Şimdi Ara

İlk Sayfalarını Yazdığım Fantastik Eseri Okur Musunuz? (Acemice)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
7
Cevap
1
Favori
151
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar lütfen eleştirmekten çekinmeyin, gözünüze batan en küçük detayı bile paylaşın ki düzelteyim daha iyi olsun.

    Yazım hataları ve yersiz paragraflar için özür dilerim düzelteceğim. Zaten yayınlanma gibi bir amacım yok o kadar büyük bir şey olacağını sanmıyorum. Olaylara hemen girdiğimin farkındayım onu da düzeltmeye çalışacağım. Kitap okumaya çok zaman ayırıyordum biraz da tüketmek yerine üretmek istedim.









    Bir ağacın dibinde açıverdi gözlerini. Ağaç, yorgunluğundan dolayı adeta bir sırt yastığı gibi gelmişti ona. Yaşlı olduğu belli olan büyük ağacın altında bir ağustos böceğini andırıyordu, tembel bir ağustos  böceğini. Yağmur çiselemeye başlamıştı, belki de onu, o amaçsız ve belirsiz baygınlığından uyandıran şey, su damlarının tatlı soğukluğuydu.
              Yorgun ve yavaş hareketlerle neden yaptığını anlamadığı bir şekilde etrafına bakındı. Nasıl buraya geldiğini, neden burada yattığını düşünmek istedi fakat içinden gelen şiddetli bir korku hissi düşünmesine izin vermiyor, onu engelliyordu yada bunların hepsi bahaneydi, kendisi korktuğu için düşünmek istemiyordu. Zamanla hızlanan yağmur damlarının kısa ve sık çimlerin üstünde sektiği yere dikmişti iri yeşil, yeni ayılmış gözlerini. Sanki hala düşünmeye çalışıyor gibiydi, merak ediyordu fakat bir yandan da etmek istemiyordu, gözleri sonsuzluğun içinde kaybolmuş gibi tek bir yöne odaklanmıştı fakat birden göz bebekleri oynadı yerinden, kafasını kaldırıp baktı, atın ayaklarını toprağa vurduğunda çıkardığı gümbürtü ile kendine gelmişti. Hemen atın üstünde ki adama göz gezdirdi.
                Adamın saçına çok sayıda ak düşmüştü, omzuna kadar uzanabilen kül grisi saçları acımasızca esen rüzgarda yüzünde savruluyordu, buruşmuş göz çevresine adamın yüzünde savrulan saçlar yüzünden dikkat edemiyordu, aslında merak ediyordu adamın gözlerini, soğuktan kıpkırmızı olmuş büyük burnu ise adamın suratına garip bir asillik katıyordu. Giydiği kıyafet ise kesinlikle bir paralı askeri andırıyordu, yaşının verdiği ağırlık yüzünden sesi toklaşmış adamın ağzından   kelimeler dökülmeye başladı.   -“Selam dostum ben Paulo” dedi dostça ve biraz bekledikten sonra devam etti “Gök yarılmış halde, sense burada uzanıyorsun derdin ne?” diye seslendi bilmiş bir tavırla.
                    Gözlerinin odağı artık at arabasının üstündeki adam, Paulo olmuştu. Nefesini yavaşça içine çekti sanki önemli bir cevap verecekmiş gibi gerildi ancak ağzından hiçbir kelime çıkmadı, adama bakmaya devam etti. Islak uzun saçları yüzünde dağılan adam ani bir hareket ile eliyle saçlarını yüzünden çekip ensesinde topladı ve hızlanan yağmur eşliğinde sabırsızca
    şöyle dedi “Konuşamıyor musun yoksa sersem.” İri yeşil gözlü adamın yüzünde ilginç bir ifade belirdi, kalın kaşları kalkık hayıfsız ve umursamaz bir ifade. Bu sırada sinirden deliye dönen Paulo havanın kasvetine yakışır bir şekilde “Cehennem ol!” diye bütün gücüyle bağırdıktan sonra atını dörtnala eştirmeye başladı.
            Hızlıca uzaklaşan atın ayak sesleri yavaş yavaş buğulanıyordu umursamaz adamın kulağında, bir yandan yağmurum sağanak haline bürünmesi diğer yandan ise adamın tembellik hissinden kurtulma isteği onun artık ayağa kalkması gerektirdiğini düşündürdü kendisine. Çevik hareketlerle bir elini ıslanmış çamurlu toprağa diğer elini de ağaca vererek ayağa kalktı. İlk yaptığı iş öğle vakti kararmış gökyüzüne   bakmak oldu daha sonra çamurlu elini tuniğine sürdü, temizlediği elleri ile kafasını silkip ağaçtan dökülen sık ve sarı ve saçlarında toplanan yaprakları toprağa bıraktı.
                Sonunda farkına vardı, korku hissinin onu neden düşünmesinden alıkoyduğunu anladı. Hemen üstünü aramaya başladı; ceplerini, gövdesini, bacaklarını fakat aradağını bulamadı. Stres ve korkudan midesi bulanmaya, başı dönmeye başladı hatta o dönüyor Dünya etrafında sabit kalmış gibi hissetti. Düşündü, düşündü… Dakikalarca, ama başaramadı, hatırlayamadı. Çaresizlik hissi o kadar ağır basmıştı ki dengesini kaybedip düşecekti neyse ki son anda ıslak ağaca tutunabildi. Ne yapması gerektiği hakkında en ufak fikri bile yoktu çünkü bu adam o kadim kitabı kaybetmişti, “Elin Kitabını”.

