Şimdi Ara

Savaş ve Barış : En iyi çeviri ?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
16
Cevap
0
Favori
13.586
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar savaş ve barış kitabını okumak istiyorum ama en iyi çeviri hangisidir mete engin ve leyla soykut öneren çok ama hepsi tükenmiş başka önerebileceğiniz çeviri varsa çok iyi olur ?



  • Konuyu yeniden üst sıralara taşıyorum farkındayım ama gerçekten yararlı olacağını düşündüğüm bir paylaşımda bulunmak istedim.

    Savaş ve Barış'ın 7-8 çevirisini detaylı şekilde inceledim. Tamamen olmasa da inceleme amaçlı kısım kısım fakat uzunca, karşılaştırarak değerlendirdim. Bunlardan üçünü baştan sona okudum. Eğer uzun özet şeklinde tanımlayabileceğimiz tek cilt basılardan edinmek istiyorsanız size Amfora Yayınları'ndan Mehmet Çalışkan'ın çevirisini gönül rahatlığıyla okumanızı naçizane tavsiye edebilirim.

    Bunun dışında 4 ciltlik kısaltılmamış çevirilerden 4 tanesi ön plana çıkıyor. Bunlar Attila Tokatlı çevirisi, Leyla Soykut Çevirisi, Mete Ergin çevirisi ve Zeki Baştımar çevirisi.

    İlk olarak Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinden bahsetmek isterim...

    Bence siyasal artalan vb. şeylerle hiç uğraşmayınız, çünkü Tolstoy kendi önsözünde bunun bir tarihi belge ya da tarihi roman olmadığını, hatta roman bile olmadığını en başında söylüyor. Tolstoy ısrarla Savaş ve Barış'ın, bir sanatçının sanatsal notları olduğunu, izdüşümden çok bir kaide, bir günlük ya da özenli bir araştırmayla yazılmış tarihi olmayan fakat tarihle ilgili olan bir sanatçı günlüğü olduğunu uzun uzun ve benzetmelerle kendi önsözünde anlatıyor. Kısaca bu bir sanat eseridir diyor ve böyle değerlendirilmesini istiyor.

    Tolstoy, eserinin bir yüzyıl önce yaşanmış katliamları içermemesinin hata ya da eksiklik olduğunu ileri sürenleri, önsözünde "bu sanatçı eserini, tarihi kayıt düşen resmi bir belge olarak görenler" diye tersliyor. O'na göre, her devrin acımasızlıkları kendi dönemine yeter de artar. Bir sanatçının; tarihi, olduğu gibi ve tüm yönleriyle anlatmak çabası içinde olmadığını, olamayacağını özellikle belirtiyor notlarında.

    Bu anlamda hem yaratıcısı tarafından hem de yaratılan bakımından, siyasi bir belge niteliğinde olmayan, olmadığını iddia eden bu manzumeden neden hala ısrarla (ve 200 yıl öncesinden nasıl bir günümüz siyaseti çıkarılacağı konusu da belirsizken) siyasal artalan çıkarma çabası içinde olunuyor anlamış değilim. Bu anlamda Can Yayınları'ndan çıkan, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin neden hala ısrarla siyasal artalan pazarlamasıyla ısıtılıp ısıtılıp öne sürüldüğünü de anlamış değilim. Bu çeviri, sıradan bir çeviridir.

    Ek olarak; Zeki Baştımar ile birlikte dönemin Harb ve Sulh (Savaş ve Barış) çevirmenlerinden Nazım Hikmet de kendi çevirisini, evet kendi çevirisini yerden yere vurmaktadır. Tarihi notlardan (Nazım'ın mektuplarından) anlıyoruz ki çeviri konusunda henüz bir ültimas birliği oluşmamıştır. Ve hatta Nazım 1944'te savunduğu kültürel yabancılaştırma yönteminin iğreti durduğunu 1946'da yine kendisi özeleştiride bulunarak hiçbir sorgu suale gerek kalmaksızın itiraf etmektedir. Nazım'a göre iyi bir çevirinin ancak, yabancı bir romanın tıpkı bir Türk roman yazarının elinden çıkmış gibi algılanmasında değil, aksine; okunduğunda "bunu bir Rus yazmış" denmesiyle iyi bir çeviri olacağını savunmuştur fakat bu fikrinde bazı çatlaklar olduğunu iki yıl sonra dile getirerek, yine kendi fikrini kendisi sorgulamıştır. Muhakkak Nazım Hikmet usta bir çevirmen ve iyi bir şairdir fakat sanatında öyle ileri düzeye erişmiştir ki kendini aşırı mükemmelliyetçilik girdabından kurtaramamıştır. Elbette bu bir eleştiri değil, sanatında çok ileri giden tüm sanatçıların kaçınılmaz olarak sonuçlanan tatlı bir kusurudur. Bir ben gibi. Zaman kısıtı ve diğer baskılar (çevirinin reddi baskısı, paranın alınamaması baskısı, ismini kullanamaması baskısı vb.) Nazım'ın mükemmelliyetçi yanını son derece hırpalamıştır ve sınırlamıştır. Sonuç olarak sözde öve öve bitirilemeyen, fakat Nazım Hikmet'in hiç beğenmediği son derece sıradan bir Nazım Hikmet çevirisi ortaya çıkmıştır. Keşke gerekli zaman ve imkanlar verilseydi de Nazım Hikmet bu çeviri işinin olgunlaşmasında mükemmelliyetçi araştırmacı, sorgulayıcı yanını sergileyebilseydi ve ortaya muhteşem bir Savaş ve Barış çevirisi çıksaydı ama olmadı.

