Şimdi Ara

Mustafa Kemal ATATÜRK (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
536
Cevap
12
Favori
67.670
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR
  • Şapka Kanunu

    25 Kasım 1925'te Mustafa Kemal'in emriyle kanunlaşmıştır. Amaç dinsel giysilerle sokakta gezilmesinin önüne geçmektir.

    Şapka kanunu bugün hala hukuken varlığını devam ettirmektedir ancak fiili olarak geçerliliğini yitirmiştir.

    Vakko'nun sahibi Vitali Hakko'nun Şapka Devrimiyle milyarder olduğu bilinir.

    Bunun dışında Şapka Kanununu müteakkip bir çok isyan çıkmış ve en ağır derecede bastırılmıştır. Bu dönemde istiklal mahkemelerinin bir çok kişiyi kanuna karşı gelmekten idam ettiğidi bilinmektedir. İdam edilenler arasında en çok konuşulan isim İskilipli Atıf Hoca olmuştur. Kanundan evvel yazdığı "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli risalesi nedeniyle idam edilmiştir.

    Rivayete göre halk arasında "Atma Recep din kardeşiyiz" deyimide aslında Şapka Kanunuyla bağlantılıdır. Aslında deyim "Atma Hamidiye din kardeşiyiz, şapkada giyeceğiz, vergi de vereceğiz" şeklindedir. Hamidiye devletin en büyük zırhlısıdır ve şapka giymedikleri için Rize halkını topa tutmuştur. Rize halkıda bu meşhur deyimi o dönemde kullanmak zorunda kalmıştır.

    Olaylar doğrudan şapka kanunuyla, şapka kanunu da Atatürk'le alakalı olduğu için yazma gereği duydum.

    Benim vicdanım kendi insanının Şapka Kanununa riayet etmek istemedikleri için devlet tarafından devletin zırhlısıyla topa tutulmasını bir türlü kabullenemiyor.




  • @akın48 e ve katkısı olanlara teşekkürler.

    @vasago beni utandırdın.
  • Konuyu üst konu haline getiriyorum ve her zaman canlı ve dolu tutmamızı diliyorum.
  • "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği,
    bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne
    oldu. Bu sahne EN AZ YEDİBİN SENELİK TÜRK BEŞİĞİDİR.
    Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırmlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu. Bugün o tabiat çocuğu TABİAT OLDU, şimşek, yıldırım, GÜNEŞ oldu, Türk oldu. TÜRK BUDUR: Yıldırımdır, kasırgadır, Dünyayı aydınlatan Güneştir."


    Mustafa Kemal ATATÜRK

    "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil KANDA mevcuttur."
  • HANS FROEMBGEN
    Atatürk, Türkiye'yi baştan başa değiştirmiş, Türkiye'nin sosyal, siyasal ve endüstriyel hayatının her kolunda MODERENLEŞTİRMİŞ, SULTANLAR DEVRİNDEN KALMA BÜTÜN KÖTÜ KALINTILARI KÖKÜNDEN KAZIMIŞ, yüzyıllarca devam etmiş olan bir kesmekeşten insicamlı ve devamlı bir siyasi sistem yaratmıştır.

    Eğer bugünkü Türkiye, büyük savaştan sonra AVRUPA'nın HERHANGİ BİR MEMLEKETİNDEN DAHA FAZLA İLERLETMİŞ BULUNUYOR, bunun en büyük nedenini yeni Cumhuriyetin başkanının DEHASINDA aramalıdır.
    1937

    -İşte, 1942 veya 1947 sonra, Türk milletini geri kalması sağlanmıştır.

    RAYMOND CARTİER
    Devrin yüksek şahsiyetleri KİTAPLARINDA, KONFERANSLARINDA, TÜRKİYE'nin ASLA DEĞİŞEMİYECEĞİNİ ve DEĞİŞMEDEN ÖLECEĞİNİ İLAN ETMİŞLERDİ. Halbuki ölmeden değişti. HEM DE KÖKÜNDEN ve BAŞTAN AŞAĞI DEĞİŞTİ. İtikatlar, adetler, usuller TAMAMIYLE YIKILDI. Son DÖKÜNTÜLERİNİ de YABANCI SAVAŞ GEMİLERİ ve KAPİTÜLÂSYONLAR gibi memleketten SÖKÜP ATTILAR. Türkiye, ruhunu değiştirmişti. Tamamiyle ve TASAVVUR EDİLEBİLECEK KADAR.

    BU NASIL OLDU?

    Sadece oradan bir adam geçti. Orta boylu, herkes gibi yürüyen, bakışları ve gözlerinin ışığı seçkin bir adam. O'nun adaı Mustafa KEMAL'dir.
    1938
    -----------------------------------------

    Bak bunları Türkler söylemiyor. Batılılar yazmışlar.

    İstersen, Jean-Paul Roux'un kitap'ından alıntıyı okur musun?

    Çeviriye ve yayıma katkı çerçevesinde yayımlanan bu yapıt,
    Fransa Dışişleri Bakanlığı'nın, Türkiye'deki Fransız Büyük Elçiliği'nin ve
    İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nin desteğiyle gerçekleştirilmiştir.

