Şimdi Ara

Cesaret Çağı - Fantastik Hikaye - 3. Bölüm

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
253
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Bayan elfin sağ omzunda gri muhafız armasını görmem ile kendimi hemen tek dizimin üstüne doğru atarak çökmem bir oldu. Derhal başımı eğdim çünkü gri muhafızlara yapılacak bir saygısızlığın cezasının hapis olacağını biliyordum.


    "Ayağa kalk insan." dedi elf. "Diz çökmeni isteseydim, bunu sana söylerdim."


    Yavaşça doğrularak bakışlarımı kadına çevirdim. Bana doğru ilerleyen kadın, bakışlarını üzerime dikti. Bundan rahatsız olmuştum.


    Birden arkasını hızla dönen elf, yürümeye başladı.


    Arkası bana doğru dönük olan elf, "Hava kararmadan önce geldiğin yoldan geri dönerek ormandan çık."


    Uzaklaşan kadını izlerken kafam karışmıştı. Sarsıcı ve gizemli bir karşılaşma olmuştu. Anlamsızca aniden olup bitivermişti. Gri Muhafızın bu şekilde ayrılmasına müsaade edemeyeceğime karar verdim ve onun peşinden koştum.


    Elfin arkasından, "Burada ne arıyorsunuz?" diye seslendim. Demir ağacından yapılma kadim bir asa taşıyan elf, insanı şaşırtacak derecede hızlı yürüyordu. "Buraya ne için gelmiştiniz, acaba?" diye tekrarladım sorumu.


    Elf, "Bilirsin işte muhafızlık işleri." dedi omzundaki armayı işaret ederek.


    Onu yakalamaya çalışıyordum. Kadın ardından açıklığı geçip, tekrar ormanın içine daldı.


    "Fakat neden burası? Burada ne arıyorsunuz?"


    "Ne çok soru soruyorsun" dedi elf. "Etrafı soruyla doldurup taşırdın. Bunun yerine dinlemeyi öğrenmelisin."


    Yoğun ağaçların arasından kadını takip ediyordum. Elimden geldiğince sessiz kalmaya çalıştım.


    "Bende kayıp halla mı bulmak için buraya geldim." dedim ortamdaki sessizliği bozmak ve onu konuşturmak için.


    "Asil bir davranış. Ancak vaktini boşa harcadın." dedi elf.


    Gözlerim endişeyle açıldı.


    "Ne demek istiyorsunuz?


    "Bu yerde varlıklarını asla hayal edemeyeceğin tehlikeler var."


    Hala kadının peşinden ilerliyordum. Meraklanmış ve üzülmüştüm.


    "Gerçi sözümü dinler misin bilmiyorum. İnatçı birine benziyorsun. Israrla yılmadan hallanı kurtarmak için peşinden gittin."


    "Ama cesur bir kızsın." diye ekledi elf. "Güçlü bir iradeye sahipsin. Aşırı gururlusun da. Bunlar iyi özelliklerdir. Ancak bir gün sonunu da hazırlayabilirler."


    Elf yosun tutmuş kayalık bir yoldan kolayca çıkmaya başlamıştı.


    "Gri Muhafızlara katılmak istiyorsun." dedi.


    Heyecanlanarak, "Evet!" diye haykırdım. "Peki, hiç şansım var mı?" Bunun gerçekleşmesini sağlayabilir misiniz?"


    Gülen elfin ince ama derinden gelen kahkahası tüylerimi diken etti.


    "Kaderin yolları çoktan çizildi. Fakat takip etmek senin elinde her zaman."


    Kadının ne kastettiğini anlamamıştım.


    Yolun tepesine çıktığımız zaman, elf arkasını döndü ve gözlerimin içine baktı. Aramızdaki mesafe o kadar azdı ki, kadından yayılan büyüsel enerjinin tenimi yaktığını hissediyordum.


    "Her şeyin olmasını ya da hiçbir şeyin olmamasını sağlayabilirim. Ancak sen kaderini sakın terk edeyim deme."