    Sonuç olarak; baştan sona okuduğum Savaş ve Barış'ın Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin kesinlikle alelacele yapılmış, hatta yer yer yanlış çevrilmiş, üslubunu da stilizasyonunu da başarısız bulduğum, edebi anlamda da sürükleyici bulmadığım, kötü bir çeviri olduğunu altını çize çize belirtmek isterim ki hemen burada edebiyat ve tarih uzmanları beni topa tutabilirler riskini de göze alarak.

    Rusça'dan birebir çevrilen Leyla Soykut çevirisinin de çok iyi niyetli fakat kesinlikle başarısız bir çeviri olduğunu da iddia ederek yazıma devam etmek isterim. Bu çeviri için; Nazım'ın kültürel yabancılaştırma akımından bir miktar ama az bir miktar etkilenmiş olmakla birlikte, oldukça Rusça kokan, bu anlamda yer yer size, böyle de cümle mi kurulurmuş dedirtecek cinsten Rusça kokan, fakat yine de edebi anlamda anlaşılır ve sürükleyen bir çeviri olduğunu söyleyebilirim. Fakat Rusça'daki kelime anlamlarıyla birebir çevrilen deyimler kafanızı oldukça karıştırabilir ve sizi yorabilir. Ayrıca yer yer eski kelimelere de sıkça rastlayabilirsiniz.

    Gelgelelim Mete Ergin çevirisine... Bazı yerlerde ve Radikal Blog yazarının iddiasına göre Mete Ergin çevirisi Rusça'dan yapılmıştır. Bu yanlış bilinen bir olgudur. Mete Ergin çevirisi İngilizce'dendir. Fakat üstteki çevirilerin tümünden daha sürükleyici olduğu kesin. Edebi anlamda neredeyse hiç Rus izine rastlayamazsanız da oldukça özenli üslubu sizi alıp götürecektir. Bu çevirinin bir noksanı varsa o da, üslubunun Tolstoy'un değil de çevirmenin Tolstoy'a özgülediği bir biçem şeklinde karşımıza çıkıyor olmasıdır. Bu da çok sağlam bir Rus yazar ikonası değilseniz sizin için çok da önemli olmayabilecektir. Kesinlikle tavsiye edilir, güzel bir çeviridir.

    Neden Attila Tokatlı'yı (ya da Atilla Tokatlı) en sona bıraktım? İnternette ezbere dönen bir dünya yazının neredeyse hiçbirinin değinmediği, Radikal blog yazarının ziyaretçi sayısını hiçe sayarak fütursuzca tanımamazlıktan geldiği(!) ve genelleme yaparak dışladığı muhteşem çevirmen. Çevirisi Fransızca dilindendir. Fakat üstteki çevirmenlerin tümünden daha özenli ve üslubu yakından tanıdığımız Fransız üslubunun en iyi örneklerinden. Savaş ve Barış'a "belki olmadığı halde" o romansı havayı en iyi veren çevirmen kesinlikle Attila Tokatlı. Ve kesinlikle edinebilirseniz 1982 baskısını edinin. Yeni baskılarda kırpmalar mevcut, fakat yine de edinilebilir. Attila Tokatlı (ya da Atilla Tokatlı) çevirisi; sanılanın aksine, Fransızca'dan olmasına karşın, nasıl olduysa olmuş romandaki Rus üslup ve stilizasyonunu da korumuş, kaybolmamasını sağlamış, oldukça özenli harika bir çeviri. Bu anlamda Mete Ergin'in sürükleyici ve özenli çevirisiyle yarışırken, (nasıl olduysa) koruduğu Rus sitili ve daha romansı havasıyla onun iki boy önünde seyrediyor diyebilirim. Rahmetli olmuş bu çevirmenin yalnızca Savaş ve Barış'ını değil, mümkünse tüm çevirilerini okumanızı naçizane ama gönülden tavsiye ederim. Kıt vizyonum çerçevesinde okuduğum ve karşılaştırarak incelediklerim arasında, en iyisi diyebilirim.

    Okuduğunuz, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Umarım bu iğreti yazım, sizin için açıklayıcı bir kaynak oluşturmuştur. (Alıntı değildir)
  • iletişim yayınları veya can yayınlarının kini alabilirsin 2 kitap şeklinde :) çevirileri iyi oluyor.
  • can yayınları versiyonu var, ben beğenmedim ve yarıda bıraktım. senin yerinde olsam iletişim alırdım. iletişim yeniden basmış bu hafta çıktı sanırım leyla soykut çevirisi.http://www.idefix.com/kitap/savas-ve-baris-2-cilt-takim-lev-nikolayevic-tolstoy/tanim.asp?sid=S0QCN8EDUB8BPT9YZEAC
  • Eğer beklersen İş Bankası Yayınları 2014 sonunda basacakmış. Şu anda çeviri aşamasındaymış.
  • Konuyu yeniden üst sıralara taşıyorum farkındayım ama gerçekten yararlı olacağını düşündüğüm bir paylaşımda bulunmak istedim.

