Şimdi Ara

Fatih Çekirge'nin analizleri

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
148
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Hürriyet yazarı geçtiğimiz cmt. çok güzel bir analiz yazmıştı ancak ardından olumlu ve olumsuz çok eleştiri almış.
    İlk yazdığı yazıyı ve bağlantılı son yazısını alıntılıyorum.






    BÜTÜN bu belgeler... Islak imzalar... Darbe günlükleri... Balyoz planları... Kozmik odalar...

    Bir gerilim filminin kuyumcu işi zamanlamasıyla kamuoyuna sunuluyor...

    Şimdi size bu inanılmaz kafa karışıklığının bendeki cevabını aktarıyorum...


    Tahmini bir cevaptır bu. Yorum içeriklidir. Bir bilgiye dayanmaz...


    Manzara şu:


    Genelkurmay “ıslak imza” için “yok” diyor... Adli Tıp “var” diyor...


    Genelkurmay balyoz için “tatbikat” diyor... Ama içinden “AKP hükümeti” ifadeleri, gazeteci isimleri çıkıyor...


    Mavi kuvvet, kırmızı kuvvet yok...


    Ortada bir “çatışma” var...


    Askeri istihbarat binbaşısı kendi albayını “bilgiyi o sızdırıyor” diye gözetlerken polise yakalanıyor..

    Elektronik harp dairesi komutanının ses kaydı internette dolaşıyor.


    Genelkurmay Başkanı “Bize karşı psikolojik savaş” var diyecek hale geliyor.


    Nedir bu savaş?


    Düşman kim?


    İşte benim cevabım...


    Aslında bir düşman yok... Yalnızca “durum” değişti hepsi bu...


    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin NATO’daki “görev tanımı” değişti...


    Soğuk savaş dönemindeki “görev algılaması” artık farklı...


    Çünkü komünizm NATO ve ABD için bir tehdit değil artık...

    35’İNCİ MADDE

    Önce şunu soralım:


    - Asker hükümete karşı bir senaryoyu nasıl ve hangi hakla yazabiliyor?


    Cevap:


    - İç hizmet yasasının 35’inci maddesi...


    O madde, “Cumhuriyeti koruma ve kollama” maddesidir..


    İşte düğümün çözüldüğü yer de burasıdır. Asker kendisinde böyle bir misyon görüyor.


    Ama TSK’ya soğuk savaş yıllarında verilen o misyon artık bitti.

    Peki nedir o misyon?


    - SSCB’ye ve komünizme karşı kanat ülke olarak direnmek. Gerekirse demokrasiyle gelen bir komünist iktidarı devirebilmek. Bunun için, “cumhuriyeti koruma ve kollama” görevi var...


    Yani NATO koduyla komünizme ve SSCB’ye karşı oluşturulan “kanat ülke” görevi...


    İşte şimdi, kendisine koruma ve kollama görevi yüklenmiş olan orduya, “Artık tamam durum değişti. Komünizm bizim için tehdit değil. Sen de o misyonu bırak” deniyor...


    Soğuk savaş yıllarında yapılan senaryolar “Komünizm gelirse” diye başlıyordu. “Balyoz” o durumda iniyordu...


    Yani “koruma ve kollama” maddesiyle Sovyet destekli muhtemel bir komünist iktidara karşı darbe planlanıyordu.


    Nitekim o darbe yapıldı da... NATO’nun kurduğu Gladio denilen yasadışı harp organizasyonu çalıştırıldı...


    12 Eylül’ün idam sehpaları kendilerine “komünist” diyen gençler için öyle kuruldu...


    Artık kim bilebilir, o dönemdeki faili meçhul cinayetleri kim işledi?


    O yıllarda TSK’nın bu misyonu ve antikomünist planları NATO yani ABD tarafından desteklenmişti...


    İşte mesele de burada başlıyor.


    Belki de TSK şimdi aynı misyonla hareket etmeye çalışıyor olabilir. O zaman düşman komünizmdi. Ve ona karşı darbe yapmak NATO için meşruydu.


    Ama o görev bitti. Görev bitince yetkiler de değişti...


    Acaba diyorum; TSK’ya verilen mesaj şu olabilir mi:


    “Koruma ve kollama maddesine göre yapılan senaryoların artık günü geçti. Komünizm yok.”


    Ve yine acaba diyorum:


    TSK, savaş sırasında “adada kalmış asker” gibi o savaşın ve o misyonun bittiğini bilmiyor olabilir mi?


    Belki de biliyor. Ama o misyonun komünizm dışındaki her durum ve her senaryo için geçerli olduğunu sanıyor...


