Şimdi Ara

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ? (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
62
Cevap
11
Favori
2.406
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: grejuva6

    çok iyi bir konu olmuş beyler devamını bekliyoruz herkez yazsın bişiler
    bende konuşma dili hakkında birşeyler yazıyım
    konuşma dilinde ( galiba sadece amerikan ingilizcesinde) "be going to" yapısı gonna diye okunur aynı şekilde " want to " da wanna diye

    tabi resmi hiç bir yerde göremezsiniz sadece konuşmada kullanıyorlar ve şarkılara dikkat ettiyseniz çok karşılaşılıyor

    Bu bilgi için teşekkürler. Ben görüyorum zaten benim sette sizin dediğiniz şekilde söylendiğini. Hatta daha da acayip şeyler görüyorum.
  • Bu arada bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

    Have kelimesinin bir kullanım şeklini nasıl anlamam ve düşünmem gerektiği üzerinde birçok defa düşündüğüm için fark ettim.

    Tabii "live" dediğimizde normalde yaşayan bir canlı olarak yaşamımızı sürdürmek, bir yerde filan yaşamak aklımıza gelebileceği için sanırım have farklı bir anlamda "yaşamak" anlamına sahip olduğu halde sözlüklere yazılmamış.

    Biz mesela, çok iyi bir tatil geçirdim deriz. Aslında have birçok kez buradaki "geçirdim" şeklinde anlayacağımız sözcüğe denk düşüyr ama işin aslı şu:

    Bir olayı yaşamak anlamında have oldukça sık kullanılıyor. Live değil bakın, bir olayı, bir süreci yaşamak anlamında. "Geçirmek" olarak da düşünebileceğimiz bir anlamda. Yine "geçirmek" diye yazmamışlar çünkü biz daha çok geçirme eylemini bir nesneyi bir yerden geçirmek filan için kullanıyoruz ama, "hastalık geçirdiğimizden" de söz ediyoruz.

    Ama esasen yine de have daha çok geçirmek değil, "bir şeyi/bir olayı yaşamak" olarak çevirebileceğimiz bir anlamda oldukça sık kullanılıyor.


    Örnek olarak da şu cümleyi vereyim:

    Sunday's marathon was excting to watch. It was very unusual to have such a close finish.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 4 Ekim 2013; 13:55:14 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    Aklıma takılan bir şey vardı: When ve While arasındaki fark nedir diye. Az önce cevabını buldum:

    If we mention the shorter action first, we usually join the two parts of the sentence together with WHILE.


    Yani, kısa süren eylemi ilk olarak dile getirdiğinizde, daha uzun süren ikinci eylemi anlatan cümleciğe bağlamak için WHILE kullanıyorsunuz.

    Mesela,

    She was taking a shower WHEN the phone rang.

    (O duş alıyorken telefon çaldı.)


    The phone rang WHILE she was taking a shower.

    (Telefon çaldığında o duş alıyordu.)

    Türkçe çevirileri şahsen kendim yaptım.

    She was taking a shower WHEN the phone rang.

    Telefon çaldığında duş alıyordu olarak çevrilmesi gerekmiyor mu

    The phone rang WHILE she was taking a shower.

    Duş alıyorken telefon çaldı


    Eğer böyleyse yeni bir şey öğrenmiş olurum

    Bu arada konu güzel devam




  • quote:

    Orijinalden alıntı: smylmzr


    She was taking a shower WHEN the phone rang.

    Telefon çaldığında duş alıyordu olarak çevrilmesi gerekmiyor mu

    The phone rang WHILE she was taking a shower.

    Duş alıyorken telefon çaldı


    Eğer böyleyse yeni bir şey öğrenmiş olurum

    Bu arada konu güzel devam

    Şimdi orada dikkat ederseniz aslında iki cümlecik var cümleyi oluşturan. Ki, İngilizce'de bu cümleciklere clause diyorlar.

    She was taking a shower. İlk cümlecik. Sadece bunu aldık diyelim.

    O duş alıyordu.

    Bu durumda ilk cümlecik böyle olduğu için, doğru şekilde yazdığımı düşünüyorum. Dikkat ederseniz siz de fark edersiniz.