    Savaş ve Barış'ın 7-8 çevirisini detaylı şekilde inceledim. Tamamen olmasa da inceleme amaçlı kısım kısım fakat uzunca, karşılaştırarak değerlendirdim. Bunlardan üçünü baştan sona okudum. Eğer uzun özet şeklinde tanımlayabileceğimiz tek cilt basılardan edinmek istiyorsanız size Amfora Yayınları'ndan Mehmet Çalışkan'ın çevirisini gönül rahatlığıyla okumanızı naçizane tavsiye edebilirim.

    Bunun dışında 4 ciltlik kısaltılmamış çevirilerden 4 tanesi ön plana çıkıyor. Bunlar Attila Tokatlı çevirisi, Leyla Soykut Çevirisi, Mete Ergin çevirisi ve Zeki Baştımar çevirisi.

    İlk olarak Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinden bahsetmek isterim...

    Bence siyasal artalan vb. şeylerle hiç uğraşmayınız, çünkü Tolstoy kendi önsözünde bunun bir tarihi belge ya da tarihi roman olmadığını, hatta roman bile olmadığını en başında söylüyor. Tolstoy ısrarla Savaş ve Barış'ın, bir sanatçının sanatsal notları olduğunu, izdüşümden çok bir kaide, bir günlük ya da özenli bir araştırmayla yazılmış tarihi olmayan fakat tarihle ilgili olan bir sanatçı günlüğü olduğunu uzun uzun ve benzetmelerle kendi önsözünde anlatıyor. Kısaca bu bir sanat eseridir diyor ve böyle değerlendirilmesini istiyor.

    Tolstoy, eserinin bir yüzyıl önce yaşanmış katliamları içermemesinin hata ya da eksiklik olduğunu ileri sürenleri, önsözünde "bu sanatçı eserini, tarihi kayıt düşen resmi bir belge olarak görenler" diye tersliyor. O'na göre, her devrin acımasızlıkları kendi dönemine yeter de artar. Bir sanatçının; tarihi, olduğu gibi ve tüm yönleriyle anlatmak çabası içinde olmadığını, olamayacağını özellikle belirtiyor notlarında.

    Bu anlamda hem yaratıcısı tarafından hem de yaratılan bakımından, siyasi bir belge niteliğinde olmayan, olmadığını iddia eden bu manzumeden neden hala ısrarla (ve 200 yıl öncesinden nasıl bir günümüz siyaseti çıkarılacağı konusu da belirsizken) siyasal artalan çıkarma çabası içinde olunuyor anlamış değilim. Bu anlamda Can Yayınları'ndan çıkan, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin neden hala ısrarla siyasal artalan pazarlamasıyla ısıtılıp ısıtılıp öne sürüldüğünü de anlamış değilim. Bu çeviri, sıradan bir çeviridir.

    Ek olarak; Zeki Baştımar ile birlikte dönemin Harb ve Sulh (Savaş ve Barış) çevirmenlerinden Nazım Hikmet de kendi çevirisini, evet kendi çevirisini yerden yere vurmaktadır. Tarihi notlardan (Nazım'ın mektuplarından) anlıyoruz ki çeviri konusunda henüz bir ültimas birliği oluşmamıştır. Ve hatta Nazım 1944'te savunduğu kültürel yabancılaştırma yönteminin iğreti durduğunu 1946'da yine kendisi özeleştiride bulunarak hiçbir sorgu suale gerek kalmaksızın itiraf etmektedir. Nazım'a göre iyi bir çevirinin ancak, yabancı bir romanın tıpkı bir Türk roman yazarının elinden çıkmış gibi algılanmasında değil, aksine; okunduğunda "bunu bir Rus yazmış" denmesiyle iyi bir çeviri olacağını savunmuştur fakat bu fikrinde bazı çatlaklar olduğunu iki yıl sonra dile getirerek, yine kendi fikrini kendisi sorgulamıştır. Muhakkak Nazım Hikmet usta bir çevirmen ve iyi bir şairdir fakat sanatında öyle ileri düzeye erişmiştir ki kendini aşırı mükemmelliyetçilik girdabından kurtaramamıştır. Elbette bu bir eleştiri değil, sanatında çok ileri giden tüm sanatçıların kaçınılmaz olarak sonuçlanan tatlı bir kusurudur. Bir ben gibi. Zaman kısıtı ve diğer baskılar (çevirinin reddi baskısı, paranın alınamaması baskısı, ismini kullanamaması baskısı vb.) Nazım'ın mükemmelliyetçi yanını son derece hırpalamıştır ve sınırlamıştır. Sonuç olarak sözde öve öve bitirilemeyen, fakat Nazım Hikmet'in hiç beğenmediği son derece sıradan bir Nazım Hikmet çevirisi ortaya çıkmıştır. Keşke gerekli zaman ve imkanlar verilseydi de Nazım Hikmet bu çeviri işinin olgunlaşmasında mükemmelliyetçi araştırmacı, sorgulayıcı yanını sergileyebilseydi ve ortaya muhteşem bir Savaş ve Barış çevirisi çıksaydı ama olmadı.

