Şimdi Ara

Bir kitap özeti

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
36
Cevap
0
Favori
1.189
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bir köşe yazısını, siz değerli forumdaşlar ile paylaşmak istedim. Bu yazıyı okuyunca aklıma şu söz geldi: "tarihten ders alınabilseydi, tekerrürden ibaret olmazdı"


    Bir kitap özeti


    İSMİNİ Sefer Çetinkaya olarak veren bir okuyucumuz bize, Prof. Andreas Scwartz’ın gözetiminde Elke Mond ve ekibi tarafından yıllar önce yazılan "Hitler Dönemi Almanyası" isimli kitaptan yaptığı özeti göndermiş.

    Onu daha da kısaltarak sizinle paylaşmak istedik. Kararı da size bıraktık.

    Okuyucumuz aynı konuda kitabı olan William Caar’ın şu sözlerini başa koymuş:

    "Almanya’nın felaketi tek başına Hitler değildir. Alman felaketinin sorumlusu, bir Hitler yaratan ve kendi kaderini onun ellerine kendi isteğiyle teslim eden Alman halkıdır."

    Özetin özetine gelince:

    "Birinci Dünya Savaşı ardından Almanya’ya imzalatılan Versaille Barış Anlaşması Almanya’yı dayanılmaz bir savaş borcu altına sokmuştu. Almanya bu sorunla boğuşurken 1929 Dünya Ekonomik Krizi durumu daha da kötüleştirdi.

    Krizden çıkış yolu arayan sanayiciler, işadamları, bankerler, Hitler’in Nazi Partisi’ni (NP) desteklemeye karar verdiler. Çünkü Hitler iktidara gelirse savaş borçlarını ödemeyip o kaynağı ülke kalkınmasında kullanacağını vaat ediyordu. Keza işsizlik önlenecek, rüşvetin yolsuzluğun önü kesilecekti. Ayrıca özgürlüklerin önündeki tüm engeller kaldırılacacktı.

    Hitler o sırada çoğu sokaktaki işsiz güçsüz takımından oluşan Fırtına Kıtaları (FK) isimli bir örgüt kurdu. Bu, yasal olup olmadığına bakmadan her türlü talimatı yerine getiren bir güç idi.

    Hitler seçimden önce bir de gazete patronlarıyla anlaşmış, onlara ’NP iktidara gelirse kredi ve faiz borçları ile vergi borçlarını silme’yi vaat etmişti.

    Bunu öğrenince ’demokrasi’ adına rahatsızlık duyan bir kısım bilim adamlarıyla yüksek rütbeli komutanlar bir bildiri yayınlayarak yaklaşan tehlikeye kamuoyunun dikkatini çektiler. Ama aldırış eden olmadı.

    Ve 6 Kasım 1932 seçiminde yüzde 33 oyla en büyük parti olarak meclise giren NP hükümet kurdu.

    NP’nin milletvekillerinin yüzde 37’si rüşvet ve yolsuzluğa, yüzde 14’ü resmi belgede sahtekarlık türü suçlara bulaşmıştı. Nitekim bu sırada yargıdan o milletvekillerinin tutuklanması yolunda bir karar çıkınca Hitler bu tutuklama kararını uygulamamakla kalmadı, onu milletvekillerine karşı koz olarak kullandı ve istediği yasaları çıkarttı. Bunlardan biri de meşhur "Olağanüstü Yetki Yasası" (OYY) idi. Çünkü Hitler bir yandan FK’yı kullanarak karışıklık çıkarttırıyor, öte yandan düzeni korumak için daha sert önlemlere ihtiyaç olduğunu savunuyordu. Polisten ayrı Gestapo teşkilatı da bu gerekçeyle kuruldu. Hitler artık açıkça ’Zararlı gördüğü her kuruluşun ve örgütün icabına bakılacağını’ söylemekten çekinmiyordu.

    OYY’ye itiraz edenlere bir kısım gazeteler karşı çıktı. Asker de OYY’yi desteklediğini açıklayınca Hitler tüm karşı çıkanları tasfiye etti. Ardından tüm partileri ve 6 Kasım’dan önce kendisini destekleyen, desteklemeyen tüm sendikaları kapattı. Liderlerini bir gecede toplatıp hapse attı. Basını susturdu, tüm özgürlükleri askıya aldı. Yargıyı tasfiye edip NP’yi destekleyen avukatları yargıçlığa getirdi.

    Partiler, sendikalar, gazeteler uyandığı zaman iş işten çoktan geçmişti."


    Kaynak: Oktay Ekşi/Hürriyet







  • Bizimkilerde iş yok demek ki redstrom. Ama kitabın tamamını okumak isterdim
  • Aklı selim,hangi halk bir lidere güvenip dünya fethine soyunur?Hedefin büyüklüğü ile cehaletin büyüklüğü orantılı olmuş.Böyle bir halktan subjektiflikten çıkıp,objektifliğe yönelmesini bekleyebilir misiniz?Ölümü ve öldürmeyi kutsal amaç gibi gösterenlere inanan halk ne kadar bilinçli olabilir?

    Osmanlı dan beri süre gelen teba zihniyeti Türkiye yi de esir almıştır!Hak aramayı! kendi menfaati korumak sayan yeniçeriler gibi!Sadece kendi sınıfının hakkını savunan bir zihniyet sizce?nasıl bir zihniyettir?Kol kırılır yen içinde kalır!Rüşvet ve iltimas haktır!Devletin Ali menfaati onu oluşturan bireyi hiçe sayabilir!Günün ekabiri ölmek veya öldürülmekten imtina edebilir!İleride kendi soyu! "piyon" mukabili öldürülen olabilir , diğer piyonun öldürülen soyundan biride "ayrıcalıklı" olabilir.Ölmeye ve öldürmeye karar almak kolay!Acaba bu ölen veya öldüren kendileri olsa nasıl karar alırlardı?

