Şimdi Ara

Dereden tepeden yolculuk

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
10
Cevap
0
Favori
674
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Yolculuk ne çok anlam taşır içinde: sıla, gurbet, hasret, korku, keyif, eğlence, özlem, mutluluk, heyecan, ayrılık.... Yolculuk vardır korku uyandırır, yolculuk vardır heyecan. İnsanlar vardır yolculuk denince büyük bir korku yaşar, insanlar vardır büyük heyecan. Yolculuk gitmektir. Bir şeyleri bırakmak, ayrılmak; yeni bir şeylere varmak, kavuşmaktır. Gidilen yol bazen bir ömür, bazen bir uzaklık, bazen içdünyanın patikalarıdır. Diğer yandan onun da zaman içinde, mekan içinde ayrı bir yolculuğu vardır.

    Yolculuğu, herkes kolayca göze alamaz. Yolculuk sevdiklerinden, alıştıklarından ayrılmanın acısı ile baş edebilme gücüne sahip olmayı; kendini güven içinde hissederek, yeniyle, yabancıyla karşılaşabilmeyi gerektirir. Ayrılabilmeyi, sevdiklerinden, yakınlarından, yaşam içinde sığındıklarından uzaklaşabilmeyi gerektirir. Bırakın tümüyle kopabilmeyi, bazı kişiler için geçici olduğu bilinse bile kolay değildir ayrılık. Merak duygusunun ketlenmemiş olmasını, temel güven duygusunun gelişmiş olmasını ve özerk davranabilme yetisini gerektirir. Yaşamdan tad alabilmeyi, hiçbir zaman bitmeyecek olan günlük işleri bırakabilmeyi gerektirir.

    Geleneksel kültürümüzde yolculuk deyince sıla, gurbet, hasret gelir akla. Gurbet, yad eldir. Gurbet ellere düşmek, aile ocağından uzaklaşmak; sıla, kavuşmaktır. Yüzyıllar içinde belleğe kazınan bir tasarım yineleyip durur sanki kendini: hiç istemeden yollara düşen, elinde tahta bavuluyla askere, çalışmaya giden ya da göç eden ve geri dönüp dönmeyeceği belli olmayan bir yolcunun yolculuğu. Buram buram özlemdir yaşanan. Hiç dinmeyen bir burukluk hissedilir. Ayrı düşülenler, memleket, gözlerde tüter. Şarkılar, türküler, filmler onu anlatır. İnsanımız hep kendini gurbette gibi hissettiğinden midir nedir; şarkılarda, türkülerde, filmlerde en derinlerden hissedilir kavuşmanın buruk mutluluğu. Duygulandıran, hoş bir izlektir gözlenen. Ama madalyonun diğer yüzü gizli bir ayrılamama halidir. Fakat yenilerde bir şeylerin değiştiği açıkça görülmektedir. Bayramlarda yolculuk artık sılaya değil, sahiledir. Merak etmeden yoksun olduğu açıkça görülüyor olsa da, yolculuk artık tekdüze yaşamda bir kaçamak, felekten gün çalmaktır. O da artık ufuklarda görülüyor: keşfetmek isteği eklendiğinde, heyecanlı bir maceraya doğru dönüşür yolculuk. “Ben özgürüm” biraz da yolculuk özgürlüğünü taşır. Alıp başını gitmek, istediğini yapmak, en olmadık yerlerde istediğin gibi olmak. Heyecan yaşamak, heyecan yaşatmak.

    İnsanın belki de ilk yolculuğu, yaşamının ilk yılının sonlarında başlayan annesinden uzaklaşması ve ondan ayrılmasıdır. İnsanoğlu bu dönemde kolay bırakamaz ana kucağını. Ondan biraz uzaklaştığında, sık sık döner bakar annesine orada mı diye. Bir yanda yeni şeyler keşfetmenin büyük heyecanı, bir yanda anneyi kaybetmenin katlanılmaz korkusu. Sonra sonra annesini görmese bile onun varlığını ve kendisini koruyup kolladığını hissetmenin güveni içinde yolculuklarını sürdürür. Ne yazık ki herkes aynı şekilde başaramaz bu ilk yolculuğunu. Bazen de anneler bırakamaz çocuğunu, yenik düşer korkularına. Çocuklar hemen sezer annelerinin korkusunu ve daha fazlasını da kendisi hisseder. Bu yolculuğun bir yanı ayrılmak ise bir yanı da keşfetmektir. Doğasının en güzel yönlerinden birisi olan keşfetme isteği / merak duygusu, insanın ayrılabilmeyi başarmasında en büyük destekçisidir. Ancak onun da özenle, emek harcanarak geliştirilmesi gerekir. İnsanların ve kültürlerin yolculuğa farklı bakış açılarına sahip olmaları işte insanın psikososyal gelişiminde bu ve benzeri noktaların nasıl aşıldığı ile yakından ilişkilidir.