    Yıllarca harp akademilerinde bu misyonun eğitimini alan subaylar acaba “Mesele vatansa gerisi teferruattır” gibi bir zihniyetle eğitildikleri için mi zaman tünelinden çıkamıyor..


    Demokrasi dışı olan her eğilim gibi, bu da vahim bir durumdur.

    Fatih Çekirge







    son yazısı

    CUMARTESİ günü bir yazı yazdım... Ortalık birbirine girdi... Yüzlerce değişik yorum... Kimi beni “Asker düşmanı hükümet yalakası” ilan etti. Kimisi teşekkür edip kutladı...

    Yazının özeti şuydu:

    * Türk Silahlı Kuvvetleri soğuk savaş döneminde ABD ve NATO’nun desteğindeydi. Ve bu destekle SSCB’den gelecek muhtemel bir komünist işgale ya da ülke içinde demokrasiyle gelebilecek bir komünist-sosyalist iktidara karşı darbe yapabilirdi... Kanat ülke Türkiye ordusuna böyle bir misyon yüklenmişti. Gayri Nizami Harp organizasyonu buna göre yapılmışı. Asıl amacı uluslar arası haber almak olan MİT, üniversitelerde, mahalle aralarında komünist ve sosyalist avlama fişleme işine göre organize edilmişti...

    * TSK’nın İç Hizmet Yasası’nın 35’inci maddesinin, (Cumhuriyeti Koruma ve Kollama görevinin) arkasındaki asıl niyet buydu...

    * Yani ABD ve NATO desteğiyle komünizme karşı darbe yapabilme gerekçesi.

    * Ama soğuk savaş bitti. Komünizm tehlikesi gitti. Yani o görev bitti. Misyon gereksizleşti. Ama o ana kadar buna göre örgütlenmiş, yetiştirilmiş ordu sistemi, senaryolar yazıp oynamaya devam etti.

    * İşte şimdi olan budur. Asker soğuk savaştaki misyonunu kendi içinde devam ettireceğini sanıyor. Ve işte şimdi askere “O dönem kapandı. Senin o görevin bitti” deniyor. Bu yüzden içindeki faaliyetler, gizli senaryolar deşifre ediliyor.

    * Peki asker acaba bunun farkında mıdır? Yoksa hâlâ zaman tünelinde midir?

    KIZMACA YOK

    Yazının özeti buydu. Ve ciddi bir tartışma çıktı. İki gün boyunca herkes istediği yorumları gönderdi. Hakaretler de oldu. Övgüler de... Uyarılar da... Özgür ve demokratik bir ortamda bu eleştirilerin hepsini kabul ediyorum.

    Ancak kızmaca yok...

    Ben sözüme devam ediyorum...

    Çünkü artık bunları konuşmanın zamanıdır diye düşünüyorum... Çünkü birisinin artık şunu söylemesi gerekiyor:

    * Türk Silahlı Kuvvetleri kendi halkına karşı ölüm timleri kuracak kötü niyetli, darbeci subaylardan oluşmuyor. Şerefli bir halkın evlatları vardır o çatı altında...

    * Bu yüzden mesele kişilerle değil sistemledir... Ordunun subayları nasıl yetiştirdiğiyle ilgilidir. Soğuk savaş döneminde desteklenen o misyonun yarattığı eğitim sistemiyle bağlantılıdır. Her subayın kendisini cumhuriyetin bekçisi gibi görmesini sağlayan eğitimdir.

    BEDAVA SÜT TOZU

    Evet kızmaca yok... Bunu tartışacağız. Bunu konuşacağız. Kim için konuşacağız. Ordumuzun daha fazla yıpranmaması için konuşacağız...

    Albaylarımızın silahı şakağına dayayıp intihar etmemesi için konuşacağız...Genelkurmay Başkanı’na soracağız:

    * Nedir sözünü ettiğiniz, “Türk ordusuna karşı yürütülen psikolojik savaş? Düşmanımız kim?

    Bunu demokrasi için, halk için konuşacağız...

    Ama kurum olarak askeri yıpratmayacağız... Meseleyi kökünden tartışacağız...

    ABD’nin ilkokullarda çocuklarımıza “bedava süt tozu” dağıttığı günleri düşüneceğiz.

    Neden?

    Silah yardımlarını. Milyarlarca dolarlık tankın topun, uçağın, savaş gemisinin neden hibe edildiğini soracağız... Elbette komünizme karşı güçlü bir Türk ordusu için...

    Sovyet komünizmine karşı direnebilecek bir tampon halk, bir kanat ülke ordusu için...

