Şimdi Ara

AÖF Anayasa Hukuku - Kısa Özet- HUK209U - 2. Ünite

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
2.085
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • 2.Ünite – Türkiye’de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış
    OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
    Osmanlı İmparatorluğu’nda anayasal gelişmenin ilk adımı olarak, 1808 yılında merkezî hükûmetin temsilcileri ile âyan temsilcileri arasında kabul edilip imzalanan Sened-i İttifak gösterilir. Bu senette, devlet işlerine resmî sıfatı haiz memurlardan başkasının karışamayacağı, iktidarın kullanılmasına sadrazamın katılacağı ve bundan dolayı kendisinin sorumlu olacağı gibi hükümler yer almış, buna karşılık âyan temsilcileri, içlerinden birinin devlete karşı ayaklanması hâlinde bunun bastırılmasına yardımcı olmayı taahhüt etmişlerdir. Sened-i İttifak, bu niteliğiyle ilginç bir anayasal belge olmakla birlikte, hükümlerinin uygulanmasını sağlayacak bir mekanizma getirmemiştir. Gerçekte bu belge, merkezî hükûmetin ne kadar zayıflamış olduğunun bir kanıtıdır. Nitekim birkaç yıl içinde II. Mahmut merkezî otoriteyi güçlendirince, Sened-i İttifak hükümlerini tanımamıştır Osmanlı anayasal gelişmesinin ikinci aşaması, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’dır. Bu fermanda, devletin bütün uyrukları için can, mal ve ırz güvenliği vaad edilmiş, vergi ve askerlik işlerinin de bir düzene bağlanacağı söylenmiştir. Bu vaadler, 1856 Islahat Fermanı ile de doğrulanmış; ayrıca bu ferman, din farkı gözetilmeksizin bütün devlet uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesini de getirmiştir. Tanzimat ve Islahat fermanlarında yer alan ilkeler, hukuk devletinin gelişimi bakımından önemli olmakla beraber, hâlâ bu ilkelerin etkinliğini sağlayacak ve padişahın yetkilerini sınırlandıracak mekanizmalar kurulmuş değildir. Ferman hükümlerine uyup uymamak, padişahın takdirine bağlıdır. Bu fermanlar ve Tanzimat adı verilen yenilik hareketleri, Batı’nın anayasal gelişmelerini izleyebilen küçük bir aydınlar zümresi içinde bir anayasacılık akımının doğmasını hazırlamıştır. Genç Osmanlılar adı verilen bu grup, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküntüden kurtulabilmesi için, meşruti (anayasalı) bir monarşiye geçilmesini, yani padişahın yetkilerinin kurulacak bir meclisle sınırlandırılmasını gerekli görüyordu. Bu akımın etkisiyle, 1876 yılında ilk Osmanlı Anayasası (Kânûn-i Esâsî) ilan edilmiştir.

    MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ
    TBMM Hükûmeti’nin dayandığı ilkeler, 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile daha açıklığa kavuşturuldu. 1876 Kânûn-i Esâsî’si henüz resmen yürürlükten kaldırılmadığı için, bu anayasa, sadece 24 maddelik kısa bir metin olarak kaleme alındı. Fakat 1921 Anayasası’nın artık Kânûn-i Esâsî’den çok farklı temellere dayanmakta ve yeni bir Türk Devleti’ni kurmakta olduğu açıktı. 1921 Anayasası’nın en önemli yeniliği ve en devrimci ilkesi, millî egemenlik ilkesidir (m.1). Bu anayasa, saltanatın kaldırılacağı yolunda bir hüküm taşımamakla beraber, millî egemenlik ilkesinin, kişisel egemenliğe dayanan monarşik bir yönetim sistemiyle bağdaşamayacağı açıktır. Anayasa, yasama ve yürütme kuvvetlerinin TBMM’de toplandığını (m.2), meclisin bakanlara yön gösterebileceğini ve gerektiğinde onları değiştirebileceğini (m.8) belirtmektedir. Nihayet 1921 Anayasası, il ve nahiyelerde halk idaresi, yani yerinden yönetim ilkesini kabul etmiştir. 1921 Anayasası’nın kurduğu bu hükûmet sistemi, meclis hükûmeti sisteminin tipik bir örneğidir.