    İyice şaşırmıştım. Benim kaderim nasıl önemli olabilirdi ki? O an kendimle biraz gurur duymadım desem yalan olurdu.


    "Bulmaca gibi konuşuyorsunuz. Anlamıyorum, benimle lütfen daha açık konuşabilir misiniz?"


    Ancak tekrar kısa bir sessizlik ardından elf bir anda yerin altından fırlayıp onu saran sarmaşıkların arasında kayboldu.


    Tüm bu olanlara inanamıyordum. Her tarafa dikkatli baktım, olası sesleri dinledim. Ancak kadına dair hiçbir ipucu yoktu. Acaba bunların hepsini hayal etmiş olabilir miydim, diye düşündüm. Bu gördüklerim bir çeşit düş müydü?


    Bulunduğum yerin bana iyi bir görüş açısı sağladığını fark ettim. Etrafa biraz bakındıktan sonra, uzakta bir hareket gördüm. Ardından sesini de duyunca, halla mı bulduğumu anladım.


    Yosunlu yoldan düşe kalka aşağı inerek, hallamın olduğu tarafa doğru, tekrar ormana girdim. Elf ile yaşadığım karşılaşmayı aklımdan bir türlü atamıyordum. Bunun gerçekten olduğuna inanabilmek, bana imkânsız geliyordu.


    Komutanın muhafızlarından birinin burada ne işi vardı ki? Beni beklediği ortada gibiydi. Fakat neden? Hem şu kaderle ilgili söyledikleri de neyin nesiydi?


    Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, anlayamıyordum. Elf hem devam etmem için beni uyarırken, bir yandan da vazgeçmem için aklımı çeliyordu. İçim kötü bir hisle dolup, sanki izleniyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.


    Başka bir yola doğru girdiğim sırada, karşılaştığım görüntü karşısında donup kalmıştım. En korkunç kâbuslarım gerçek olmuştu sanki. Vücudumdaki tüm tüyler diken oldu. Ormanın bu kadar içlerine dalarak ne büyük bir hata yapmış olduğumu o an anladım.


    Tam karşımda, en fazla yirmi metre ilerde vahşi bir Sylvan duruyordu. Neredeyse iki katlı bir ev kadar büyük olan bu canlı kereste canavarı, ormanların en çok korkulan yaratıklarından biriydi. Daha önce bu tarz bir yaratığa hiç rastlamamış olsam bile hakkında yazılmış ve çizimlerinin olduğu kitaplardan çok okumuştum.


    Hikâyelerde denir ki, dünyamızda biz faniler farkında olmasak ta yaşayan iblisler vardır ve insanlar her zaman içlerine girmek için tercih ettikleri avlar değildir. Bir iblisin insanın içine girmesi demek, güçlü iradeli büyücülerle, tapınakçılarla veya diğer istemeyeceği durumlarla uğraşması demektir.


    Bazı iblisler, hayvanların hatta bitkilerin aracı olarak kullanmayı daha kolay bir yol olarak bulur. Tabii bu bedenler insanlar kadar uygun bir ev sahibi değildir. İşte bir iblisin içine girmiş olduğu ağaçlar Sylvan olarak bilinmektedir.


    Genel olarak bunu yapan iblisler hiyerarşi de en zayıf olan öfke iblisleridir. Nadirde olsa bu tarz ağaçların bazılarında zekâ belirtileri gözlemlendiği olmuştur. Bu türleri daha az şiddete meyilli ve sakindirler, ancak bunlara oldukça nadir rastlanmaktadır.


    Sylvan yavaş ama son derece güçlüdür. Kurbanlarına pusuya düşürerek saldırmayı tercih ederler. Öldürmek için tuzağa çekerler. Bir Sylvan ile normal bir ağaç arasındaki fark dikkatli şekilde bakıldığında anlaşılır derecededir fakat onlar doğal ortamlarında olduklarında neredeyse saptanamayan bir gizlenme yetenekleri vardır. Düzenli sık ağaçlar arasında hareketsizce gizlendiklerinde fark etmek çok zordur.


