Şimdi Ara

••••TÜRK ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ •••• (12. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.817
Cevap
16
Favori
434.181
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • zevkle okuduk. bilgiler için teşekkürler.
  • Osmanlı da Misafir Kültürü


    Osmanlıda eve gelen misafire hürmet edilir,gelen misafirin bereketiyle geldiğine inanılırdı.Ona ikram olarak kuru bir çayla yetinilmez ev sahibi evinde ne varsa,kilerinde ne saklamışsa hepsini misafirini memnun edebilmek için sofraya getirirdi.İlginç bir detayda misafir evden ayrılırken ayakkabılarının ön kısmı evin içini gösterecek şekilde konulmasıdır.Bunun anlamı sizden çok memnun kaldık tekrar bekleriz demekti.Günümüzle bir kıyas yapacak olursak eğer oturup halimize ağlamamız gerekir.Çünkü şimdi gündüz bile perdeleri açmıyoruz ki aman birisi gelmesin.Ya da es kaza biri evimize gelse ne zaman gidecek diye gözünün içine bakarız.Çünkü ya rahat rahat maç izleyemiyoruzdur ya da dizi kaçıyordur.Ne oluyor bize.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Toyota SUPRA -- 18 Nisan 2008; 15:53:44 >




  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    TÜRK Kılıcı "Yatağan" Yatağan, Osmanlı döneminde yaygın olarak 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar kullanılmış meşhur ve etkili bir tür kılıç. Yabancılar arasında Türk Kılıcı, halk arasında Kulaklı olarak da bilinir. Kılıcın ağırlık merkezi, kılıç yapımında Türk eğrisi olarak bilinen açısı ve ideal vuruş şekli diğer kılıçlardan farklı olduğu için kullanımı zordur. Ama iyi kullanan birinin elinde tahrip ve keski gücü, çağdaşı kılıçlardan çok yüksektir. Sırplar arasında da 19. yüzyılda ulusal kılıç haline gelmiştir.

    Yatağanlar, herhangi bir kılıcın savunma ve saldırı görevini yapmakla beraber biçim, yapı ve ölçü yönünden birçok farklılık taşır. Beyaz veya siyah kemik, fildişi, ahşap ya da boynuzdan yapılan kabzanın baş kısmı iki geniş kulak şeklinde sağa ve sola ayrılır. Bunlar yatağanın hamle sırasında elden çıkmasını önledikleri gibi silaha ayrı bir estetik görünüm verir. Bu görünüm nedeniyle halk arasında Kulaklı diye adlandırılır.

    Namlunun eğimine paralel eğim yapan kabza başı hafifçe içeri kıvrılarak tutulduğunda eli kavrayan bir tırnak meydana getirir, balçak bulunmazdı. Bir “Y” harfi meydana getiren kabza enli ve kalın bir metal bilezik altında namlu ile birleşir, namlu kabza içinde baş kısma kadar uzanırdı. Yatağanlarda namlu bildik kılıçlara göre daha kısa olur ve onların aksine iç bükey kenar keskin, dış bükey kenar düz olurdu. Dışbükey kenarda genellikle demir, keskin olan iç kenarda ise çelik kullanılırdı. En önemli özelliği, palalarda olduğu gibi eğimin uzun olan kenarının değil aşağı bakan ters kısmının keskin olmasıdır.