    TÜRKLERİN TARİHİ
    Pasifikten Akdenize 2000 Yıl

    - Bu kitap, okullarda okutulan Tarih Kitap'ı değildir!
    Sayfa: 42, 1. Paragraf

    "... Türk ARŞİVLERİNİN gerçekten şaşkınlık verici nitelik ve niceliklerini kavramak güçtür. Bunlara her yerde, İŞGAL ettikleri tüm büyük kentlerde
    RASLANIR; çünkü TÜRKLER HER ŞEYİ KAYDETMİŞ ve MUHAFAZA ETMİŞLERDİR. Bu konuda bir tek ÖRNEK vermek yeter... Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü ARŞİVLERİNDE YÜZ MİLYONDAN FAZLA BELGE BULUNDUĞU ve bu belgelerden bazılarının YÜZLERCE SAYFALIK bir kütük de olabildiği bilinmektedir. Kütüphaneler de olağanüstü zengindir. (Biliyorsun ki okul kitaplarında 1400 yılında Avrupa'da rönesans ve reforumun başladığı öğretilmektedir. Bu mükün mü?!) İstanbul'da yirmi kadar kütüphane vardır ve bunların başlıcaları Topkapı Kütüphanesi ile Süleymaniye Camii Kütüphanesi'dir. Süleymaniye Camii Kütüphanesindedeki (1480, Fransa Kralı V. Charles ölümü!) ELYAZMASI SAYISI, 56.483 olduğu düşünülmektedir... Fransa Kralı V. Charles'in ölümünde (1480!), KİTAPLIĞINDA 1200 ELYAZMASI OLDUĞUNU, BUNUN SONDERECE YÜKSEK BİR MİKTAR SAYILDIĞINI (ve Fransa'dan ENGİZİSYON'un 1834'de kalktığını düşünür isen!), bu nedenle de "kitaplığın" o dönemin SEÇKİN AYDINLARINI çeken bir yer durumuna geldiğini ANIMSATMAKLA yetinelim."

    - Lütfen, Türk tarhçilerinin yazdıklayla ve öğrendiklerinle karşılaştırı mısın?

    Böyle bir millet "Barbar" olabilir mi?


    YUNANLILARIN batıya gelişleri ve İngiltere'nin, devleti tanıması!

    Sayfa: 422, 4. paragraf
    "Başarılı olur ve Batı Türkistan'dan takviye alır. Bu takviye bölgeye kendiliğinden gelmiş ya da Ruslar tarafından itilmiş, TÜRKLER, özellikle de Yakup bey diye biridir.

    Yakub ÖZGÜRLEŞTİRME hareketinin başını çeker ve Kaşgar, Yarkent, Hoten, Aksu ve Kuça'yı ele geçirir. Peşinden Cungarları ve YÜZYILLARDIR (Çin'de) YUNNAN BÖLGESİNDE TECRİT EDİLMİŞ olarak yaşayan içinde Çinlilerin de bulunduğu tüm ÇİN MÜSLÜMAN TOPLULUKLARINI sürükler (1857'de), Devleti İNGİLTERE TARAFINDAN TANINIR."

    - 1857'de, İNGİLTERE'nin tanıdığı Devlet, YUNAN DEVLETİ değil mi? Bu devletin kurucusu, YAKUP BEY değil mi?

    - 1857 öncesi, Anadolu, Suriye, Mısır veya batıda bir Yunan medeniyetindenve kültüründen söz etmek mümkün müdür?

    14 Temmuz 1789'da Bastilla hapishanesinde (Meydan Larouss, Bastilla'da): 4 kalpazan, iki akıl hastası ve bir müsrüf genç asılzade bulunuyor muş! Hal bu aydınlarını kurtarmak için hapishaneyi basmıştır!

    -Fransa'da 1789'da, Fransız Devrimi yapılmış olabilir mi?

    -Avrupa'da, 1798 öncesi kaostan başka hiçbir şey yoktu. İngiltere ve Fransa birlikte Mısır'a 2000 topla saldırıp işgal ettikten sonra: Fransızlar, İskenderiye kötüphanesinde bulunan bütün bilim, teknik ve teknoloji kitapları ile ölçü aletlerinin, kimya labaratuvar gerçlerinin ve Louvr müzesindeki tabloların birer kopyasını çıkardıktan sonra, asıllarını da ingiltere'ye teslim etmiştir. (C. W. Ceram, Tanrılar Mezarlar ve Bilginler: İstanbul 1969, Remzikitap evi: Bölüm: Bir Yenilgi Zafer oluyor. Sayfa: 78- 85)

    _____________________________




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK
  • Ey Türk Gençliği!

    18 Yaşını doldurmuş olan, her Türk 45 yaşına kadar ASKERDİR! Türk genci bunlardır.

    Ülkemizi her batağa sokanlar köylüler- zanatkarlar mıdır, yoksa din adamları, aydınları ve siyasetçileri midir?

    Birkerecik olsun düşünmeyi dener misiniz?
  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

  • Atatürk'un Balıkesir Hutbesi

    Ey millet Allah birdir.Şanı büyüktür Allah'ın selameti, atifeti ve hayrı üzerimize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi teblihe memur ve resul olmuştur.Kanunu esasisi, cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşandaki nusustur.insanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir.Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tedabuk ediyor.Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiyye-i ilahiyye beyninde tezat olması icabederdi.Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan Cenab-ı Haktır.

    Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi.Millet işlerini, Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin isr-i mübarekelerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyle bu dar-ı kutside Allah'ın huzurunda bulunuyoruz.Beni buna mazhar eden Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır.Bundan dolayı çok memnunum.Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

    Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

    işte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum.Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum.Amel-i milleyye, irade-i milleyye yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bilimum efrad-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir.Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
    (7 Şubat 1923)
    Paşa camii-BALIKESiR




  • RAYMOND CARTİER

    Devrin yüksek şahsiyetleri KİTAPLARINDA, KONFERANSLARINDA, TÜRKİYE'nin ASLA DEĞİŞEMİYECEĞİNİ ve DEĞİŞMEDEN ÖLECEĞİNİ İLAN ETMİŞLERDİ. Halbuki ölmeden değişti. HEM DE KÖKÜNDEN ve BAŞTAN AŞAĞI DEĞİŞTİ. İtikatlar, adetler, usuller TAMAMIYLE YIKILDI. Son DÖKÜNTÜLERİNİ de YABANCI SAVAŞ GEMİLERİ ve KAPİTÜLÂSYONLAR gibi memleketten SÖKÜP ATTILAR. Türkiye, ruhunu değiştirmişti. Tamamiyle ve TASAVVUR EDİLEBİLECEK KADAR.