                      PART 1                                 --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    Dakikalar stresini azaltmamış tam tersine arttırmıştı. Değil bacakları, dişleri bile titriyordu, çünkü ‘Elin Kitabını’ kaybetmişti, yıldızlara dolu parlaklığını veren o kudretli kitabı. Elin kitabı yıllar belki de yüzyıllar önce insanları aldatmak, onları kukla gibi oynatmak için kullanılıyordu. Kitap kimdeyse Dünya onun etrafında dönüyordu adeta, kitaba sahip olan kişiler onun büyüsüne, kudretine kapılıyordu gözlerini bencillik bürüyordu. Sırf bu kadim kitap için yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın ölümüne neden olan çokça savaş yapıldı çünkü insanların çoğu o kudretli kitaba sahip olmadan bile yeterince bencildiler. En sonunda Tanrılar kitabı kendi elleriyle mühürleyip lanetleyerek kitabın küllerini Dünya’ya döktüler fakat kitap uzun bir zaman sonra bir anka kuşu gibi yeniden doğdu. Kitabı tanrılar kendi elleriyle mühürleyip, lanetledikleri için kitap “Elin Kitabı” adını aldı. Kitabın yeniden doğması eski söylentilere göre Tanrıların işiydi fakat kitap artık herkesin anlayacağı şekilde değil oldukça karmaşık bir dile sahip ve sıradan insanların gözünde kitapların bir değeri olmadığı gibi bu kitabında insanlar için bir değeri yoktu, bu yüzden ellerinden birkaç altına çıkardıklarında, sevinçten sarhoş oluyorlardı ama hiçbir zaman büyük resmi göremiyorlardı…
            Kitabın bu kadar değerli, kudretli olmasının ve Tanrılar tarafından bir zamanlar yasaklanmasının sebebi belki de bütün insanların arzuladığı bir şeye sahip olmasıydı. Kitap insanları kontrol edebilmenizi sağlıyordu, basit tabirle insanların dilediğinizi yapmasını sağlıyordu, tabii herkesin değil.    

