Şimdi Ara

Cesaret Çağı - Fantastik Hikaye - 5. Bölüm Final

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
318
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • "Yaratıcım, düşmanlarım çok ve tek başınayım ama inancım beni bu yolda ayakta tutuyor; karanlıktan korkmayacağım, eğer kötülükler bana karşı koyarsa onlarla senin adına yılmadan savaşacağım."


    Engebeli taşların bulunduğu yolda yalpalayarak ilerleyen at arabasının arkasındaki samanların içinde oturuyordum. Dün gece lanetli ormanın içinden çıkarak ana yola ulaşmayı başarmıştım. Orada bir süre beni başkente bırakabilecek bir at arabasının geçmesini beklemiştim. Şansıma orada kurulacak büyük pazara gitmekte olan bir tüccar aracına denk gelmiştim. Sürücüsü halime acımıştı ve beni yolda bırakmamıştı.


    Yol boyunca gözüme uyku girmedi. Devamlı düşüncelere dalıp durdum. Ağaç canavarı ile olan karşılaşmamı, o elf kadını, beni bekleyen kaderi ve geride bıraktığım ailem ile evimi. Rahmetli annemde aklıma gelmişti. Yıllardır isteklerime karşılık vermeyen evren sanki sonunda vermeye başlamış ve beni köyde yaşamaktan başka bir sonun beklediğini göstermişti.


    Samanların üstüne uzandım ve ellerimi başımın altına alarak, yırtık brandanın altından gökyüzünü izlemeye başladım. Kilometrelerce uzakta olmalarına rağmen tüm güçleriyle parlayan yıldızlara baktım. İçim neşeyle dolup taşıyordu. Hayatımda ilk defa böyle bir maceraya atılıyordum. Çıktığım bu yolculuğun beni tam olarak nereye götüreceğini bilmesem de, yollardayım işte. Öyle ya da böyle, Amaranthine Şehri'ne varacaktım.


    Tekrar gözlerimi açtığımda, gece uyuya kalmış olduğumu fark ettim. Sabah olmuş, brandanın deliklerinden içeriye güneş ışıkları sızmaya başlamıştı. Yavaşça doğrularak etrafımı şöyle bir inceledikten sonra, sürücüye günaydınlarımı ilettim.


    Yoluna devam eden araba artık eskisi kadar sallanmıyordu. Bununda tek anlamı daha iyi bir yolda gidiyorduk ve şehre yakın olmalıydık. Kafamı arabanın kenarından çıkardım, üzerinde tek bir kayanın bile olmadığı pürüzsüz yolu gördüm. Amaranthine Şehri'ne yaklaştığımızı bizzat görünce, iyice heyecanım arttı.


    Arabanın arkasından dışarıya bakarken inanılmaz etkilenmiştim; tertemiz ve süslü sokaklarda müthiş bir haraketlilik vardı. Her birinin farklı şeyler taşıdığı büyük yük arabaları, yolları doldurmuştu. Arabaların aralarında yürüyen tüccarların yanında genelde hayvan sürüleri oluyor, olmayanlar ise satacakları ürünleri ellerindeki kasalarda taşıyorlardı. Kalabalığın en önündeyse şehir muhafızları alayı gidiyordu. Kısacası tüm bu insanlar, tek bir yöne doğru ilerliyorlardı.


    İçim sevinçle dolmuştu. Daha önce böylesi bir zenginlik ve bu kadar kalabalık görmemiştim. Küçük çiftliğimden dışarı neredeyse hiç adımımı atmadığım için insanlarla dolup taşan bu büyük sokaklar şaşkına döndürmüştü beni.


    Yeri döven at nallarının sesinin kesildiğini işitmiştim. Arabadan dışarı eğilerek yere indim. Beni buraya kadar getiren tüccara içten gelen teşekkürlerimi sundum ve oradan ayrılıp şehri keşfe çıktım. Çevreye baktığım zaman, devasa büyüklükteki taş sütunları ve devasa kapılar gördüm. Şimdiye kadar gördüğüm en geniş kapılardı. Kapıların tam altında kazıklar vardı ve bunlar kesinlikle bir insanı ortadan ikiye ayırmaya yeterdi. Etrafta nöbet tutan Gri Muhafızlar, beni heyecanlandırıyordu.


    Buradaki insan nüfusu, tüm Amaranthine Arllığının toplamından bile daha fazlaydı. Kusursuz şekilde kesilmiş geniş alanlara yayılan çimenliklerin her yerinden çiçekler fışkırıyordu. Yolların her bir yanında tezgâhlar ve stantlar kuruluydu. Tüm bu keşmekeşin ortasında ise Ferelden Kralı'nın adamları ve Gri Muhafızlar mevzilenmişlerdi. Üzerlerine parlak zırhlarını giymiş bu görkemli savaşçıları görmemle beraber, doğru yerde durduğuma artık emin olmuştum.


    Etrafıma bakınıp, yol boyunca başıma gelen türlü zorlukları hayal ettim. Buraya kadar gelmek bile büyük bir başarıydı benim için. Bu noktada turnuvaya giremesem tabii ki üzülürdüm ama en azından hayatım boyunca asla unutamayacağım maceralar yaşamıştım, diye düşünüyor ve kendimi avutuyordum.


    Kaybolmaya başlamış neşem böylece giderek artıyordu. Gözün alabildiğine uzanan kalenin avlusunun muhteşem görüntüsü karşısında kendimden geçtim. Avlunun tam ortasında tüm ihtişamıyla yükselen kulenin etrafı upuzun taş duvarlarla çevriliydi. Bu duvarların üzerinde yer alan siperlerin her noktasında Kral'ın askerleri ile gri muhafızlar devriye geziyordu.


    Etrafım kusursuz şekilde kesilmiş bakımlı çimenlerle doluydu. Taşla döşenmiş geniş meydanlar ağaçlarla sarılıydı ve bazılarının orta yerinde süs havuzları bulunuyordu. Amaranthine şehrinin her yeri insanla kaynıyordu.


    Her çeşit ırktan insan, tüccarlar, askerler, mevki sahibi soylular, koşturmaca içindeydi. Tüm bu insanlar özel bir şeyler için hazırlanıyordu. Etrafa sandalyeler yerleştiriliyor ve Andraste için bir sunak dikiliyordu. Sanki bir turnuva değilde bir düğün hazırlığı telaşı vardı çevrede.


    Atlıların mızrak dövüşü için hazırlandığı toprak pisti görünce inanılmaz heyecanlandım. Başka bir arazide uzaktaki hedeflere mızrak atanları, bir diğerinde ise samandan hedeflere nişan alan okçuları fark ettim.


    Sanki her yerde ilerleyen saatlerde yapılacak yarışmalar için hazırlık vardı. Ut ve flüt çalan müzisyenler etrafta dolaşıyor, şarap dolu koca variller yerlerde yuvarlanıyor ve upuzun masalara örtüler seriliyordu.