    Bir Sylvan uzun boylu bir insanı andırır. Kapkara iki göz yuvası ile açılamayan bir ağza ve kök bacakları ve ayaklarla, kollar gibi uzanan dallardan oluşur. Bilinen tek zayıf yönleri doğal olarak ağaç olduklarından ateşe karşı çok duyarlı olmalarıdır.


    Daha önce çiftlikteyken bu yaratığı gördüğünü söyleyen insanlarla karşılaşmıştım ama bunlara fazla inanmamıştım. Çünkü bu yaratıkla karşılaşan sıradan birinin sonunun ölüm olacağı baştan bellidir. Bu yüzden çiftçilerin iddialarına aldırmamıştım. O adamları bu hilkat garibesi hiç farkında olmadan saniyeler içinde öldürürdü muhtemelen.


    Ayrıca o anlarda bile aklımda hala kısa bir süre önce karşılaştığım elf kadın vardı. Onunla ve bu Sylvanla olan karşılaşmam neyin belirtileriydi? İyi bir alamet miydi? Yoksa kötü mü? Bunu şu an bilmiyor ama çok merak ediyordum ve bunu ne olursa olsun öğrenecek kadar hayatta kalmalıydım.


    Geriye doğru temkinli bir adım attım. Yaratık gözlerini bana doğru çevirmişti. Elinin içinde ise baş aşağı dönmüş halde Hallam inliyordu. Sylvan'nın dikenli sarmaşıklarıyla doladığı hayvan ölmek üzereydi. Yaratık halinden memnun bir şekilde hayvana eziyet ediyordu. Bundan sanki zevk alıyor gibiydi.


    Can çekişen hayvanın görüntüsüne ve çıkardığı acı dolu seslere daha fazla tahammül edemiyordum. O an aklıma gelen ilk şey arkamı dönüp, tüm gücümle kaçmaktı. Ancak bir Sylvan'ı sinirlendirmenin sonu iyi olmazdı. Beni yakalaması imkânsızdı. Hızlı değildi ama doğaya hükmedebiliyordu. Beni kolaylıkla ormandan çıkmadan önce sarmaşıklarla yakalayabilirdi.


    Ayrıca yaratığın bundan daha fazla zevk alacağını biliyordum. Yine de Halla mı arkamda bu şekilde bırakmakta istemiyordum. Korkudan titriyordum ve artık bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındaydım.


    İçgüdülerimi izlemeye karar verdim. Yerden yavaşça ucu sivri ağır bir taş aldım. Titreyen elimle taşı fırlattım. Havayı yararak ilerleyen taş hedefi tam on ikiden vurdu. Hallanın gözünden giren taş, hayvanın beynine saplandı.


    Hareket etmeyi anında kesen hayvanın çektiği acılar son bulmuştu. Oyuncağının elinden alındığını anlayan Sylvan, öfkeyle bana baktı. Dikenli sarmaşıklarını gevşeten yaratık, hallayı bıraktıktan sonra beni göz hapsine aldı.


    Yaratığın tahta ağzından gelen derin ve ürkütücü bir sesin eşliğinde bana doğru ağır adımlarını sürüyerek ilerlemeye başladı. Dehşete düşmüştüm, yerden iki tane taş aldım, birbirlerine hızla sürtmeye başladım. Tam bu sırada birden yerinden fırlayan yaratık sanki bütün ormanı sarsıyormuş gibi yerde bir etki yaratarak, ondan hiç beklemediğim bir hızda üstüme gelmeye başladı.


    Ben ise ettiğim dualar eşliğinde taşlarla yerde duran birkaç kuru yaprağın üstünde kıvılcımlar yaratarak sonunda bir ateş yaktım. Tek zayıflığı buydu. Yanan ateşle bir parça dalı tutuşturdum ve fırlattım. Yaratığın sağ gözüne çarpan sopa yerine takıldı.