    Meclis Hükûmeti: Yasama ve yürütme kuvvetlerinin, yasama organında birleşmesi ile oluşan hükûmet biçimidir

    CUMHURİYETİN İLANI
    TBMM Hükûmeti, aslında Meclis’in açıldığı 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren bir cumhuriyet sayılabilirdi. Çünkü bu hükûmet sisteminin dayandığı ulusal egemenlik ve meclis üstünlüğü ilkelerinin, temelde bir monarşik sistemle bağdaşmasına imkân yoktu. 1921 Anayasası da egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtmek suretiyle cumhuriyetin dayanacağı temel ilkeyi ortaya koymuştu. Nihayet, TBMM’nin 307 ve 308 sayılı kararlarıyla padişahlık resmen sona erdirildikten sonra, artık rejimin cumhuriyetten başka bir şey olamayacağı konusunda kuşku kalmamıştı. Fakat iç siyasal nedenlerle, cumhuriyetin ilanı, yani rejimin adının resmen konulması, bir süre daha gecikmiştir. Bu kaçınılmaz adım, 29 Ekim 1923 tarihli Anayasa değişiklikleriyle atılmıştır. “Teşkilat-ı Esasiye Kanununun Bazı Maddelerinin Tavzihen Değiştirilmesine Dair Kanun” adını taşıyan bu kanunun 1. maddesi “Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli Cumhuriyettir.” demekte, 10. madde ise şu şekilde değiştirilmektedir: “Türkiye Cumhurbaşkanı, TBMM Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasında bir seçim dönemi için seçilir. Cumhurbaşkanlığı görevi yeni Cumhurbaşkanının seçilmesine kadar devam eder. Tekrar seçilmek caizdir”.

    1924 ANAYASASI
    II. TBMM, seçilmesinden az sonra, yeni bir anayasa hazırlama sorununa eğilmek durumundaydı. Çünkü 1876 Osmanlı Kânûn-i Esâsî’si henüz resmen yürürlükten kaldırılmadığı gibi, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu da yeni devletin ihtiyaçlarına cevap verecek derecede uzun ve ayrıntılı bir metin değildi. Yeni Anayasa, 20 Nisan 1924’te TBMM tarafından kabul edilerek, 23 Nisan 1924’te yayınlandı. 1924 Anayasası’nın bazı temel ilkeleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
    Hükûmet Sistemi: 1924 Anayasası’nın, meclis hükûmeti ile parlamenter rejim arasında karma bir sistem kurduğu söylenmiştir. Gerçekten anayasada, her iki hükûmet şekline has özellikler yer almaktadır. 1924 Anayasası’nın meclis hükûmetini andıran yönleri şunlardır:
    A. Anayasaya göre, “Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır” (m.4). “Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve onda toplanır” (m.5).
    B. Meclis, hükûmeti her zaman denetleyebileceği ve düşürebileceği (m.7) hâlde,
    hükûmetin meclisi feshetme yetkisi yoktur.

    Anayasanın Sertliği: 1924 Anayasası, sert bir anayasaydı. Bu anayasanın 102. maddesine göre, anayasada değişiklik teklifinin meclis üye tam sayısının en az üçte biri tarafından imzalanması şarttır. Değişiklik tekliflerinin kabulü de üye tam sayısının en az üçte ikisinin oyuyla mümkündü. Gene, Anayasanın Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki 1. maddesinde değişiklik ve başkalama yapılması hiçbir türlü teklif edilemezdi. 1924 Anayasası, bunun dışında “Anayasanın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz. Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz.” (m.103) hükmünü de taşıyordu.