    Büyük kutlama merasiminin hazırlıkları son sürat devam ediyordu. Tüm bunlar çok etkileyici olsa da, bir an önce gri muhafızların yerini tespit etmek istiyordum. Çoktan geç kalmış olduğumun farkındaydım ve kendimi bir an önce onlara tanıtmak istiyordum.


    Gördüğüm ilk kişinin yanına ilerledim. Yaşlı cücenin elindeki kupadan bira içtiği ve sarhoş olduğu anlaşılıyordu. O şehirdeki diğer insanlarla aynı telaşı paylaşmıyordu.


    "Affedersiniz, efendim" dedim adamı kolundan tutarak. Fakat çok ağır leş bir koku vardı üzerinde.


    Cüce, elime sallanarak rahatsız bir şekilde baktı ve geğirmenin eşlik ettiği derinlerden gelen kalın sesiyle, "Ne var çocuk" dedi.


    "Gri muhafızlardan Nathaniel Howe arıyordum da, acaba nerede çalıştığını biliyor musunuz?"


    Şaşırmış cüce, "Nathaniel'i nereden tanıyorsun?"


    "Tanımıyorum, ben gri muhafızlara katılmak için geldim. Gri muhafızlardan Velanna bana Nathaniel'in yardımcı olabileceğini söyledi."


    "Velanna mı?"


    Adamın sorularından dolayı şaşırmıştım.


    "Bir sorununuz mu var?"


    "Hayır yok. Sadece bende bir gri muhafızım ve onlar yakın arkadaşlarım olur."


    "Ne? Baştan neden söylemediniz bana bunu!"


    "Hey, hey! Sakin ol kızım, iki fıçı bira içtim ve şu an gerçek misin değil misin onu bile bilmiyorum. Burada şu anda bir gri muhafız kimliğiyle bulunmuyorum. Dikkat edersen üniformam bile yok üstümde ve aradığım tek şey eğlenmek ve içmek. "


    Sinirlenmiştim ve oradan ayrılma kararı aldım. Daha fazla bu muhafız olduğunu iddia eden sarhoş cücenin beni oyalamasına izin vermeye niyetim yoktu.


    Sarayın etrafını saran onlarca yolu inceledim. Taş duvarlarının arasından uzanan birçok geçit vardı. Burası kendimi küçücük hissetmeme neden oluyordu. Gitmek istediğim yeri saatlerce arasam dahi bulamayacağımı düşünmeye başladım.


    Aniden o an aklıma bir fikir geldi. Gri muhafızların yerini bir askerden öğrenecektim. Askerlere yaklaşma fikri her ne kadar beni biraz ürkütse de, bunu yapmaya mecburdum. Çekiniyor oluşumun sebebi, dikkat çekmek ya da yanlış bir hareket sonucu şehirden atılmak istemediğim içindi.


    En yakınımdaki girişlerden bir tanesinde nöbet tutan askerin yanına, beni şehirden atmayacağını umut ederek koştum. Dimdik duran asker, gözlerini ileriye dikmişti.


    Tüm cesaretimi topladım, "Gri muhafızlardan Nathaniel Howe'u arıyorum" dedim.


    Yerinden kımıldamayan asker beni görmezden geliyordu.


    Askerin dikkatini çekmekte kararlıydım ve daha yüksek bir sesle, "Size dedim ki, gri muhafızlardan Nathaniel Howe'u arıyorum."


    Asker birkaç saniye sonra bakışlarını üstüme indirdi. Korktuğum gibi öfkelenmiş gözüküyordu.


    Ama zamanımda daralıyordu. Israrımı sürdürdüm, "Nerede olduğunu söyleyebilir misin" dedim.


    "Senin onunla ne işin olabilir ki?" diye sordu asker.


    "Oldukça önemli bir iş" dedim ama askerin beni bu konuda sıkıştırma ihtimalinden korkmuyor da değildim.


    Fakat bunun üzerine gitmek yerine bakışlarını tekrar ileriye doğrultan asker, orada değilmişim gibi davranmayı tercih etti. Kalbim kırılmıştı ve askerin bana asla cevap vermeyeceğinden korkmaya başlamıştım.


    Bana çok uzun gelen sessiz bir bekleyişin ardından asker sorumu sırf benden kurtulmak için istemeden cevapladı.


    "Batı kapısından gir, ardından gidebildiğin kadar güneye git. Orada ilk kapıdan içeri gir ve sola döndükten sonra karşılaştığın ilk sağa doğru yönel. Taş kemerlerden ikincisinin altından geçtikten sonra griffin armalı kapıya varacaksın. Şehirdeki tüm rütbeli muhafızlar genelde orada oluyor. Ancak şimdiden söyleyeyim ki vaktini boşa harcıyorsun. Çünkü çocukları eğlendirmek gibi bir görevleri yoktur gri muhafızların."


    İşte duymak istediğim buydu. Bir saniye daha kaybetmeden ve askerin söylediklerini unutmadan önce arkamı dönerek meydana doğru koştum ve yol tarifini takip etmeye başladım. Adamın dediklerini unutmamak için sürekli kafamda tekrarlıyordum. Gökyüzünde iyice yükselmiş olan güneşe bakıp, geç kalmamak için Yaratıcı 'ya dua ettim.


    Görkemli Amaranthine Şehri'nin karmaşık yollarında var gücümle hala koşuyordum. Bu sırada yol tarifini aldığım askerin dediklerine harfiyen hatırlamaya ve uymaya çalışıyordum. Kaybolmamış olmayı umarak bir süre böyle devam ettim.


    Avluya ulaştığım zaman bir sürü kapıyla karşılaştım ve üçüncü kapıdan içeri girerek askerin dediği yol ayrımlarına rastladım. Oradan tembihlediği gibi doğruca döndüm. Yol boyunca giderek artan insan sayısı hızlı ilerleyişime engel olmaya başlamıştı. Yolda her statüden elfler, cüceler, insanlar yani kısaca her ırkta mensup kişilerin oluşturduğu kalabalığı yarabilmek için çarparak ya da omuz atarak ilerliyordum.


    Acele etmeliydim çünkü turnuva seçmeleri her an bensiz başlayabilirdi. Bunu şu an düşünmek bile istemiyordum hiç. Attığım her adımda etrafıma dikkatle bakarak yanlış yöne sapma ihtimalime karşın beni yönlendirebilecek bir tabela arıyordum.


    Bir köprü kemerinin altından geçerek başka bir sokağın yoluna girdiğimde karşıma çıkan yapı aradığım şeyden başkası olamazdı; Dış cephesinin tamamı taştan yapılma, orta çaplı bir arena. Tam ortasında Ferelden Kral'ının askerlerinin ve Gri Muhafız Komutanı'nın muhafızlarının nöbet tuttuğu devasa griffin armalı bir kapı vardı.


    Tam önümde beliren arena askerin söylediklerinden yola çıkarak kafamda hayalini canlandırdığım görüntü ile uyuşuyordu. İçerisinden gelen haykırma seslerini duyunca içim kıpır kıpır olmaya başladı. Aradığım yeri sonunda türlü badireler ardından bulmuştum.