    BU NASIL OLDU?

    Sadece oradan bir adam geçti. Orta boylu, herkes gibi yürüyen, bakışları ve gözlerinin ışığı seçkin bir adam. O'nun adaı Mustafa KEMAL'dir.
    1938
  • HANS FROEMBGEN

    Atatürk, Türkiye'yi baştan başa değiştirmiş, Türkiye'nin sosyal, siyasal ve endüstriyel hayatının her kolunda MODERENLEŞTİRMİŞ, SULTANLAR DEVRİNDEN KALMA BÜTÜN KÖTÜ KALINTILARI KÖKÜNDEN KAZIMIŞ, yüzyıllarca devam etmiş olan bir kesmekeşten insicamlı ve devamlı bir siyasi sistem yaratmıştır.

    Eğer bugünkü Türkiye, büyük savaştan sonra AVRUPA'nın HERHANGİ BİR MEMLEKETİNDEN DAHA FAZLA İLERLETMİŞ BULUNUYOR, bunun en büyük nedenini yeni Cumhuriyetin başkanının DEHASINDA aramalıdır.
    1937

    Atatürk'ü yabancılar anlamış ama, Türklerin bir çoğu anlamamış.
  • Can DÜNDAR'ın ERDEMLİ olduğu zamanlardan kalma bir yazısı.


    Atatürk'e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor.
    Biri Batılılaşma konusunda...
    Diğeri din konusunda...
    İlki, Atatürk'ün hedef olarak Avrupa'yı göstermediği iddiasına dayanıyor.
    İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk'ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım'la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor.
    Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım.
    ***
    İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa'nın Fransız yazarı Maurice Pernot'ya verdiği demeç... Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor:
    "Osmanlı İmparatorluğu, Batı'ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu'da ise de düşüncelerimiz Batı'ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir?"
    ***
    Din meselesine gelince...
    İlk Meclis'in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk'ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş.
    Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı.
    Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların "Millet" bölümünden satırlar:
    ***
    "Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)
    "Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
    "Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)
    "... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..."
    ***
    Yeterince açık değil mi?
    Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?
    Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları" kitabında yer almıyor da ondan...
    İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı.
    "Medeni Bilgiler"i geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış.
    Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.
    Düşünce özgürlüğü mü dediniz? (Can Dündar/Milliyet)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi EngineerInDefenceInd -- 25 Kasım 2008; 9:35:39 >




  • "Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları" kitabında yer almıyor da ondan..."

    Ben bunu defalarca kendi anltım şeklime göre anlatmaya çalıştım.

    Cevap: ANAMIYORUZ!

    Atatürk'ün kurduğu kurum, Atatürk'ü yok eden kurum oldu.

    Sayın, Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın bu yazısını, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi yayınları arasında çıkan (Türk Devrim Tarihi Konferansları: ATATÜRK HAKKINDA KONFERANSLAR, Afet inan - E. Ziya Karal, 1946, Ankara) kitabından alıyoruz.

    "Bu yeni düşüncenin neticesi olarak 1440 dan beri Avrupada İŞLEMEKTE olan MATBAA 1727 de ilk defa olarak İstanbulda kuruldu."

    -İnsancıklar, bakın Fransız Dışişleri bakanlığı ve İstanbul Fransız Kültür derneğinin desteğiyle, JEAN-PAUL ROUX, Türklerin Tarihi Kitabında ne diyor!

    "Bu konuda bir tek örnek vermek yeter. Biz burada sadece Fransız kralı V. Charles'in ölümünde (1480), KİTAPLIĞINDA 1200 ELYAZMASI olduğunu, bunun SON DERECE YÜKSEK bir MİKTAR SAYILDIĞINI, bu nedenle de "KİTAPLIĞIN" o dönemin seçkin AYDINLARINI çeken bir yer durumuna geldiğini (SİZE) anımsatlatma yetinelim." diyor, yazar!

    - Sayın, Türk prof.lar ne diyorlar, Fransızlar ne diyorlar! Avrupada 1440'da MATBAA olsa, AYDINLARI için 1200 Kitam mı olur?

    YALANCI KİM?




  • Atatürk'ün Türkçülüğü

    Atatürk ve onun kutlu ülkülemi (ideolojisi) olan Atatürkçülük, bugüne kadar budunumuza yanlış tanıtılıp, yanlış öğretilmiştir. Komünist kafalar, yıllar boyu, Ata'yı solcuymuş gibi göstererek, hem siyasal getiri elde edebilmek amacıyla istismar ettiler hem de Türkiye'yi kurtaracak tek ülkülem olan Atatürkçülüğün içini boşaltarak, genç kuşakların gerek Atalarını, gerekse bu kutsal ülkülemi doğru olarak tanımalarının ve anlayabilmelerinin önünde engel oluşturdular. Bu zihniyetin temsilcilerinin Atatürkçülük anlayışları; Atatürk'ün ilkelerinden, salt "laiklik ilkesi"ni benimsemekten ibarettir. Atatürk'ün diğer ilkelerini de yarım yamalak uygulayarak, Atamız'ın adıyla siyasal getiri elde etmeye çalışmaktadırlar. Bu eski komünist, şimdinin ise "Sosyal Demokrat" liboş takımı, sağlam temeli olan bir ülkülemleri ve Türkiye'yi esenliğe çıkaracak nitelikte bir siyasal programları olmadığı için yıllardır Atatürk istismarcılığı yapıp, Atatürk'ün milliyetçi yönünü, Türklüğe verdiği önemi görmezden gelmekle kalmayıp; bugüne kadar, kendi ülkülemlerine uygun tarzdaki -teslimiyetçi, edilgin- milliyetçilik anlayışlarının adını, "Atatürk Milliyetçiliği" koyarak; hem Atatürk'e hem de onun kutlu ülkülemine ihanet edegelmişlerdir. Bu bozuk, sözde Atatürkçülük anlayışlarını da doğruymuş gibi tanıtıp, uygulayarak; Türk insanının, dış düşmanlara karşı olduğu gibi, "içimizdeki" düşmanlara karşı da milli reflekslerini törpüleyip, köreltmişlerdir. Oysa Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, bu güruhun göstermeye çalıştığı gibi ne teslimiyetçi, ne de dar kalıplar içerisine hapsedilmiş sığ bir milliyetçilik anlayışı idi. Atatürk, milletinin ve ülkesinin bekasını ilgilendiren konularda; çok duyarlı, ciddi ve tavizsiz bir siyaset izlemiştir. Gerek dış düşmanlara karşı verdiğimiz bağımsızlık savaşındaki, gerekse iç düşmanlara karşı olan tavrı ve tutumu da; sert, tavizsiz ve sonuç alıcıydı.