    Kusursuz bir atıştı. Suratı yanmaya başlamıştı ve bunun etkisiyle haykıran yaratık, hızını biraz kesti. Yine de tek gözü tamamen yanmış olmasına rağmen ateşi söndürdükten sonra şiddetle halen üzerime doğru gelmeye devam etti. Artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Tek şansımı kullanmıştım.


    Bana ulaşan yaratık sarmaşıklarını bana doğru savurdu. Acı içinde bağırdım. Sıkıca beni sarıyordu. Dikenler bedenime saplandı. Yaralarımdan dışarıya kanlar akmaya başladı. Devasa yaratık beni o kadar sert sıkıyordu ki omurgamdan gelen çatırdama seslerini duymaya başlamıştım. Beni tuttuğu elini yavaşça kaldıran yaratık sanki fırlatacakmış gibi bir pozisyon almaya çalışıyordu. Resmen benden kör ettiğim gözünün intikamını alıyordu.


    Son gücümle onu engelleyebileceğimi umut ederek, kafasının üstündeki dallardan birine asıldım. Bu hareketim ne yazık ki pek bir işe yaramadı. Çünkü neredeyse yaratık beni ormanın girişine sallayarak uçurabileceği kadar yükseğe kaldırmıştı. Yaratığın çekim gücü karşısında kollarım titremeye başladı.


    Tuttuğum dal ise kopmak üzereydi. Diğer taraftan başka büyük bir sorunum vardı. Çok fazla kan kaybetmiştim. Kükreyen yaratığın çıkardığı ses kulak zarıma zarar vermişti. Kendimden geçmek üzereydim. Öleceğime dair hiçbir şüphem kalmamıştı. Gözlerimi kapattım ve son dua mı etmeye başladım.


    Yüce Yaratıcım, kutsal gelinin Andraste hürmetine ne olur bana güç ver. Bu yaratıkla mücadele etmeme müsaade et. Lütfen, sana tüm içtenliğimle yalvarıyorum. Benden ne istersen hayat boyu yapacağım. Bu sana sözüm olsun.


    Dua mı bitirmemle, bir şeyler oldu. Çevrede birden artan ısı, vücudumun üstünde dolaşmaya başladı. Sanki bir enerji alanı oluşuyordu. Gözlerimi açtığım zaman şaşırtıcı bir görüntüyle karşılaştım. Ormanda karşılaştığım o elf kadın asasından yeşil bir ışık çıkartarak canavarın önünde duruyordu.


    Daha sonra bir büyü gönderdi üzerine. Bu yaratığı iterek, uzaklaştırdı. O anda bende elinden aşağı düşüp kurtuldum. Yaratık öfkeyle yerden elfe ve bana bakıyordu. Elf asasından bir enerji dalgası daha oluşturarak canavara doğru savurdu. Bu sefer Sylvan'nı en az on metre geriye ağaçların üzerine uçurdu.


    Bende yerden yaralarımı tutarak verdikleri açı içinde kalktım ve elfin arkasına geçerek saklandım.


    Şiddetli bir şekilde çarparak düştüğü yerden tekrar doğrulan yaratık, elfe doğru saldırıya geçti. Ancak elf kendine sarsılmaz özgüveniyle olduğu yerde kalmaya devam etti. Bunu gördükten sonra bende yaratıktan korkmayı bıraktım. Ayrıca elfin üzerinden yayılan enerjinin giderek güçlendiğini hissetmiştim.


    Üzerine atılan canavarı dilini bilmediğim birkaç sihirli sözcükle durdurdu. Ardından bir şeyler daha geveledi. Yaratık yerde kendi kendine yuvarlanmaya başladı ve sonra tüm gücüyle boğazını sıkarak kendi kafasını koparttı. Birkaç saniye içinde yaratık cansız bir odun yığınına dönüştü. Ben ise bir dakika boyunca gözlerimi cesedinden ayıramadım.