    İnsanı ve insan hak ve özgürlüklerini savunamayan!Kendi subjektifliği içinde sıkışıp kalır!Tarihte görüldüğü üzere.Acı olan bunca deneyim varken;insanlığın bunu yaşamakta ki ısrarı dır.Kendini başkalarından farklı göstermeye çalışanlar!Onlar gibi davranmakta sakınca görmezler!Mevzu başkaları olduğunda objektiftirler ama, kendi etnik kökenleri olduğunda subjektif davranırlar!

    Sosyalist olduğunu iddia edenler; sendikalar eliyle veya grev yoluyla işçi sınıfına avantaj sağlarlar!İşçi sınıfının gelir artışı diğer çıkar gruplarının gelir azalışı ile karşılanır!Her bir çıkar grubu kendi menfaatini düşünür altta kalanın canı çıksın.Yine sosyalist olduğu iddiasında olup,her bir insana refah sağlayacaığı iddiasın da olanlar da mevcuttu!Bi türlü düşündükleri uygulama sahası bulamadı!Aksine geri gittikleri aşikar!

    acaba sayın Oktay Ekşi kendi tasarladığı düzenin aksaklıklarını giderebilmiş mi ki!Yada şuan dünya da yaşanan bunca sıkıntıya ne çözüm bulmuş?Yoksa yaptığı herkesin yaptığı gibi biat etme kültürü mü?Ufukta yeni birşey yok!Fasit daireye devam.

    Saygılarımla,



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Massaimassai -- 10 Eylül 2008; 5:33:58 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: redstorm



    NP�nin milletvekillerinin yüzde 37�si rüşvet ve yolsuzluğa, yüzde 14�ü resmi belgede sahtekarlık türü suçlara bulaşmıştı. Nitekim bu sırada yargıdan o milletvekillerinin tutuklanması yolunda bir karar çıkınca Hitler bu tutuklama kararını uygulamamakla kalmadı, onu milletvekillerine karşı koz olarak kullandı ve istediği yasaları çıkarttı. Bunlardan biri de meşhur "Olağanüstü Yetki Yasası" (OYY) idi. Çünkü Hitler bir yandan FK�yı kullanarak karışıklık çıkarttırıyor, öte yandan düzeni korumak için daha sert önlemlere ihtiyaç olduğunu savunuyordu. Polisten ayrı Gestapo teşkilatı da bu gerekçeyle kuruldu. Hitler artık açıkça �Zararlı gördüğü her kuruluşun ve örgütün icabına bakılacağını� söylemekten çekinmiyordu.



    Bu sistemin günümüz sisteminden farkı ne?

    Bugün Hitler'e söven Amerika ve Amerikan yandaşları hangi politikayı uyguluyor?

    Hitler'inkinden farklı bir durum var mı ki bu dünya düzeninde?




  • vurgulamak gerekirse: "her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin, mesuliyetine ortak sayılır". M.K.ATATÜRK

    bizim ülkemizde yaşadıklarımıza ne kadar da çok benziyor değil mi?
  • Fatih Altaylı
    Daha önceleri neredeydiniz?

    09.09.2008 12:54
    Başbakan'ın ağır saldırısı sonrasında "Çoğulcu medya olmalı. İktidar yanlısı
    tekel medyası olmamalı" diyen Doğan Grubu'nu gülerek izliyorum.

    Çok değil, 2 yıl kadar önce Türkiye'de iktidar yanlısı medya yine vardı.

    Ama bunun karşısında Türkiye'nin en büyük iki medya grubu vardı.

    Doğan ve Ciner grupları.

    Çoğulcu medyadan, tek sesli olmayan medyadan bahseden Aydın Doğan, o
    günlerde hortumcu Dinç Bilgin ve damadına iktidarın TMSF'sinde mesai
    yaptırıyor, Dinç Bilgin'in ürettiği sahte bir belge ile Ciner Grubu medyasına el konulmasını sağlamak için TMSF Başkanı Ahmet Ertürk ve siyasete kapalı kapılar ardından baskı yapıyordu.

    Nitekim bunu başardılar da.

    TMSF sahte bir belgeye dayanarak Türkiye'nin ikinci büyük medya grubuna el
    koydu.

    Bu olayın Doğan yönetiminde şampanya patlatılarak kutlandığını o günlerde
    yazdım.

    TMSF'nin el koyması üzerine Ciner Grubu mahkemeye gitti.

    Davayı kazandı. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi TMSF'ye " Yaptığın işlem
    hukuksuz. Sahibine iade et" dedi.

    Siz Doğan Grubu'nda veya başka bir gazetede bununla ilgili tek bir satır haber gördünüz mü?

    TMSF, yüce yargının kararına uymadı. Hukuk ayaklar altına alındı.

    Siz Doğan Grubu'nda bununla ilgili tek bir satır gördünüz mü?

    Türkiye'nin ikinci büyük medya grubuna el konuldu.

    Çıt çıkmadı.

    Hukuk ayaklar altına alındı.

    Çıt çıkmadı.

    Ya ana muhalefet lideri ve diğerleri.

    Tek kelime etmediler.

    Bugün Doğan Grubu'yla ilgili gerçekler, hoş olmayan bir biçimde ortalığa
    dökülence iktidara demediğini bırakmayan Deniz Baykal'dan da tek bir itiraz
    gelmedi.

    Çünkü biz kimsenin uydusu olmadan gazetcilik yapmaya çalışıyorduk.

    Kimsenin adamı, kimsenin medyası değildik.