    Bugün, "Türk" kelimesini ağızlarına almaktan rahatsızlık duyan, Türk'ün ve onun ülkesi Türkiye'nin çıkarlarını savunmaktan aciz, soy ve vicdan kusurlu insanların ipliklerini tam anlamıyla pazara çıkarmak, gerçek Atatürkçü olan Türkçüler'in en önde gelen görevlerindendir.

    ― "Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, fikrimin babası Ziya Gökalp'tir." diyen bir "Türkçü"nün ülküleminin "Sol" olduğunu iddia etmek; attığını vuran keskin bir nişancının, âmâ/kör olduğunu iddia etmek kadar mantıksızdır.

    Her ne kadar güneş balçıkla sıvanamasa da, Türklük şuuru açısından "mankurt"laştırılan ve gerçek Atatürkçülük konusunda cahil bırakılan Türk insanının; "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir." diyen Atası'nı doğru olarak tanıyıp, anlayabilmesi noktasında söz konusu güruhun yıllardır set oluşturduğu aşikardır.

    ― "Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."
    diyen Türkler'in son bozkurdunun Türkçü-Turancı olmadığını iddia eden bir kişi art niyetlidir; ilk düşünülmesi gereken; o kişide soyca ya da vicdanen bir bozukluk olduğudur. Şayet art niyetli değilse o zaman, o kişinin cehaletinden ya da akılsal bir zaafından söz edilebilir.

    Türkiye'de ilk olarak 1924 yılında başlayan antropolojik çalışmaların mimarı olan Atatürk, "Türkiye Antropoloji Tetkikat Merkezi"ni kurdurmuştur. Türk Irkı'nın fiziksel özellikleri, ilk kez bu şekilde incelenmeye başlanmıştır. 1937 yılına gelindiğinde ise, Atatürk 'un isteği üzerine yurt genelinde Türk Irkı'nı karakterize eden tüm fiziksel özellikleri incelenirken, kafatası ölçümleri de yapılmıştır. Acaba hangi solcu bunları düşünür, ister ya da uygular? Atatürk'ün milliyetçiliği, gösterilmeye çalışıldığı gibi değil, işte böyle milliyetçiliktir!

    Atatürk, Türklüğü ilgilendiren ne varsa onunla ilgilenmiştir. "Mu Kıtası Teorisi" bunun en uç örneklerinden biridir. Meksika'lara kadar bilim adamı gönderip, acaba Türkler'in atalarıyla ilgili bir belge bulunabilir mi diye düşünüp; bu konuda, her türlü ipucunu önemseyerek, araştırmalar yaptırmıştır. Acaba biz ırkçı değiliz,Türkçü değiliz, Atatürk milliyetçisiyiz(!) diyenleri bu gibi belgeler heyecanlandırıyor mu veya onları hiç ilgilendiriyor mu?

    Türkler'in tarihsel sembolü olan "Bozkurt"tan, bu söz konusu Atatürk milliyetçileri(!) acaba neden bu kadar rahatsızlık duyuyorlar veya "Bozkurt" kelimesi onlarda niçin alerji yapıyor? Bu kafalar, acaba gerçekten çok mu cahil yoksa çok mu art niyetliler? Oysa, tüm Türkçüler için olduğu gibi, Atatürk için de bozkurt ve bozkurt sembolü çok önemliydi. Atatürk, Adliye Eski Vekili Mahmut Esat'a "Bozkurt" soyadını verirken; 1935 yılında üretilmeye başlanan sigaraya "Bozkurt" adını koyarken ve bu sigaranın kapağındaki ongunun/amblemin "Bozkurt" resimli olmasını isterken; 1927'de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık kâğıt paralar üzerine bozkurt resmi koydururken; Türk bayrağını, Türk tarihinin, Osmanlı'dan ibaret olmadığına vurgu yaparcasına, "Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt başı" şeklinde olan Göktürk Bayrağı olarak değiştirmeyi düşünürken; "Türk İzci Ocağı" bünyesindeki çocuklara "Yavru Kurt" adını verirken, "Bozkurt"a ve Türk tarihine olan özel ilgisini göstermiştir. Bunlara ilaveten, Fuat Köprülü'nün Atatürk'e Türkiyat Enstitüsünün ambleminin nasıl olması gerektiğini sorduğunda Atatürk: "Karlı Tanrı Dağları'nın önünde elinde meşale tutan bir "Bozkurt" olsun, Bu meşale, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon'dan çıkmamızda kılavuz olan Bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin." şeklinde cevap vermiştir. Başbuğ Atatürk'ün kendi eşyalarının arasında da bozkurt motifli olanları zaten her şeyi anlatmaya yetmektedir.