    Sonuç olarak; baştan sona okuduğum Savaş ve Barış'ın Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin kesinlikle alelacele yapılmış, hatta yer yer yanlış çevrilmiş, üslubunu da stilizasyonunu da başarısız bulduğum, edebi anlamda da sürükleyici bulmadığım, kötü bir çeviri olduğunu altını çize çize belirtmek isterim ki hemen burada edebiyat ve tarih uzmanları beni topa tutabilirler riskini de göze alarak.

    Rusça'dan birebir çevrilen Leyla Soykut çevirisinin de çok iyi niyetli fakat kesinlikle başarısız bir çeviri olduğunu da iddia ederek yazıma devam etmek isterim. Bu çeviri için; Nazım'ın kültürel yabancılaştırma akımından bir miktar ama az bir miktar etkilenmiş olmakla birlikte, oldukça Rusça kokan, bu anlamda yer yer size, böyle de cümle mi kurulurmuş dedirtecek cinsten Rusça kokan, fakat yine de edebi anlamda anlaşılır ve sürükleyen bir çeviri olduğunu söyleyebilirim. Fakat Rusça'daki kelime anlamlarıyla birebir çevrilen deyimler kafanızı oldukça karıştırabilir ve sizi yorabilir. Ayrıca yer yer eski kelimelere de sıkça rastlayabilirsiniz.

    Gelgelelim Mete Ergin çevirisine... Bazı yerlerde ve Radikal Blog yazarının iddiasına göre Mete Ergin çevirisi Rusça'dan yapılmıştır. Bu yanlış bilinen bir olgudur. Mete Ergin çevirisi İngilizce'dendir. Fakat üstteki çevirilerin tümünden daha sürükleyici olduğu kesin. Edebi anlamda neredeyse hiç Rus izine rastlayamazsanız da oldukça özenli üslubu sizi alıp götürecektir. Bu çevirinin bir noksanı varsa o da, üslubunun Tolstoy'un değil de çevirmenin Tolstoy'a özgülediği bir biçem şeklinde karşımıza çıkıyor olmasıdır. Bu da çok sağlam bir Rus yazar ikonası değilseniz sizin için çok da önemli olmayabilecektir. Kesinlikle tavsiye edilir, güzel bir çeviridir.

    Neden Attila Tokatlı'yı (ya da Atilla Tokatlı) en sona bıraktım? İnternette ezbere dönen bir dünya yazının neredeyse hiçbirinin değinmediği, Radikal blog yazarının ziyaretçi sayısını hiçe sayarak fütursuzca tanımamazlıktan geldiği(!) ve genelleme yaparak dışladığı muhteşem çevirmen. Çevirisi Fransızca dilindendir. Fakat üstteki çevirmenlerin tümünden daha özenli ve üslubu yakından tanıdığımız Fransız üslubunun en iyi örneklerinden. Savaş ve Barış'a "belki olmadığı halde" o romansı havayı en iyi veren çevirmen kesinlikle Attila Tokatlı. Ve kesinlikle edinebilirseniz 1982 baskısını edinin. Yeni baskılarda kırpmalar mevcut, fakat yine de edinilebilir. Attila Tokatlı (ya da Atilla Tokatlı) çevirisi; sanılanın aksine, Fransızca'dan olmasına karşın, nasıl olduysa olmuş romandaki Rus üslup ve stilizasyonunu da korumuş, kaybolmamasını sağlamış, oldukça özenli harika bir çeviri. Bu anlamda Mete Ergin'in sürükleyici ve özenli çevirisiyle yarışırken, (nasıl olduysa) koruduğu Rus sitili ve daha romansı havasıyla onun iki boy önünde seyrediyor diyebilirim. Rahmetli olmuş bu çevirmenin yalnızca Savaş ve Barış'ını değil, mümkünse tüm çevirilerini okumanızı naçizane ama gönülden tavsiye ederim. Kıt vizyonum çerçevesinde okuduğum ve karşılaştırarak incelediklerim arasında, en iyisi diyebilirim.

    Okuduğunuz, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Umarım bu iğreti yazım, sizin için açıklayıcı bir kaynak oluşturmuştur. (Alıntı değildir)




  • Valla ben iş bankasını bekliyorum sizinde beklemenizi tavsiye ederim.Hele ki Hasan Ali Yücel klasiklerindense kesinlikle beklemelisiniz.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: MeE

    Konuyu yeniden üst sıralara taşıyorum farkındayım ama gerçekten yararlı olacağını düşündüğüm bir paylaşımda bulunmak istedim.

    Savaş ve Barış'ın 7-8 çevirisini detaylı şekilde inceledim. Tamamen olmasa da inceleme amaçlı kısım kısım fakat uzunca, karşılaştırarak değerlendirdim. Bunlardan üçünü baştan sona okudum. Eğer uzun özet şeklinde tanımlayabileceğimiz tek cilt basılardan edinmek istiyorsanız size Amfora Yayınları'ndan Mehmet Çalışkan'ın çevirisini gönül rahatlığıyla okumanızı naçizane tavsiye edebilirim.