    Bebekliğinin ilk yıllarında yaşadığı bu macera, ne kadar da benzer insanoğlunun yaşadığı her yolculuğa: geride kalanlara güven duyarak ayrılabilmek, bu güven duygusu içinde korku duymadan yeni yerleri yeni insanları keşfetmek.

    İçdünyaya yapılan yolculuk için de aynı şeyler geçerlidir. Şu anki durağı ne olursa olsun, kişiye ne kadar sıkıntı veriyor olursa olsun, o kişi için en güvenli durak bu duraktır. Bu durağa nasıl gelindiğini anlamak için geriye doğru gitmek gerekir. Yani yolculuk bu sefer yeniyi değil, eskiyi keşfedir. Acılı bir yolculuktur bu. Unutulan duraklara uğranır birer birer. Fakat her durağın farklı zamanlarda uğranan aynı durak olduğunu görmek çok şaşırtıcıdır. Yineler durur insan kendini. İlk durağı bulmak çoğu zaman bir hayaldir, belki de yalnız bir fantezi. Yinelemenin nasıl katmerlendiği, yinelemeyi neyin katmerlediğidir önemli olan. Zaman zaman yüreği yanar yolcunun, umutsuzlanır. Ne yazık ki, başka yolu yoktur bu yolculuğun. Önce görmek, görebilmek gerekir. Nasıl göremediğini görmek de ilginçtir. Gördüğünü sandığının, gördüğü olmadığını görmek büsbütün afallatır yolcuyu. Yolun nereye gittiğini bilmeden yola çıkmak büyük cesaret ister. Sonunda, yaptığı yolculuğun kendi yolculuğu olmadığını, fakat kendi yolculuğunu yapabileceğini görür yolcu.

    Yolculukları en çok çocuklar sever; en çok sevinen onlardır yolculuklara, en çok keyif alan da. Yalnız gidilen yer değil, gitmek de eğlencedir onlar için. Ne değişir de, insan yolculukları çocuklar gibi şen yapamaz. Annesinin babasının artık o zamanki gibi yanında olmaması mıdır değişen. Yoksa merak duygusu mudur körelen.

    Ömür hep gidilen bir yolculuk gibi gelir insana. Bunun sonu olan bir yolculuk olduğunu bildiğini bilse de bir çok kişi, çok az gerçekten hisseder onun bir son durağı olduğunu. O zaman anlar yolculuğunun her anının değerini; yolculuğunun halen devam ettiğini unutarak iş işten geçmiş gibi görünür o an.

    Yolculuk özgürlüğü esas olarak kişinin kendisine tanıdığı özgürlüktür. Bir ayrılığın, bir yoksulluğun ya da bir ölümün yolculuğu değilse, mutlu eder her yolculuk insanı. Ya özlediğine, kaybettiğine kavuşmanın, ya keşfetmenin, yeni yerler görmenin, yeni insanlar tanımanın, ya da kendini tanımanın mutluluğu sarar insanı.


    Erol Özmen
    Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi
    Psikiyatri AD Öğretim Üyesi







  • Hakkında çok fazla şey bilmiyorum üşkufe. Ama yanlış hatırlamıyorsam profilinde ikamet yurt dışı ve meslek öğrenci yazıyordu. Yolculuk ve gurbet hakkında daha sağlam duyguların vardır. Gerçi ben de pek çok defa yaşadım bu duyguyu. Ve şimdi belki de bir yolculuklar silsilesinin ilk yolculuğuna yaklaşık iki ayı kalmış olarak bekliyorum. Henüz nereye olacağı da belli değil bu yolculuğun.