    Ulu Atamız'ın, Maarif Vekâleti’nin (Milli Eğitim Bakanlığı) girişine koydurduğu ve Atamız'ın uçmağa varışından/ölümünden sonra İnönü'nün kaldırtmış olduğu "Ergenekon'dan Çıkış Tablosu" da, Atatürk'ün katıksız bir Türkçü olduğunu yadsınamaz bir şekilde gözler önüne sermektedir.

    Eski Türkler'de, "Başkomutan" anlamına gelen "Başbuğ" kelimesi bu eski "kızıl kafalı", yeni Atatürk milliyetçisi(!) olan güruhun en çok rahatsız oldukları konulardan bir diğeridir. Atatürk gerçek anlamda bir "Başbuğ"dur. Bu yüzden, tüm Türkçüler de Atalarına "Başbuğ" derler. Bu da, sözde Atatürkçülere çok dokunur. Atatürk, "Başbuğ" değildir, sadece bir "Önderdir" diyenler; acaba Atatürk'ün kendisinin kurduğu "Türk İzci Ocağı"nın kendisine yaptığı "Başbuğ"luk teklifinden, ulu Ata'nın bu teklifi kabul ettiğinden ve bunu da bir telgrafla şu şekilde bildirdiğinden haberleri var mıdır?
    ― "Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetişmesini temenni eylediğim İstanbul Türk İzci Ocağı’nın, Başbuğ’luk teklifini büyük bir hissi iftiharla kabul ediyorum. Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selamımın tebliğini rica ederim."
    O tarihlerde yayınlanan "Cumhuriyet Gazetesi" de manşetini "Başbuğ" olarak atmıştı. Bunun yanında 10Kasım 1938 tarihli "Ulus "Gazetesi"nin manşeti de şu şekilde atılmıştı: "Atatürk başkumandan; Başbuğlar yetiştirilmezler, onlar başbuğ hasletleriyle doğarlar!"

    Ulu Başbuğ Atatürk'ün Türkçülüğünü ispat eden aşağıdaki sözlerini bilmeyen veya bilmezden gelenlere inat, biz Türkçüler, Türk insanına, Atası'nın özdeyiş ve sözlerinin sadece "Ne Mutlu Türk'üm diyene" ve "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" - sözlerinden ibaret olmadığını öğreteceğiz. "Ne Mutlu Türk'üm diyene" sözünün sadece Atatürk'ün 10'uncu yıl nutkunun son cümlesi olduğunu -başka yerlerde geçtiği söylense de ası yoktur- ve o metinin içeriğini göz ardı ederek, esas ifade edilmek istenenin beden ve ruh itibarıyla "Türk" olmak olduğunu görmezden gelenler ve bunu böyle göstermeye çalışanlar, bugün Atatürk milliyetçisi(!) geçinmektedirler.

    Atatürk, hem kuramsal hem de uygulama açısından tam anlamıyla dört dörlük bir Türkçüydü. Atatürk milliyetçiliğinin içini boşaltmak isteyen ve Atatürk'ün Türklük'le ilgili sözlerini "Ne Mutlu Türk'üm diyene" sözünden ibaret görerek ve bu sözünde aslında neyi ifade ettiğini saptırmaya çalışan sahte Atatürkçüler, Ulu Başbuğ'un bu sözlerini bilmezler, bilseler de işlerine gelmeyeceği için bilmezden gelirler.

    Atatürk'ün görmezden gelinen ve Türk insanına öğretilmek istenmeyen bazı özdeyişleri ve sözleri şunlardır:

    ― "Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."

    Başbuğ Atatürk'e göre Türk'ün tanımı:

    Başbuğ Atatürk'ün manevi kızı olan Afet İnan Hanım, üniversitedeki doktora tezinin konusunun, hocasının: "Milletini anlat, Türkler'i anlat" demesiyle birlikte belli olmasının ardından, tezini hazırlamaya başlamış, tezini hazırladıktan sonra da göstermek için Atatürk'e götürmüştür, Atatürk de onlarca sayfalık tezi görünce, Türk'ü bir kaç cümleyle kısa ve öz olarak şöyle anlatmıştır:

    ― "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."

    Damarlarında Türk kanı dolaşıp da, böyle bir anlatım karşısında tüyleri diken diken olmayan birinin olması mümkün müdür? Atatürk demekten rahatsızlık duyup, kasıtlı olarak Mustafa Kemal diyerek Türklükleri ile Atatürk'e olan sevgi ve bağlılıklarının düzeyini belli eden sahte Atatürkçülerden, Atatürk'ün bu veya buna benzer anlatım ve özdeyişlerini neden hiç duyamayız? Bu sahte Atatürkçülerin acaba mayalarında mı bir bozukluk var yoksa Türklüğün bünyesine aykırı olan zararlı ithal ideolojileri benimsemelerinin bir sonucu olarak, buduncu bilinç açısından vicdanlarında ve ruhlarında bir tahribat mı oluşmuş?


    ― "Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım ! Başbuğ Atatürk ( "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünü saptıranlara ithaf olunur)

    ― "İstanbul'da çıkan bir gazeteyi Kaş gar’da ki Türk de anlayacaktır." Başbuğ Atatürk

    ― "Türkiye Türklerindir." Başbuğ Atatürk

    ― "Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Başbuğ Atatürk

    ― "Dünya yüzünde, Türk’ten daha büyük,ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir." Başbuğ Atatürk

    ― "Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler." Başbuğ Atatürk

    ― "Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk'lerin yasadıkları her yer misak-ı milli hudutları içindedir." Başbuğ Atatürk

    ― "Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin." Başbuğ Atatürk (Oysa Türkiye'yi, 1938'den bugüne kadar geçen 67 yıllık süreçte kan ve vicdan itibarıyla tek bir Türk yönetmemiştir!)