                                                        PART 2  
     - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
      Şimşeğin çaktığı sırada oluşan korkutucu  ses ile canlandı tekrar ve yağmurun altında gereksiz yere durmak istemedi ve köy merkezine doğru uzunca bir yol yürüdü. Köy merkezinin çoğu yerinde ışıklandırmalar açılmıştı, öğlen vakti olmasına rağmen gece havası vardı.
      Gördüğü ilk han’a girdi, içerisi yağmurda ıslanmaktan kaçanların sığınağı olmuştu.  Genelde müzikler eşliğinde, bahisli bilek güreşi, kart oyunu oynayanlarla doluydu onun dışında sadece içmeye gelenlerde vardı. İçeriye sırılsıklam bir halde girdiği için diğerlerinin gözleri kısa sürede olsa adamın üzerinde gezindi sonra herkes eski haline geri döndü.  
    Cebinde kalan az parayıda harcamak istemiyordu ancak dayanamayıp bir kolç* aldı kendine, ıslak kıyafeti kurumasa da akan sular durmuştu. Hayattan bıkmış bir şekilde yürüyerek boş bir masaya oturdu. Birasını yavaşça yudumlamaya başladı, bir süre sonra kulağına iki adamın konuşmasının sesleri geldi.  Siyah saçlı genç şöyle diyordu  
    - “John, söylentileri duydun mu?”  Sarı saçlı John hemen  “Ne söylentisi” diye sordu merakla  
    - “İnsanları kontrol edebilen bir kitap dolaşıyormuş” dedi arkadaşı. John dalga geçer bir halde  
    - “Demek insanları kontrol eden bir kitap ha” dedi alaycı bir tavırla ve kendini zor da olsa toparlayıp devam etti “Böyle saçma şeylere inanmamanı daha kaç kez sana söylemem gerekecek” dedi nasihat verircesine.  Konuşmaları duyan adam biranın vermiş olduğu rahatlık ile ayağa kalkıp, kitap hakkında konuşan iki kişinin masasına oturdu ve izin istemeden konuşmaya başladı  
    - “Neden gerçek olduğuna inanmıyorsun?” diye sordu ciddi bir üslupla.
     John tavrını hiç bozmadan “Neden mi?” diyerek kahkaha atmaya başladı ama konuşmasını sürdürdü
    - "Neden biliyor musun?" Çünkü sadece aptallar buna ve bunun gibi hikayelere inanır” dedi sinirli bir şekilde. Birasını son kez yudumlayan adam John’a kızgınca bakarak “Bir halt bildiğin yok” dedikten sonra elinde duran ahşap bardağın içinde ki birayı John’un suratına fırlattı. Yüzü biraya bulanan John şaşkınlıktan olduğu yerde kaldı, bunu fırsat bilen adam yanında oturan john’un arkadaşına okkalı bir yumruk attı, yumruğun etkisiyle sandalyeden düşen arkadaşı afalladı, adam tekrar John’a dönecekken hiç beklemediği bir anda John’dan gelen yumruğu çenesinde hissetti, yumruk o kadar kuvvetliydi ki adamın çenesi yerinden çıkmış olabilirdi, yabancı daha kendini toparlayamadan John bir yumrukta yabacının karnına geçirdi, adam kusacak gibi oldu, sanki midesi ağzına gelmişti, sersemledi sırtüstü yere düştü, hemen kalkmaya çalıştı ama John’un arkadaşı ayağa kalkmış, adamın gövdesine bastırıyordu o kadar kuvvetli bastırıyordu ki yerde yatan adamın neredeyse bütün kaburga kemikleri kırılacaktı, artık yerden kalkmasının imkanı yoktu. John ve arkadaşı yorulana kadar yerde ki adamı tekmelediler. Enerjisi biten John ve burnundan oluk oluk kan akan arkadaşı tekmelemeyi bıraktılar. John suratı kanla kaplı adamın suratına yaklaşıp  
    - “Bundan sonra saçmalıklara inanmazsın” dedi ve yürüyerek handan çıktılar.    Yüzünden kanlar akan adam uzun uğraşlar sonucu gözlerini açabildi, sırtüstü yatıyordu öksürmeye çalışıyordu ancak öksüremiyordu kaburgaları ağrıyordu, hareketsiz şekilde uzunca yattı, kimse yoktu. Tavana baktı, tahta kaplamalı tavandan adamın üzerine tozlar dökülmeye başladı, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ki ansızın tavan üzerine çöktü.