    Haberciydik.

    O yüzden şimdi kopan kıyamete bakınca gülüyorum.

    Başbakan, Doğan Grubu'na altı dolu suçlamalar yöneltince "Basın özgürlüğü"
    diyenler, Türkiye'nin ikinci büyük medya grubuna el konulunca neredeyse
    alkış tutmuşlardı.

    O basın özgürlüğü değil miydi?

    Dünün bağımsız Sabah'ı, bugün iktidar yanlısı medyanın amiral gemisi olmadı
    mı?

    Yılmaz Özdil "Sabah utanç verici bir gazete" diyor şimdi.

    Peki Yılmaz Özdil, sen TMSF kontrolündeki Sabah'ta aylarca çalışarak, daha
    doğrusu Hürriyet'ten teklif alıncaya kadar çalışarak Sabah'taki TMSF
    yönetimini legalize etmedin mi?

    Hürriyet teklif yapmasa hala orada olmayacak mıydın!

    Olan bitene hem üzülüyorum, hem gülüyorum.

    Ciner Grubu'nu medyadan uzaklaştırarak tek güç olmak isteyen Aydın Doğan,
    mahallede tek başına kalmanın sıkıntılarını yaşamaya başlayınca "Tek sesli
    medya istiyorlar" diye ağlanıyor.

    Peki aynı şeyi sen istemedin mi?

    Bunun için yapmadığın ayak oyunu kalmadığını herkes bilmiyor mu?

    Gülüyorum ama endişeleniyorum da.

    Şampanya falan da patlatmıyorum.

    Çünkü onlar gibi değilim.

    Haber niye saklanır!

    Başbakan'la Doğan arasındaki kavganın nedeni olarak Deniz Feneri yolsuzluğunun haber yapılması görünüyor.

    Doğrudur.

    Bu haber önemlidir.

    Demokratik bir hukuk devletinin Başbakan'ı böyle bir yolsuzluk karşısında suçlamaya geçmez, bunun Türkiye'de bağlantılarının da aynı yolsuzluğa karışıp karışmadığının araştırılması için sistemi hareket geçirir. Adalet Bakanı vasıtasıyla savcıları bu işe yönlendirir.

    Bugünkü tavrıyla, burada Tayyip Erdoğan'ın yatacak yeri yoktur.

    Ama Doğan Grubu'nun da yatacak yeri yoktur.

    Neden mi?

    Gelin anlatayım.

    Deniz Feneri yolsuzluğu ile ilgili gelişmeler yeni değil.

    Hürriyet'te bu konudaki ilk haber 2007 yılı başlarında çıktı.

    Önce Almanya mahreçli bir haber, sonra da Yalçın Doğan'ın köşesinde bir yorum haber.

    Sonra kesildi.

    1,5 yıl süreyle tek satır yayınlanmadı.

    Haber geliyor ama sansür ediliyordu.

    Bunu biliyorum.

    İçinde Zahit Akman'ın adı geçiyordu; televizyonları ve D Smart'ı nedeniyle RTÜK'le işleri olan Doğan Grubu o günlerde Akman ve iktidar ile iyi geçinmek için bu haberleri kullanmıyor, saklıyordu.

    Saklanan bu haberler ne zaman ortaya çıktı.

    RTÜK, Doğan'ın taleplerine "Olur" vermediği zaman.

    Saklanan dosyalar açıldı. Pislik ortaya döküldü.

    Peki ya RTÜK veya hükümet Aydın Doğan'ın taleplerine "Evet" deseydi ne
    olacaktı?

    Yanıt basit.

    Türk halkı bu yolsuzlukları öğrenemeyecekti.

    Haber saklanmaya devam edecekti.

    Sevgili okurlar, bu mudur özgür medya, bu mudur gazetecilik?

    Bu medyayı, dahası sizin benim tepkilerimi kullanarak ticari çıkar sağlamak
    değil midir?

    Ertuğrul Özkök'ün odasındaki kasada bir gün yayınlanmak üzere bekletilen ve
    belki de bizim asla öğrenemeyeceğimiz daha ne haberler vardır, hiç
    düşündünüz mü?

    Doğan'ın kankası, İş Bankası

    "Basın özgürlüğü yok. Bu kavga medya patronu ile Başbakan kavgası değildir.
    Buna sessiz kalamayız. Bu basın özgürlüğü, demokrasi sorunudur. Niye bazı
    basın kuruluşları sadece Başbakan'ın açıklamalarını yayınlıyor da, iddiaları
    yayınlamıyor. Bu çok tehlikeli bir durumdur."

    Bu sözler Deniz Baykal'a ait.

    Ve ben de "Günaydın" diyorum.

    Ve ben de Deniz Baykal'a yukarıda sorduğum soruyu tekrarlıyorum: "Türkiye'nin ikinci büyük medya grubuna el konulurken uyuyor muydunuz? Bu ortam oluşturulurken neredeydiniz? Yoksa o medya grubu Doğan'a geçer diye mi
    umuyordunuz?"

    Aydın Doğan'ı cansiperane savunan Baykal, ATV ve Sabah'a el koyulur, iktidar
    yanlısı medyanın bel kemiği oluşturulurken tek kelime etti mi?

    El koymanın hukuksuzluğu mahkeme kararı ile tespit edilirken "Basın özgürlüğünün ırzına geçiliyor" dedi mi?

    Demedi.

    Oysa o gün basın özgürlüğünün ırzına geçilmekten öte, fiili livata yapılıyordu.

    Gıkını çıkarmadı.

    Aydın Abisinden korktu. Ağzını açamadı.

    Şimdi Baykal'a soruyorum, sizin tepkinizin gerekçesi gerçekten basın özgürlüğü mü, yoksa Aydın Doğan'la aranızdaki ilişkiler ağı mı?