    Hayatımda hayalini kurduğum, özendiğim iki şey vardır. Birisi Karadenizin dağ köylerinden birinde teknolojiden ve insanların gündelik beş para etmez telaşlarından uzak kendi yağımda kavrulduğum bir hayat sürmek.
    Diğeri ise Evliya Çelebi gibi kendimi bağlı hissetmeden dünyayı gezerek yaşamak. Bunların ikisini de imkansız yapan şeyler var. Birincisini beklentiler, başka insanların benden beklentileri ve insanların asla bu yaşamı kabullenmeyecek kadar büyümüş hırsları engelliyor. Belki bunların bende olanları da. Biri de korku. Sanki kendi elimizde imiş gibi bir salak düşünceyle bağlandığımız rızık korkusu. Rızkımızı kendimiz tayin ediyormuşuz gibi bir hissiyata kaptırmış herkes kendini. Durup düşünecek neyin ne olduğunu anlayacak vakit yok. Sadece telaş var. Bu telaşın içinde kendimize bile yaşamımız için çalıştığımız yalanını söyleyip iş için yaşamı ve amacını ıskalıyoruz.
    Galiba hicri takvimden miladi takvime geçen bir kavmin tarihini takvimiyle yitirmesinin bir sonucu bu.
    Yazı için teşşekkürlerimi sunuyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi etusch -- 3 Nisan 2009; 23:50:36 >




  • Cocukken, her yaz Türkiye'ye gittigimizde, bana bir soru sorulurdu: "Türkiye'yi mi yoksa Fransa'yi mi seviyorsun?" Ben tereddüt etmeden, Türkiye derdim.
    Ben büyüdükçe, bu soruyu baska türlü sormaya basladilar: "Büyük insan oldugunda, Türkiye'de mi yoksa Fransa'da mi yasamayi tercih ederdin?" Ben tereddüt etmeden, Türkiye derdim, taa ki bir kaç sene önce Istanbul'a gidene kadar. Büyük bir hayal kirikligina ugradim. Cocukken, Türkiye'yi daha çok özlerdim. Yaz gelse de, bir an önce memleketimize gitsek derdim her zaman. Bugün, Türkiye'yi burasi ile kiyasladigimda fazla fark göremiyorum. Ülkemi degistirmisler adeta. Bu konuda çok örnek verebilirim. Lakin beni en çok üzen yasitlarimin durumu. Bu yüzden onlardan bahsetmek istiyorum. Türkiye'de ki gençlerin Avrupa'da ki gençlerden bir farki yok artik.

    Önceden yasitlarim söyleydi:
    - Faydali isler pesindeydi,
    - Hiç intihari düsünmezdi,
    - Allah'a bagliydi,
    - Islam'a sahip çikiyordu,
    - Büyüklere saygiliydi,
    - Ilim yolundaydi,
    - Içki ve uyusturucu kullanmazdi,
    - Hedefini bilir, mert ve cesaretliydi.

    Simdi ise buradaki gençler gibi gayesiz oldular:
    - Sabaha karsi yatar, ögleye dogru hasta kalkar,
    - Ne yapacagini bilemez,
    - Insanlik umurunda degildir,
    - Eglence yolundadir,
    - Maddeye önem verir,
    - "Benden baska büyük var mi?" Diye düsünür,
    - Meyhane ve diskoya gider,
    - Allah'a asidir (Hasa!),
    - Bati'ya sahiptir,
    - Ne aradigini bilemez.

    Gerçekten üzülüyorum. Ben burada kültürümü ve dinimi paylasmayan insanlar yok diye sikayet ederken, bir an önce Türkiye'ye gitmek isterken; farkediyorum ki, orasi da öyle olmus. Ne yapmaliyim? Ezan sesini, camiilerimizi, Islam kültürünü o kadar çok özledim ki... Fakat bu güzellikleri yasamamiza izin vermiyorlarken, ne düsünecegimi bilemez oldum. Aklim çok karisik, çok karisik...




  • Bunun üzerine bir İmam Hatip kökenli olarak bizler için değerli bir insanın yazdığı bir yazıyı buraya kopyalamak istiyorum.