    Neredeyse soluklanmak için bile durmadan koşmaya devam ettim. Kapıya doğru yaklaştıkça nöbetçilerin istemediğim şekilde dikkatlerini üzerime çekmeye başladım. Muhafızlar anında ileriye doğru birer adım atarak mızraklarını girişi engelleyecek şekilde aşağı indirdiler. Aralarında diğerlerine nazaran daha tehditkar duran üçüncü muhafız elini kaldırarak bana doğru yürümeye başladı.


    Gri Muhafız, "Dur orada" diye emretti.


    Nefesim kesilmiş halde heyecanımı zor da olsa bastırmaya çalışıyordum.


    Güçlükle nefes alıyordum ve ağzımdan kelimeler zar zor çıkıyordu.


    "İçer...de olma...lıyım. Geç bile kaldım." diyebildim sadece ama cümle ağzımdan sanki bardaktan yere dökülen bir su misali gibi akıyordu.


    "Ne için geç kaldın?!" diye sordu el hareketleri eşliğinde tersleyerek.


    "Turnuva seçmeleri için efendim."


    Oldukça çirkin suratlı, saçının büyük bölümü beyazlamış orta yaşlı ve kısa bir adam olan bu gri muhafız, bana küçümseyerek bakan arkadaşlarına döndü. Ardından tekrar bana doğru dönen önümdeki adamın suratında da küçümseyici bir ifade belirdi.


    "Herkesin bildiği gibi seçmeler haftalarca önceden yapıldı ve saatler önce adaylar gri muhafızlara ait araçlarla buraya getirildiler. Eğer onlarla gelmediysen burada işin yok demektir."


    "Fakat efendim gri muhafızlardan Velanna'nın bizzat onayı var. Nathaniel Howe ile görüşmemi ve onun beni seçmelere turnuva başlamadan aldırabileceğini söylemişti."


    Muhafız bana doğru bir adam daha atarak kişisel alanımı girmiş ve neredeyse burun buruna gelmiştik. Aralı duran ağzından yüzüme çarpan kötü kokulu ve sıcak nefes alışverişiyle rahatsız etmeye başlamıştı.


    "Bak kızım, verdiğin isimler tüm Amaranthine halkı boyunca tanınmış Ireail'ın şahsi yoldaşları olan dillerden düşmeyen ünlü kahraman muhafızlara ait. Buraya gelip her onların isimlerini vereni kapıdan içeri girmesine izin verirsek ve birde seçmelere alacak olursak işimizi yapamayız."


    "Anlamıyorsunuz ama efe-"


    Aniden ileriye fırlayan muhafız yakama yapıştı.


    "Asıl anlamayan sensin, seni terbiyesiz çocuk. Ne cüretle buraya gelir de, zorla içeriye girmeye çalışırsın? Yaptığın yetmezmiş gibi aptalca bir yalan öne sürüyorsun. Seni zincire vurmadan önce buradan derhal defol."


    Muhafız beni iterek uzaklaştırmaya çalıştı. Az kaldı yere düşüyordum. Adamın acımasızca gövdeme vuran elinden çok, içeriye girememenin acısı daha ağır bastı o an. Bu durumu çok içerlemiştim. Bunca yolu kalkıp da bir gri muhafız tarafından kendimi kanıtlama şansımın tekrar elimden alındığını görmeye gelmemiştim. İçeriye girmekte artık hiç olmadığım kadar çok kararlıydım.


    Nöbetçilerle daha fazla konuşmadan usulca uzaklaştım ve yuvarlak yapının etrafında saat yönünde ilerlemeye başladım. Aklıma bir plan gelmişti. Nöbetçilerin görüşünden çıkana kadar beklemiş, sonra biraz hızlanarak gizlice duvarların dibinden ilerlemeye başlamıştım.


    Arkamı dönüp izlenmediğime emin olunca da koşmaya başladım. Binanın etrafında yarım tur attıktan sonra içeriye giren başka bir giriş buldum; önünde koruma yoktu ve kapının tam üstündeki açıklık demir çubuklarla engellenmişti. Fakat çubuklardan birinin yerinde olmadığını fark ettim. Tam o anda içerden yükselen bağırışları görebilmek için kendimi yukarıya çekerek tırmandım.


    Karşılaştığım manzara beni heyecanlandırdı. Aralarında ağabeyimin olduğu diğer adaylar da olmak üzere bu yuvarlak ve devasa antreman sahasının her yanına yayılmışlardı. Bunlardan bazıları bir düzine gri muhafızın karşısına hazır olda dikilmiş ve aralarında dolaşan rütbeli muhafızların emirlerini dinliyorlardı.


    Arenanın başka bir noktasında yer alan bir grup aday ise onları dikkatle inceleyen bir muhafızın gözetimi altında uzaktaki belirlenmiş hedelere mızrak ve ok fırlatıyorlardı. Aralarından sadece biri hedefi ıskaladı. Onları takip eden arkası dönük olan muhafız hedefi ıskalayan adaya doğru kızgınlıkla dönünce yüzünü görme fırsatı yakaladım. Dikkatle bakınca onun Nathaniel Howe olduğunu hemen fark ettim.


    Bu haksızlığa daha fazla dayanamayacaktım. O hedefleri kolaylıkla bende vurabilirdim; diğerlerinden hiçbir eksiğim yoktu. Sadece daha genç ve kız olduğum için babam tarafından böyle dışarda bırakılmam adil değildi. Üstelik birde kıdemli bir muhafızın onayını almama rağmen bunun olmasına göz yumamazdım.


    Sırtımda aniden hissettiğim el beni aşağı çekerek, yere yuvarladı. Bu sert düşüş sonrası nefessiz kaldım. Kendime gelince kapıda karşılaştığım o suratsız muhafızın öfkeyle tepemde durmuş bana baktığını gördüm.


    "Sana ben ne demiştim çocucuğum?"


    Henüz yerimden bile kıpırdayamadan adam bana sert bir tekme indirdi. Kaburgalarımda büyük bir acı hissettim ve bunun üzerine daha kendimi toparlayamadan adam ikinci bir tekme için hazırlanmaya başlamıştı bile.


    Fakat kendimi onca katlandığım şey sonrasında geldiğim bu noktada dövdürmeye niyetim olmadığı için daha fazla dayanamadım ve karşılık vererek adamın ayağını tutarak çektim. Sonra dengesini kaybeden muhafız yere kapaklandı.


    Adam ile neredeyse aynı anda tekrar ayaklarımız üzerine fırladık. Yaptığım şeyin doğurabileceği ağır sonuçları düşününce epey korkmuştum. Muhafızın yüzündeki küçümseyici bakış artık kaybolmuş ve yerine saf nefret almıştı.