    ― "Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." Başbuğ Atatürk

    ― "Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." Başbuğ Atatürk

    ― "Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız." Başbuğ Atatürk

    ― "Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Başbuğ Atatürk

    ― "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır." Başbuğ Atatürk

    ― "Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir." Başbuğ Atatürk (Ab'ci, ABD’ci Batı özentisi aydınlara(!) duyurulur!)

    ― "Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." Başbuğ Atatürk

    ― "Taş kırılır, Tunç erir, ama Türklük ebedidir" Başbuğ Atatürk

    ― "Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." Başbuğ Atatürk

    ― "Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." Başbuğ Atatürk (Bölücü etniklerin, anadilde eğitim ve yayın istemlerine çanak tutan sözde Atatürkçüler bu sözü iyi öğrensin!)

    ― "Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı'nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat, bunlardan, hiçbirini kendime maletmedim. Yapılanın hepsi milletin eseridir dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için değil fakat mensup olduğumuz millet için elbirliği ile çalışalım. Çalışmaların en büyüğü budur." Başbuğ Atatürk

    ― "Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur." Başbuğ Atatürk

    ― "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." Başbuğ Atatürk

    ― "Yeni Türk yazısı, Türk'ün yaradılıştan gelen zeka ve kabiliyetini geliştirebileceğinden yeni yazımızı tarlalarında çalışan çiftçilerimize, sürüleri başında dağlarda dolasan çobanlarımıza kadar en az bir zamanda yaymaya çalışmak hepimizin vicdan ve milli haysiyet borcudur." Başbuğ Atatürk

    ― "Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Başbuğ Atatürk (Etnikçi Atatürkçüler(!) bu sözü zaten bilmezler!)

    ― "Milletleri yükselten bu hususa bir amil daha ilave edelim; Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır." Başbuğ Atatürk

    ― "Bütün dünya bilmeli ki; karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, aciz ve zaaftır; bu insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının yok olduğunu ilan eylemektir." Başbuğ Atatürk

    ― "Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk Milletinin karakteri yüksektir, Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir." Başbuğ Atatürk

    ― "Şu anda, büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk, Türk olduğu için asildir. çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz." Başbuğ Atatürk

    ― "Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır" Başbuğ Atatürk

    ― " Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır." Başbuğ Atatürk

    Onuncu Yıl Nutku'ndan


    ― "Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir." Başbuğ Atatürk

    ― "Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz." Başbuğ Atatürk

    ― "Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir." Başbuğ Atatürk

    ― "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. " Başbuğ Atatürk

    ― "Bana, insanlar üstünde bir doğuş yüklemeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir." Başbuğ Atatürk (Bu sözü, Atatürk'ün mirasını yiyen CHP’lilerin hep bir ağızdan söylemesini bekliyoruz!)

    ― "Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır." Başbuğ Atatürk

    ― "Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı...'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim." Başbuğ Atatürk

    ― "Evvela, millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu göstermeliyiz." Başbuğ Atatürk

    ― "TÜRK çetin işler başarmak için yaratılmıştır!" Başbuğ Atatürk

    ― "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki ASİL kanda mevcuttur!" Başbuğ Atatürk

    ― "Bir Türk, cihana bedeldir!" Başbuğ Atatürk

    BAŞBUĞ ATATÜRK'ÜN KENDİ YAZDIĞI ŞİİRİ:

    Gafil, hangi üç asır, hangi on asır,
    Tuna ezelden Türk diyarıdır.
    Bilinen tarih söylememiş bunu,
    Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
    Dinleyin sesini doğan tarihin,
    Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
    Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
    Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
    Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
    Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
    Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
    Hep insanlar kendini bilseler,
    Bilinir o zaman ki hep biriz.
    Türk sadece bir milletin adı değil
    Türk bütün adamların birliğidir.
    Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
    Ey yığın yığın insan gafletleri!
    Yırtılsın gökteki gafletten perde,
    Hakikat nerede?

    Başbuğ Atatürk'ün Türkçü olduğunu ispat eden, daha pek çok uygulaması, davranışı ve sözü vardır. Türkiye'de, bugüne kadar ilk ve son kez olmak üzere, Türkçü düşüncenin yaşama geçirildiği tek dönem Ulu Başbuğ Atatürk'ün dönemidir. O yıllarda, bitti denilen bir milletin yeniden şahlanarak, kıt imkânlarla yedi düveli alt edip; "Acun var oldukça, ben bitmem!" dercesine haykırıp, her alanda tam bağımsızlığını elde etmesi; yüzyıllar boyu ümmet anlayışıyla yaşamış insanlara milli bir kimlik kazandırılması; kendi öz dilini, alfabesini kullanmaya başlaması; Türk kadınının İslamiyet öncesi sahip olduğu hakları tekrar geri alarak, çağdaş bir yaşam tarzına kavuşması ve benzeri kazanımlar; gücünü, asil kanından, binlerce yıllık şanlı ve büyük tarihinden alan ulu bir Türkçünün, Türkçü ülkülemi yaşama geçirip, uygulamasının bir sonucu olarak elde edilmiştir.




  • ATATÜRK VE BASIN

    Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur. Basın milletin müşterek sesidir. Başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.


    Cumhuriyet devri basınıyla ilgili çok anlamlı sözler söyleyen Mustafa Kemal ATATÜRK, bugün ne hâllere düştüğü meçhul olduğu söylenilen basınla ilgili büyük bir mesaj vermiştir.1925 yılında söylediği o kalıcı sözü şöyledir:



    "Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlakıyla donanmış basınını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir."