                                                          PART 3  
     - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
       Birisi omzundan dürtüyordu kendisini, öldüğünden emindi, kafasını kaldırdı etrafa baktı. Tahta kaplamalı sarı duvarlar, bir sürü masa fakat hepsi boş ve başının ucunda orta yaşlarda sarışın bir kadın.  Handaydı ne olduğunu anlıyordu sanki. Sarışın kadın “Uyuyakalmışsınız bayım, kapatmamız gerek.” dedi. Şimdi anladı neler olduğunu, kabus görmüştü. Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı, kadına teşekkür edip han kapısına doğru yöneldi, kapıdan çıkarken handaki kadın “Tekrar bekleriz” diye seslendi. Adam arkasına bakmadan devam etti ve handan çıktı.  Şaşkındı, akşam hatta gece olmuştu bile, yağmur azalmıştı ancak yağmaya devam ediyordu. Gökyüzü tertemizdi, parlak yıldızlar rahatça görünüyordu. Kasvetli atmosferi tamamlar biçimde sis dağılmıştı etrafa. Yatacak yeri yoktu, parası olmadığı için kendine gecelik yer de kiralayamazdı, yani kısaca köyün merkezinde paranız yoksa bir hiçten de farkınız yoktu. Uzunca yol kat edip köy merkezinden uzaklaştı, bir hedefi yoktu sadece yürüyordu. Taşlı yollardan geçti. Gece karanlığında kimse yoktu dışarıda fakat ilerde büyük bir kulübenin önünde orta yaşlarında esmer, kısa boylu bir adam gördü.
    Esmer adam sanki onu bekliyormuş gibi hemen yanına gitti ve kendisini selamlayıp direkt söze girişti.
    - “Merhaba bayım, ben Javier.” Dedi ve elini uzattı, yabacının elini havada bırakmak istemeyen adam da elini uzatıp “Merhaba” dedi. Javier merakla “İsminiz nedir?” diye sordu. Adam sağanak yağmur gibi sorulardan kaçamayacağını anladı ve “Walt” dedi “Adım Walt” adını uzun zaman sonra biriyle paylaşmıştı. Javier hiç uzatmadan direk konuya girdi.
    - “Çok acil yardıma ihtiyacım var, senin gibi kalıplı, güçlü birinin bana yardım edebileceğini düşündüm.” Dedi fakat Walt adamın sol eliyle kılıcının  içinde bulunduğu kını tuttuğunu gördü, Walt hemen sordu “Kılıcın çözemediği ne iş olabilir?” Javier Walt’un konuyla ilgilendiğini görünce istemsiz bir şekilde sevindi ve devam etti
    - “Benim boyumu aşan bir iş olduğu kesin” dedi “200 – 300 metre ilerdeki mağarada hematit cevheri* topluyordum fakat bir anda şiddetli bir ses duydum apar topar kaçtım ve içine değerli eşyalarımı bıraktığım çantayı orada unuttum, gecenin bu saatinde gidip geri almaya korkuyorum, gerçi bu korkuyla sabah olsa dahi gidemem, eğer yardım edersen sana çantamdan birkaç değerli parça veririm yeter ki yardım et” dedi Javier. Walt düşündü ve hem kitabı bulmak için hem de kalacak bir yer için altına ihtiyacı vardı, yani kabul etmek zorundaydı, “Değerli birkaç eşya karşılığında yardım etmek isterim.” Dedi Walt Javier sevinçli bir şekilde “Gayet makul” dedi ve ikisi birlikte gecenin saf karanlığı eşliğinde yürümeye başladılar. Walt Javier’e “Ne iş yapıyorsun?” diye sordu istemeden, ortamı sessiz bırakmamak için sorulan bir soruydu “Zanaatkarım, zırhlar ve kılıçlar üretiyorum bu yüzden mağarada hematit cevheri topluyordum” dedi Javier. İkisinin çok konuşmasına gerek kalmadan mağaraya vardılar. Mağaranın önüne geldiklerinde Walt’un sağ eli şiddetli bir şekilde titremeye başladı, durumu şans eseri fark eden Javier “Bir sorun mu var?” diye sordu Walt geçiştirmek için “Soğuktan dolayı” dedi ama alakası olmadığını kendisi de çok iyi biliyordu.
      Walt’un nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde küçüklüğünden beri sahip olduğu bir nevi hissetme gücüydü bu, kısaca tehlikeli durumları önceden hissediyordu. Bu olay küçüklüğünde çok kez zor durumlardan kaçmasını sağlamıştı ancak ailesi hariç kimseye anlatmamıştı, sağ eli öyle durumlarda kısa süreli olarak şiddetli bir şekilde titriyordu.  Javier kılıcı kınından çıkarıp Walt’a uzattı “Ne olur ne olmaz, seninle kalsın” dedi dostça, Walt’un elinin titremesi azalmıştı, kendisine uzatılan kılıcı aldı ve hiç konuşmadan mağaraya indi. Karanlık mağaranın üstünde ki açıklıktan vuran ay ışığı içeriyi az da olsa aydınlatıyordu. Walt etraftaki hematit cevherlerini gördü, çantaya yakınlaşıyormuş gibi hissetti ama yerde fark etmediği bataklığa basmıştı veya bataklığa benzeyen başka bir şeye, zorla da olsa ayağını bataklıktan çıkardı. Bataklığı zıplayarak geçmeye karar verdi çünkü çanta bataklığın karşısında taşların üstünde yatıyordu. Geri geri gitti ve hızını alıp üstünden atlamaya karar verdi. Uzunca nefesini çekti, sol ayağını öne attı tam harekete geçecekti ki Javier’in anlattığı sesi duydu, o ürkütücü, rahatsız edici gökyüzünü yaran gürültüyü.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Levenbreh -- 15 Ocak 2020; 0:35:26 >
    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >







  • Öncelikle şunu demem lazım ki gerçekten hikaye ve anlatım benim çok hoşuma gitti. Fakat başlarda konuya hemen girmek yerine biraz daha uzatarak girseymişsin daha sürükleyici olurmuş. Mesela Walt o ağacın yanına nasıl geldi daha ilerisinden başlansaymış anlatıma. Eğer devamı varsa okumayı çok isterim ve yazmaya devam etmeni de isterim. Başarılarını diliyorum
  • gokhanbulbul281 kullanıcısına yanıt
    Hikayeye öyle başlamamın (ana karakteri birden ağacın altında uyandırarak) amacı okuyucuya merak hissini vermek istedim ve tatmin edici bir son için öyle bir şey yaptım. Yani eğer yazmaya devam edersem hepsini açıklayacağım

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • Başka konu anlatırken orada uyanmasını bağlayabilirsen çok güzel olabilir bence uzun ve bitmiş halini okumak isterim.
  • Hâlâ yazmaya devam ediyor musunuz acaba ?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi gokhanbulbul281 -- 13 Şubat 2020; 10:39:4 >
  • gokhanbulbul281 kullanıcısına yanıt
    Sadece düzeltmeler yaptım. Sınav senem olduğu için pek fırsatım olmuyor

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.