    Gözleri dönmüş haldeki muhafız "Sana yapacağım tek şey zincirlemek olmayacak" dedi ve ekledi, "Bana yaptığın saygısızlığın halkın önünde kırbaçlanarak bedelini ödeyeceksin de. Thedas'ta ki hiç kimse görev başındaki gri muhafıza el süremez. Artık aramıza katılmayı unut. Zindanlarda çürüyüp gideceksin! Tekrar gün yüzü görebilirsen kendini şanslı say!"


    Belinden bir zincirin ucuna bağlanmış kelepçelerini çıkaran muhafız, intikam isteyen bir suratla bana yaklaşmaya başladı.


    Acil olarak yapabileceğim bir şeyler var mı diye düşünmeye başladım. Zincire vurulmak ve kırbaçlanmak istemesem de onların arasına katılmak için onca teptiğim bu yol sonucunda bir gri muhafıza zarar vermekte istemiyordum.


    Bir an önce kurtuluş için bir çözüm bulmalıydım. Yerde bir taş gördüm. Fazla düşünmeden hızla alarak taşı adama gelişi güzel fırlattım.


    Adamın parmaklarına çarpan taş, beni bağlamayı düşündüğü elindeki kelepçeleri düşürmesine neden oldu. Muhafız ondan beklenmeyecek şekilde acı içinde bağırmaya başladı.


    Muhafız bu sefer bana ölümcül bir bakış attı ve metalik bir çınlamanın eşliğinde, çelik kılıcını belindeki kınından hışımla çekip çıkardı.


    Suratında artık karanlık bir ifade oturan adam," Bu sana verdiğim son şanstı. Gri muhafıza mukavemetten dolayı seni ölüme mahkum ediyorum!" dedikten sonra saldırıya geçti.


    Yapacak başka bir şeyim kalmamıştı; bu muhafızın peşimi bırakmaya niyeti yoktu. Tekrar yerden gözüme bir taş ilişti ama bu seferki öncekinden daha büyüktü. Taşı fırlattım. Niyetim bana yaptıklarına ve yapmayı düşündüğü şeylere rağmen onu öldürmek değildi.


    Bu yüzden daha dikkatli nişan almıştım. Yüzü ya da kafası yerine tüm erkeklerin ortak zayıf noktası olan ve bu nedenle adamı anında durduracağından emin olduğum bir noktaya doğru taşı fırlattım.


    Tam istediğim gibi bacaklarının arasına hedefi onikiden isabet ettirerek vurdum. Fakat darbenin vücudunda kalıcı zarar bırakmaması için var gücümle değilde, bunu daha hafifçe atarak gerçekleştirmiştim.


    Elindeki kılıcı düşüren adam bacaklarının arasını tutarak önce dizlerinin üzerine, ardından da yere düşerek kendi içine doğru kıvrıldı.


    Adam acılar içinde olduğu yerden sallanarak, "Bunu çok ağır ödeyeceksin!" dedi. "MUHAFIZLAR! MUHAFIZLAR!"


    Kafamı kaldırdım ve kolezyumun sütunları arasından ve kenarlarından belirerek üzerime doğru koşan gri muhafızlarla birlikte askerleri gördüm.


    "Ya şimdi ya da asla." diye geçirdim içimden.


    Bir saniye bile yaşadığım olayın ehemmiyetine kendimi kaptırmadan tekrar kapıdaki açıklığa tırmandım. Bedenimin geçebileceği aralıktan arenanın içine atlayarak, içeriye kaçtım.


    Kendimi Gri Muhafız Komutanı Ireial'a tanıtmak zorundaydım ve bunun için beni engelleyecek herkesle dövüşmeye hazırdım.


    Peşimdeki muhafızların bana yetişmemesi için tüm gücümle turnuva sahasının tam ortasından koşuyordum. Fakat tüm çabalarıma rağmen bana neredeyse yetişmek üzereydiler. Adamlar ardımdan ağız dolusu küfürler savuruyorlardı. O sırada sahada gördüğüm yeni adaylar pek çok farklı silahlarla kendilerinden emin bir şekilde idman yapıyorlardı. Başlayacak turnuvada yaşanacak rekabet epey zorlu geçeceğe benziyordu.


    Alandaki gri muhafızlardan bazıları uzaktan antrenman yapan adayları izleyerek kimin burada kalıp kimin evlerine gideceğine dair değerlendirmeler ve tahminler yürütüyorlar gibi görünüyordu. İşte kendimi bu adamlara kanıtlamak zorundaydım. Fakat öncesinde peşimdeki muhafızlardan kurtulmalıydım yoksa her an tepeme binebilirlerdi. Bu durumdan nasıl kurtulacaktım? Hızı mı kesmeden ilerlerken kafam sadece bu soruyla meşguldü.


    Tribündeki ve sahadaki insanlar yaşanan bu koşuşturmacayı er ya da geç fark ettiler. İdmanı yarıda kesen adaylardan bazıları ile gri muhafızların bir kısmı başlarını benden yana çevirdiler. Tüm bakışlar artık üzerimdeydi. Sahanın ortasında peşinde beş muhafızla beraber koşan bu kızın kim olduğumu merak etmiş olmalıydılar. En başta açıkçası herkesi etkilemek isterken aklımdan geçen tam olarak bu değildi. Tüm hayatım boyunca katılmayı istediğim gri muhafızlar karşısına bu şekilde çıkmak çok utanç verici olmuştu.


    Hala ne yapmam gerektiği konusunda beyin fırtınası yaparken adayların oluşturduğu kalabalık arasından tanıdık gelen yüzüyle iri bir çocuk çıkarak geldi. Sanki diğerlerini etkilemek için beni durdurmaya karar vermiş gibiydi. Öne atılan bu kişi ağabeyimden başkası değildi. Benden iki kat daha iri olan ağabeyim üzerime doğru hızla geliyordu. 


    Ben başta konuşacağını sanıyordum ama aniden elindeki devasa kılıçla beni şaşırtarak hamle yaptı ve bende hızla çekildim. Bunun üzerine ikinci bir hamle daha gerçekleştirerek kaçacağım yola doğru iki elli tahta kılıcını sert şekilde indirdi. Bana konuşma fırsatı dahi vermeden beni eliyle iterek yere yapıştırdı. Amacı beni herkesin önünde aptal durumuna düşürmekti ve bunda epey kararlı olduğunu bakışlarından artık iyice anlamıştım.


    Bende öfkelenmiştim. Yıllar boyunca babamla beraber bana ettikleri eziyetlere katlandım. Yetmiyormuş gibi birde yol boyunca onca çektiğim çile sonrasında hayallerime bu kadar yaklaşmışken öz ağabeyimin beni bu noktada durdurmasına razı olamazdım.


    Ancak ağabeyime yaklaşınca boyunun uzunluğu karşısında iyice hayrete düştüm. Hayatım boyunca onunla kavga etmekten hep kaçınmaya çalışmıştım ve ilk defa karşısına dikildiğimde ne kadar ufacık kaldığımı fark ettim ve onu atlatabileceğimden şüphe duymaya başlamıştım.