    Teşekkür ederim bu arada.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    quote:

    Orijinalden alıntı: smylmzr


    She was taking a shower WHEN the phone rang.

    Telefon çaldığında duş alıyordu olarak çevrilmesi gerekmiyor mu

    The phone rang WHILE she was taking a shower.

    Duş alıyorken telefon çaldı


    Eğer böyleyse yeni bir şey öğrenmiş olurum

    Bu arada konu güzel devam

    Şimdi orada dikkat ederseniz aslında iki cümlecik var cümleyi oluşturan. Ki, İngilizce'de bu cümleciklere clause diyorlar.

    She was taking a shower. İlk cümlecik. Sadece bunu aldık diyelim.

    O duş alıyordu.

    Bu durumda ilk cümlecik böyle olduğu için, doğru şekilde yazdığımı düşünüyorum. Dikkat ederseniz siz de fark edersiniz.

    Teşekkür ederim bu arada.

    Bilgim dahilinde, cümlede while ya da when ilk olarak çevrilir daha sonra diğeri




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    Bu arada bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

    Have kelimesinin bir kullanım şeklini nasıl anlamam ve düşünmem gerektiği üzerinde birçok defa düşündüğüm için fark ettim.

    Tabii "live" dediğimizde normalde yaşayan bir canlı olarak yaşamımızı sürdürmek, bir yerde filan yaşamak aklımıza gelebileceği için sanırım have farklı bir anlamda "yaşamak" anlamına sahip olduğu halde sözlüklere yazılmamış.

    Biz mesela, çok iyi bir tatil geçirdim deriz. Aslında have birçok kez buradaki "geçirdim" şeklinde anlayacağımız sözcüğe denk düşüyr ama işin aslı şu:

    Bir olayı yaşamak anlamında have oldukça sık kullanılıyor. Live değil bakın, bir olayı, bir süreci yaşamak anlamında. "Geçirmek" olarak da düşünebileceğimiz bir anlamda. Yine "geçirmek" diye yazmamışlar çünkü biz daha çok geçirme eylemini bir nesneyi bir yerden geçirmek filan için kullanıyoruz ama, "hastalık geçirdiğimizden" de söz ediyoruz.

    Ama esasen yine de have daha çok geçirmek değil, "bir şeyi/bir olayı yaşamak" olarak çevirebileceğimiz bir anlamda oldukça sık kullanılıyor.


    Örnek olarak da şu cümleyi vereyim:

    Sunday's marathon was excting to watch. It was very unusual to have such a close finish.


    Evet, "have" fiili BİR ŞEY/BİR OLAY YAŞAMAK anlamında kullanılıyor demiştim. Bugün en somut kanıtı ile de karşılaşmış oldum.



     BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?




  • MUST'ın kullanılışını bir Amerikalı uzman nasıl anlatır, biliyor musunuz?


    ## MUST ##

    Modal showing strong necessity, obligation or duty to do something. There is very little difference between

    MUST and HAVE TO. However, in formal English MUST is used for public notices about official rules or regulations.

    Must can also be used to express certainty about a situation because of existing facts or circumstances.

    (Türkçe'sini ben yazayım, zaten sette yok, Türkçe açıklamalar aslından biraz uzak kalıyor maalesef. Bir hayli ağır bir dil sayılır MUST'ı anlatmak için.)

    MUST, kuvvetli gereklilik, yükümlülük durumlarını ve yapılması gereken bir görevi gösterir. Daha doğrusu bu amaçla yardımcı fiil olarak yer alır. MUST ile HAVE TO arasında çok küçük bir fark vardır.

    Böyle olmakla birlikte, MUST toplumsal kurallara uygun davranılması konusunda uyarıda bulunmak, resmi kural ve düzene uygun davranılması konusunda uyarıda bulunmak için

    kullanılır. Bunun yanı sıra MUST, var olan gerçekler ve durumlara dayalı olarak, bir durum hakkında kesinlik anlatmak için kullanılabilir.