    Osmanlı’da yeniçerilerin, piyadelerin ve leventlerin kullandığı bir silah olan yatağan kını içerisinde belde, kuşağa veya silahlığa sokulmuş olarak taşınırdı. Boyları 60-80 cm. arasındadır. Yatağanlar ve yatağan kınları üzerinde de kılıçlarda olduğu gibi çeşitli bitkisel geometrik motifli süslemeler yapılmış, kartuşlar içerisinde kitabelere yer verilmiştir. Süslemede daha ziyade gümüş, altın ve kıymetli taşlar kullanılmıştır. Kitabelerde kullanılan yazılar, hat sanatı açısından kılıçlarda olduğu gibi yüksek seviyede değildir. Özellikle ucuz ve adi yatağanlarda herhangi bir zanaatkârlık görülmez, yazılar özensiz, çoğu zaman yanlış yazılırdı. Yatağan'da motifler ve yazılar bazen bir şiir bazen bir özlü söz olmakla beraber çoğunlukla ayetler, kılıcın sahibinin ismi, dualar ve kılıcı yapan ustanın mührü ile yapım tarihi görülmektedir. Dua olarak genellikle "Ya Muhammed kıl şefaat" yazıldıktan sonra kılıç sahibinin ismi geçerdi. Üzerlerinde çoğunlukla kan oluğu da bulunurdu. Yatağanın ağzının çok keskin olmasından dolayı zamanla bir kullanım kültürü gelişmiştir. Örneğin yatağan sahibi, karşısındaki kişi zayıf ise yatağanın keskin ağzı ile değil de kesmeyen sırtı ile müdahale ederdi.

    Yatağan’ın namlu motifleri kılıcın üzerine işlenirken genellikle iki yöntem kullanılırdı: İlk yöntemde, kakma sanatıyla motifler yapıldıktan sonra oluşan boşluklar erimiş altın veya gümüşle doldurulur, son olarak yüzey taşlanarak düzgünleştirilirdi. Ancak bu yönteme az rastlanılır, motifler genellikle gümüş olduğundan ikinci yöntem uygulanırdı. Bu yöntemde istenilen motifin şekli ince bir gümüş tele verildikten sonra kılıcın üzerine işlenirdi.

    Halk arasında tek parça demirden özensiz yatağanlar yapılsa da sahibinin statüsüne uygun kaliteli yatağanların yapılabilmesi için kılıcın belli bölümünde uzmanlaşmış birden fazla ustaya ihtiyaç duyulurdu. Bir usta bıçak kısmını yaparken biri kabzayı öbürü kınını bir başkası da motifleri yapmaktaydı. Motif ustaları da kakma yapan ve tel işleme yapan olarak ikiye ayrılırdı.

    Belde taşınırken dış bükey kısmı üstte bulunduğu ve yatan bir nesneyi hatırlattığı için yatağan (yatabilir, yatabilen) denildiği, Selçuklu komutanlarından demirci Yatağan Baba namıyla maruf Osman Bey'in, şimdi Denizli'nin beldesi olan Yatağan'ı fethettikten sonra yerleşip buraya sadece adını vermekle kalmadığı, kasabada üretilen ve tüm dünyaya nam salan kılıçların da isim babası olduğu söylenir. Pek çok kaynak ve belgede kılıçların Yatağan kasabasında yapıldığına dair yazılı bilgi bulmak mümkündür. Bu bilgiler kasabadaki sözlü tarihle karşılaştırıldığında paralellik taşımakla birlikte, yatağanların başta İstanbul, Bursa ve Filibe olmak üzere Osmanlı'nın önemli kentlerinde de üretildiği biliniyor. Özbeklerin Katağan boyu tarafından ortaya çıkarıldığı da, çok söylenilen ama kesinleşmemiş bir iddiadır.

    Denizli Yatağan, artık eskisi gibi yatağan üretilmese de, bıçak yapımı konusunda Türkiye’nin önemli merkezlerinden biri olmayı sürdürmektedir. Yatağan günümüzde turistik amaçlı hediyelik eşya olarak da üretilmektedir ama bunlar gerçek Yatağan ölçülerinde değildir, genellikle namlu ve kabza kıvrımları çok abartılıdır.