    Bizler hiçbir alandan çekilme ve yılma lüksüne sahip değiliz. Aslında bu sadece bir deyim. Yoksa bu zaten bir lüks de değildir.
  • İMAM HATİBE HİTABE
    Yahya ARSLAN



    Sizleri, Ömer -radiyallahu anh- gibi “eğezzene’llah-u bi'l-islam/Allah bizi İslam’la yüceltti.” diyen ve İslam dışı bütün unsurları ve nisbeleri reddeden derin müminler olarak selamlıyorum.
    Sizler, Allah Resulü’nün –sallallahu aleyhi ve selem- ahir zamanda geleceğini haber verdiği “kardeşler” taifesinin bahtiyar fertlerisiniz.

    Kardeşlerim!
    Sizler adem oğlunun doğumla başlayan dünya hayatına, okuduğunuz ezan ve kametle ilk müdahalede bulunan, temyiz çağında ona elif-ba öğreten, iyiyi, güzeli ve doğruyu gösteren, evlilik aşamasında nikahını kıyan, dünyaya “elveda” derken de kıldırdığınız namazla onu ahirete uğurlayan hizmet gönüllülerisiniz.

    Kardeşlerim!
    İdeolojiler yıllara göre değişen içtimai seller gibidirler. Seller başlayınca vadiler harap olur. Fakat vadilerdeki yamaçlar her şeye rağmen dimdik ayakta kalır. Sizler, ideolojilerin vuramadığı, etki altına alamadığı yamaçlar gibisiniz. Tufanın yükseldiği zamanların Nuh’un gemilerisiniz. Onun için ufkunuzu küçük hedeflerle sınırlandırmayınız.
    Cava Adaları’ndan, İspanya’ya; Çeçenistan’dan, Filistin’e kadar bütün Müslümanlar sizlerin hizmet alanına girmektedir. Dua ve himmetleriniz, mustazaf müminler için necat olacaktır. Sizler Velid b. Velid’e, Ayyaş’a namazda ki dualarında yer veren bir Peygamber’in varislerisiniz.
    Bir dağ köyünde ya da şehrin kenar mahallesinde birkaç cemaatle başbaşa kalmışlık sizi yıldırmasın. En hızlı delikanlıların dahi çıkmaya zor cesaret ettiği Hira Dağı’nda ilk vahyi alan Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ekmeksiz, susuz bırakıldığı coğrafyaya 23 yıl sonra “elvada” derken geride bir devlet ve on binlerce “sahabe” bırakmıştır. Bir kapının kapandığı yerde Allah -Azze ve Celle- bin kapı açmaya muktedirdir.

    Kardeşlerim!
    Bulunduğunuz makam bir çok kişinin arzulayıp da erişemediği bir mevkidir. Bu nimetin şükrü ise Allah için yaptığınız ve yapacak olduğunuz hizmetlerle kıymetlendirilecektir.

    Kardeşlerim!
    Karşılaştığınız insanları “selam”sız bırakmadığınız gibi, “irfansız” da bırakmayın. Sizi dinleyen ya da dinlemeyen, yakın olan ya da mesafeli duran herkes için bir şeyler yapın. Her şeyin bir ilki vardır. Seller küçük yağmur tanelerinin bir araya gelmesi ile oluşur. Bu yüzden bozkırlara dahi ilim irfan tohumlarını saçın. Dağlarda ki ormanlar serseri kuşların ağızlarından düşen tohumlarla neş-u nema bulmuştur. İlahi rızayı dikkate alarak görev yaptığınız bölgelerde bir gün gür ormanların yetiştiğine ve oralarda İslam Arslanları’nın dolaştığına tanıklık edeceksiniz.
    İnsanlar hata işlerler. İçimizde günahsız olduğunu iddia edecek kimse yoktur. Fakat bizlerin hataları toplum vicdanında kalıcı izler bırakır. Bu yüzdendir ki Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- alim sahabi Abdullah b. Mes’ud’a ilahi hududu azıcık dahi aşması durumunda bir daha görüşemeyeceklerini söylemiştir. Müçtehit imamlar hadisenin bu boyutunu bildiklerinden ikrah altında dahi ruhsatla amel etmemişlerdir.

    Kardeşlerim!
    Birbirimize ayna olalım. Arkadaşlığımız, eksiklerimizi ve hatalarımızı cehren söylememize engel olmasın. Eğer kendi içimizde “emr-i bi’l-ma’ruf ödevi”ni yapmaz, hatalar karşısında sessiz kalırsak avam tarafından yapılacak tenkitler hem bizleri hem de temsil ettiğimiz ulvi değerleri yaralayacaktır.