    Bunun dışında 4 ciltlik kısaltılmamış çevirilerden 4 tanesi ön plana çıkıyor. Bunlar Attila Tokatlı çevirisi, Leyla Soykut Çevirisi, Mete Ergin çevirisi ve Zeki Baştımar çevirisi.

    İlk olarak Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinden bahsetmek isterim...

    Bence siyasal artalan vb. şeylerle hiç uğraşmayınız, çünkü Tolstoy kendi önsözünde bunun bir tarihi belge ya da tarihi roman olmadığını, hatta roman bile olmadığını en başında söylüyor. Tolstoy ısrarla Savaş ve Barış'ın, bir sanatçının sanatsal notları olduğunu, izdüşümden çok bir kaide, bir günlük ya da özenli bir araştırmayla yazılmış tarihi olmayan fakat tarihle ilgili olan bir sanatçı günlüğü olduğunu uzun uzun ve benzetmelerle kendi önsözünde anlatıyor. Kısaca bu bir sanat eseridir diyor ve böyle değerlendirilmesini istiyor.

    Tolstoy, eserinin bir yüzyıl önce yaşanmış katliamları içermemesinin hata ya da eksiklik olduğunu ileri sürenleri, önsözünde "bu sanatçı eserini, tarihi kayıt düşen resmi bir belge olarak görenler" diye tersliyor. O'na göre, her devrin acımasızlıkları kendi dönemine yeter de artar. Bir sanatçının; tarihi, olduğu gibi ve tüm yönleriyle anlatmak çabası içinde olmadığını, olamayacağını özellikle belirtiyor notlarında.

    Bu anlamda hem yaratıcısı tarafından hem de yaratılan bakımından, siyasi bir belge niteliğinde olmayan, olmadığını iddia eden bu manzumeden neden hala ısrarla (ve 200 yıl öncesinden nasıl bir günümüz siyaseti çıkarılacağı konusu da belirsizken) siyasal artalan çıkarma çabası içinde olunuyor anlamış değilim. Bu anlamda Can Yayınları'ndan çıkan, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin neden hala ısrarla siyasal artalan pazarlamasıyla ısıtılıp ısıtılıp öne sürüldüğünü de anlamış değilim. Bu çeviri, sıradan bir çeviridir.

    Ek olarak; Zeki Baştımar ile birlikte dönemin Harb ve Sulh (Savaş ve Barış) çevirmenlerinden Nazım Hikmet de kendi çevirisini, evet kendi çevirisini yerden yere vurmaktadır. Tarihi notlardan (Nazım'ın mektuplarından) anlıyoruz ki çeviri konusunda henüz bir ültimas birliği oluşmamıştır. Ve hatta Nazım 1944'te savunduğu kültürel yabancılaştırma yönteminin iğreti durduğunu 1946'da yine kendisi özeleştiride bulunarak hiçbir sorgu suale gerek kalmaksızın itiraf etmektedir. Nazım'a göre iyi bir çevirinin ancak, yabancı bir romanın tıpkı bir Türk roman yazarının elinden çıkmış gibi algılanmasında değil, aksine; okunduğunda "bunu bir Rus yazmış" denmesiyle iyi bir çeviri olacağını savunmuştur fakat bu fikrinde bazı çatlaklar olduğunu iki yıl sonra dile getirerek, yine kendi fikrini kendisi sorgulamıştır. Muhakkak Nazım Hikmet usta bir çevirmen ve iyi bir şairdir fakat sanatında öyle ileri düzeye erişmiştir ki kendini aşırı mükemmelliyetçilik girdabından kurtaramamıştır. Elbette bu bir eleştiri değil, sanatında çok ileri giden tüm sanatçıların kaçınılmaz olarak sonuçlanan tatlı bir kusurudur. Bir ben gibi. Zaman kısıtı ve diğer baskılar (çevirinin reddi baskısı, paranın alınamaması baskısı, ismini kullanamaması baskısı vb.) Nazım'ın mükemmelliyetçi yanını son derece hırpalamıştır ve sınırlamıştır. Sonuç olarak sözde öve öve bitirilemeyen, fakat Nazım Hikmet'in hiç beğenmediği son derece sıradan bir Nazım Hikmet çevirisi ortaya çıkmıştır. Keşke gerekli zaman ve imkanlar verilseydi de Nazım Hikmet bu çeviri işinin olgunlaşmasında mükemmelliyetçi araştırmacı, sorgulayıcı yanını sergileyebilseydi ve ortaya muhteşem bir Savaş ve Barış çevirisi çıksaydı ama olmadı.

    Sonuç olarak; baştan sona okuduğum Savaş ve Barış'ın Zeki Baştımar, Nazım Hikmet çevirisinin kesinlikle alelacele yapılmış, hatta yer yer yanlış çevrilmiş, üslubunu da stilizasyonunu da başarısız bulduğum, edebi anlamda da sürükleyici bulmadığım, kötü bir çeviri olduğunu altını çize çize belirtmek isterim ki hemen burada edebiyat ve tarih uzmanları beni topa tutabilirler riskini de göze alarak.