    Konuşmaya hiç niyeti olmayan ve yüzünde alaycı bir gülümsemenin eşliğiyle tahta kılıcıyla üstüme giderek yaklaşmaya başlayan ağabeyimi durdurmak için hızlıca düşünmem gerekiyordu. Yoksa hayallerimin sonsuza kadar ayaklarımın altından kayıp gitmesi an meselesiydi.


    Kendimi içgüdülerime bıraktım ve yerden aldığım bir taşı ağabeyimin kılıç tuttuğu eline doğru hızla fırlattım. Kılıcını indirmeye hazırlanan ağabeyim acıyla kıvranarak, ağır tahta aleti elinden düşürdü.


    Hiç vakit kaybetmeden zıplayarak iki ayağımla beraber atlayarak ağabeyimin göğsüne doğru sert bir tekme attım. Ancak iri yapılı olan ağabeyime vurmanın bir meşe ağacına vurmaktan neredeyse hiç farkı yok gibiydi. Ağabeyim saldırım karşısında hiç yerinden bile oynamamıştı. Tam tersi sinirlenerek elinin tersiyle bana tokat attı ve beni ayaklarının dibine doğru düşürdü. İşte bu çok kötü olmuştu.


    Ayağa kalkmaya çalışırken ağabeyim beni sırtımdan yakaladığı gibi havaya kaldırıp tekrardan toprağın üzerine fırlattı. Hızla etrafımıza toplanan çocuklar alkış tutmaya başladılar. İnsanlar karşısında küçük düştüğümü anlayınca utancımdan istemeden suratım kızarmıştı.


    Ağabeyim fiziğine göre hiç beklemediğim kadar hızlıydı. Daha ben kendimi toparlayamadan üzerime çıkıp, beni tekrardan yere mıhladı. Birden güreş karşılaşmasına dönen kavgada doğal olarak bu ağırlıktaki bir erkeğe karşı hiç şansım yoktu.


    Kana susayan diğer adaylar tezahüratlar atmaya başlamıştı. Öfkeli gözlerle üstümden bana bakan ağabeyim beş parmağını birden yanaklarıma doğru indiriyordu. Ağabeyimin niyeti sahiden canımı yakmak değildi ama buraya geldiğim için beni pişman etmekte istiyor gibiydi.


    Son anda gücümü toplayarak kafamı yana çekmemle parmakları toprağa saplandı. Bundan faydalanarak kendimi yana yuvarlayarak ağabeyimin altından kurtulmuştum.


    İkimiz de ayağa kalktık ve yüz yüze geldik. Ağabeyim üzerime doğru koşarak eliyle beni yakalamak için hamle yapmaya çalıştı fakat yana doğru atlayarak kurtuldum. Eğer beni tekrar yakalamış olsaydı büyük ihtimalle zindanı boylamış olacaktım.


    Bende bunun akabinde ağabeyimin midesine hızla bir yumruk indirsem de ağabeyim bunu da hissetmemiş gibi görünüyordu.


    Daha yerimden kıpırdayamadan ağabeyimin dirseğiyle suratım buluştu. Darbenin etkisiyle arkaya savrulurken suratıma sanki bir çekiç inmiş gibi hissediyordum.


    Düştüğüm yerde sallanarak soluklanmaya çalışırken göğsüme güçlü bir tekme darbesi indi. Bu sefer geriye doğru uçarak yere yapıştım. Bunu gören diğer adaylardan sevinç çığlıkları yükselmeye başladı.


    Başım dönüyordu ve henüz toparlanamadan suratıma güçlü bir tokat daha yiyerek dümdüz yere serildim. Suratımda oluşan şişkinliği ve dirsek darbesinden sonra burnumdan sızmaya başlayan kanı hissetim. Yere uzanmış yenilginin ve yaraların verdiği acıyla inliyordum. Ağabeyim ise dersimi aldığımı düşünerek çoktan onu kutlamaya hazırlanan adayları arasına dönmüş tebriklerini toplaya başlamıştı bile.


    Kız halimle bir başıma çıktığım bu akıl almaz yolculuğun sonuna gelmiştim ama artık pes etmek üzereydim. Ağabeyimle dövüşmeye çalışmamın bile manası yoktu. Bana karşı tam gücünü dahi kullanmıyordu. Hem artık daha fazla darbe kaldıracak halim ve alınsam bile turnuvada yarışacak motivasyonum kalmamıştı.


    Ancak içimden bir ses ne olursa olsun yılmamam gerektiğini söylüyordu sürekli. Her şeye rağmen kaybeden ben olmamalıydım. Hele ki etkilemek istediğim Ferelden Kralı ile Gri Muhafız Komutanının gözleri önlerindeyken.


    "Pes etme. Ayağa kalk Bertha. Kalk!" diyordum içimden kendi kendime.


    Zorda olsa bir şekilde gücümü tekrardan topladım; acılar içinde ellerim ile dizlerim üzerinde doğruldum, ardından yavaşça ayaklarım üzerine dikildim. Morarmış, şişmiş ve kan içindeki suratımla ağabeyim karşısında tekrardan çıktım. Ne etrafı düzgün görebiliyor ne de sağlıklı şekilde nefesimi kontrol edebiliyordum, buna rağmen yumruklarımı kaldırdım.


    Benim ayağa kalkabildiğime inanamayan ağabeyim kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. Tehditkar bir şekilde, "Ayağa kalkmamalıydın Bertha! Bu sana verdiğim son şanstı." dedi ve üzerime doğru var gücüyle koşmaya başladı.


    "Yeter!" diye bağıran bir ses duyuldu. "Kızın yanından geri çekil!"


    Birden ortaya çıkan gri muhafız aramıza girerek avucunu ağabeyimin göğsüne koyup ilerlemesini engelledi. Kalabalık sessizliğe büründü. Bu kişi kıdemli gri muhafız şövalyelerinden olan Nathaniel Howe'dan başkası değildi. Nathaniel, Vigil's Kalesi gri muhafızları arasında zaten hep en hayran olduğum bir kişiydi. Yakından gördükçe ise artık ondan giderek daha çok hoşlanmaya başlamıştım.


     Beni korumasından çok etkilenmiştim. Nathaniel Howe uzun boylu, geniş omuzları olan otuzlu yaşlardaki bakımlı saçlara sahip sert mizaçlı ama oldukça yakışıklı bir adamdı. Gümüşten yapılma birinci sınıf zırhı güneşin altında parlıyordu ve üzeri gri muhafızların bir zamanlar uçan binekleri olan şimdilerde nesilleri tükenmiş griffon adlı hayvanın armasıyla kaplıydı. 


    Olayın heyecanından ağzım kurumuştu.


    Gri muhafız bana," Sen çiftlikteki o cesur kız değil misin?" dedi "Davet edilmediğin halde buraya kadar nasıl geldin ve arenaya girebildin?"


    Daha cümlemi toparlayamadan peşimdeki muhafızlar kalabalıktan sıyrılarak olay yerine gelip arkamdan birden beni yakaladılar. Liderleri olan çirkin muhafız zar zor soluklanarak parmağıyla beni gösterdi.


