Şimdi Ara

Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi-II (TAR202U) - Kısa Özet

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
1.136
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • AÖF Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi-II (TAR202U) - Kısa Özeti

    1. ÜNİTE – YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİ


    Osmanlı Devleti’nin son on iki yılı çeşitli cephelerde farklı rakiplerle daimi bir savaş hâli içinde geçmişti. Bu durum gerek devlet yöneticilerini gerekse bireyleri son derecede olumsuz etkilemiştir. Maddi ve manevi anlamda gelecekten ümitsiz, kendi ayakları üzerinde durma inancını kaybetmiş, ekonomik alanda ise elindeki avucundakini tüketmiş bir toplum söz konusuydu. Bu zeminin bir sonucu olarak Türk istiklal Harbi’ni gerçekleştiren lideri Mustafa
    Kemal Atatürk ve kadrosu maddi imkânsızlıklar kadar Türk insanının yarından ümitsiz, karamsar hâlinden ileri gelen problemleri aşmak zorunda kalmıştır. Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşadığı ekonomik, siyasi ve sosyal çalkantılar dolayısıyla Anadolu insanının yöneticilerine karşı duyduğu güvensizlik ve kuşku dönemin edebiyat ürünlerine kadar yansımıştır.

    CUMHURiYET’iN iLK YILLARINDA TÜRKiYE’NiN GENEL GÖRÜNÜMÜ

    Nüfus: istatistik göstergeler ışığında Türkiye’nin nüfusu 1927 yılı verilerine göre 13.648.270 kişidir. Ülke genelinde 63 il, 328 ilçe, 699 bucak, 39.901 köy vardır.

    Sağlık: Ülke genelinde sağlık hizmetleri son derece yetersiz seviyedeydi. Çoğunluğu büyük yerleşim merkezlerinde toplanmış, devlet hesabına ve serbest çalışan tüm sağlık personelini kapsayacak şekilde 1928 yılı itibarıyla 1.078 doktor, 130 hemşire, 1.059 sağlık memuru ve 377 ebe mevcut görünmektedir. Kabaca bir hesapla 12.661 kişiye bir doktor düşmektedir.

    Eğitim: Cumhuriyet idaresinin üzerinde en çok duracağı saha eğitim olacaktır. Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet edeceği aklı hür, vicdanı hür nesillerin ancak eğitimle mümkün olacağı düşüncesiyle daha millî mücadelenin savaşları devam ederken Ankara’da toplanan Maarif Kongresi ile eğitim alanında yapılması gereken atılımlar değerlendirmeye alınmıştır.

    Tarım: Osmanlı toplumu büyük oranda bir tarım toplumu idi. 1927 tarihli tarım sayımına
    Göre ülkede mevcut nüfusun % 67,7’si çiftçilik yapmaktaydı. Devletin batısında Trakya, istanbul, Bursa ve Kocaeli kesiminde bu oran önemli ölçüde düşerken Orta ve Kuzey Anadolu’da ortalamanın üzerindeydi. Bu nüfusun aile başına işlediği toprak miktarı ortalama 25 dönüm civarındadır

    Ulaşım: Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılın ortalarında başlattığı, öncelikle sermaye birikimi olmadığı için yabancı yatırımcılara ihtiyaç duyduğu demiryolu yapımı yüzyılın sonları
    nda yabancı devletlerle iyi ilişkileri devam ettirmek için kullanılan bir vesile hâline dönüşmüştür.

    Ekonomik Durum Dışarıya ancak tarım ürünleri ve ham madde satabilen bir ekonomi söz konusudur. Dışarıya ham madde satıp onları mamul madde hâlinde ithal etmek dış ticaretin değişmez özelliği ve zaafı hâline gelmiştir. Ülkenin düşman istilasından kurtarılmasını çağdaş ve tam bağımsız olmak için yeterli görmeyen Cumhuriyet idaresi bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için hakiki ve en kuvvetli temeli ekonomide görmüştür. Atatürk; siyasi, askerî başarıların ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik başarılar ile taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferlerin az zamanda söneceği düşüncesiyle iktisadi yapımızın güçlendirilmesi ve geliştirilmesi hedefini göstermiştir.

    iDARi DÜZENLEMELER

    Türk milletinin Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gerçekleştirdiği Millî mücadelenin ilk aşaması askerî sahada elde edilen başarılarla tamamlanmıştır. İtilaf Devletleri’nin
    Sevr paçavrasını Türk milletine zorla kabul ettirmek için destek oldukları Yunan kuvvetlerinin savaş sahasında kati olarak yenilmesiyle mücadelenin birinci kısmı başarıyla tamamlanmıştır.