    Rusça'dan birebir çevrilen Leyla Soykut çevirisinin de çok iyi niyetli fakat kesinlikle başarısız bir çeviri olduğunu da iddia ederek yazıma devam etmek isterim. Bu çeviri için; Nazım'ın kültürel yabancılaştırma akımından bir miktar ama az bir miktar etkilenmiş olmakla birlikte, oldukça Rusça kokan, bu anlamda yer yer size, böyle de cümle mi kurulurmuş dedirtecek cinsten Rusça kokan, fakat yine de edebi anlamda anlaşılır ve sürükleyen bir çeviri olduğunu söyleyebilirim. Fakat Rusça'daki kelime anlamlarıyla birebir çevrilen deyimler kafanızı oldukça karıştırabilir ve sizi yorabilir. Ayrıca yer yer eski kelimelere de sıkça rastlayabilirsiniz.

    Gelgelelim Mete Ergin çevirisine... Bazı yerlerde ve Radikal Blog yazarının iddiasına göre Mete Ergin çevirisi Rusça'dan yapılmıştır. Bu yanlış bilinen bir olgudur. Mete Ergin çevirisi İngilizce'dendir. Fakat üstteki çevirilerin tümünden daha sürükleyici olduğu kesin. Edebi anlamda neredeyse hiç Rus izine rastlayamazsanız da oldukça özenli üslubu sizi alıp götürecektir. Bu çevirinin bir noksanı varsa o da, üslubunun Tolstoy'un değil de çevirmenin Tolstoy'a özgülediği bir biçem şeklinde karşımıza çıkıyor olmasıdır. Bu da çok sağlam bir Rus yazar ikonası değilseniz sizin için çok da önemli olmayabilecektir. Kesinlikle tavsiye edilir, güzel bir çeviridir.

    Neden Attila Tokatlı'yı (ya da Atilla Tokatlı) en sona bıraktım? İnternette ezbere dönen bir dünya yazının neredeyse hiçbirinin değinmediği, Radikal blog yazarının ziyaretçi sayısını hiçe sayarak fütursuzca tanımamazlıktan geldiği(!) ve genelleme yaparak dışladığı muhteşem çevirmen. Çevirisi Fransızca dilindendir. Fakat üstteki çevirmenlerin tümünden daha özenli ve üslubu yakından tanıdığımız Fransız üslubunun en iyi örneklerinden. Savaş ve Barış'a "belki olmadığı halde" o romansı havayı en iyi veren çevirmen kesinlikle Attila Tokatlı. Ve kesinlikle edinebilirseniz 1982 baskısını edinin. Yeni baskılarda kırpmalar mevcut, fakat yine de edinilebilir. Attila Tokatlı (ya da Atilla Tokatlı) çevirisi; sanılanın aksine, Fransızca'dan olmasına karşın, nasıl olduysa olmuş romandaki Rus üslup ve stilizasyonunu da korumuş, kaybolmamasını sağlamış, oldukça özenli harika bir çeviri. Bu anlamda Mete Ergin'in sürükleyici ve özenli çevirisiyle yarışırken, (nasıl olduysa) koruduğu Rus sitili ve daha romansı havasıyla onun iki boy önünde seyrediyor diyebilirim. Rahmetli olmuş bu çevirmenin yalnızca Savaş ve Barış'ını değil, mümkünse tüm çevirilerini okumanızı naçizane ama gönülden tavsiye ederim. Kıt vizyonum çerçevesinde okuduğum ve karşılaştırarak incelediklerim arasında, en iyisi diyebilirim.

    Okuduğunuz, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Umarım bu iğreti yazım, sizin için açıklayıcı bir kaynak oluşturmuştur. (Alıntı değildir)

    Orijinal dilden başka bir dile çevrilip o dilden de yine başka bir dile çevrildiğinde ister istemez içime kurt düşüyor ve okuyasım gelmiyor. Yani siz mesela İstanbul u Dinliyorum şiirini önce Fransızca ya çevirseniz, Fransızca çevirisini de Rusça ya çevirseniz... Hiç şüphesiz bambaşka bir şiir ve şair ortaya çıkar? Bu kitabın güzel bir çevirisi olmaması ne kötü

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: KontDantes

    Orijinal dilden başka bir dile çevrilip o dilden de yine başka bir dile çevrildiğinde ister istemez içime kurt düşüyor ve okuyasım gelmiyor. Yani siz mesela İstanbul u Dinliyorum şiirini önce Fransızca ya çevirseniz, Fransızca çevirisini de Rusça ya çevirseniz... Hiç şüphesiz bambaşka bir şiir ve şair ortaya çıkar? Bu kitabın güzel bir çevirisi olmaması ne kötü

    @KontDantes

    Savaş ve Barış'ta doğrudan Rusça'dan iki çeviri var. Leyla Soykut ve Zeki Baştımar. Başkaca da yok. Soykut'un çevirisi, Baştımar'ın çevirisinden kanımca çoğu yönden daha iyi. Rusça bilmesine gerek yok, çeviri işiyle biraz uğraşmış bir kimse bu nasıl olmuş böyle, bu cümle olmamış ki böyle diyebilir Baştımar'ın çevirisinde rahatça. Yoruyor.