    (Çeviride minik hatalar var ise kusura bakmayın. Ben böyle anladım ve anladığım gibi yazdım. Fakat tuhaf olan bir şey, bence hani MUST'ı öğretmeye çalıştığın bir

    seviyedeki insana anlatmak için çok ağır bir dil kullanılmış. Bunu Amerikalı bir ilkokul çocuğuna anlatsan anlamaz bence. )



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 8 Ekim 2013; 23:35:10 >




  • Bu arada, HAD TO, Must ve Have To'nun(yani ikisinin birden) geçmiş zaman hali imiş. Ben de yeni öğrendim.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 8 Ekim 2013; 23:49:00 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    MUST'ın kullanılışını bir Amerikalı uzman nasıl anlatır, biliyor musunuz?


    ## MUST ##

    Modal showing strong necessity, obligation or duty to do something. There is very little difference between

    MUST and HAVE TO. However, in formal English MUST is used for public notices about official rules or regulations.

    Must can also be used to express certainty about a situation because of existing facts or circumstances.

    (Türkçe'sini ben yazayım, zaten sette yok, Türkçe açıklamalar aslından biraz uzak kalıyor maalesef. Bir hayli ağır bir dil sayılır MUST'ı anlatmak için.)

    MUST, kuvvetli gereklilik, yükümlülük durumlarını ve yapılması gereken bir görevi gösterir. Daha doğrusu bu amaçla yardımcı fiil olarak yer alır. MUST ile HAVE TO arasında çok küçük bir fark vardır.

    Böyle olmakla birlikte, MUST toplumsal kurallara uygun davranılması konusunda uyarıda bulunmak, resmi kural ve düzene uygun davranılması konusunda uyarıda bulunmak için

    kullanılır. Bunun yanı sıra MUST, var olan gerçekler ve durumlara dayalı olarak, bir durum hakkında kesinlik anlatmak için kullanılabilir.

    (Çeviride minik hatalar var ise kusura bakmayın. Ben böyle anladım ve anladığım gibi yazdım. Fakat tuhaf olan bir şey, bence hani MUST'ı öğretmeye çalıştığın bir

    seviyedeki insana anlatmak için çok ağır bir dil kullanılmış. Bunu Amerikalı bir ilkokul çocuğuna anlatsan anlamaz bence. )

    Geri kalanını da ekleyeyim, isteyen toplu olarak bakabilir.


    ## MUST ##

    Modal showing strong necessity, obligation or duty to do something. There is very little difference between

    MUST and HAVE TO. However, in formal English MUST is used for public notices about official rules or regulations.

    Must can also be used to express certainty about a situation because of existing facts or circumstances.

    ## SHOULD ##

    Modal used to talk about a duty or obligation (weaker than MUST or HAVE TO) or give somebody advice.

    ## HAD TO ##

    Semi-modal used to talk about a necessity, obligation or duty in the past. It is the past form of both HaVE TO and MUST.

    ## BE ABLE TO ##

    Semi modal used to talk about ability in the present, future and past. It is similar in meaning to CAN and COULD.



    NOT: Burada bir şey ilginç geldi. Neden TO kullanıldığını anladım ama, ilk anda of edatı görmeyi beklerken, "It is similar in meaining to Can and Could" cümlesinde Can'dan önce to'yu görmek ilginç gözüktü.




  • Yukarıdakilere ilaveten bir de komik bir örnek vereyim should için.


    We should invite Paul to the party. Yoksa çok ayıp olur.

    Yarı İngilizce, yarı Türkçe olmasına bakmayın, shuld'un bir kullanım şeklini çok iyi anlatıyor bu cümle.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 9 Ekim 2013; 0:43:43 >
  • Either'ın tıpkı too gibi kullanılabildiğini de buraya ekleyeyim.

    Örnek:

    -I don't feel well.

    -You don't look well, either.
  • Evet, hangi dil olursa olsun kalıplarla öğrenmeye çalışmanın yanıltıcı olabileceğini hep düşünüyordum ve bu yüzden sık sık, önemli olan bir dilin mantığıdır diyordum.

    Mesela,

    Marcia must not like her job.

    Cümlesi ile karşılaşan ve must hakkında fazla bilgisi olmayan biri bu cümlenin çevirisini,

    Marcia işini sevmemeli, diye yapabilir.

    Oysa yanlış.

    Bu cümlede Marcia işini sevmiyor olmalı

    Deniliyor. Bunu da ondan sonra gelen cümleden anladım zaten.