  • paylaşım için sağol

    akın
  • afedersınız benımde arastırıp bulamadıgım bır seyı burada sormak ıstıytorum.
    1402 ankara savası oncesı fransız(venedık de olabılır)bankerlerın tımur ıle dıplomatık ılıskı kurdukları gercekmı?
    kaynagını hatırlayamadım ama bıldıgıme gore savas oncesı tımur ordusunun balkanlara cıkartılacagı bu bahsı gecen bankerler tarafından tahahut edılmıstı.

    egerkı bu dogru ıse tımur un osmanlının avrupa topraklarındada yıkıcı bır etkı yaratmak ıstemesı savımı dogruluyor.
    kaldıkı tarıhcılerın bırcogu bu savasın tarafsız bır bıcınmde degerlendırılmesını ıstemekte ama bana kalırsa tımur o donemde yaptıkları turk tarıhı ıcın hıcte olumlu degıl.

    bu arada "Bu mülkün sultanları"adlı kitaptan bır paragraf ı aktarayım
    "Destan ve Tevarih-i Mülük-i Al-i Osman" adlı eserini o dönemde yazan Ahmedi ankara yeniliısine deginmeye gönlü razı olmadıgından olup bitenleri sekiz dizecige sığdırmış
    *Timur un estirdiği zulüm ve vahşet içinde "şehriyar"ın(yıldırım) yok olduğunu,ülkesinin yakılıp yıkıldığını ima etmistir.

    Bu arada rum'a yürüdü temür
    Mülk doldu fitne vü havf ü fütur
    Çün temür'ün hiç adli yoğ idi
    Lacerem-kim zulm ü cevri çoğ idi
    Zikri vahşet,çünkü yakin
    Anı anmamakdürür hile hemin
    Ol fütur içinde gitdi şehriyar
    Yıkılup yakıldı çok şehr ü diyar




  • quote:

    Orjinalden alıntı: MMX 166

    afedersınız benımde arastırıp bulamadıgım bır seyı burada sormak ıstıytorum.
    1402 ankara savası oncesı fransız(venedık de olabılır)bankerlerın tımur ıle dıplomatık ılıskı kurdukları gercekmı?
    kaynagını hatırlayamadım ama bıldıgıme gore savas oncesı tımur ordusunun balkanlara cıkartılacagı bu bahsı gecen bankerler tarafından tahahut edılmıstı.

    egerkı bu dogru ıse tımur un osmanlının avrupa topraklarındada yıkıcı bır etkı yaratmak ıstemesı savımı dogruluyor.
    kaldıkı tarıhcılerın bırcogu bu savasın tarafsız bır bıcınmde degerlendırılmesını ıstemekte ama bana kalırsa tımur o donemde yaptıkları turk tarıhı ıcın hıcte olumlu degıl.

    bu arada "Bu mülkün sultanları"adlı kitaptan bır paragraf ı aktarayım
    "Destan ve Tevarih-i Mülük-i Al-i Osman" adlı eserini o dönemde yazan Ahmedi ankara yeniliısine deginmeye gönlü razı olmadıgından olup bitenleri sekiz dizecige sığdırmış
    *Timur un estirdiği zulüm ve vahşet içinde "şehriyar"ın(yıldırım) yok olduğunu,ülkesinin yakılıp yıkıldığını ima etmistir.

    Bu arada rum'a yürüdü temür
    Mülk doldu fitne vü havf ü fütur
    Çün temür'ün hiç adli yoğ idi
    Lacerem-kim zulm ü cevri çoğ idi
    Zikri vahşet,çünkü yakin
    Anı anmamakdürür hile hemin
    Ol fütur içinde gitdi şehriyar
    Yıkılup yakıldı çok şehr ü diyar


    konuyu dağıtmadan kısaca şöyle ben TÜRK tarihi denince hun lar günümüz TÜRKİYE cumhuriyetine kadar düşünürüm.sadec şunu şöyliyeyim TÜRK tarihi denince sadece osmallı yı bilen ve diğerlerini unutturmak ve yalanlamak için (özellikle islamiyet öncesi TÜRK tarihini) yüzlerce yazar ve kitap var neyi okuduğuna dikkat et ve ben şahsım adına timur hayranıyım oğlum olursa adını mutlaka timur koyacağım