    Devlet Millet Birlikteliği için ilk Adımlar

    Büyük Taarruz’un hemen ardından düşman işgalinden kurtarılan ve kurtarılacak yerlerde de kurulacak siyasi idarenin hazırlıklarını yapan Mustafa Kemal Paşa, daha Yunan askerini takibin devam ettiği günlerde izmir Valiliği için Konya Valisi Abdülhalik Bey’i görevlendirmelerini hükûmete önerdi.

    İdari Düzenlemeler

    Devlet idaresinde çalışan memurların durumları ayrı bir sıkıntı oluşturmakla beraber, Millî Mücadele’nin aleyhine tavır almamış; görev yerleri düşman işgaline uğrayanların da düşmanla işbirliği yapmamış olmak zemininde mağdur edilmemeleri esası doğrultusunda hareket edilerek sorun çözümlenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin işgalden kurtarılan yerlerdeki devlet teşkilatını yeniden ve millî hâkimiyet prensibine sadık insanlardan oluşturma çabasında aşırıya kaçmamıştır.

    Askeri Düzenlemeler

    Lozan Antlaşmasının imzalanmasından hemen sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin barış durumuna dönüş hazırlık ve çalışmaları başlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1923 tarihinde seferberliği kaldırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Meclis ikinci dönem çalışmalarına başlarken Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı Mareşal Fevzi Paşa’yı görevleri üzerinde kalmak kaydı ile karargâhıyla 27 Temmuz 1923’te Ankara’ya getirtmişti.


    SALTANATIN KALDIRILMASI
    Saltanatın kaldırılması Türk idare tarihinde olduğu kadar siyasi düşünce tarihinde de önemli bir dönüm noktasıdır. Millî Mücadele sırasında Kuvayı Millîye ve TBMM hükûmetlerine karşı tavırlarıyla çalışmaları sekteye uğratan istanbul yönetimi barış sürecine katılmak istemiştir. Bu tavır artık eski rejime ve anlayışına yer olmadığını göstermek zamanın geldiğini göstermiştir. Sadrazam Tevfik Paşa’nın harp sahasında kazanılan son başarı lardan sonra istanbul ile Ankara arasındaki anlaşmazlık ve ayrılığın giderildiğini belirtmesi dikkat çekicidir. Sadrazam Tevfik Paşa’nın barış konferansına her iki taraf da çağrılacağından, milletin iyiliğine yönelik konuları önceden görüşüp anlaşmak üzere güvendiği bir şahsı istanbul’a göndermesi çağrısında bulunması bundan sonraki sürecin tabii hâkiminin istanbul ve hükûmeti olduğu anlayışını göstermiştir.

    Mustafa Kemal Paşa ise cevabında Türkiye Büyük Millet Meclisi
    Hükûmeti’nin kurulduğundan beri Türkiye aleyhinde her teşebbüsü dikkatle izleyerek tedbir aldığının, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti net olarak ortaya konan yeni devletin
    Ordularının elde ettiği zafer üzerine gündeme gelen konferansta

    “Türkiye Devleti’nin yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından temsil olunacağının, hukuki ve meşru olmayan heyetlerin devletin siyasetine karışmaları hâlinde mesul olacaklarını” da bildirmiştir. istanbul yönetiminin bu beklentisinin Mecliste hilafet ve saltanat konusunda son derece muhafazakâr tavır sergileyen ikinci gurup üyelerini dahi rahatsız ettiği görülmüştür.
    Hüseyin Avni Bey kendi dâhil milletin maruz kaldığı haksızlık ve felaketlerden dolayı uyandığını, gözünü açtığını artık kendisine Büyük Millet Meclisi dahi hıyanet etse milletin bunu kabullenmeyeceğini vurgulamaktaydı. Tevfik Paşa’nın İstanbul yönetiminin elde edilen başarıda kendi ölçüsünde yardımı olduğu iddiasına karşın, “Türk Milleti mukaddes davası için, değil istanbul’dan cihandan bile fedakârlığın binde birini ancak görebilmiştir” diyen Hüseyin Avni Bey, istanbul yönetimini “hiç olmazsa üzerimize kuvvet gönderip kuvvetimizi azaltmaya çalışmasaydılar” sözleriyle suçlamaktaydı. Milletvekilleri arasında Meclisin her şeye hâkim olduğu, hilafet ve saltanatın da millet adına sahibi olduğu kanaati ortak kanaat hâline gelmiştir. istanbul Hükûmeti’nin fetvalar ve benzeri yazışmalarile düşmanın yurttan atılmasını geciktirdi-ğine inanan milletvekilleri elde edilen neticeyemilletçe ve meclis tarafından sahip çıkılması gerektiğini dile getiriyorlardı. Meclisteki fikrî ortam saltanatın kaldırılması için uygundu. Diğer taraftan daha 24 Nisan 1920’de Meclis Misak-ı Millî dâhilindeki milleti ve vatanı kurtarmayı ve saltanat makamına lazım gelen hukuku zamanı geldiğinde milletvekillerinin belirleyeceği esaslar dairesinde Meclisin vereceği karar altına alınmıştı. Fiili durumda da 23 Nisan 1920 ile yeni Türkiye Devleti’nin millî halk esasları üzerine kurulduğu ve Osmanlı imparatorluğu’nun millî hudutlar dâhilinde tek varisi olduğu, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile hâkimiyet hakkı millete verildiğinden istanbul’daki padişahlığın yok olup tarihe intikal ettiği görülmekte ve yaşanmaktaydı. Bu durum verilen bir kanun teklifi ile resmileştirilmiştir.