    Arkadaşlar!
    Sizler en şerefli nisbeye sahipsiniz. İslam’ın müntesip ve mümessillerisiniz. Bu yüzden başka aidiyet merkezlerinde bağlılık aramanız ulvi olanı basite tercih etmek anlamına gelecektir. Yüreklerinizi bütün oluşum ve cemaatlere açık tutun, caminiz zarfıyla ve mazrufuyla herkesi cem etsin, gerçek anlamda “cami” olun. Sevdiğiniz, muhabbet beslediğiniz hizmet meslekleri olabilir. Fakat sizler kürsü ve minberde bütün meslek ve meşreplerin üzerinde olmak zorundasınız.
    Sizlere nisbeniz sorulduğunda Selman-ı Farisi gibi “Selman b. İslam” (İslam’ın çocuğu Selman) demeye devam ettiğiniz müddetçe imamlar herkes tarafından bir bilen olarak görülecek ve camiler vahdet ocakları olarak algılanacaktır.

    Kardeşlerim!
    Allah Resulü –sallallahu aleyhi ve sellem- "muannit" ve "muteannit" olmadığına, bilakis "muallim" ve "müyessir" olduğuna vurgu yapmaktadır. Sizler kolaylaştıran öğretmen Hz. Resulullah’ın varislerisiniz. Öğrenmeden, öğretemezsiniz. Bunun için zamanınızı yeniden programlayın. Eğer bütün uzuvlarınız irfana kulak olur ve yavrusunu kaybeden anne gibi ilmi ararsanız kısa zamanda katedilmesi ne mümkün mesafeler alırsınız.
    Kronikleşen sorunları çözmeyi üzerinize alacak ve ben çözmezsem bunlar çözülesi değil diye düşüneceksiniz. Vefatından birkaç dakika önce kendisini ziyarete gelen İbrahim b. el-Cerrah’a “remy-i cimar” ile alakalı soru soran Ebu Yusuf’a, İbrahim “bu durumda mı ders işleyelim?” dediğinde “evet, belki çözdüğümüz mesele birisinin kurtuluşuna sebep olur.” demiştir. Büyük imam Ebu Yusuf vefatına saniyeler kala ümmetin sorunları ile ilgilenmiştir.

    Kardeşlerim!
    İslami İlimleri öncelikle yaşamak için öğrenmeliyiz. Yaşamadığınız bilgi sizin değildir. "Fakih" söz ve ifadesi ile değil davranışları ile fakihtir.
    Bilmediğiniz çok mesele olduğunu “her bilenin üzerinde bir bilenin bulunduğunu”, Hızır'ın –aleyhisselam- şeriat sahibi Hz. Musa'ya –aleyhisselam- “ilmin yaptıklarımı kavramak için yeterli değildir.” mealinde konuştuğunu unutmayın.

    Sizler her ilmi erbabından okuyan bir kuşak olarak hizmete atılmadınız. Dolayısıyla ilk duyduğunuz fikirler ya da moda akımlar sizleri sarsabilir. Bu yüzden farklı görüşlerle karşılaştığınızda ümmetin genel kabul gören fikirlerini cem eden eserleri hakem kitaplar olarak kabul ediniz. Akide de Şerhu’l Akaid, tefsirde Ruhu’l-Meani, Hak Dini Kur’an Dili, fıkıhta Reddu’l-Muhtar, Hukuk-u İslamiyye ve Islahat-ı Fıkhıyye Kamusu, hadiste meşhur hadis mecmuaları ve Tecrid-i Sarih şerhi gibi eserler ilk bilgi kaynaklarınız olsun.
    Her tarafa gidin. Nurettin Topçu’nun hareket felsefesi yol haritanızı çizsin. Fakat neticede hep İslam’a yani o ilk noktaya dönün. Eve dönmeyen fikir adamı, eve dönmeyen kelamcı, eve dönmeyen tefsirci olmayın. İslam’a aykırı olmayan fikirleri alın sonra evinizde onları Ehli Sünnet’in doğruları ile yeniden şekillendirin.