    Türk dünyasının en büyük hükümdarlarından ve tarihin en büyük cihangirlerinden olan Timur Han, 8 Nisan 1330'da Keş yakınında, Şehrisebz'de doğdu. Babası Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi ise Tigin Hatun'dur. Babasının ölümünden sonra başgösteren anarşi üzerine yönetimi eline alan Timur, arasının açıldığı Maveraünnehir hakimi Emir Hüseyin'in 1370'te ölümünün ardından; bölgeye tek başına hakim oldu. Yüksek bir askeri kabiliyete sahip olan Timur Han, kısa sürede İran, Azerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab'ı ele geçirdi ve Harezm'i kendisine bağladı. 1389'a kadar yaptığı beş seferle Uygurları emri altına aldı. Altınordu'yu yenerek, İdil lrmağı (Volga)'nın doğusuna kadar hakimiyetini genişletti.

    Timur, 1399'da Kuzey Hindistan'ı ele geçirdi. 1402'de Suriye'yi de zapteden Timur, 1402'deki Çubuk Savaşı'nda Osmanlı ordusunu yenince, Osmanlı ülkesinin de önemli bir bölümünü hakimiyeti altına aldı. Bu savaşın en büyük etkisi, Yıldırım Bayezid gibi bir Osmanlı sultanının vefatı ve Osmanlı ülkesinin 11 yıldan fazla sürecek 'Fetret Devri'ni yaşaması oldu. Daha sonra 200 bin kişilik ordusuyla Çin seferine çıkan Timur Han, bu sefere giderken 18 Şubat 1405'te Siriderya yakınındaki Otrar şehrinde vefat etti.

    İlim adamlarına sahip çıkan Timur, hakim olduğu yerlerde çok sayıda medrese ve kütüphane yaptırarak, bilhassa Semerkant'ı imar etti. Timur, hakimiyeti döneminde Moğol putperestliği, Hind Budizmi ve İran Zerdüştiliğine karşı mücadele ederek, İslamiyeti sağlam temellere yerleştirmenin yanı sıra, göçebe Türkleri de yerleşik hale getirdi. Tüzükat-i Timur adıyla kanunlar çıkaran Timur Han, kendi tarihini de kendisi yazdı. Türklük düşüncelerini, "Biz ki, Müluk-ı Turan, Emir-i Türkistanız", "Biz ki Türk oğlu Türküz" ve "Biz ki, milletlerin en kadimi ve en ulusu Türkün başbuğuyuz" ifadeleriyle dile getirmiştir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi akın48 -- 19 Nisan 2008; 11:24:37 >




  • eklermısın
  • @akın 48 acaba az once osmanlı nın karanlık yuzu konusunda bana cevap veren sızmıydınız
  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    OSMANLI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI



    A.DEVLET YÖNETİMİ:
    Osmanlı Devleti İslâm hukukunun ve Türk kültürünün hakim olduğu bir devletti. Osmanlılar, kuruluş döneminde devlet teşkilatını oluştururken Moğol İlhanlıları ve Anadolu Selçuklularını örnek aldılar.
    Osmanlılar ülke sınırları içinde çeşitli milletleri barındırdılar.Bütün insanlara adil ve eşit davrandılar.Osmanlı Devletine sırasıyla Söğüt,Bursa,Edirne ve İstanbul başkentlik yapmıştır.