    Soykut'un çevirisinde akış çok güzel. Cümleler "genel olarak" özenle çevrilmiş. Fakat Rusça deyimler (serzenişler, ünlemler, vb.) ve çoğu edebi cümle aynen geçirilmiş. Yani Soykut nadir cümlelerde pek fazla özenli mi davranmamış ne diyeyim bilemedim şimdi. Soykut'un ikinci kusuru, bazen cümleleri cümle yapısını da değiştirmeden, Rusça'daki gibi almış koymuş. Bu tarz cümlelerle birkaç sayfada bir karşılaşıyorsunuz ve kesinlikle olmamış. Ben hoş bulmadım. Örneğin "gören herkes selam vermek istemedi" diye cümle olmaz Türkçe'de... Artı Soykut ve Baştımar'da gördüğüm ortak bir kötü yön. Bazı cümlelerin, Rusça aslında olmayan kelimeleri de içermesi. Tolstoy'un yalın dili, ekstra süslenmiş cümlelerle çeviride bozulmuş. Örneğin Tolstoy kıyafet betimlemelerinde çok ayrıntıya girmez. Nedensiz bir ya da iki kelime fazladan koymanın anlamını çözemedim ben. Fakat romanın tamamı, yani tüm cümleler derin edebi çıkarsamalar içeren cümleler, özgün deyiş ve deyimlerden oluşmadığı için çok dikkat çekmeyebilir. Hatta bu nadir cümleleri çıkarırsak ve çok dikkatli okuyan biri değilsek Soykut'un çevirisini çok da akıcı buldum diyebilirim.

    Şiir çok ince bir şey. Serbest nazımla yazılmamış bir şiirin ana dilinden farklı bir dilden çevrilmesini hatta mecbur kalınmadıkça orijinal dilinden bile çevrilmesini yanlış buluyorum. Fakat roman çok başka bir şey. İnanın bana Savaş ve Barış okuması ve anlaması sanılanın aksine zor roman, kısaca ağır roman kategorisine girmiyor. Hatta karakterleri aklınızda tuttuktan sonra okuması kolay ve oldukça da keyifli. Yalnızca başta kimin kim olduğunu iyi belleyiniz yeterli. Tolstoy'un dili oldukça sade ve akıcıdır. Çok da fazla edebi bir dili yoktur esasen. Dostoyevski'den (ya da Orhan Pamuk'tan :) ) farklıdır. Daha bir insan gözüdür, süper dikkatli bir gözlemci gözü ya da tarihçi gözü değil. Kişisel çözümlemeleri bir anda ve dolgunca vermez. Siz romanı okudukça sindire sindire alırsınız. Tolstoy'da kim kimdi diye şaşırmanız bu yüzden. Birini bir seferde ayrıntılıca anlatmaz. Bunu romana yayar. Sonra bu kimdi ki deyiverirsiniz. Betimlemeleri diğer klasikler gibi sayfalarca sürmez, kısa ve nettir. Tolstoy daha çok, duyguları, mimikleri ve duruştaki ayrıntıları anlatmada ustadır. Kısacası bana güveniniz ki, yazar Tolstoy ise çevirinin ne denli edebi olması gerektiği tartışma götürür. O yüzden güvenle alıp okuyunuz Attila Tokatlı çevirisini. İnanın Tokatlı da çoğu Rusça deyimi (Fransızca'dan da olsa) Rusça'daki aslına sadık kalarak çevirmiş. Ya da sadık kalan birinden mi çevirmiş demeliyim... Fakat öyle deyimler var ki, Rusça'sını alıp koyun, hiçbir şey anlaşılmaz. İşte bunları elemiş. Hem de çok güzel elemiş. Hiç abartıya kaçmadan... Attila Tokatlı'nın üslubu da çok güzel. Burada eleştirilebilecek bir nokta belki, Fransızlar'ın ve Türkler'in sevdiği gibi, sanki biraz fazla devrik cümle kullanarak, manzumeyi daha bir romansılaştırmış olması olabilir. Ama dedim ya, biz bunu seviyoruz. Fakat Savaş ve Barış'ta Tolstoy bu kadar romansı bir anlatış tarzını belki de benimsememiş. Tolstoy esasen Rusça'sında biraz daha düz, anlaşılır, sade cümleler kuruyor.

    Mete Ergin çevirisinde Rusça namına neredeyse hiçbir şey yok. Sadece gerçekten çok iyi bir üslup benimsenmiş. Fazla romansı değil, ayrıca deyimler falan, tam Türkçe çevrilmiş.