    Hala yaralarımdan akan kanı engellemek için baskı yapıyordum. Olanlar karşısında nefesim kesilmiş bir halde yavaşça doğruldum. Gri muhafızın beni kurtarmasına ve duamın hemen kabul olmasına inanamıyordum.


    Bu kadar olayın böylesi bir günde yaşanmasının bir işaret olduğuna emindim artık. Bu yaşadıklarım sahiden önemli şeylerin habercisiydi sanki. Tüm ormanların en korkulan canlılarından biriyle karşılaşmıştım ve ölmemiştim.


    Üstüne üstlük bir gri muhafız tarafından kurtarılmıştım. Gerçi beni tüm bu yol boyunca takip ettiğinden şüphem yoktu. Bunları babama anlatsam kesinlikle inanmazdı. Başım dönüyordu.


    Gri muhafıza "Sana ne kadar teşekkür etsem azdır herhalde." dedim.


    Ama elf bana kulak asmadan az önce öldürdüğü yaratığı düşünceli bir ifadeyle incelemeyi sürdürdü.


    "Beni nasıl buldun? Neden buradasın?" diye sordum.


    "Başına bu gün merak duygun yüzünden gelmeyen kalmadı ama sen hala ısrarcısın." dedi.


    Elf ile konuşmaya çalışmanın anlamsız olduğunu görünce dikkatimi acıdan kıvrandığım yaralarım üzerine verdim. Ellerim kan içinde kalmıştı. Sersemlemiştim ve yakında yardım almazsam tüm bunlara rağmen ölebilirdim.


    Elf elimi tutup çekti ve kendi elini yaramın üzerine koyarak gözlerini kapattı. Büyülü sözlerinden mırıldanmaya başladı, birden rahatlatıcı bir hissin damarlarımda akmaya başladığını hissettim. Saniyeler içinde acılarımın kaybolduğunu ve yaralarımın tamamen kapandığını fark ettim.


    Baktığım zaman gördüklerime inanamamıştım. Yaratığın açtığı yaraların izleri bile gitmişti. Hiç olmamış gibiydi.


    Hayranlıkla elfe baktım.


    Elf gülümsedi.


    "Anlayamıyorum tüm bunları neden?"


    Elf bakışlarını benden çekti.


    "Bazı şeyleri zaman içinde öğrenmen daha iyi olur."


    Heyecanla," Peki en azından Gri muhafızlara katılmama yardımcı olur musun?" diye sordum.


    Elf, "Hayır." diye cevapladı.


    "Fakat neden?" diye cevapladım.


    "Cesur bir kızsın ama sana böyle bir ayrıcalık tanıyacak yetkim yok. Sende herkes gibi turnuvaya katılsaydın."


    "Fakat denedim zaten! Beni değil, ağabeyimi seçtiler. Yani çoktan reddedildim. Katılma şansım tekrar var mı?" dedim.


    Elf, " Şehre git ve Nathaniel'i bul. Seni Velanna'nın gönderdiğini söyle, o anlayacaktır."


    Duyduğum sözlerden sonra mutlu olmuştum, "Tekrar çok teşekkür ederim!" dedim.


    "Unutma bir gri muhafız savaş için asla davetiye beklemez! Kaderini belirlemekten asla vaz geçme."


    Bir an gözlerimi kırptım, kadının ortadan tekrar kaybolduğunu fark ettim. Etrafıma onu görebilmek için bakındım ama bu çabam nafileydi.


    Bu arada biraz kaybolmuştum. Nerede olduğumu anlamak için ormandaki en uzun ağacın tepesine derhal tırmanmaya karar verdim.


    Bu yükseklikten ormanı kaplayan tüm alanı görebiliyordum. Ormanın bittiği noktada koyu kızıl ışıklar saçarak batan güneşin, Amaranthine Şehri'ne uzanan uzun yolu aydınlattığını gördüm.


    Daha fazla vakit kaybetmek istemiyordum, ağaçtan hızla inerek, kaderime doğru koşmaya başladım.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi STENSTEN -- 22 Temmuz 2023; 16:16:36 >







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.