor ve diğer arap yanlılarından artı oy toplama endişesine düşüyorsa da; bu hiçbir şekilde insanı uykusundan uyandıran sabah ezanını ya da ramazan davulunu yasaklatmak gibi bir olguyu içimde doğurmuyor.

    Ve söylediğin güzel bir şey 'insanın kendini sevdirmek amacıyla yaşaması'; fakat ben, beni sevecek birinin umuduyla yaşamıyorum. Daha önceki mesajımda aşk ve sevgi konularına girersek, kolay kolay çıkamayacağımızdan bahsetmiştim. Aynı bahsi yineliyorum, bu yüzden bu konu üzerinde fazla derine inmeyeceğim. Ama benim için sevgi, verilirken verenin hissettiğidir. Biraz dîne benzer sevgi meselesi; insanın içinde başlayıp içinde biter. Seversin, sevmezsin ya da nötr olup hiçbir şey hissetmezsin; inanırsın, inanmazsın ya da nötr olup 'bilinmez' diyerek üzerinde durmazsın. Tanıdığım veya (bizzat) tanımadığım bir kişiye, bir hayvana veya cansız bir maddeye karşı sevgi hissedebilirim. Ayrıca dışavurumumla sevgimi göstermeye çalışabilirim. Ama sevgiyi aldığımı hissedemem. Belki bana kendi sevgi ölçütünde 1 sevgi veriyordur, ama ben 10 ilgi, alâka alıyormuşçasına sevinir, mutlu olurum. Ya da bana duyduğu sevgisiyle kendi içinde 10 birim sevgi verdiğini hisseden biri, benim gözümde aşkı ya da arkadaşlığı için 3 birimlik ilgi, alâka, özen ve fedakârlığı göstermiyordur. Mesela ben kendimi seviyorum, ama gel bir de vücuduma sor; sigara içiyorum, günlerimin büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçiriyorum, ne yattığım zaman belli ne de kalktığım zaman, gün boyu bir sürü kahve içiyorum, vücut sağlığıma dikkat etmiyorum, sevgimin karşılığı olan gerekli ilgiyi ve özeni göstermiyorum. Görüldüğü üzere sevgi, ölçüp biçilebilecek bir değer olmadığı için de kimin neyi ne kadar sevip sevmediğini ölçemem. Ancak sevildiğime inanç duyabilirim. Benimle olmaktan sevinç duyduğunu söyleyen söze güvenebilirim ya da güvenmeyebilirim. Ama hiçbir zaman kalkıp da eski adalet bakanı gibi 'nereden bileyim sevindiğini; hadi bi takla at da göreyim bakayım" gibilerinden küstahlaşmam. Bu sebeple sevgi, benim için karşılığı olan veya olmak zorunda olan bir olgu değildir; herhangi bir karşılık gütmeden sevdiğim şeyi sevmeye devam edebilirim.

    Yine ipin ucunu kaçırdım; birazcık uzun oldu. Okuma alışkanlığı konusunda Dünya sıralamasının rezalet ülkelerinden biri olduğumuz için buradaki insanlar da doğal olarak uzun yazı okumaktan nefret ediyorlar. Hatta uzun yazı gördüklerinde bir güzel sayıp sövüyorlar ama gram umrumda değil. Sonuçta ben kendimi sevdirmek için yaşamıyorum.
    (Edit: Özen gösterip yazdığım yazıyı, emek gösterip okuyan arkadaşlara verdikleri emek adına teşekkür ederim.)

    --------
    Keyifli bir sohbetti. Bu sohbeti gerçekleştirirken duyduğum haz, ölümün yokluğu karşısında en kötü şartlardaki yaşamın varlığını tercih etmeme yeter de artar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Haplo -- 17 Mayıs 2014; 4:07:32 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ss4Gogeta

    Çoğu insanın hayallerinde yaşadığı bir hayatım vardı. Kız arkadaş, dost, okul vs her şey yolundaydı, düzenli olarak spora gidiyordum iyiydim de alanımda. Maddi yönden çok iyi olmasak da kendi yağımızda kavruluyorduk elimizdeki bize yetiyordu, fazlasında da gözümüz yok zaten idare ediyoruz çok şükür. Nasıl oldu anlamadım fakat hepsini kaybetmeye başladım yavaş yavaş kaybettikçe içime kapandım, farkettim ki boş bulunduğum her an sigaraya veya alkole sarılıyorum. Sporu aksattım evden çıkmamaya okula gitmemeye başladım. Dolayısıyla düşünmek için bolca vaktim oldu ve hepsinin sorumlusunun ben olduğumu farkettim, en acısı da buydu. Ergenliktendir dedim geçiştirdim bir süre, sebebini düşünmeye başladıkça yaşadığım çok ciddi bir travmaya bağladım hepsini. Ama çözüm bulamıyorum. Kötü bir olay olduğunda kimseye belli etmiyorum istemsiz olarak ama içime kapanıyorum. Hayatım tekrar düzene girmeye başladı ama ben bu buhrandan kurtulamadım.

    Ne yapacağımı bilemedim, hepinizin görüşlerine tek tek saygı duyuyorum ve fikirlerinizi bekliyorum.


    Bir de not düşeyim, bu vaziyetimden önce son derece sosyal bir hayatım vardı insanlarla ilişkilerim çok iyiydi, asosyallik gibi bir durum söz konusu değil.

    sigara+alkol+spor

    yapacağın en iyi iş sigara ve alkolu bırakmak olur bence.kötü alışkanlıkları terketmelisin




  • Kisa yazin lan.Gece gece okuyamadim.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Muslumansan Allah a yonel, dinime saril, ihtiyaci olana sadaka ver (elden ver mutlu olursun)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: The Wild Bunch


    quote:

    Orijinalden alıntı: Ss4Gogeta


    quote:

    Orijinalden alıntı: The Wild Bunch

    Yeni arkadaşlar, yeni kız arkadaşlar elin. Demem o ki hayatı bir amaç olarak yaşa. Benim de dertlerim ve sıkıntılarım var fakat dışa vurmamak önemli. Yoga yapmayı veya zihin kontrol etmeyi deneyebilirsiniz. Bir nebze rahatlatır. Müzik dinleyebilirsiniz. Enstruman çalabilirsiniz. Yürüyüş veya bisikletle ilgilenebilirsiniz. Barda takılabilirsiniz. Ne bileyim hayata amaç katmayı bilmelisiniz.

    Hocam zaten bunların hepsini yapıyordum. Güzel bir okuldayım, haftada 5 gün antremanlara gidiyordum, her hafta düzenli halı saha, İzmir'de olduğum için dolu dolu gece hayatı geçiriyordum dışarda.

    Ama yaşanan olayların etkisinden çıkamamaya başladım ve bunların hepsi yaşadığım psikolojik travma seviyesinde bir olaydan sonra oldu, olayı pek dile getirmek istemiyorum

    Unutmak en büyük ilaçtır. İnsan unutamazsa zehirlenmeye başlar. Mesela bir köpek sizi ısırsa bundan pişmanlık duymaz. Hatta ertesi gün yaptığını unutur. Hayvanlar günübirlik yaşar. O gün olanlar olur sonra unutulur. Bu yönden hayvanlardan çok şey öğrenmemiz gerekiyor. Sizde bir anlığına her şeyi unutun. Hayatın güzel olduğunu aşılayın. Boşverin artık, giden gitti, olan oldu. Sorumlu aramaktansa ve sorunu kendinize bindireceğinize gevşeyin ve rahatlayın.

    sakin bu tavsiyeleri bir tarihciy verme




  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.