Şimdi Ara

Titan Savaşları Hikaye

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
1.490
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  •  Titan Savaşları Hikaye


    “Vi! Vi! Acele et! Kalk çabuk!”

    Annemin hafif telaşlı sesini duyana kadar uyuyordum. Gözlerimi zorlanarak açtım. Annem, yan yatakta uyuyan küçük kardeşimi kaldırmaya çalışıyordu. “Viro!” annemin sesi titreyerek çıkmıştı bu defa. Yataktan kalktım. Yer titremeye başlamıştı. Babam odaya girip, “Geliyorlar,” dedi. Sesi korku doluydu. Kardeşim kalkmış, mahmur mahmur etrafa bakınıyordu. Yer daha fazla titremeye başlamıştı.

    O geceyi asla unutmayacağım.

    Kapıdan dışarı yeni adım atmıştık ki birden ne olduğunu anlamadan kargaşanın içinde bulduk kendimizi. Çığlıklar… İnsanlar evlerinden çıkmaya çalışıyordu. Korkudan akıllarını kaçırmışlardı sanki. Sakin kalmaya çalışanlar, diğerlerine yön vermeye çalışarak bağırıyorlardı, “Tepeye! Tepeye!” Hemen sonra sağ bileğim bir hışım çekildi. Babam bana dönüp, “tepeye gidiyoruz,” dedi. Koşmaya başladık. Annem kardeşim Rumek’i kucağına almış, babamın hızına ayak uydurmaya çalışıyordu. Babam bir yandan beni çekiştiriyor, bir yandan da annemle Rumek’i gözden kaybetmemeye çalışıyordu.

    Yerin daha çok titremeye başladığını hissediyordum. Yokuşu tırmanmak, sarsıntı yüzünden daha zor hale gelmişti. Tüm bu kargaşanın ortasında, bir anlığına dönüp arkama bakıverdim: Tarlalar kıpkırmızı kesilmişti. İleride devasa karaltılar tarlalara, evlere doğru ilerliyordu. Göğün karası, duman yüzünden görünmez olmuştu. Babam bileğimi hırsla çekti. İlerlemeye devam etmeliydik ancak sarsıntının yanına şimdi bir de yoğun bir duman tabakası eklenmişti, önümüzü çok zor görüyorduk. İnsanlar karınca sürüsü gibi koşuşturuyordu.

    Birden babam anneme seslenip yön değiştiriverdi. “Ormana,” diyebildi sadece. Kısa bir süre sonra, berrak havaya çıkıverdik. Duman henüz ağaçları yutmamıştı. Ormanın hemen kıyısında uzun bir siluet durmuş, güçlü sesiyle insanlara yön veriyordu. “Sakin kalın! Ormana gelin! Birbirinizden ayrılmayın!” Babam durdu. Sesin sahibi gibi giyinmiş bir başka adamla konuşmaya başladı. Bense sesin sahibini görmek istiyordum. Elinde uzun, tıpkı zırhı gibi kırmızımsı ve soğuk soğuk parlayan bir kılıç tutuyordu. Yanındaki bir grupla konuşuyordu. Sonra dönüp geldiğimiz yere baktı. “Hızlı olmamız gerek,” dediğini duydum. Konuştuğu grupla kararlı bir halde yokuştan aşağı hızla inmeye başladı. Babam tekrardan ilerlememiz gerektiğini söyledi. Ormanın serin karanlığında ilerlemeye başladık...

    “Kuula’ya haber ulaştırmalıyız,” dedi askerlerden biri.

    Yanan köyün sakinlerini bir şekilde ormana çekebilmeyi başarmıştık ama emin olmamız gerekliydi. “Ya kalan varsa köyde?” diye itiraz ettim. Yokuşun aşağısına, insanların geldiği yöne bakıyordum. Gelenler vardı hala. Yaşlı bir adam, kolunu tutarak yokuşu çıkıyordu… Bir baba, kızını daha hızlı yürüsün diye çekiştiriyordu. Herkes sarsılmıştı.