    Laiklik: 1924 Anayasası’nın getirdiği en önemli yeniliklerden biri de laiklik ilkesidir. Gerçi bu ilke, 1924 Anayasası’nda baştan beri yer almış değildir. Anayasanın ilk şeklinde, “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslamdır” ifadesi yer aldığı (m.2) gibi, Meclisin yetkileri arasında “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” (şeriat hükümlerinin uygulanması) hususu da sayılmıştır (m.26). Bu hükümler, 1928 yılındaki anayasa değişikliği ile çıkarılmış, 1937 değişikliği ile de laiklik ilkesi resmen kabul olunmuştur

    Kamu Hürriyetleri: 1924 Anayasası, hürriyetler konusunda, Fransız Devrimi’nden beri süregelmekte olan tabii hak anlayışını kabul etmiştir. Anayasa’nın 68. maddesine göre, “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabii haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyeti sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.”

    1924 Anayasası’nın Uygulanması: 1924 Anayasası, iki kısa çok partili hayat denemesi (1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’da Serbest Fırka) bir yana bırakılırsa, 1946 yılına kadar tek partili; 1946’dan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine kadar da çok partili bir rejim içinde uygulanmıştır. Anayasa, aslında demokratik bir ruha sahip olmakla beraber, demokratik geleneklerin henüz sağlam şekilde yerleşmemiş olduğu bir ülkede, çok partili hayatın aksamadan işlemesini sağlayacak hukuki güvencelerden yoksundu. Bu sakıncalar, özellikle 1954-1960 döneminde açıkça ortaya çıkmış, Meclis çoğunluğunca kabul edilen çeşitli antidemokratik kanunlar, iktidar-muhalefet ilişkilerini kopma noktasına getirmiş, buna diğer bazı nedenlerin de eklenmesi, 27 Mayıs müdahalesinin ortamını hazırlamıştır. Çoğulcu demokrasi anlayışı, demokrasiyi mutlak ve sınırsız bir çoğunluk yönetimi olarak kabul etmez. Aritmetik bir çoğunluğun daima kamu iyiliğine yöneleceği, ispatlanması mümkün olmayan bir iddiadır. Demokrasi, elbette çoğunluğun yönetimi ilkesine dayanmakla beraber, bunu azınlığın temel haklarıyla da bağdaştıran bir rejimdir. Kamu iyiliği, ancak toplum içindeki çeşitli grupların varlığından ve bunlar arasındaki özgür tartışma ve pazarlıklardan doğar. Böyle olunca da çoğunluk iradesini sınırlayıcı tedbirler ve kurumlar, demokrasinin özüne aykırı değil, uygundur.
    1961 ANAYASASI’NIN TEMEL NİTELİKLERİ
    Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışından Çoğulcu Demokrasi Anlayışına Geçiş Anayasanın Üstünlüğü
    1924 Anayasası’nın millet egemenliğini tek başına temsil eden üstün yetkili meclis anlayışına karşılık, 1961 Anayasası, egemenliğin kullanılışı bakımından hayli farklı bir formül benimsemiştir. Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’nin olduğu yolundaki ifade korunmakla birlikte, milletin egemenliğini “Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle” kullanacağı belirtilmiştir (m.4). Böylece TBMM, egemenliğin kullanılışında tek yetkili organ olmaktan çıkarılmış, egemenliğin kullanılmasını anayasada belirtilen diğer devlet organları ile paylaşır olmuştur. Bütün bu organlar, millet egemenliğini ancak anayasanın koyduğu esaslara göre kullanabileceklerdir.

    Gerçi 1924 Anayasası’nda da kanunların anayasaya aykırı olamayacağı hükmü (m.103) yer almıştır ama bu kuralın pratik müeyyidelerden yoksunluğu sebebiyle, 1924 Anayasası’nın gerçek anlamda anayasanın üstünlüğü ilkesini gerçekleştirmiş olduğu söylenemez. 1961 Anayasası ise tümüyle, anayasanın üstünlüğü ilkesi üzerine inşa edilmiştir. 1961 Anayasası, Anayasa’nın üstünlüğünü sadece teorik düzeyde ifade etmekle yetinmemiş, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi sistemini benimsemek suretiyle, anayasa üstünlüğünün gerçek güvencesini ve müeyyidesini sağlamıştır. 1961 Anayasası’na göre bu denetim, bazı durumlarda genel mahkemelerce de yapılabilmekle beraber, kanunların anayasaya uygunluğunun denetiminde esas görev, 1961 Anayasası ile kurulmuş olan Anayasa Mahkemesi’ne düşmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasını ve kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin kabulünü, 1961 Anayasası’nın en önemli ve etkili yeniliklerinden biri saymak yanlış olmaz.