    Türkiye’nin modernleşmesi sürecine katkıda bulunan 3 Mart 1924 tarihli kanunların çıkarılması gerekçelerini,

    3 Mart 1924 tarihli kanunlar yeni kurulan devletin eskisinden çok farklı temellere oturtulmasını Sağlayan değişiklikler gerçekleştirmiştir. Bu kanunlar ile fieriye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri kaldırılmıştır. Ülkedeki bütün okulların idaresi Maarif Vekâletine bağlanmıştır. Halifelik kaldırılmış, Diyanet işleri Başkanlığıve Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur. Balkan Savaşlarında askerlerin siyasetle uğraşmalarının maliyeti ülke için ağır olmuştur. Kanun gerekçelerinde de din ve ordunun siyaset cereyanları ile ilgilenmesinin birçok mahzurları olduğuna işaret edilmekteydi.




    ADIM ADIM YENİ SİSTEME GEÇİŞ

    429 sayılı Kanun’la, halka yönelik uygulamalara dair hükümlerin yerine getirilmesi TBMM ve hükûmete ait olup islam dininin İnanç ve ibadete dair bütün hükümlerini ve meselelerinin halledilmesiyle dinî müesseselerin İdaresi için Diyanet işleri Başkanlığı kurulmuştur. Başbakanlığa bağlı olacak başkanlığın Reisinin cumhurbaşkanı tarafından atanması kabul edilmekteydi. Ülke dâhilindeki bütün dini Müesseselerin idaresine, görevlilerinin azil ve tayinlerine din işleri reisi yetkili olacaktı. fier’iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması, vakışarın ise milletin menfaatine uygun şekilde halledilmek üzere şimdilik genel müdürlük yapılarak Başbakanlığa bağlanması kabul edilmekteydi. Kanun Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin kaldırılarak, savaş ve barışta ordunun emir ve komutasını cumhurbaşkanına Vekâleten yürütecek bir başkanlığın kurulmasını, reisin vazifesinde müstakil olmasını da karara bağlamaktaydı. 430 numaralı Tevhid-i Tedrisat Kanununun gerekçesi milletin fikrî ve hissî birliğini temin etmektir.
    Bunun için Türkiye dâhilindeki bütün okulların Maarif Vekâletine bağlanması karara bağlanıyordu. Bakanlık yüksek diyanet uzmanları n yetiştirmek için üniversitede bir ilahiyat Fakültesi tesis etmenin yanı sıra imam ve hatipler gibi dinî hizmetleri görecek memurların yetişmesi için ayrı okullar açacaktı.

    HALİFELİĞİN KALDIRILMASI

    Hilafetin kaldırılmasını teklif eden 431 numaralı Kanun’un gerekçesinde ise hilafetin mevcudiyetinin iç ve dış siyasette iki başlılık yarattığı, istiklal ve millî hayatta ortak kabul etmeyen Türkiye’nin şeklen veya dolaylı yoldan bile olsa ikiliğe tahammülünün olmadığına dikkat çekilmiştir. Hanedanın hilafet örtüsü altında Türkiye için daha tehlikeli olacağından endişe edilmekteydi. Kanun maddeleri ise beklentilerin ikisini birden karşılar nitelikteydi. Halife hal’ ediliyor, hilafet, hükûmet ve Cumhuriyet kavramında zaten var olduğundan makamı ilga ediliyordu. Saltanattan sonra hilafetin de kaldırılması geleneksel toplum yapısına sahip Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırma mücadelesinin önünü açmıştır. Birbiri ardınca gerçekleştirilecek inkılâplara, toplumsal muhalefeti harekete geçirerek engel olmaya çalışacakların kullanabilecekleri en önemli koz ortadan kaldırılmış oluyordu. Bütün bu adımlarla birlikte Millî, laik, demokratik ve çağdaş devleti kurmanın hukukî zemini tamamlanmıştır. Böylelikle Türk milletinin 23 Nisan 1920 tarihinde başladığı Millî Hâkimiyet Mücadelesi tam anlamı ile kanunlaşmış, esasları Belirlenmiştir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi aof_uzman -- 28 Mart 2014; 15:43:53 >







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.