    Hangi ağdan söz ettiğimi anlatayım da bilin.

    Hatırlayacaksınız, Doğan Grubu Petrol Ofisi'ni İş Bankası ile birlikte satın almıştı. Elli elli ortak.

    Sonra Doğan Grubu kontrolündeki Vatan Gazetesi ve Aydın Doğan medyası İş
    Bankası yönetimine saldırıya geçtiler.

    Önce Genel Müdür, sonra Yönetim Kurulu Başkanı Metin Tiryaki hedef alındı.

    Günler süren yayınlar yapıldı.

    Ne oldu?

    İş Bankası elindeki Petrol Ofisi hisselerini Aydın Doğan'a sattı.

    Aldığı günkü fiyattan. Şirketin kazandığı değer göz önüne alınmadan, üstelik 5
    yıl vadeli 560 milyon dolara.

    Aydın Doğan 5 yıl vadeli 560 milyon dolara aldığı hisselerin yüzde 34'ünü
    iki ay sonra Avusturyalı OMV'ye sattı. 1 milyar avroya. Yani 1,5 milyar
    dolara. 2 ayda 1 milyar dolar kar.

    Böyle bir satış 2 ayda yapılamayacağına göre kurulan tezgah batan belliydi.
    İş Bankası bu satıştan kendi payına düecek 500 milyon dolar karı Aydın Doğan'a
    hibe etmiş oldu.

    Böyle bir hatayı yapan bankanın genel müdürü kovulur değil mi?

    İş Bankası'nda böyle bir şey olmadı.

    İş Bankası emeklilerinin parası çalındı. Çıt çıkmadı.

    Peki o İş Bankası kimin kontrolünde?

    Baykal'ın. Buradaki 4 yönetim kurulu üyesini bizzat Baykal atıyor.

    Gördünüz mü işbirliğini.

    Hadi gelin biraz daha geriye gidelim.

    Aydın Doğan, sahibi olduğu Dışbank'ı üç yıl önce 1 milyar avroya Fortis'e sattı.

    Peki Aydın Doğan Dışbank'ı kimden satın almıtı?

    Bildiniz, İş Bankası'ndan.

    Dışbank İş Bankası'nındı. Sonra Aydın Doğan'a satıldı.

    Yanlış hatırlamıyorsam 17 milyon dolara.

    Ama Aydın Doğan'dan beş kuruş para çıkmadı.

    Çünkü satın alması için gerekli parayı da yine İş Bankası verdi. Frankfurt
    Şubesi üzerinden Aydın Doğan'a kredi açarak.

    Aydın Doğan İş Bankası'nın parasıyla, İş Bankası'nın bankasını aldı.

    17 milyon dolara aldı, 1,5 milyar dolara sattı.

    Her biri birer etik, ahlak timsali olan Deniz Baykal veya Aydın Doğan ya da
    İş Bankası içindeki CHP'li üyeler bu işlerin arkasındaki sırrı açıklar mı
    acaba?

    Hani herkes birbirinden bir açıklama bekliyor ya!

    Bu haberi unutturmam

    Değerli okurlar.

    Deniz Feneri davasını bundan sonra bizzat ben takip edeceğim.

    Haberlerin karartılmasının, pazarlıklarla saklanmasının önüne geçeceğim.

    Bu konudaki haberleri takip eden ama yayınlatamayan Doğan Grubu'ndaki
    meslektaşlarım o günlerde bu korkudan bana ulaştıramıyorlardı.

    Ben de evinde oturan işsiz bir gazeteci olarak bu bilgilere ulaşamıyordum.

    Bundan böyle unuttuğumuz, unutturulan bu haberi kimse izlemezse, ben
    izleyeceğim.

    Bu olayın toz duman içinde kaybolmasına izin vermeyeceğim.

    Elimden geldiğince.

    NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

    Haberleri saklayıp işimize geldiği zaman kullanmadğımızda




  • Fatih Altaylı
    Aydın Doğan desteği haketmiyor

    08.09.2008 07:08

    Dediklerim bir bir çıkıyor mu?

    'Aydın Doğan’ın derdi Hilton arazisi' diye yazdım.

    Dava açtılar.

    Kaybettiler.

    Şimdi birinci ağızdan doğrulandı.

    Rafineri için Başbakan’ın kapısına dayandı dedim.

    “Yalan” dediler.

    Şimdi kendileri doğruluyorlar.

    Ne yazdıysak doğru.

    Aynen 3 milyar dolarlık vergi kaçakçılığının doğru olduğu gibi.

    Biz hep doğruları yazdık.

    Aslına bakarsanız Aydın Doğan, vergi kaçakçılığında köşeye sıkışmıştı.

    Ama '27 Nisan e-muhtırası', Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve erken genel seçim imdadına yetişti. 3 milyar dolar yerine 275 milyon YTL ödediler. İş kapandı. Doğan medyası seçimlerde AKP’yi destekledi.

    Şimdi yine seçim havasına girilirken, Aydın Doğan medyası yine yüklenmeye başladı.

    Rafineriye lisans, Hilton arazisine imar ve ucuza kapatılan bir televizyonun karasal yayın izni lazım. Seçim zamanı hükümet sıkıştırılırsa bunlar hallolur diye düşünmüş olmalılar.

    Başladılar bastırmaya.

    Sonunda Başbakan patladı. “Hodri meydan” dedi.

    Çünkü Doğan’ın gözü doymak bilmiyor.

    Başbakan anladı ki, bugün bunları verse, yarın yeni talepler gelecek.

    Çıktı açıkça meydan okudu.