    Kuvvetler Ayrılığı - Devlet İktidarının Paylaşılması: Kuvvetler ayrılığı deyiminden anlaşılan, devletin üç hukuki iktidarı olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı devlet organlarına verilmiş olmasıdır. 1924 Anayasası’nın yasama ve yürütme kuvvetlerini, teorik açıdan da olsa, TBMM’de toplamış olmasına karşılık, 1961 Anayasası, Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu raporundaki ifade ile “Kuvvetlerin yumuşak ayrılığı”nı benimsemiştir. Rapora göre “Bu tasarıda benimsenmiş olan parlamenter rejim, Millî hâkimiyete dayanan Devletimizin tarihinde tamamen bir yenilik ifade eder. Zira Meclis Hükûmeti’nin dayandığı kuvvetler karışımı değil, yumuşak bir kuvvetler ayrımını esas almıştır”. Anayasacılık akımının temelinde yattığını gördüğümüz, devlet iktidarının bölüşülmesi, paylaşılması ve sınırlandırılması ilkesi, sadece yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı organlara verilmesini değil, bazen tek bir kuvvetin çeşitli organlar arasında bölüşülmesini de içerebilir. Parlamenter rejimde yürütme kuvvetinin, sorumsuz devlet başkanı ile sorumlu başbakan ve Bakanlar Kurulu arasında bölüşülmesi, bunun bir örneğidir. Başka bir örnek, yasama yetkisinin iki ayrı meclis arasında bölüşülmesi anlamına gelen iki meclis sistemidir. 1961 Anayasası’nın yeniliklerinden biri de yasama organını, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olarak iki meclise bölmüş olmasıdır.

    Çoğulcu Toplum Yapısının Geliştirilmesi: Devlet iktidarının etkin biçimde sınırlandırılabilmesi için sadece hukuki düzenlemeler, yani devlet yetkilerinin anayasal düzeyde bölüşülmesi yetmez. En az onun kadar önemli bir sınırlama faktörü de devletçe yaratılmamış olan, sivil toplumun kendi bünyesinden doğan çeşitli insan topluluklarının, meslek kuruluşlarının, gönüllü derneklerin, menfaat ve baskı gruplarının varlığı ve bunların siyasal kararlar üzerinde çeşitli yöntemlerle etkili olmalarıdır. İngiltere gibi yazılı bir anayasası bile olmayan ve İngiliz hukukuna göre parlamentonun egemen yetkilere sahip olduğu bir ülkede bile, bu çoğulcu toplum yapısı devlet iktidarını etkin şekilde sınırlandırmaya yetmektedir.

    Temel Hakların Genişletilmesi ve Güçlendirilmesi: 1961 Anayasası, temel hak ve hürriyetlere, 1924 Anayasası’na oranla hem daha geniş, hem daha güvenceli bir yer vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirten 2. madde, bu nitelikler arasında “İnsan haklarına.... Dayanan....devlet” olma niteliğini de saymaktadır. Bu deyim, hürriyetçi (liberal) bir siyasal rejimi ifade etmektedir. 1961 Anayasası’nın, bir hürriyetler rejimini gerçekleştirmek amacıyla, 1924 Anayasası’ndan hayli farklı bir düzenleme yöntemi izlediği göze çarpmaktadır. Her şeyden önce, 1924 Anayasası’nda çoğu zaman hürriyetlerin sadece adının sayılmasıyla yetinildiği ve bunların sınırlarının kanunla çizileceği belirtildiği hâlde, 1961 Anayasası’nda hürriyetler çok daha ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bununla, yasama organının, hürriyetleri düzenlerken neleri yapamayacağı belirtilmiş olmaktadır. Diğer bir deyimle yasama organı, belli bir hürriyeti düzenlerken, 1924 Anayasası döneminde olduğu gibi tam bir takdir serbestliğine sahip değildir. Mesela toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapma hakkını düzenleyen 28. madde, “Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir.” demiştir. Bu hüküm karşısında yasama organının, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini önceden izin alma şartına bağlamasına imkân yoktur.