    1.MERKEZ YÖNETİMİ:
    a.) PADİŞAH:İmparatorluğun başında Osmanlı soyundan gelen bir padişah bulunuyordu. Padişah önemli işlerde büyük devlet adamlarının düşüncelerini almakla birlikte son kararları kendileri verirlerdi.Ordulara komuta etmek, büyük devlet adamlarını atamak, gerektiğinde divana başkanlık etmek görevleri arasındadır.
    Padişah öldüğü zaman geleneklere göre çocuklarından hangisinin başa geçeceğinin belli olmaması ve hanedan üyesi her şehzadenin padişah olma hakkının olması şehzadeler arasında taht kavgalarının çıkmasına neden olmuştur.
    Fatih çıkardığı kanunname ile taht kavgalarını önlemek için başa geçen padişahın kardeşini öldürmesine izin verdi.(devletin geleceği için)
    I.Ahmet devrinde yayınlanan bir fermanla devletin başına Osmanlı hanedan üyelerinin en yaşlı ve aklı başında olanının geçmesi kararlaştırıldı( Ekber ve irşâd sistemi)
    Padişahın kendi adına para bastırması ve camilerde hutbe okutması hükümdarlık alameti sayılmıştır.
    Şehzadeler devlet yönetiminde ve askerlik işlerinde tecrübe kazanmaları için Lala’lar eşliğinde sancaklara gönderilirdi.
    Yükselme döneminden itibaren padişahlar Topkapı Sarayında oturmaya başladılar.

    b.)DİVAN:Bugünkü manada Bakanlar Kuruluna benzerdi.Devletin önemli işleri burada görüşülür ve karara bağlanırdı.(savaşa ve barışa karar verme gibi.)
    Divan Osmanlı tarihinde ilk kez Orhan Bey zamanında kurulmuştur.Fatih’ten itibaren Divan’a Sadrazam başkanlık etmeye başlamıştır.
    Divan’da alınan kararlar “Arz Odasında” padişaha bildirilirdi.Divan teşkilatı II.Mahmut tarafından kaldırılarak yerine “Nazırlıklar(Bakanlıklar)” kurulmuştur.
    Divan toplantıları Topkapı Sarayındaki “Kubbealtı” denilen yerde yapılırdı.

    DİVAN ÜYELERİ VE BAŞLICA GÖREVLERİ:
    1.SADRAZAM( VEZİR-İ AZAM):Bugünkü anlamda Başbakan konumundadır.Padişahtan sonra gelen en yetkili kişidir.Padişah’ın mührü altın bir kese içinde Sadrazam’da bulunurdu. Sadrazamlar Fatih’ten itibaren Divan başkanı oldular.
    2.VEZİRLER:Bugünkü anlamda Devlet Bakanları konumunda idiler.Sadrazam yardımcıları olup onun verdiği görevleri yaparlardı.Vezirler içerisinde en yetkili olan Vezir-i Azam(Sadrazam) idi.Vezir sayısı başlangıçta üç iken sınırların genişlemesiyle yediye kadar çıkmıştır.
    3.DEFTERDARLAR:Bugünkü anlamda Maliye Bakanıdır.Gelir ve giderleri hesaplayarak yıllık bütçeyi hazırlarlardı.Anadolu ve Rumeli Defterdarı olmak üzere iki taneydi.
    4.KAZASKERLER:Bugünkü anlamda Milli Eğitim ve Adalet Bakanları konumunda idi.Bölgelerindeki Kadıların ve Müderrislerin atama, terfi ve görevden alma işlerine bakarlardı.Divanda yüksek davalara bakarlardı.Böylece Divan yüksek mahkeme özelliği gösterirdi.
    5.NİŞANCI:Divan bürokrasisinin en yetkili kişisi idi.Ülke ile ilgili yazışmaları düzenler, toprakların dirliklere dağıtımını yapar, has-zeamet-tımar defterlerini tutar. Padişahın fermalarına tuğra çekerdi.
    6.ŞEYHÜLİSLAM (MÜFTÜ):Bugünkü anlamda Diyanet İşleri Başkanıdır.Ülkedeki din adamları ve din işlerinin başı idi.Kanuni döneminden itibaren Divan üyesi olmuştur.Divan’da verilen kararların dine uygun olup olmadığını onaylardı buna fetva denirdi.
    7.KAPTAN-I DERYA (KAPTAN PAŞA):Deniz Kuvvetleri Komutanıdır.Yükselme Döneminden itibaren Divan üyesi olmuştur.