    Aslında bir gazeteci olarak benim burada Aydın Doğan’dan, yayıncıdan yana tavır almam gerek.

    Ama Aydın Doğan’a “Gazeteci” demek mümkün mü?

    Gazete dediğin doruları yazar, her zaman yazar, herkese karşı yazar.

    Doğan medyası öyle mi?

    Onlar için haber demek, Aydın Doğan’ın çıkarları demek.

    Medya aracılığıyla bilek bükmek, haksız rekabet yapmak, ticari avantaj sağlamak demek.

    Bunun için ben burada Aydın Doğan’ın tarafında olamıyorum.

    Çünkü bana göre Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun en büyük sorumlusu Aydın Doğan ve onun medyayı kullanma biçimi.

    Aydın Bey şimdi çıkmış, veryansın ediyor. Namustan, şereften, haysiyetten dem vuruyor.

    İyi de Taha Akyol gibileri Ankara’ya yollayıp iş bitirmeye çalışan, başbakanlardan haksız kazançlarına aracılık etmesi için ricacı olan birinin bunları söylemeye ne hakkı var!

    Sen adam gibi gazetecilik yapsaydın, hepimiz bugün arkanda olurduk.

    Bugün ne yazık ki, olamayacağız.

    Çünkü haketmiyorsun.

    Hilton ve vicdan

    Aydın Doğan, Hilton’a ekstra imar izni talebini sanki dünyanın en normal, en doğru işiymiş gibi talep ediyor.

    Buna benim lugatımda arsızlık denir.

    Hilton arazisinin imar izninin arttırılmasına neden karşı olduğumu ve Aydın Doğan’ın bunu neden bu kadar ısrarla talep ettiği bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum.

    Aydın Doğan, Hilton’u 255 milyon dolara satın aldı.

    Doğan burayı satın aldığı zaman arazinin imar izni 0,7 emsaldi.

    Yani burada yaklaşık 45 bin metrekarelik bir inşaat yapılması mümkündü.

    Aydın Doğan, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’den bu imar iznini 2,7 emsale, yani yapılabilecek inşaat alanını 233 bin metrekareye çıkarmasını istedi.

    Sarıgül bunu halletti.

    Ancak Büyükşehir’in onayı gerekiyordu.

    Biz bunu haber yapınca iş yattı.

    Yaklaşık 2 yıldır Aydın Doğan bu meseleyi halletmeye çalışıyor, bunun için Başbakan’a kadar gidiyor, gerekirse şantaj, baskı yapıyor.

    Çünkü ortada büyük bir rant var.

    Hilton’un bulunduğu yer Türkiye’nin en değerli arazisi.

    Burada yapılacak bir inşaatın metrekare satış fiyatı, ortalama olarak 10-12 bin dolar civarında olacak.

    233 bin metrekarelik bir inşaat, Aydın Doğan’a en az 2,5 milyar dolar getirecek.

    Arazinin 254 milyon dolar olduğu, üzerine yapılacak 233 bin metrekare inşaatın da 250 milyon dolar tutacağı hesaplanırsa Aydın Doğan yatırdığı toplam 504 milyon dolar karşılığında 2,5 milyar dolar alacak ve 2 milyar dolar para kazanacak.

    Bunun adı haksızlıktır, soygundur.

    Çünkü Hilton arazisi imar planı değişikliği yapıldıktan sonra satılsaydı an az 1,5 milyar dolar ederdi.

    Ve bu para Emekli Sandığı’na yani emeklilere, dullara, yetimlere giderdi.

    Şimdi ise bu para Aydın Doğan’ın cebine gidecek.

    Benim vicdanım bunu kabul etmiyor.

    Aydın Doğan'ınki ediyor olmalı ki, bunun için Başbakan, Belediye Başkanı demiyor, kapı kapı dolaşıyor.

    NOT: Değerli okurlar bu konudaki yazılarım sürecek.

    NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

    Hiç değilse 70 yaşından sonra para için değil, haysiyetimiz için yaşadığımız zaman.




  • dolayısı ile oktay ekşi de "haklı" olarak patronunu savunuyor. patronunun yatığı usulsüzlüklerden bahsetme ihtiyacı içine girmiyor bile.

    nerde patronunun çıkarı zora girse doğan yayın grubu el altında tutttuğu dosyaları yalanları ile beraber su üzerine çıkarıyor. yani medya şantaj olarak kullanılıyor ...

    acaba;

    hiltonda imar izni 2,7 katına çıkarılıp gerekli ruhsatlar verilse idi acaba doğan yayın grubu hükümete yüklenir miydi ?


    bu kapışmayı izlemeye devam edeceğiz, onlar kapıştıkça bizler de olan biteni görmeye başlayacağız ...
  • kapışma sonucunda muhtemelen doğanların sonu olur(bkz:cem uzan,tuncay özkan).birgün mevcut hükümet düşerse onlarda yargılanır hatta belki ceza alır(bkz:erbakan).aynı düzen devam eder bizde halk olarak izler sömürülür yaşar gideriz(dinleyiniz:had gadia)
  • Tabii bu kavgada, şimdi iki arada bir derede olan ve seçimlerde sıkı AKP destekçisi Doğan grubundan, liberal yazarlarda var. Bırakın kavgayı, aranızda anlaşın, bunları halkın önünde konuşmayalım diyenlerde..