    —Basının, hürriyetini iyi kullanması gerektiğinin bir vazife olduğu mesajını veren ATATÜRK, basın hürriyetiyle ilgili ise 1924 yılında şu sözünü söylemiştir: "Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanmasının, ne derecede nazik bir vaziyet olduğunu söylemeye lüzum görmem. Her türlü kanuni kayıtlardan evvel bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasi telakkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin, her türlü hususi telakkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevi zorunluluğu, asıl bu mecburiyettir ki umumi düzeni temin edebilir. Bununla beraber bu yolda yanılma ve kusur olsa bile; bu kusuru düzeltecek etken ve vasıta; basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir."



    -ATATÜRK, 1923'te ise hiç bir şahsiyetin basına etki edemeyeceğini şu sözleriyle anlatmıştır: "Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz." Gazetecilerin samimi olması gerektiğini de belirten Kemal ATATÜRK, 1929 yılında söylediği bir sözle konuyu şöyle anlatmıştır: "Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır." 1923'te aynı konuya ilgili söylediği başka bir sözünde ise şu ifadelere yer vermiştir:



    "Gazeteciler kanunun ve umumun menfaatlerinin aksine muamelelere şahit ve vakıf oldukları takdirde gerekli yayında bulunmalıdır."



    —ATATÜRK, cumhuriyetin ruhunun, basın hürriyetini kötü kullanan kendini bilmezlere fırsat vermemesini dolaylı yoldan isteyen iki ayrı sözünü 1925 ve 1924 yıllarında söylemiştir.



    "Basın hürriyetinin mahzurlarının giderilmesinin yine basın hürriyetiyle mümkün olduğuna dair bu büyük meclisin yol gösterme ve düzenleme sahasında güzel karşılanan esaslar, eğer Cumhuriyetin ruhu olan faziletten mahrum kendini bilmezlere, basının sinesinde haydutluk fırsatını verirse, eğer halkı aldatan ve doğru yoldan çıkaranların fikriyat sahasındaki uğursuz tesirleri, tarlasında çalışan suçsuz vatandaşların kanlarını akıtmasına, yuvalarının dağılmasına sebep olursa ve eğer en nihayet haydutluğun en kötüsünü göze alan bu gibi kimseler, kanunların özel müsaadelerinden istifade imkânını bulursa, Büyük Millet Meclisi eğitici ve ezici kudretinin müdahale ve uyarması elbette gerekli olur."



    "Özel maksatla neşriyat yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir."




  • ATATÜRK'ÜN ÖĞRETMENLER HAKKINDAKİ ÖZDEYİŞLERİ

    Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.

    -Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.

    -Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbilerini sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.

    -Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.

    -Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bur millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.

    -Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

    -Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.

    -Öğretmenler; Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakârlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.

    ATATÜRK'ÜN KÜTAHYA LİSESİ'NDE ÖĞRETMENLERE YAPTIĞI KONUŞMA

    "Muallime hanımlar ve muallime efendiler, bu irfan yuvası altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum.

    Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
    Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
    Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.

    Biz iki ordudan birincisine, vatan çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya -bütün dünya bilir, bütün dünya şahit oldu ki- pek mükemmelen sahibiz. Vatanın dört sene önce düştüğü büyük felaketten sonra, yoktan var olan bu ordu, vatanı yok etmeye gelen bu düşmanı kutsal vatan toprağında boğup mahvetti. Yalnız bu orduya sahip olmakla, işimiz bitmiş, gayemiz bu ordunun zaferiyle son bulmuş değildir.

    Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır. Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkar edemeyiz.

    Eski idarelerin en büyük kötülüklerinden biri de irfan ordusuna layık olduğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güvenilir bir mevki verilmesi gerekirdi. Henüz üç dört senelik hayata sahip olan milli idaremizde irfan ordusu ile layık olduğu kadar ilgilenilememiştir. Fakat buradaki mecburiyeti milletin münevverleri olan sizler elbette ki daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetimizi yalnız cephede toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa süre içinde tabiatıyla irfan ordusuyla gereğince meşgul olamadık. Lakin Cenab-ı Hakk'a şükürler olsun ki düşman karşısındaki aziz ordumuz için harcadığımız bütün emekler mutlu sonucunu verdi.


    Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı istekle irfan ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, faaliyetlerimizin mutlu ve başarılı sonuçlarını aynı parlaklıkta elde edeceğiz.

    Arkadaşlar, asker ordusu ile irfan ordusu arasındaki birliktelik ve alakayı belirtmek için şunu da ifade edeyim, kıymetli bir eserden ordunun ruhu kumanda heyetidir deniliyor. Hakikaten böyledir. Bir ordunun kıymeti kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz öğretmenler, sizler de irfan ordusunun kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal mücadelesinde üç dört senedir düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşla ordunun ruhu olan kumanda heyeti değerlerinin yüksekliğini nasıl ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız yenilikler milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup etmek savaşında da irfan ordusunun ruhu olan siz öğretmenlerin aynı yeteneği ortaya koyacağınıza eminim.

    Bu konuda size güveniyor ve saygı ile selamlıyorum."

    (KÜTAHYA LİSESİ - 24 MART 1923)




  • Atatürk: "Ermeniler ve diğerlerinin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur!"