    Çok fazla şey söyledim özür dilerim. Klasikleri fazlaca okuyorum ve inceliyorum. Bu yüzden bilmişliğimi mazur görün. İçinize kurt düşmesini gerektirecek bir durum yok. Nihayetinde bu, yalnızca bir roman. Çıkan çeviriler de kötü çeviriler değil inanın bana. Ben belki biraz fazlaca ağır eleştirmiş olabilirim. Leyla Soykut çevirisi birkaç sayfada bir "bu nasıl cümle çevirmektir" demezseniz bence istediğiniz tarza en yakın olanıdır der fakat yine de Attila Tokatlı'yı tavsiye etmekten kendimi alamam. :)

    @metinyap

    Eski kitapların yeni çevirilerini okumak, (Türkçe için söylüyorum) istenmeyen, benimsenmeyen bir durumdur "bence". Makbülü bence anlayabileceğiniz kadar eski baskıya gitmek. Mevcut çeviriler kötü değil, yalnızca eleştirilebilir. Yeni baskıda benzersiz, harika bir çeviri olacağı yanılgısına düşmeyiniz. Hele ki Savaş ve Barış gibi fazlasıyla sade olan ve derin edebi çıkarsamalar içeren cümlelerden uzak eserler için... Ve kısacası, bu yalnızca bir roman. :)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MeE -- 13 Mart 2016; 6:28:59 >




  • @MeE

    Konuşmanın üzerinden uzun bir vakit geçmiş olmasına rağmen teşekkür etmek istedim. Klasikleşmiş eserleri çeviriden okumak, daha doğrusu okuma aşamasına geçmek; yayınevlerine, çevirilere, redaksiyonlara dikkat edenler için çok zor. Telif hakkı sorunu olmadığı için her yayınevi yeterli bütçeyi topladıktan sonra kendi basımını yapabiliyor.

    Sizin mesajınızı okuyana kadar aslında Leyla Soykut çevirisini almayı düşünüyordum çünkü İletişim Yayınları, pek de okur dostu olmayan fiyat politikasına rağmen kapak tasarımları ve çevirileri ile genelde diğer isim yapmış yayınevlerinin biraz önünde oluyor. Ancak Atilla Tokatlı çevirisi için düzdüğünüz methiyeler aklımı baya bir çeldi. Kitap sitelerinden yaptığım kısa araştırma sonucu kendisinin Savaş ve Barış çevirisinin Elips Kitap'tan çıktığını ancak baskısının olmadığını gördüm. Aynı durum maalesef Mete Ergin'in Engin Yayıncılık'tan çıkan çevirisi için de geçerli. Sanırım yapılması gereken şey, sahaflara göz atmak.

    Klasikler konusunda çevirilerin çeşitliği, özen gösterenler için oldukça yorucu. Bu yüzden detaylı ve açıklayıcı mesajınız için tekrardan teşekkür etmek isterim. Atilla Tokatlı'yı dikkat etmem gereken çevirmenler listesine ekledim ki kendisi İlya Ehrenburg'un üçlemesinden Paris Düşerken'i çevirmiş, ayrı bir sevinç kaynağı oldu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Xerias -- 21 Ağustos 2016; 21:33:57 >




  • MeE M kullanıcısına yanıt
    Baştan sona kadar hepsini okudum hocam. Yalnız Tolstoy'un diğer eserlerinin çevirileri içinde Atilla Tokatlı yeterli mi?
  • İlber Ortaylı İletişim Yayınlarını öneriyor, uzun uzadıya araştırmaya gerek yok.
  • Rus Klasiklerinde İletişim Yayınlarını tercih ediyorum ben de..

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Su-i Hal

    Baştan sona kadar hepsini okudum hocam. Yalnız Tolstoy'un diğer eserlerinin çevirileri içinde Atilla Tokatlı yeterli mi?
    Elbette eserine göre değişir. Örneğin Savaş ve Barış'ı en son İş Bankası yayınlarından Tansu Akgün çevirmiş ve müthiş bir iş çıkarmış ortaya.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Rwenzori

    İlber Ortaylı İletişim Yayınlarını öneriyor, uzun uzadıya araştırmaya gerek yok.
    Merhaba. Okuyup araştırmak bedava. Boş verin Türkiye'nin en meşhur tarihçisini. Onun yorumu onu bağlar. Olaya hiçbir zaman yayınevi gözünden de bakmayın bence. Çevirmen odaklı bakın. Örneğin İletişim Yayınları'ndan Ergin Altay çevirileri daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, düpedüz yanlış çevirilerle (farklı anlamlar çıkan çevirilerle) ve hiçbir arka planı olmadan yapıştırılmış ya da yakıştırılmış karakter/mekan/konum vb. adlarıyla doludur. Size sadece küçücük bir örnek teşkil etmesi için İletişim Yayınları çevirmeni Ergin Altay'ın yanlışlarını deşifre etmiş bir inceleme yazısı atıyorum. Vakit olsa kendi çalışmalarımı ve örneklerimi de atarım fakat inanın vaktim yok. Bununla birlikte, asla ve asla İletişim Yayınları kötüdür gibi bir anlam da çıkarmayın.

    http://www.okunasikitaplar.com/anna-kareninanizi-nasil-alirdiniz/



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MeE -- 12 Eylül 2019; 1:42:17 >




  • MeE M kullanıcısına yanıt
    İlber hocanın özelliği meşhur olması değil, dersine sohbetine girmedi iseniz onun yorumu onu bağlar deyip geçemezsiniz.

    Leyla SORKUT' un çevirisi de gayet güzel.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Rwenzori -- 12 Eylül 2019; 19:19:48 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Rwenzori

    İlber hocanın özelliği meşhur olması değil, dersine sohbetine girmedi iseniz onun yorumu onu bağlar deyip geçemezsiniz.

    Leyla SORKUT' un çevirisi de gayet güzel.
    iyi. iletişim'den oku
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.