    Hasan Cemal

    " Erdoğan, bu kadar kırık notla sınıfta çakar!
    Bazen sözü uzatmak yersiz kaçar. En kısa deyişle: Başbakan Erdoğan, bu kadar kırık notla 'demokrasi okulu'nda sınıf geçemez, sınıfta çakar.
    Şunu rahatça söyleyebilirim:
    Deniz Feneri olayı -ya da Almanya'da görülmekte olan Deniz Feneri e. V. Davası- ile ilgili son çıkışlarına hangi pencereden bakılsa, apaçık görülüyor Başbakan Erdoğan'ın nasıl döküldüğü...
    Birinci kırık not...
    Bir iddianame, özgür basına sahip her ülkede haberdir. Haberleştirilip kamuoyuna yansımasıyla birlikte üzerinde konuşulur, tartışılır. Bir ülkenin başbakanının kalkıp bir iddianamenin haber konusu yapılmasına böylesine bir hiddetle karşı çıkmasına demokrasilerde rastlanmaz.
    İkinci kırık not...
    Deniz Feneri davası Almanya'da, Frankfurt Mahkemesi'nde görülüyor. Alman savcının iddianamesinde Başbakan Erdoğan'ın da adı var. CHP lideri Baykal bu noktayı kamuoyunun dikkatine getiriyor. Ve olay böylece medyaya daha ayrıntılı biçimde yansıyor.
    Uzun yıllar genel yayın yönetmenliği yapmış olan bir gazeteciyim. Benim önüme de böyle bir iddianame gelse, hiç öyle utangaç da davranmaz, haberi manşete çakar, sonuna kadar üzerine giderdim.
    Başbakan Erdoğan'ın bundan dolayı özellikle Aydın Doğan'ı, bu gruptaki gazete yöneticilerini, benim de aralarında yer aldığım köşe yazarlarını böylesine hedef almış olması yanlıştır, haksızlıktır, demokrasi kültürü açısından büyük bir talihsizliktir.
    Üçüncü kırık not...
    İddianame, adı üstünde 'iddialar'dan oluşur, son söz değildir. Bazen son derece zayıf da çıkabilir iddianameler... Başbakan Erdoğan, Deniz Feneri iddianamesinin kendisiyle ilgili bölümüne ilişkin yazılı bir açıklamayla kamuoyunu aydınlatabilirdi. Eğer frene basabilse, demokratik hukuk devletine yakışan bir davranışta bulunmuş olurdu.
    Dördüncü kırık not...
    Yolsuzluklar konusunda duyarlı olduğunu öteden beri hep tekrarlayan Başbakan Erdoğan, Almanya'daki Deniz Feneri davasının Türkiye'ye dönük yüzünde neler olabilir sorusunun üzerine daha enerjik biçimde gidilmesini sağlayabilirdi. Bunu yapmak yerine basını susturmanın, yıldırmanın sevimsiz yollarında yürümeyi tercih etti.
    Neden öyle?..
    Beşinci kırık not...
    Bir de üslup meselesi var Başbakan Erdoğan'ın. Bu meselesi yeni de değil. Geçmişteki örneklerine kıyasla, bu defa belki daha vahim örneklerin kahramanı oldu. Özellikle Aydın Doğan'a, Doğan Grubu gazetelerinin yönetici ve yazarlarına yönelik üslubu son derece yakışıksızdı.
    Çok yazık!
    Altıncı kırık not...
    Aydın Doğan Kanal D'de Mehmet Ali Birand'ın sorularını yanıtlarken şöyle diyor:
    "Ben 50 yıldır bu memlekette iş yapıyorum. Sayın Başbakan, 'Açıklayacağım' diyor. Bana göre bir hafta kalmasına gerek yok, hemen açıklasın. Niye mahkemelere verilmiyor, benimle ilgili bir şey varsa?.. Elinde eğer dosya tutuyorsa, o da şantaj... İkisi de suç! Böyle şey olabilir mi? Bunları konuşan bir ülkenin başbakanı..."
    Aydın Doğan'ın bu haklı sözleri, Tayyip Erdoğan'ın 'demokrasi ve hukuk kültürü'nün pek öyle fazla derin olmadığını sergiliyor.
    Erdoğan'ın kırık notları çoğaltılabilir.
    Ama burada kesiyorum.
    Tayyip Erdoğan'ı yıllardır yakından izlemeye çalışan bir gazeteciyim. Son Deniz Feneri olayındaki gibi zaman zaman frenlerinin boşaldığına tanık oldum ve kendisini eleştirdim.
    Bunu bazen bilinçli yapıyor.
    Bazen de anlaşılan o ki 'kontrol'den çıkıyor.
    İkisi de çok yanlış.
    Belki ikisinde de, bugün siyaset sahnesinde geçerli alternatifsizlik haliyle, bundan kaynaklanan 'iktidar şımarıklığı'nın da payı vardır.
    Geçelim.
    Bu yakınlarda, yaz tatilinden de yararlanarak Aydın Doğan'la bir çok kez samimi ortamlarda uzun sohbet fırsatım oldu. Genel siyasal durum, Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin yol haritası ve bunun içinde AB'nin yaşamsal yeri gibi konularda neler düşündüğünü iyi bildiğimi sanıyorum.
    Onun için de bu yazıyı, Aydın Doğan'ın Kanal D konuşmasında Başbakan Erdoğan'a yönelik şu sözleriyle noktalamak istiyorum:
    "Genç yaşında başbakan oldun. Başarılısın da. Ülkede güzel şeyler yaptın. Bırak bizimle uğraşmayı da Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne götür. Biz de sana yardımcı olalım, elimizden geleni yapalım. Gel Türkiye'nin ekonomik meselelerini çözmek için ne gerekiyorsa yapalım. Yalan yanlış iftira ne varsa, düzeltmeye amadeyiz. Ama tehditle, şantajla, baskıyla olmaz. Bunun adı demokrasi değil. Tayyip Bey de demokrasiyi içine sindirsin."
    Türkiye'nin gerçek gündemi budur.
    AB seferberliğidir.
    Demokratikleşmedir.
    Hukuk reformudur.
    Ekonominin yapısal sorunlarıdır.
    Aş ve iştir, yoksulluktur.
    Yolsuzluklarla mücadeledir.
    Sayın Başbakan, dileriz, medyayla uğraşmayı bırakır ve en kısa zamanda bu ülkenin temel sorunlarının oluşturduğu 'gerçek gündem'e döner.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: kimnenasıl

    Tabii bu kavgada, şimdi iki arada bir derede olan ve seçimlerde sıkı AKP destekçisi Doğan grubundan, liberal yazarlarda var. Bırakın kavgayı, aranızda anlaşın, bunları halkın önünde konuşmayalım diyenlerde..