    Sosyal Devlet: Sosyal devlet, devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla, sosyal ve ekonomik hayata aktif şekilde müdahalesini meşru ve gerekli gören bir devlet anlayışı olarak tanımlanabilir. 1924 Anayasası, 1937’de geçirdiği değişiklikle, devletin nitelikleri arasında halkçılık ve devletçilik gibi sosyal devletle ilişkili sayılabilecek ilkeleri de saymış olmakla beraber, sosyal devlet ne sadece halkçılığa, ne de sadece devletçiliğe indirgenebilir. Sosyal devlet düşüncesi ve onun birlikte getirdiği kurumlar, 1961 Anayasası’nın en önemli yeniliklerinden birisi olmuştur.

    1961 Anayasası’nda Vesayetçi İzler:
    1961 Anayasası, çoğulcu demokrasi yönünde getirdiği bütün bu olumlu yeniliklerin yanı sıra, muhtemelen kendisinin bir askeri müdahale ürünü olmasının sonucu olarak, bazı vesayetçi izler de taşımıştır. Burada vesayetçilik kavramı ile siyaset ve siyasetçiye belli bir güvensizlik ifade eden ve çoğunluk iktidarını belli bürokratik denetim mekanizmaları ile denetlemeyi ve sınırlandırmayı amaçlayan bir devlet anlayışını kastediyoruz. 1961 Anayasası’nda vesayetçi anlayışın izleri birkaç noktada kendini göstermektedir:
    A. Cumhuriyet Senatosu, tümüyle seçilmiş üyelerden oluşmamıştır. Askeri müdahaleyi gerçekleştiren MBK’nin 13 Aralık 1960 tarihindeki başkan ve üyeleri (23 kişi) “yaş kaydı gözetilmeksizin” (yani ömür boyu) Cumhuriyet Senatosu’nun tabii üyesidir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı’na on beş üye seçme hakkı tanınmıştır (m.70). Anayasanın Cumhurbaşkanlığı’nı da esas itibarıyla bir vesayet makamı olarak tasarladığı düşünülürse, Senato’nun bu karma yapısı, anayasanın vesayetçi karakterini güçlendirmektedir. Gerçekten, 38 seçimsiz üye, 150 seçimli üye karşısında ciddi bir karşı ağırlık oluşturmaktadır.
    B. 1961 Anayasası’nın Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin hükümlerinde doğrudan doğruya vesayetçi anlayışı çağrıştıran bir nitelik olmamakla beraber, anayasanın Cumhurbaşkanlığı’nı mümkün olduğunca siyaset üstü, tarafsız bir denge makamı olarak düşündüğü, çeşitli hükümlerinden anlaşılmaktadır. 1961 Anayasası dönemindeki üç cumhurbaşkanının (Cemal Gürsel, Cevdet
    Sunay, Fahri Korutürk) siyaset dışı ve asker kökenli oluşu, tamamen bir tesadüf eseri sayılamaz.

    1961 Anayasası’nın Uygulanması: 1961 Anayasası hakkında 9 Temmuz 1961 tarihli halk oylamasının sonuçları, bu anayasaya karşı daha ilk günden itibaren Türk toplumunun bazı kesimlerinde hayli güçlü bir muhalefetin var olduğunu göstermiştir. Gerçekten, Kurucu Meclis tarafından kabul edilen anayasa tasarısı geçerli oyların yaklaşık %61,7’sinin evet oyu ile kabul edilmiştir.


    Tüm özetler için tıklayınız.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi aof_uzman -- 5 Kasım 2013; 18:56:34 >







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.