    “Hızlı olmamız gerek,” dedim ve ekiple birlikte hızla yokuş aşağı inmeye başladık. “İkişerli ayrılın, hızlı olun,” dedim. “on dakika sonra batıdaki açıklıkta toplanmış olun.”

    Ekip gruplara ayrılarak kalan kimse var mı diye aramaya dağıldı. Tek başıma kalmıştım. Alev tepenin dibindeki son eve dek gelmişti neredeyse. Düşman oldukça hızlı davranmıştı. Yaklaştıklarını, yerin sarsıntısının artmasından anlayabiliyordum. Dikkatli olmalıydık. Kılıcımın kabzasını daha sıkı kavradım.

    Derken taşıyamayacağım bir ağırlıkla yere yuvarlandım. Kılıcımı çekmeye dahi fırsatım olmamıştı. Göremiyordum. Bet bir homurtu kulaklarımdaydı. Üstüme çullanan şeyin pis nefesini yüzümde hissediyordum. Dişlerini tüm hırsıyla bana geçirmeye çalışıyordu.

    Güç bela bir elimle yaratığın başını geri itip diğer elimle, zırhımın altındaki bıçağı çıkardım. Sağ yana tek bir hamle… yaratığın sesi kesilmişti. Ama başka sesler geliyordu. Soluma yuvarlanıp dizlerimin üzerine kalktım. Karşımdan gelen kurdumsu yaratık dört nala geliyordu. Bir homurtuyla şaha kalktı. Yine yuvarlanıp yanına geçtim. Bu bana yaratık karşısında avantaj sağlamıştı. Sonra sağdan iki tane yaratığın daha geldiğini gördüm. Ayağa kalkıp kılıcımı çektim ama arkamdan gelen homurtular olduğunu fark ettim. Üç kadarı da arkamdan geliyordu hızla. Önden gelenleri hızla karşılayıp yarım bir dönüşle arkadan gelenleri indirdim.

    Koşup bir evin duvarına yaslandım. Duman görüşü zorlaştırıyordu ve git gide daha fazla gelmeye başlamışlardı. Üç yandan sıkışmaya başlamıştım… Nefes almak da zorlaşmıştı… Yaratıklardan birinin ağzını açmış bana doğru geldiğini gördüm… Eğilirsem bu sonum demekti… Eğildim ve başımı bir parça yukarı çevirdim.

    Yaratık havada buz kesti. Derken koca bir ışık çaktı. Ortalık normale döndüğünde tüm yaratıklar kül olmuştu. Yanıbaşımda biri yanımda durmuş bana elini uzatıyordu. “İyi misin, Lonza?” diye sordu kalın bir kadın sesi. Elini tuttum.

    “Tam vaktinde geldin, Kuula,” diyerek ayağa kalktım. “Açıklığa gitmeliyiz,” dedi. “Ritüel başlamak üzere.” Başımla onayladım. Olabildiğince hızlı yürümeye başladık.



    Batı ucuna vardığımda, benden ve Tarja’dan başka kimsecikler yoktu.

    Köyde girdiğim evlerde kimse yoktu. Belki ekiptekiler birilerine ulaşmışlardı ama son durumu henüz bilmiyordum. “Fazla uzaklaşma Tarja,” diye usulca seslendim. Minik ejderham çok çalışmaktan acıkmış, kapkara yerde yiyecek arıyordu. Cevaben bir “grrr” sesi verip çalıların arasına girdi. Sağ yanımdan ayak sesleri gelmeye başlamıştı. Çabucak bir ağacın ardına sinip gözden kayboluverdim.

    Gelenler yabancı değildi –Lonza ve onu yarı yarıya taşıyan Kuula.