    Hasan Cemal



    hasan cemal, milliyette aydın doğanın kırık notları yazamazdı sanırım ... malum ekmek parası ...

    bu arada;

    sanırım bu kavgada aydın doğan'ı desteklemek usulsüzlükleri, yolsuzlukları, şantajı, medyayı isteklerine alet etmede bir araç olarak kullanmayı desteklemek gibidir.


    sen misin hiltona imar izni vermeyen, sen misin 3 milyar dolar para kazanmama mani olan, ben de seni medya kanalı ile yıpratırım ...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    sanırım bu kavgada aydın doğan'ı desteklemek usulsüzlükleri, yolsuzlukları, şantajı, medyayı isteklerine alet etmede bir araç olarak kullanmayı desteklemek gibidir.


    Sanırım bu kavgada bir taraf olmaktan, bitaraf olmanın sağlayabileceği berrak görüşe sahip olamıyoruz.
    Yukarıdaki yazının Doğan Medya Grubu'nun bir yazarına ait olması, o tarafı desteklediğim anlamına gelmez.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: redstorm


    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    sanırım bu kavgada aydın doğan'ı desteklemek usulsüzlükleri, yolsuzlukları, şantajı, medyayı isteklerine alet etmede bir araç olarak kullanmayı desteklemek gibidir.


    Sanırım bu kavgada bir taraf olmaktan, bitaraf olmanın sağlayabileceği berrak görüşe sahip olamıyoruz.
    Yukarıdaki yazının Doğan Medya Grubu'nun bir yazarına ait olması, o tarafı desteklediğim anlamına gelmez.

    Ya taraf olursun yada bertaraf

    Öznel yargıları ile nesnel yargıları ayırt etmeyi öğrenmek mesele.Akıl zaten başlı başına bir taraf tutma aracı.Çizgiyi geçmek değil sorun çizginin nerde olduğunu bilmemek.Gerçi bu durumda sadece sempatizan olursun militan değil.Bu bir çelişkidir.Öyleyse ...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: redstorm


    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    sanırım bu kavgada aydın doğan'ı desteklemek usulsüzlükleri, yolsuzlukları, şantajı, medyayı isteklerine alet etmede bir araç olarak kullanmayı desteklemek gibidir.


    Sanırım bu kavgada bir taraf olmaktan, bitaraf olmanın sağlayabileceği berrak görüşe sahip olamıyoruz.
    Yukarıdaki yazının Doğan Medya Grubu'nun bir yazarına ait olması, o tarafı desteklediğim anlamına gelmez.



    sözümü kimnenasıl a atfen yazmıştım ama size de dokunmuş tabii ... yeni farkettim ...

    bu arada tarafsızlığınızdan şüphem yok ...




  • O zaman şöyle bir sonuç çıkmıyor mu?

    Bilumum yazarlardan bazıları, bir partiyi ve başkanını ülkeye demokrasi getireceğiz, ülkeyi AB ye sokacağız,şeffaf olacağız,dokunulmazlıkları kaldıracağız,hortumculara yeni hortumcular ekletmeyeceğiz vs.. vaad ve eylemlerine inanmıyorlardı, inanmıyorlardı ama patronun yüzü hürmetine külliyen destekliyorlardı. Haksız bir ortam, bir parti lehine kamuoyu yaratıyorlardı.Halkı yönlendirmeyi böylece başardılar.

    Bu vesile ile tekrar hatırlatalım..

    "Amerikan Demokrasi Projesi NED ve WEB in ulus devletleri yıkma sürecinde, çok tanıdık gelen bazı adımları:

    -Kamuoyu oluşturucuları-aydınlara, yazarlara, bilim adamlarına içerde ve dışarıda, masrafları karşılayarak,konferanslara çekmek.Katılımcılarla doğrudan ilişki içinde,ilgili ülke hakkında bilgi almak ve “düşünce ve örgütlenme” özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini benimsetmek.
    -Yeni propaganda aygıtlarının(radyo, gazete, dergi,televizyon,video yayını) devreye sokulması.Bilimsel ve magazin içerikli,insan hakları ilkeleri üstüne yayınların yoğunlaşması.İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla sürecin hızlandırılması.
    -Casuslar Yerine ( ! ) yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için yaygın eğitim programının gerçekleştirilmesi.
    -Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması. Yerel vakıf (!) ve düşünce derneklerinin kurulması.

    -Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması(!),buna karşılık medya muhabir ağıyla Açık ve yaygın istihbarat toplanması,
    -Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslar arası toplantılara adam taşınması, ulusal ve bölgesel tarihin bütünleştirici özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih,yerel kültür araştırması altında en eskiye özlem yaratılması.
    -Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni kimlikli topluluklar yaratılması.

    -Ülkede sık sık ekonomik dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması. Ulusal devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması,yabancı şirket egemenliğine geçmesi.