    Adana Esnaflarıyla Konuşma
    16 Mart 1923 Türk Ocağında Esnaf Cemiyetinin çayında İdare Heyeti Başkanı Ahmet Remzi (Yüregir)’nin söylevi üzerine:

    Adana’nın saygıdeğer sanatkârları!
    Hepinizi samimiyetle, takdirle, sevgiyle selâmlarım. Arkadaşımızın verdiği açıklamadan son derece memnun oldum. Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller lâzımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibidir. Hatta kasdettiğim manayı bu söz de ifadeye yeterli değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Yalnız şunu söyleyeyim ki, milletlere yalnız sanatkâr yetiştirmek yeterli değildir. İnsanlar tek başına çalışırlarsa başarılı olamazlar. Çünkü Allah insanları yaratırken onlara öyle bir ihtiyaç vermiştir ki, her insan hemcinsi insanlarla çalışmağa mecbur ve mahkûmdur. Bu ortaklık faaliyeti âdeta bir ilahi ihtiyaç olunca, maksatları birleştirmenin nasıl mecburiyet olduğunu kolayca anlarız. İlk gerçek olarak anlarız ki, herhangi bir sanatta güvenle ilerleme arzu edilirse aynı meslek ve sanatta bulunan insanların dayanışma altına girmesi lâzımdır. Sizlerin bir yıl önce kendi sanatlarınız dahilinde birer şekil aldığınızı işitmek ve kurduğunuz cemiyetle bu şekillerin böyle umumi bir bütün meydana getirdiğini görmek, benim için en ciddi ve en şerefli bir bahtiyarlıktır. Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur. Birçok unsurlar o felâketin derecesini fark etmez. Fark ettiği gün de ne kadar müthiş bir faaliyetle çalışmak lâzım geldiğini tahmin eyleyemez. Artık tarihe karışan Osmanlı hükûmeti, yazık ki asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkârları kendi milletlerinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. Hatta en büyük Osmanlı padişahlarından biri, zannedersem Kanuni Sultan Süleyman, askerlerinden bir Türk Müslümanın saraçlık sanatına sahip olduğunu görünce, son derece üzülmüştü. Onların bakışında sanatkârların gayri müslimden olması tercih edilirdi. Onlar sanattaki hayat kaynaklarını başka milletlerin elinde bulundurmanın zararlarını göremiyorlardı. Asil milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkârlar azdı. Var olanlar da sanatta gereken derecede yetenekli değildi. Arkadaşımız söylevinde demişlerdir ki, Adana’mıza hâkim olan diğer unsurlar, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir durum almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz.

    Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket eski asırlardan beri çok kere yabancı istilâlarına uğramıştı. Başlangıçta Türk ve Turanî olan bu ülkeleri İranîler zaptetmişlerdi. Sonra bu İranileri mağlûp eden İskender’in eline düşmüştü. Onun ölümüyle memleketler paylaştırıldığı zaman Adana kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istilâ etmiş, sonra Doğu Roma yani Bizanslılar eline geçmiş, daha sonra Araplar gelip Bizanslıları koymuşlar; en sonunda Asya’nın göbeğinden tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, geçmiş ve asli hayatına iade ettiler. Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve yetkisi olmadığı gibi, bu memleketi dışarıya muhtaç ettirmemek de size ait olan bir görevdir. Sanatın önemini takdir etmeli ve bu takdirin bugününün gereklerine göre, lâzım gelen araçlara yönelmekle olacağını anlamalıyız. Sizler ki çok çalışıyorsunuz. Çok çalışanlar o oranda havaya, sakinliğe, dinlenmeye muhtaçtırlar.


    Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923




  • dikkatinizi çekerimm!!!!

    Çaresizsen Çare Sensin

    - 7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. Yalnız ve içine kapanık biri olarak yaşamaya, oradan oraya sürüklenmeye başladı.
    - 8 yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı. Zamanını tarlalarda kargaları kovalamakla geçirdi.
    - 10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde, yeni okulundaki hocasından dayak yedi. Ailesi onu okuldan aldı. Sinirden ve korkudan üç gün evinden çıkamadı.
    - 17 yaşında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı.
    - 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek başına bir hücrede hapis yattı.
    - 25 yaşında sürgüne gönderildi.
    - 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşı kendisinin de üyesi bulunduğu derneğin çalışmaları ile kahraman ilan edilirken, kendisi hiç önemsenmiyordu. Doğduğu şehrin merkezinde rakibi törenlerle karşılanırken, o kalabalık arasında yalnız başına olanları izliyordu.
    - 30 yaşında kendisi başka şehirleri düşman elinden kurtarmaya çalışırken, doğduğu şehir düşmanların eline geçti.
    - 30 yaşında amiri, onu kendisinden uzaklaştırmak için başka göreve atanmasını sağladı. Yeni görevinde fiilen işsiz bırakıldı. Aylarca boş kaldı.
    - 37 yaşında böbrek rahatsızlığından Viyana'da 2 ay hasta ve yalnız halde yattı.
    - 37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu, dağıtıldı.
    - 38 yaşında Savunma Bakanı tarafından görevinden atıldı.
    - 38 yaşında bir toplantıda giyebileceği bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve başkasından bir redingot ödünç aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı.
    - 38 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkartıldı.
    - 38 yaşında en yakın beş arkadaşından üçü, onun Kongre temsil heyetine üye olmaması için oy kullandı.
    - 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı.


    Sonra Ne mi Oldu?

    42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu! Okuduğunuz öykü efsanevi lider Mustafa Kemal Atatürk'e aittir. Şimdi düşünün, sizin başarılı olmanızı engelleyen ama Atatürk'ün karşısına çıkmamış bir engel var mı?

    Başarınızın önündeki engel ne? Paranız mı yok? Atatürk'ünde yoktu! Sağlığınız mı bozuk? Atatürk'ün de bozuktu! Çevrenizde sizi çekemeyenler mi var? Atatürk'ünde vardı! Bazı yakın arkadaşlarınız sizi arkadan mı vurdu? Atatürk'e de vurdular! Aileniz çok zengin değil mi? Atatürk'ünki de değildi! Amirleriniz hakkınızı mı yiyor? Atatürk'ünkini de yemişlerdi! Sizden daha beceriksiz ama hırslı insanlar, sizden daha hızlı yükselip size amirlik mi yapıyor? Atatürk'ün de başına gelmişti! Geçmişte bazı denemeleriniz de başarısız mı oldunuz? Atatürk de olmuştu! Hakkınızda idam fermanı çıktığı için mi başarılı olamıyorsunuz? Atatürk'ün de başına gelmişti!




  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.