    Kardeşlerim!
    Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- başında boz bir sarıkla son defa irat ettikleri hutbelerinde “ensarın günden güne azalacağını buna karşın başka insanların çoğalacağını bildirmiştir.” Enes b. Malik’ten gelen rivayette ise ümmetine “ûsîkum bi’l-ensar” diyerek ensarı ya da ensar ruhunu kuşanmayı vasiyet etmiştir.
    Çağdaş dünyanın, insani ve ahlaki değerleri çökerttiği zamanımızda sizler ensar ruhuyla dünya müslümanlarına kucak açacak, emin kişiliğinizle temayüz edeceksiniz. Çevrenizdeki dul, yetim ve kimsesiz insanlar sizlerin irşadıyla harekete geçen hayır erleri ile aş, iş ve eşlerine kavuşacaklardır.
    Sizlerin “emin” duruşları anıtlaştıkça göz yaşı, ızdırap ve çile azalacak; buna mukabil İslami değerler yücelecektir. Sizler ön tarafa çıktıkça kin ve nefret zail olacaktır.
    Siz keşfedildikçe dünya vaha vari yeşile boyanacak, ölüler şad, diriler de abad olacaktır.


    http://ertugrulyilmaz.zxq.net/?page_id=26



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi etusch -- 4 Nisan 2009; 21:53:43 >




  • Hep düsünmüsümdür. "Hak geldi batil zail oldu" da biz neden batilin tenceresinde kayniyoruz? Neden hala müslüman kendi çizgisinde degil de, bir baska çizgiler üzerinde yasiyor? Müslüman neden her seyi ile Islam'i bilemiyor? Neden bildigi ile yasamiyor? Yasanlari görüyorsa neden örnek alamiyor?
    Sahabeyi kiram Suffe'de toplanir birbirlerine ve kendi tenkitlerini din kardeslerine yaparlarmis. O halde ben de kendi tenkidimi yaparim din kardesime.
    Kendimde buldugum en büyük hatalarin basinda Islam ilimlerine geregi kadar zaman verememek. Allah'tan gelen nizammameyi ögrenememek vs. var.
    Bütün bunlara ragmen ne kadar müslüman oldugumuz tahmin edebiliyorum az da olsa.

    Hz. Ömer (r.a.)'e sormuslar: "Sen kaç ayet biliyorsun?"
    - 14 ayet biliyorum, cevabini vermis.
    - Olur mu? Sen Kur'ani taniyan, bilen birisin. Nasil olur da 14 ayet bildigini söylersin?
    - Ben simdilik 14 ayetin söylediklerini yerine getiriyorum. Demek ki ben 14 ayet ancak anlamisim.

    Hz. ömer düsüncesi ile girersek yola ve güzelce düsünürsek biz kaç ayetin, kaç nassin (kesin hükmün) dedigi ile yasiyoruz ve biz acaba ne kadar müslümaniz? Diye düsünürsek gerçek ortaya çikar.


    Ne kadar müslümaniz! Deyince hemen umumi olaral düsünmeliyiz. Ilk etapta fert olarak yalniz kendimizi ele alalim ve düsünelim. Islam'in neresinde yer aldigimizi bilelim. Kendi hatalarimizi yakalayalim.

    Ey kendi ecdadinin eserlerini görmek için ülkeme gelen turist!
    Seni görmüstüm ya, benim camimde! O gün sana hayran kalmistim biliyor musun? Sen ne kadar güzel sartlar altinda etrafina bulunan bir sürü kisiye caminin içinde konferans veriyordun! Ne valilige ne de savciliga, hiç birinden izin istemedin. Kendi dilince istedigini istedigin sekilde söyledin durdun saatlerce.
    Bana "caminiz ne kadar güzel" dedin. Camimiz dedin ama onun içinde sen konustun özgürce...

    Bana da düsünmek kaldi sadece, sadece düsünmek...
    Acaba biz ne kadar müslümaniz?