    -Kültürel kaynakların yıkımı: “çok kültürlülük” propagandası ile toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması"




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Raskolnikov


    Ya taraf olursun yada bertaraf

    Öznel yargıları ile nesnel yargıları ayırt etmeyi öğrenmek mesele.Akıl zaten başlı başına bir taraf tutma aracı.Çizgiyi geçmek değil sorun çizginin nerde olduğunu bilmemek.Gerçi bu durumda sadece sempatizan olursun militan değil.Bu bir çelişkidir.Öyleyse ...

    Öyleyse...?
    ..................

    Herneyse...

    İki ucu da b*ka batmış bir değneğin, ortasından tutup, hangi taraftaki pisliğin daha berbat, daha vehim etkileri olduğuna karar verebiliriz herhalde. Akıl, "düşmanımın düşmanı dostumdur" yaklaşımını da desteklemez sanırım.


    quote:

    sözümü kimnenasıl a atfen yazmıştım ama size de dokunmuş tabii ... yeni farkettim ...

    bu arada tarafsızlığınızdan şüphem yok ...

    @Deep;
    Sözünün bana olmadığının farkındayım. Alınganlık değil, merak etme. Sadece fikrimi belirttim.
    Ayrıca, kime, neyin dokunduğu da az çok belli sanırım.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    sen misin hiltona imar izni vermeyen, sen misin 3 milyar dolar para kazanmama mani olan, ben de seni medya kanalı ile yıpratırım ...


    İsteyen Aydın Doğan değil de dinci camiadan birileri olsaydı teredütsüz verirdi. Aydın Doğan'ın hukuki yollardan birtakım talepleri olmuştur. Asıl Tayyib'in yaptığı ayıptır. İşine gelmeyen haberler yazdığında "Vay efendim sen bunu şundan yapıyorsun" diye adeta niyet okuyor. Konuyu saptırıyor. Haber doğru olduğu sürece isteyen medya kuruluşu işine geleni yazar işine gelmeyeni yazmaz. İşine gelmeyen haberi yazmama özgürlüğü var. Kimse zorla kimseye haber yazdıramaz. Bu basın özgürlüğü değil.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika
    Aydın Doğan'ın hukuki yollardan birtakım talepleri olmuştur.



    ihaleden önceki şartlar ne idi ? hilton arazisinde yapılaşma izni yoktu, ve 0.7 katsayı söz konusu idi.

    bu şartlar ile ihale 255 milyon dolara doğana kalmıştır.

    doğan ihaleden sonra elindeki medya gücünü kullanarak yapılaşma izni ve 0.7 olan katsayıyı 2.7 ye çıkarmayı talep etmiştir.

    eğer talepleri ihaleden önce olsaydı bu arazi 255 milyon dolara değil 1,5 - 2 milyar dolara giderdi. dolayısı ile ortada bir haksız kazanç söz konusu.

    yani;

    aydın doğan mevcut şartlar ile 255 milyon dolara malettiği araziyi elindeki medya gücünü kullanarak imar şartlarını değiştirerek 2,5 -3 milyar dolar ilave rant elde edecek.

    siz de sayın kaotika;

    bu ranta "hukuki yoldan bir takım talep" diyorsunuz öyle mi ?

    acaba aydın doğanın talepleri ihaleden önce olsa ve o talepler karşılansa idi o arazi 255 milyon dolara mı yoksa 1,5 - 2 milyar dolara mı giderdi ?

    aradaki 1,5 milyar dolar kimin cebinden çıkmış olacaktı ?

    dolayısı ile istediği olmayan doğan, medyasını kullarak hükümete yüklenmektedir ...

    acaba istediği olsa idi doğan medya yine de hükümete yüklenecek miydi ?




  • quote:

    Orjinalden alıntı: redstorm


    quote:

    Orjinalden alıntı: Raskolnikov


    Ya taraf olursun yada bertaraf

    Öznel yargıları ile nesnel yargıları ayırt etmeyi öğrenmek mesele.Akıl zaten başlı başına bir taraf tutma aracı.Çizgiyi geçmek değil sorun çizginin nerde olduğunu bilmemek.Gerçi bu durumda sadece sempatizan olursun militan değil.Bu bir çelişkidir.Öyleyse ...

    Öyleyse...?
    ..................

    Herneyse...

    İki ucu da b*ka batmış bir değneğin, ortasından tutup, hangi taraftaki pisliğin daha berbat, daha vehim etkileri olduğuna karar verebiliriz herhalde. Akıl, "düşmanımın düşmanı dostumdur" yaklaşımını da desteklemez sanırım.


    quote:

    sözümü kimnenasıl a atfen yazmıştım ama size de dokunmuş tabii ... yeni farkettim ...

    bu arada tarafsızlığınızdan şüphem yok ...

    @Deep;
    Sözünün bana olmadığının farkındayım. Alınganlık değil, merak etme. Sadece fikrimi belirttim.
    Ayrıca, kime, neyin dokunduğu da az çok belli sanırım.





    Kime ne dokunmuş açıklar mısınız?




  • Hala Doğanlarla Tayyip arasındaki kavgayı konuşuyoruz.


    Deniz Feneri'ne ait suçlamaları sürekli gündeme getiren bir Cumhuriyet gazetesi var.

    Cumhuriyet'in herhangi bir rant kavgası yok.Bu yüzden yaptığı haber taraflı olmadığı için dikkate alınması gerekir.

    Tayyip Bey neden sadece Aydın Doğan'ı hedef alıyor çünkü Aydın Doğan'ın açıklarını biliyor ancak Cumhuriyet'in bir açığı olmadığı için ona saldıramıyor.

    Konu bu şekilde devam edince Tayyip bir taşta 2 kuş vurmuş oluyor.Aydın Doğan'ı sindiriyor ardındanda Cumhuriyet'i unutturuyor önemsizleştiriyor.
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.