    "Emrimize karşı geldi bu kız!" diye bağırdı. "Zincire vurup, onu derhal zindana götüreceğim!"


    "Ben yanlış hiçbir şey yapmadım!" diye karşı çıkmaya çalıştım.


    "Öyle miymiş?" diye bağıran çirkin suratlı muhafız devam etti, "Komutanımızın mülküne izinsiz girmek hiçbir şey yapmamak mı oluyor sence?"


    "Tek istediğim bir şanstı! diye bağırdım Nathaniel Howe'un gözlerinin içine bakıp yalvararak. 


    "Tek istediğim gri muhafızlara katılabilmek!"


    Sert bir ses, "Burası sadece katılan adaylara ve seçilenlere ayrılmıştır." dedi ve ardından herkes sesin geldiğine yöne doğru bakışlarını çevirdi.


    Yüzümü sesin geldiği tarafa döndüğümde sahibinin kırklı yaşlarda, kel kafalı, kısa sakallı ve yüzünün üzerinde derin yara izleri olan irice bir Gri Muhafız olduğunu gördüm. Tüm hayatını savaşarak geçirmiş gibi duran bu adamın zırhındaki semboller ve göğsündeki altın rozet, onun Gri Muhafızlar arasında kıdemlilerden biri olabileceğini söylüyordu. Tam o anda karşımdaki kişinin Kristoff "Adalet Getiren "olduğunu hakkında çizilen portrelerden anlayınca iyice heyecanlandım.


    "Seçilmediğimi biliyorum efendim" dedim. "Ancak tüm hayatım boyunca bunu hayal ettim. Tek isteğim, Gri Muhafızlar'a neler yapabileceğimi gösterebilmek ve aranıza katılabilmek. Buradaki herhangi bir aday kadar iyi olduğumu düşünüyorum. Lütfen bana bunu kanıtlamam için bir şans verin! Sizin en büyük hayranlarınızdan biriyim!"


    Muhafız gene o sert sesiyle, "Burası hayalperest kızlar için uygun değil." dedi. "Turnuva alanı için kimse istisna değildir; adayların hepsi, haftalar önceden seçilmiş kişilerdir."


    Kristoff'un işareti üzerine beklemede olan çirkin suratlı muhafız, elinde zincirle bana yaklaşmaya başladı.


    Ancak birden ileri fırlayan Gri Muhafızlar'dan Nathaniel Howe muhafızı durdurdu. "Sanırım bu özel duruma göre tek seferlik istisna yapabiliriz." dedi.


    Şok içindeki çirkin muhafız bir şeyler söylemek istemeye çalışır gibiydi, ancak karşısında kıdemli bir muhafız olduğu için, sözlerine itaat etmek zorunda kaldı.


    Nathaniel, "Sendeki bu hevesi artık takdir etmemek mümkün değil." dedikten sonra sözüne devam etti, "Sanırım seni zindana atmadan önce neler yapabileceğini görmek istiyorum güzel kız."


    Nathaniel'in bu beklenmedik müdahalesinden pek hoşnut olmayan Kristoff, "Fakat Nathaniel-" dedi.


    "Sanırım son kararı Ireial verebilir Kristoff." diyerek sözünü kesti Nathaniel.


    Ancak lafının kesilmesine iyice sinirlenen Kristoff sert bir şekilde, "Turnuva kurallarını General Ireial koydu ve biz muhafızlarda ona uymalıyız!"


    Muhafızlar arasında ortam iyice gerilmişti. Ben ise o an tüm bunların sebebinin kendim olduğuma inanamıyordum ve benim için Kristoff'u ve Gri Muhafızlar'ı karşısına alan Nathaniel'in bu hareketinden de çok etkilenmiştim. Sanırım ona bir kez daha hayran olmuştum.


    "Generali ve emirlerini gayet iyi biliyorum. Fakat onu biraz da iyi tanıyorsam eğer o, bu kıza bir şans verilmesini uygun görürdü. Biz de şimdi öyle yapacağız."


    Kristoff isteksiz de olsa geri adım atmak zorunda kaldı. Yüzünü bana doğru dönen Nathaniel, gözlerini benimkilere kilitledi. "Sana tek bir şans vereceğim. Bakalım hedefi vurabilecek misin?"


    Sahanın epey ilerisinde yer alan bir saman yığınını işaret etti. Samanların ortasında yer alan küçük kırmızı noktanın çevresi mızraklarla doluydu. Fakat tam o noktaya çok yaklaşmış olsa bile tam isabet etmiş bir olan bir tane mızrak yoktu.


    Nathaniel, "Eğer antrenmanlarda diğer adayların yapamadığı şeyi yaparak, o noktayı buradan vurabilirsen, adaylar arasına katılırsın" dedikten sonra kenara çekildi. Ancak hala üzerime gelen Nathaniel'in bakışlarını hissedebiliyordum.


    Kenarda duran mızrakları incelemeye başladım. Benim alışkın olduğumdan çok kaliteli mızraklar, en iyi meşeden yapılmış ve üzerleri pahalı deriyle çevrilmişti. Burnumdaki kanı elimin tersiyle sildikten sonra hayatımda hiç olmadığım kadar heyecanlanmış olduğumu fark ettim. Bana verilen görevi yerine getirmemin neredeyse imkansız olduğunu biliyordum, ancak denemek zorundaydım.


    Ne aşırı uzun ne de aşırı kısa olan bir mızrağa elime aldım, mızrağı ardından kendimce tarttım. Sağlam ve ağırdı. Köyümde kullandıklarıma hiç benzemiyordu. Elime tam oturduğunu hissettim. Belki bunu gerçekten de başarırım, diye kafamdan geçirdim. Ne de olsa atıcılık en büyük yeteneklerimden biri sayılırdı. Tabii bu iş sapanla taş fırlatmaya benzemeyecekti. Ormanda geçirdiğim onca zaman sayesinde epey bir pratikte yapabilmiştim. Çiftlikteyken zaten ağabeyimin vuramadığı hedefleri bile vuruyordum rahatlıkla.


    Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım. Eğer ıskalarsam, muhafızlar beni sürükleyerek zindanlara götürecek ve böylece Gri Muhafızlar'a katılma şansımı sonsuza dek kaybolmuş olacaktı. Tüm hayallerim bu yapacağım atışa bağlıydı.


    İçimden Yaratıcı'ya ve Gelini Andraste'ye yakardım.


    Ardından bir an bile tereddüt etmeyerek, gözlerimi açtığım gibi ileriye doğru iki adım attım ve gerindikten sonra mızrağı fırlattım.


    Uzaklaşan mızrağı nefesim tutulmuş halde izliyordum.


    Lütfen Yüce Yaratıcı ve Kutsal Gelini adına...


    Yüzlerce göz sahaya çöken sessizliği yararak ilerleyen mızrağı izliyordu.