    Marcia must not like not her job. She is looking for another one.

    Zaten dün verdiğim İngilizce bilgilerde bu vardı: Bir şeye dair güçlü bulgular var ise, bu must ile ifade edilebilir deniliyordu.

    Bunu biliyor muydunuz?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 10 Ekim 2013; 0:12:14 >
  • I think the government should make the factories stop polluting the air and water.

    Bu tür bir cümle ile ilk defa karşılaştım ve bana oldukça ilginç geldi. Aslında tam anlamı ile iki ayrı cümle ve make de özel bir şekilde kullanılıyor.

    I think the government should make -- the factories stop polluting the air and water.

    İki cümlecik arasında ne bağlaç, ne de bir edat var ilişki sağlayan.

    Fakat, aslında doğru anlamak bakımından burada "make"in daha çok bizdeki "sağlamak" gibi kullanıldığını görmek lazım.

    Bunu anladığımda ben de kolayca şu cümleyi kurabildim mesela:

    You should make your son stops smoking.

    (Oğlunun sigarayı bırakmasını sağlamalısın) Türkçesi böyle ama Türkçe düşünmemek gerekiyor. Bir şey yapılması gerektiğinden söz ediliyor önce ama, o yapılması gereken eylemi yapacak olan özenin kendisi değil. Özne, bir kişi ya da başka bir subject'in bir şeyi yapmasını sağlamak durumunda. Bu da birbiri le doğrudan bağlantılı olmayan iki ayrı cümlecik ile ifade ediliyor.

    Bunu da bilmek lazım gelenler arasına katalım.

    NOT: Merak ettim, bu tür ince noktaları kurslarda öğretiyorlar mı?


    İKİNCİ NOT: Şu "pollute" fillini bu cümleden dolayı öğrendim. Kirletmek anlamında. Ama başka bir anlamı da var. Aklımda kalsın diye o anlamda da bir cümle kurmak istedim.

    I polluted Mary in the basement last night and she was so happy after that.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 13 Ekim 2013; 20:52:33 >




  • Must; içten gelen zorunlulukları ifade etmek ve kuvvetli tahminlerde bulunmak için kullanıldıgını bilmemiz yeterli yukarıdada belirttiğin gibi çalıştıgın set cok bilimsel detaylara inmiş
    Have to ise dışarıdan gelen zorunluluklarda kullanılıyor zaten
    She must be english , she is speaking english fluently , yağ gibi ingilizce konuşuyo dili mükemmel dönüyo vs vs. Bizim Türkler böyle konusamaz kesin ingiliz bu.
    I must go to the doctor , i must take a medicine i'm feeling bad. Gidiyimde/ilaç alıyımda iyileşiyim olmaz böyle.
    I have to go to the school , okumada gözüm yokta devamsızlık 19.5.
    Ben bu konuları hep aklımda en iyi nasıl kalıcaksa öyle örneklendirip öğrendiğim kavradıgım için burayada böyle yazdım tablet oldgundan imla hataları olabilir

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Basit bir şey ama yine de söyleyeyim:

    Get'in geçmiş hali biliyorsunuz got.

    Ama bu got sözcüğünü Amerikalılar gat İngilizler got diye söylüyor. Bazen birine alışınca diğer şaşırtıcı ve can sıkıcı oluyor. Hele de got denilirken go gibi duyma eğilimi var bende ve bazen beni şaşırtıyor.

    Bence gat daha hoş.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 14 Ekim 2013; 22:10:51 >
  • Bugün biraz farklı bir şey yazayım:

    Tahminimce kurslarda filan zaman ağırlıklı bir İngilizce eğitim veriliyor ve zamanlar tamamlanınca da, "öğrendin" deniliyor.

    Yaklaşık 8-9 aydır günde 7-8 saat civarı çalışıyorum ve şunu anladım:

    Zamanları öğrenmek o kadar öncelikli değil. Önemli, ama öncelikli değil. Hacimli öğrenmek daha önemli. Yani bazı cümle yapılarını atlamadan, birçok farklı ifade biçimi ile karşılaşarak öğrenmek daha önemli. Sadece dikey değil, yatay olarak da öğrenmek önemli. Hayatta hep dikine tırmanarak hareket etmezsiniz, daha çok yatay hareket edersiniz ya, onun gibi. Tırmanmak önemli ama hiking daha öncelikli ve önemli. Çünkü hiking(doğal alanlarda yürüyerek gezinti) çok şeyle karşılaşıp düşünce dünyanızın zenginleşmesini sağlar. Oysa sadece bir dağa tırmanırsanız, manzara epey yüksekten belli belirsiz görünür.