    “Gelen kimse yok mu, Faara?” diye seslendi Kuula, numaram onu pek etkilememişti. Yeniden açıklığa çıkarak “Yok,” diye cevapladım. “Raşa köyün diğer ucuna gitti. Diğerlerini bilmiyorum. Üstat Erzel’i gördünüz mü?”
    “Hazırlanıyor. Ekibi toplamak gerek,” dedi Kuula ve asasına dönüp bir şeyler mırıldandı. Kuula’nın ayaklarının dibinde parlak beyaz faremsi şekiller beliriverdi. Usulca “gidin,” dedi ve bana dönerek “Fiirhu köylüleri ormandan geçirecek. Şansımız yaver giderse – “Şans hakkında bu kadar erken konuşmayın, Kuula,” dedi ağaçların arasından gelen kalın bir kadın sesi. İrkildim. Gelen Üstat Erzel’di. Bana yaklaşıp, “bu minik sanırım sizin Faara,” diyip sağ kolunu uzattı. Tarja, Üstat Erzel’in kolundan kucağıma atladı. Zavallıcık titriyordu. Üstat Erzel “Hayvan huzursuz,” dedi.

    Lonza, “Bir şey mi var Üstat?” diye sordu ölçülü bir sesle. Karanlıkta yüzünü görmek zordu ama Üstat’ın sesi sıkıntılı geliyordu. “Bir bela… hazırlanıyor. Hazırlığımız işe yaramayacak,” dedi. O sırada ekibin kalanı gelmeye, açıklıkta toplanmaya başlamıştı. Lonza kısa bir sessizlikten sonra sordu, “Ne gerekli?” Üstat Erzel hepimize tek tek baktı. “Husumet… uyanmak üzere. Hızlı olmalıyız. Ritüeli değiştirmemiz gerek. Bunu yaparken kendimi koruyamam. Ne yaşayanlardan ne de –“Kuula endişeli bir sesle “Ama Üstat – ” dedi. Üstat Erzel doğrudan ona dönüp “Zamanımız yok Kuula,” dedi. “Şimdi uyanacak olanı sindirmezsek, ateş her yanı yutacak.” Sonra bana dönerek “Yanımda kalın, Faara. Hızınıza ihtiyacım var,” dedi.

    Kısaca başımı sallayarak onayladım. Üstat Erzel toplanmış ekibe dönerek, yüksek bir sesle, “Yedinci birim, liderleri olmadan ormana gidecek. Bu bir emirdir. Köylüleri ormandan geçirirken Fiirhu’ya yardım edeceksiniz.” Arkalardan itiraz sesleri yükselir gibi oldu ama Lonza arkaya dönerek “Yedinci birim!” diye gürledi. “Ormana! Köylülerin ve Fiirhu’nun emniyetinden sorumlusunuz!”

    Birim sessizce tepeye çıkmaya başladı. Bir anlığına ikizim Raşa’yı gördüm, ekipteki diğerleri gibi dönüp dönüp ardına bakıyordu. Üstat Erzel, “Faara,” dedi usulca. Kamalarımı çıkarıp “Hanımım,” diye yanıtladım ve kalan bir avuç insanla birlikte karanlığı gözlemeye başladım. Üstat Erzel buyurgan bir tonla fısıldıyordu. Yeni ritüel başlamıştı…

    Üstat Erzel, bizi alandan çıkaracak emri verdi. Gitmek istemiyordum; her şeyden önce ikizim Faarha oradaydı. Liderimiz Lonza… keşke bir koruma büyüsü yapabilsem… Arkamı dönüp baktım ve gümüşi, soğuk bir parıltının, Üstat’ın bileğinin üzerinde zarafetle süzüldüğünü gördüm. Bir çift kama taşımam, ne yapacağını sezmeme engel değildi…

    Yer aniden sarsılmaya başladı. Bu defa sanki hepimizi yutmak ya da üstünden atmak için çırpınıyordu. Tarlaların olduğu tarafa kaydı gözüm: yer kabarıp çatlamıştı. Dışarı doğru uzanmış, kor gibi parlayan devasa bir el yukarı doğru açılmıştı. Köye gelip dayanan yaratıkların hepsinden daha büyüktü. El yukarı uzandıkça toprak, kocaman bir homurtuyla yarılıyordu.