    Bana bir ömürmüş gibi gelen bekleyişin ardından, mızrağın ucunun samanları delen sesi işitildi. O tarafa o an bakmaya bile tenezzül etmedim. Çünkü bir şekilde hedefi on ikiden vurduğumu tuhaf bir şekilde çok iyi biliyordum. Elimden çıkan mızrağın hissi ve bileğimin aldığı açı sayesinde bundan emin olmuştum.


    Yine de cesaretimi toplayarak hedefe baktım ve haklı olduğumu gördüm. Mızrak, kırmızı noktaya tam ortasından saplanmıştı. Arasında ağabeyimin de olduğu diğer adayların başarısız olduğu yerde, ben başarıya ulaşmıştım.


    Hayretler içindeki herkes inanmayan gözlerle bana bakıyordu. Sessizliği bozan Nathaniel, bana yaklaşarak omzuma hafifçe dokundu. Sırıtan yakışıklı yüzünde rahatlamış bir ifade vardı.


    Nathaniel, "Haklıydık!" dedi "Gri Muhafızlar'a katılmaya hak kazandın!"


    Başından beri sabırsızca bana ceza vermeyi bekleyen peşimden koşuşturup durmuş çirkin muhafız "Fakat Nathaniel! Bu adil değil. Kız buraya izinsiz girdi!" dedi.


    "O kadar aday arasından hiçbirinin başaramadığını yaptı ve hedefi vurdu. Bundan başka bir izne ihtiyacı yok."


    Lafa dahil olan Kristoff, "Bu Büyük Turnuva alanına izin girdiği gerçeğini ve o kadar adayın hakkını gasp ettiği gerçeğini değiştirmez!"


    Nathaniel, "Turnuva'nın en zor testlerinden birini geçmeyi başardı. Hedefi vuramayan yeteneksiz bir aday yerine bu kızı tercih ederim." diye karşılık verdi.


    "Bu sadece şanslı bir atıştı!" diye sesini yükseltti ağabeyim. "Bize daha çok şans verilmiş olsa, biz de vururduk!"


    Kaşlarını çatan Nathaniel ağabeyime döndü.


    "Sahiden de atabilir miydin? diye sordu. "Bana bunu nasıl yapacağını göstermek ister misin? Hatta turnuvadaki akıbetin üstüne bahse girmeye ne dersin?"


    Utancından ağabeyim kafasını yere indirdi. Böyle bir şey için bahse girmekten çekindiği çok açıktı.


    Kristoff tekrar itiraz ederek "Fakat bu kız bir yabancı, nereden geliyor ve ne iş yaptığını bile bilmiyoruz?" dedi.


    "Bertha çiftlikten geliyor." diyen bir ses duyuldu.


    Herkes sesin geldiği yöne doğruldu, ben hariç. Çünkü o sesin sahibini tanıyordum. Bu babama aitti.


    Ağabeyim de aniden babamın yanında belirdi. İkisi beraber aşağılayan gözlerle bana bakıyorlardı.


    "Kendisi en küçük çocuğum olur ve büyüğü olan ağabeyi aksine tek görevi benim sürülerimi gütmektir. Buraya izinsiz girdiği yetmiyormuş gibi bunu benimde şahsi iznimin dışında yapmıştır. "


    Adayların ve Gri Muhafızlar'ın büyük çoğunluğu kahkahalara boğuldu ardından.


    Suratımın kızardığını hissetmiştim. O an sanki ölmek istiyordum. Daha önce bu kadar utanmış olduğum başka bir zaman hatırlamıyordum. Bu ağabeyimin ve babamın her zaman yaptığı bir şeydi. Beni aşağılamanın bir yolunu bularak, mutlu olduğum her anı mahvetmek.


    "Kristoff, "Demek sürülerini güdüyordu, ha?" diye alay ettti.


    Ağabeyim, "O zaman kara nesil askerleri epey bir dikkatli olmak zorunda kalacaklardır!" diye bağırdı.


    Seyircilerde dahil herkes tekrar kahkahalara boğuldu. Ben ise iyice yerin dibine girdiğimi hissediyordum.


    Öfkeyle Nathaniel bağırarak, "Yeter!" dedi.


    Kahkaha sesleri azar azar kesilmeye başladı.


    Ve Nathaniel ekledi, "Eminim ki kara nesil karşısında turnuvada olduğu gibi bu yetenekli kız, sizin gibi gülmekten başka bir şey yapmayanlara kıyasla daha fazla şansı olacaktır!"


    Bu lafın üzerine ortama tam bir sessizlik çöktü. Gülen tek bir kişi dahi kalmamıştı.


    Kendimi Nathaniel'e karşı sonsuz bir şükran hissetmiştim. Ona o an bu yaptıklarının karşılığını bir gün ödemeye yemin ettim. Bunca aşağılamaya rağmen, Natnahiel sayesinde incinen gururum biraz da olsa toparlayabilmişti.


    Nathaniel ağabeyime dönüp, "İnsanın öz ailesi bir yana, kendi arkadaşları için bile boşboğazlık etmesinin bir Gri Muhafız'a yakışmadığını bilmiyor musun çocuk?" diye sordu.


    Utanıp, başını öne eğen ağabeyimin görüntüsü beni şaşırttı. Onu böyle görmek ender rastlanan türden bir durumdu.


    Babam ise sessizliğini bozarak duruma karşı çıktı," Fakat kızım aday olarak seçilmedi bile. Ben bile izinde vermedim. Oğlum ise tam aksine seçildi. Bertha'nın tek yaptığı şey sizi buraya kadar izleyip gizlice girmek."


    Daha fazla dayanamadım, "Ben artık senin kızın falan değilim!" dedim. "Ben yanlış bir şey yapmadım ve sadece Gri Muhafızlar için buradayım!"


    Kristoff, "Neden burada olduğunun bir önemi yok. Tek yaptığın hepimizin şu an vaktini harcamak. Yaptığın atış etkileyiciydi, ancak bu aramıza katılacağın anlamına gelemez. Bu davetsiz ve onaysız girişinden sonra muhafızlar arasından seninle çalışmak isteyecek bir yoldaş bulman mümkün görünmüyor!"


    Kalabalıktan bir ses, "Ben onunla birlikte çalışırım." Dedi.


    Diğerleriyle beraber sesin geldiği yöne doğru döndüm ve karşımda siyah saçlı ve koyu yeşil gözlere sahip tıknaz genç bir cüce kadın görünce şaşırdım. Ardından onu tanıdığımı fark ettim. Gri Muhafız kahramanları arasından Sigrun'dan başkası değildi. Üzerinde Ölüler Lejyonu'na ait kızıl ve siyah renklerle süslü armalı zırhı, şu ana kadar gördüklerim arasında en güzeliydi.


    Kristoff, "Sigrun?" dedi. "Kıdemliler arasından biri sıradan bir çırakla idman yapamaz."


    Sigrun anında, "İstediğimi seçerim Kristoff." diye karşılık verdi. "Ve bu kızın takipçim olacağını söylüyorum."