    Öncelikle, çok defa çalışıp bazı yapıların "yabancı" olmaktan çıkıp, olağanlaşması lazım. Yabancı dil sürekli yabancı kalmamalı, tanıdık olmaya başlamalı.

    Mesela ilk başladığım zamanlar is veya do ile başlayan soru yapıları bana çok çok tuhaf geliyordu. Alışmamışsınız çünkü. Garipsiyorsunuz. Ama bunlar ancak çok tekrar yapıp, çok şey okuyarak aşılabiliyor.

    Bunu biliyor muydunuz?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    Bu arada bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

    Have kelimesinin bir kullanım şeklini nasıl anlamam ve düşünmem gerektiği üzerinde birçok defa düşündüğüm için fark ettim.

    Tabii "live" dediğimizde normalde yaşayan bir canlı olarak yaşamımızı sürdürmek, bir yerde filan yaşamak aklımıza gelebileceği için sanırım have farklı bir anlamda "yaşamak" anlamına sahip olduğu halde sözlüklere yazılmamış.

    Biz mesela, çok iyi bir tatil geçirdim deriz. Aslında have birçok kez buradaki "geçirdim" şeklinde anlayacağımız sözcüğe denk düşüyr ama işin aslı şu:

    Bir olayı yaşamak anlamında have oldukça sık kullanılıyor. Live değil bakın, bir olayı, bir süreci yaşamak anlamında. "Geçirmek" olarak da düşünebileceğimiz bir anlamda. Yine "geçirmek" diye yazmamışlar çünkü biz daha çok geçirme eylemini bir nesneyi bir yerden geçirmek filan için kullanıyoruz ama, "hastalık geçirdiğimizden" de söz ediyoruz.

    Ama esasen yine de have daha çok geçirmek değil, "bir şeyi/bir olayı yaşamak" olarak çevirebileceğimiz bir anlamda oldukça sık kullanılıyor.


    Örnek olarak da şu cümleyi vereyim:

    Sunday's marathon was excting to watch. It was very unusual to have such a close finish.


    have difficulty/fun/problems, etc
    › used with nouns to say that someone experiences something:
    We had a great time in Barcelona.


    http://dictionary.cambridge.org/dictionary/learner-english/have_2?q=have+a+bath%2Fsleep%2Fwalk%2C+etc


    Evet, doğru fark etmiş ve tahmin etmişim. Bugün have'in anlamlarına yukarıda linkini verdiğim Cambridge sözlüğünden bakarken, have'in experience, yani bir şeyi yaşayıp deneyimlemek anlamında kullanıldığını net biçimde görmüş oldum. Ayrıca daha önce söylediğim gibi, "eat" yerine de kullanılıyormuş. Bakarsanız görürsünüz onu da.

    Bir de, onlar "rüya gördüm" demiyor.

    I had a terrible dream cümlesinde olduğu gibi, "kötü bir rüya yaşadım" diyorlar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 8 Kasım 2013; 0:34:08 >




  • Bak bu önemli detay. bilin ve sakın karıştırmayın:

    Appointment : Resmi bir randevu. İş ya da doktor için filan.

    Date: Romantik buluşma için randevu. İki sevgili ya da sevgili olabilecek kişiler arasında.

    Meeting ise biraz daha genel. İki arkadaşın, sevgilinin buluşması da olabilir, bir iş toplantısı da olabilir.


    Diyeceğim o ki, iş görüşmesinden söz ederken "date" deyip randevu vermeyin, yanlış anlaşılabilirsiniz.
  • he's aynı zaman he has ın kısaltmasıymış
  • quote:

    Orijinalden alıntı: zirve011

    he's aynı zaman he has ın kısaltmasıymış

    Eğer öyle ise yararlı bir bilgi. Teşekkür ederim.
  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.