    Ekipte mırıldanmalar başladı. Arkamızdan liderimiz Lonza, o tok sesiyle bir kere daha bağırdı “Yedinci birim! Hızlı olun! Ormana ulaşın!” Emir netti.
    Üstat’ın bahsettiği husumet bu olsa gerekti. Verilen emri yerine getirmek tek şansımızdı. Ekipçe, olabildiğince hızlandık. Bir süre sonra takip edildiğimizin farkına vardım. Köye saldıran yaratıklardan farklı bir şeyler peşimizdelerdi. Hırlamaları daha net duyulmaya başlamıştı. Hemen üstümüzde ipeğimsi beyaz bir bir ışık belirdi. Fiirhu, gitmemiz gereken yolu gösteriyordu.

    Ormanın orta yerine tam gelmiştik ki Fiirhu tek hamleyle peşimizdekileri etkisiz hale getirdi. Yanına vardığımızda “Yaralı varsa, köy şifacısı Alef’i bulsun,” dedi.

    Geriden ıslığa benzer, gıcırtılı sesler yükseliyordu. Fiirhu’nun, omzumun üstünden geldiğimiz yere baktığını fark ettim. Dönüp ben de baktım: Geldiğimiz yerden zümrüt yeşili ışık sütunları yükseliyordu. Bir an sonra sütunlar şekil aldı – güçle ve zarafetle bir kadının ayağa kalktığını görür gibi oldum. Işık içindeki zarif şekil, ikiye, dörde, yediye bölündü ve yarıya kadar yerin dibinden çıkmayı başarmış belanın etrafını çevreledi. Işık, ateşe değer değmez kör edici bir ışık çaktı ve her yana yayıldı.

    Uzunca bir süre sonra ışık soldu. Yerin sarsıntısı durdu. Topraktan çıkan her neyse gitmiş, geride kara bir krater bırakmıştı. Sağda gök, kıpkırmızı olmuştu – tan ağarıyordu.
    ***
    “Ateş suyla dindirilir.
    Karanlık aydınlıkla.
    Ölüm, yeni hayatla bertaraf edilir.
    Yaşamsa fedakarlık gerektirir. Çoğu aydınlığa kavuşturmak için, ‘tek’in kendinden geçmesi gerekebilir…

    O gece köyü kurtarabildik. Açıklıkta geride bıraktıklarımız için aynısını söyleyemeyeceğim. Kendi hayatlarını, kalanlar için umutla takas ettiler,”
    “Ben ne yapabilirim, Raşa?” diye sordu genç Viro. O geceden sağ çıkmış, henüz şifa yeteneğinin farkına tam varamamış bir kızdı. Raşa kıza belli belirsiz gülümsedi. “Kendinin ne olduğunun zamanla farkına varacaksın. Önemli olan saflarımıza katılmak istemen.” Sonra uzaklara bakarak konuştu: “Kalan pisliği temizlemek için yardıma ihtiyacımız var. Gelebilecek herkesin… Onlar boşuna ölmedi…”







  • okcu karakter olacakmıdır ?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ozgurka

    okcu karakter olacakmıdır ?

    Okçu karakteri oyunun ilerleyen aşamalarında dahil olacak. Karakteri kesinlikle oyuna dahil edileceğini söyleyebilirim.
    Ama ilk aşamada beklemeyin.
  • Hikayesi güzel olan oyunları severim hepsini soluksuz okudum bence bu oyun iyi olacak gibi duruyor.
  • Ben de takip ediyodum soruyodum insanlara. güzel eleştiriler duydum açıkçası. Şu an sanırım açık betaya girdi. İndirip denicem biraz sonra.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.