  • Konuyu 3 kere kapattım,açtım. Yazacak bir şey bulamıyorum ve her seferinde okumakla yetiniyorum. Sadece Allah razı olsun diyebileceğim.
  • Allah sizden de razi olsun güzel insan...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: üşkufe

    Hep düsünmüsümdür. "Hak geldi batil zail oldu" da biz neden batilin tenceresinde kayniyoruz? Neden hala müslüman kendi çizgisinde degil de, bir baska çizgiler üzerinde yasiyor? Müslüman neden her seyi ile Islam'i bilemiyor? Neden bildigi ile yasamiyor? Yasanlari görüyorsa neden örnek alamiyor?
    Sahabeyi kiram Suffe'de toplanir birbirlerine ve kendi tenkitlerini din kardeslerine yaparlarmis. O halde ben de kendi tenkidimi yaparim din kardesime.
    Kendimde buldugum en büyük hatalarin basinda Islam ilimlerine geregi kadar zaman verememek. Allah'tan gelen nizammameyi ögrenememek vs. var.
    Bütün bunlara ragmen ne kadar müslüman oldugumuz tahmin edebiliyorum az da olsa.

    Hz. Ömer (r.a.)'e sormuslar: "Sen kaç ayet biliyorsun?"
    - 14 ayet biliyorum, cevabini vermis.
    - Olur mu? Sen Kur'ani taniyan, bilen birisin. Nasil olur da 14 ayet bildigini söylersin?
    - Ben simdilik 14 ayetin söylediklerini yerine getiriyorum. Demek ki ben 14 ayet ancak anlamisim.

    Hz. ömer düsüncesi ile girersek yola ve güzelce düsünürsek biz kaç ayetin, kaç nassin (kesin hükmün) dedigi ile yasiyoruz ve biz acaba ne kadar müslümaniz? Diye düsünürsek gerçek ortaya çikar.


    Ne kadar müslümaniz! Deyince hemen umumi olaral düsünmeliyiz. Ilk etapta fert olarak yalniz kendimizi ele alalim ve düsünelim. Islam'in neresinde yer aldigimizi bilelim. Kendi hatalarimizi yakalayalim.

    Ey kendi ecdadinin eserlerini görmek için ülkeme gelen turist!
    Seni görmüstüm ya, benim camimde! O gün sana hayran kalmistim biliyor musun? Sen ne kadar güzel sartlar altinda etrafina bulunan bir sürü kisiye caminin içinde konferans veriyordun! Ne valilige ne de savciliga, hiç birinden izin istemedin. Kendi dilince istedigini istedigin sekilde söyledin durdun saatlerce.
    Bana "caminiz ne kadar güzel" dedin. Camimiz dedin ama onun içinde sen konustun özgürce...

    Bana da düsünmek kaldi sadece, sadece düsünmek...
    Acaba biz ne kadar müslümaniz?

    İslâm çoğunun gözünde Namaz ve Oruç olarak kalmış. Tabiki güzel ama yalnız onlarla yetinmek kesinlikle yanlış. Ama biz Namaz'a takılalım. Dinizimin direği namazdan çalmak hırsızlığın en kötüsü değil mi ? Öyle. Peki namazı erkan üzere kaç kişi kılıyor. Bu dünyada yaptığımız en önemli iş olan ve en sevgilinin rızasını amaç edinen namazı bu dünyada hiçbir şeye göstermediğimiz itina ile kılmamız gerekmez mi ? Namaza verdiğimiz önem biraz da Allah'a verdiğimiz önem demek bence, Allah'a duyduğumuz saygı demek. Biz daha dinin direğini dikememiş yahut koruyamamışız. Daha ne diyeyim.
    Allah bize kendisine ibadet etmemiz için yardım etsin. Amin.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    İslâm çoğunun gözünde Namaz ve Oruç olarak kalmış. Tabiki güzel ama yalnız onlarla yetinmek kesinlikle yanlış. Ama biz Namaz'a takılalım. Dinizimin direği namazdan çalmak hırsızlığın en kötüsü değil mi ? Öyle. Peki namazı erkan üzere kaç kişi kılıyor. Bu dünyada yaptığımız en önemli iş olan ve en sevgilinin rızasını amaç edinen namazı bu dünyada hiçbir şeye göstermediğimiz itina ile kılmamız gerekmez mi ? Namaza verdiğimiz önem biraz da Allah'a verdiğimiz önem demek bence, Allah'a duyduğumuz saygı demek. Biz daha dinin direğini dikememiş yahut koruyamamışız. Daha ne diyeyim.
    Allah bize kendisine ibadet etmemiz için yardım etsin. Amin.



    Amin, insallah...




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.