    "Bunu General onaylasa bile," dedi Kristoff, "Ona gördüğüm kadarıyla katılım ücretini sağlayacak bir maddi destekçiye sahip değil."


    "Sanırım o işi de ben üstleneceğim." diyen bir ses duyuldu.


    Sesin geldiği yöne kafalarını çeviren grup arasında fısıldaşmalar yükselmeye başladı.


    Atının üzerinde kalabalığa yaklaşan kişi bugüne kadar görmüş olduğum en parlak zırhı giyiyordu. Adamın üzerinde özel metallerden dövüldüğü belli olan silahlar vardı. Adamın aydınlık suratı, ona bakanları sanki güneşe bakıyorlarmış gibi etkiliyordu. Adamın duruşunu ve hareketlerini inceledim, zırhının üzerindeki işaretleri de görünce, onun diğerlerinden daha farklı biri olduğunu hemen kavradım. O Ferelden Kralı Alistair Theirin'den başkası değildi.


    Kral'ı sadece tablolardan görmüş, hakkında anlatılan efsanelerle tanımıştım. Yıkım'ın kahramanlarından biriydi ayrıca.


    Kristoff, "Fakat lordum-"


    Alistair kendinden emin bir sesle, "Daha fazla söze gerek yok. Ben bir Gri Muhafız olarak ve aynı zamanda sizlerin Kralı olarak gerekirse generaliniz ile bizzat bu durumu görüşebilirim." diye yanıtladı.


    Kalabalığın üzerine şaşkın bir sessizlik çöktü.


    Nathaniel, " O halde Kralımızın onayıyla beraber artık tartışacak bir şey de kalmadı. "dedi. "Bertha'nın hem çalışabileceği biri, hem de ona destek sağlayacak birisi var. Konu kapanmıştır. O artık bir Gri Muhafız adayıdır."


    Çirkin suratlı muhafız isyan etti, "Fakat lordum beni unutuyorsunuz! Bu kız bir muhafıza görev başındayken zorluk çıkardı ve cezalandırılması gerekiyor! Adalet yerini bulmalı.


    Alistair çelik bir sesle, "Bulacak da." Dedi "Fakat kefaretinin nasıl olacağına ben karar veririm, sen değil."


    "Fakat efendim, bu kız zindanlarda zincire vurulmalı! Böylece herkes bir Gri Muhafız'a vurmanın bedelini görecektir!"


    Sinirlenmeye ve bunu belli etmeye başlayan Alistair, "Eğer benimle böyle konuşmaya devam edersen muhafız, o zaman zincire vurulan tek kişi sen olacaksın."


    Mücadelesinden vazgeçen muhafız, bana ters bir bakış attıktan sonra oradan uzaklaştı.


    "O zaman işi herkesin önünde resmileştirelim." dedi Nathaniel Howe, yüksek sesle, "Bertha, Gri Muhafızlar'a şimdiden hoş geldin!" diye bağırdı.


    Gri Muhafız ve adaylardan oluşan kalabalık, hep bir ağızdan beni selamladılar ve neredeyse başlamak üzere olan turnuva için antrenmanlarına geri döndüler.


    Ben şaşkınlıktan donup kalarak olduğum yerde kalakaldım. Gelişen olaylara inanamıyordum resmen. Artık Gri Muhafızlar'ın bir parçasıydım. Kendimi hiç uyanmak istemediğim bir rüyadaymış gibi hissettim.


    Tüm bunların gerçekleşmesinde en büyük rolü olan adama Nathaniel Howe'a olan borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum. Daha önce hayatımda hiç kimse beni kollamamış veya iyiliğim için uğraşmamıştı. Çok hoş bir histi. Nathaniel'e karşı gitgide derin duygular hissetmeye başlamıştım. Tabii k Velanna, Sigrun ve Ferelden Kralı Alistair'e de çok büyük bir minnet borçlu olduğumu unutmamıştım.


    "Size nasıl teşekkür edebileceğimi bilmiyordum." dedim. "Size karşı borçluyum."


    "Nathaniel gülümsedi. " Velanna'na bana senin durumunu haberdar etmişti. Ancak senin aramıza katılmak için ne kadar istekli olduğunu görene kadar gerçekten bir şeyler yapmaya niyetim yoktu. Cesaretine hayran kaldığımı bilmeni isterim. Senin gibi birisi Gri Muhafızlar'a çok iyi hizmetlerde bulunabilir."


    Nathaniel henüz uzaklaşmıştı ki, ağabeyim yanıma yaklaştı ve "Kendine dikkat et küçük kız kardeşim." dedi. "Aynı kışlada kalacağız, biliyorsun değil mi? Bir an bile rahat nefes alabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun."


    Ağabeyim vereceğim cevabı dinlemeden oradan uzaklaşmaya başladı. Kendimi başka ne türlü sürprizlerin beklediğini düşünürken, Gri Muhafızlar'dan Sigrun'un yanıma yaklaştığını gördüm.


    "Sen ağabeyine aldırma." dedi Sigrun. "Ben yanındayken sana bir şey yapamaz."


    Elimi Sigrun'a doğru uzattım," Beni yoldaşın olarak seçtiğin için teşekkürler. Sigrun, sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."


    Sesinden ne kadar neşeli olduğu anlaşılan Sİgrun, "Ağabeyin ile mücadelen inanılmazdı açıkçası. Güzel bir dövüştü." dedi.


    Suratımdaki kurumuş kanı sildim, "Dalga mı geçiyorsun? Neredeyse beni öldürüyordu." dedim.


    "Ancak senden daha güçlü olmasına rağmen pes etmedin." diye karşılık verdi Sigrun. "Her şeye rağmen bu etkileyiciydi. Başka biri olsa bu kavgadan kesin kaçardı. Ayrıca o nasıl bir mızrak atışıydı öyle? Bu kadar iyi olmayı nasıl öğrendin atıcılıkta? Bence biz seninle iyi işler başaracağız gibi görünüyor." dedikten sonra elimi içtenlikle sıktı ve ekledi,"Ve tabii iyi de arkadaş olacağımızı şimdiden görebiliyorum."


    Sigrun'un elini sıkarken, kendimi hayat boyu yoldaşlık edecek bir arkadaş, kız kardeş edindiğimi hissediyordum. Ancak birden birisi beni itti. Bunun kim olduğunu anlamak isteyen bir bakış attım arkama ve tekrar başımın belası olan ağabeyimi gördüm.


    "Birazdan turnuva başlayacak ve o zaman sana tüm krallık önünde dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğim!"


    Sigrun benimle ağabeyim arasına girerek beni oradan uzaklaştırdı ve hemen turnuva için hazırlıklara başlamamız gerekiyordu ve Sigrun'un ile nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu o an. Zaten umurum da da değildi. İçim hala bitmeyen bir heyecanla dolup taşıyordu. Çünkü başarmıştım. Çiftlikteyken düşünmesi bile zor olan şeyler yani hayallerim gerçek olmuştu....








  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.