    Mustafa Kemal’e, “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” gibi palavra bir laf bu nedenle yakıştırılmıştır...

    Evet TSK buna göre dizayn edilmiş polis yine böyle örgütlenmiştir.

    12 Mart’ta “sol darbe” bekleyenler, şapkalarını havaya atıp sevindiklerinde, karşısında Faik Türün faşizmini böyle bulmuşlardır..

    O zaman da ordunun içinde bugünkü gibi, “deşifre hareketleri” olmuştur... Darbe planları bulunmuştur. Sola yakın subaylar benzeri bir sistemle ordunun içinde tutuklanmış, ayıklanmıştır.

    Tıpkı, şimdi askerin içindeki yapılanmalara yönelik bilgiler sivil alana nasıl çıkartılıyorsa, o zaman da askerin kendi içinde çıkartılmıştır.

    Sol hazırlık, sağ darbeyle bastırılmıştır. Yani o dönemde darbeye görünmez bir el yardım etmiştir. İşte şimdi o görünmez el şöyle demektedir:

    “NATO kodlu o görev bitti. Soğuk savaş bitti. Misyon değişti.”

    DİN SÖMÜRÜSÜ

    12 Eylül yine öyle olmuştur...

    Yani ABD ve NATO’nun komünizme karşı açtığı “sessiz şemsiyesi” altında...

    12 Eylül üniversite gençliğinin soru sormasını yasaklamıştır. Halkın “başka bir alternatif var mıdır” diye soracağı düşünce tarlalarını zehirlemiştir. Milletin “soru işareti”ni elinden almıştır. Ve böylece başka bir kuşak çıkartmaya yönelmiştir.

    Antikomünist bir kuşak. Siyaset ve gündem dışı bir kuşak...

    Zorunlu din dersi bu nedenle konmuştur..

    Çünkü ABD için Sovyetlere karşı en büyük silah dindir...

    Pakistan’da da benzeri bir organizasyon yapılmıştır... Pakistan yıllarca güçlü ordusu zayıf halkıyla idare edilmiştir. Mollalara destek verilmiştir.

    Bugün dünyanın başına bela olan Taliban’ı, Sovyet işgalindeki Afganistan’da komünizme karşı yine ABD üretmiştir...

    Tekrar bize gelirsek...

    Tarifimiz şudur:

    Güçlü ordusu, borç içindeki halkıyla bir ülke...

    Yıllarca komünizm korkusuyla bastırılmış bir millet... Sınırları kapatılmış bir Türkiye...

    * Güney’de ne var?

    * Suriye... Mayın döşeyin terörist geliyor. Kapatın sınırları... * Kuzey’de ne var?

    * Sovyetler var... Kapatın sınırları. Sinop’a ABD dinleme üssü. Adana’ya İncirlik...

    * Sonra Ermenistan... Kapatın sınırları... Ermeni tehdidi var...

    * İran’dan irtica gelecek. Kapatın orayı da...

    Batı’da Yunan jetleri... Daha fazla F-16 alın. Milyarlarca dolara silahlanın... Her gün havada “it dalaşı” yapın...

    Yannis Ristos okuyacağına, ihtiyar balıkçı diyeceğine. Ortak türküleri söyleyeceğine savaş gemisi alın...

    Ege’nin iki yakasında yanık yüzlü insanların sirtakiyi zeybeğe bağlamasına izin vermeyin.

    Türk ve Yananlı balıkçıların rakı içtiği geceleri yasaklayın... İki ülkenin askerini silaha boğun...

    Milyarlarca dolar böyle gitsin. Bırakın halk bu korkuyla fakir kalsın...

    KORKUYLA KUŞATILDIK

    Yani korktuk ve korkutulduk kardeşim...

    Kendi oylarımızdan demokrasimizden korkutulduk.

    Sınırları kapatılmış, korkuyla kuşatılmış bir ülkede yaşadık yıllarca...

    Ordusu, “koruma ve kollama” görevindeki bir demokrasi olduk.

    Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nı Ulus’taki Meclis’ten yönetti. Ama biz, barışta bu korkular yüzünden bu ülkeyi Meclis’ten yönetemedik...

    Muhtıralar, darbeler, sıkıyönetimler...

    Bu yüzden kızmaca yok.

    Ben soruyorum...

    Sen de sor kardeşim:

    * Neden korktuk?

    Bu millet yıllarca “silah sandığı” ile “oy sandığı” arasında neden sıkışıp kaldı?

    * Asker o desteğin ve soğuk savaş misyonunun bittiğinin farkında mı?

    (Siz yorumlarınıza devam edin. Ben de bu soruları sormaya.)







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.