    2.TAŞRA YÖNETİMİ:

    Osmanlı Devleti’nde eyaletler üç kısma ayrılırdı.Bunlar:
    a.Merkeze Bağlı Eyaletler
    b.Özel Yönetimi Olan Eyaletler
    c.Bağlı İmtiyazlı Eyaletler

    a.MERKEZE BAĞLI EYALETLER: Bunlar üzerlerinde tımar sistemi uygulanan eyaletlerdir. Bunlar başlangıçta Anadolu ve Rumeli eyaletleri olarak ikiye ayrılırken Kanuni zamanında 30’u aşmıştır.
    Merkeze bağlı eyaletlerde idari teşkilatlanma büyükten küçüğe doğru şu şekilde gösterilebilir.
    Rumeli Beylerbeyliği Anadolu Beylerbeyliği

    İDARİ BİRİM YÖNETİCİ
    ASAYİŞ
    ADALET
    Eyalet
    Eyalet
    Beylerbeyi
    Subaşı
    Kadı
    Sancak
    Sancak Beyi
    Subaşı
    Kadı
    Kaza
    Kadı
    Subaşı
    Kadı
    Köy Köy Kethüdası
    Yiğitbaşı
    Kadı Naibi

    b.ÖZEL YÖNETİMİ OLAN EYALETLER: Merkezden uzak olan bu nedenle de üzerinde tımar sistemi uygulanamayan topraklardır.Bunlar Mısır,Bağdat,Basra,Yemen ve Trablusgarp Tunus,Cezayir’dir.
    Buradaki vergiler mültezimler tarafından toplanırdı.
    c.BAĞLI (İMTİYAZLI) EYALETLER:Bunlar iç işlerinde bağımsız,dış işlerinde Osmanlı Devletine bağlı eyaletlerdir.Osmanlı Devleti gerekmedikçe bu beyliklerin iç işlerine karışmazdı.Yöneticilerini kendileri seçerlerdi. Kırım ,Eflak, Boğdan, Erdel bu tür eyaletlerdendi.

    3.TOPRAK YÖNETİMİ:

    Osmanlı Devletinde topraklar üçe ayrılır.
    A)Miri Topraklar B) Mülk Topraklar C) Vakıf Topraklar

    A) MİRİ TOPRAKLAR:Fetih yoluyla devlet mülkiyetine geçen arazilerdir. Fethedilen topraklar Nişancı tarafından miri olarak tapu defterlerine kaydedilirdi.Bu topraklar devlete ait olduğu için devredilemez satılamaz ve bağışlanamazdı.
    Miri toprakların başlıcaları şunlardır:
    1.DİRLİK ARAZİ: Bu topraklar hizmet karşılığı olarak çeşitli dereceden devlet memurlarına maaş karşılığı olarak verilirdi.Dirlik arazi gelirin büyüklüğüne göre üçe ayrılırdı.
    a)Has:Yıllık geliri 100.000 akçe ve üzeri topraklardır.Hanedan mensuplarına,Divan üyelerine,Beylerbeyine ve Şehzadelere verilirdi.
    b)Zeamet:Yıllık geliri 20.000 ila 100.000 akçe arasındaki topraklardır.Kadı ve Subaşı gibi orta dereceli memurlara verilirdi.
    c)Tımar:Yıllık geliri 3000 ila 20.000 akçe arasındaki topraklardır.Genellikle savaşlarda yararlılık gösterenlere verilirdi.
    2.MUKATAA ARAZİ:Gelirleri doğrudan hazineye aktarılan arazilerdir.
    3.OCAKLIK ARAZİ:Gelirleri kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılan sınır boylarındaki topraklardır.
    4.YURTLUK ARAZİ: Gelirleri sınırları korumak amacıyla ,Türkmen boylarına verilen sınır arazileridir.
    B)MÜLK TOPRAKLAR:Padişah tarafından üstün hizmetler karşılığında kişilere özel olarak verilen arazilerdir.Bu arazilere sahip olanlar toprağı satabilir,kullanabilir,miras bırakabilirdi.Kazançları oranında devlete vergi öderlerdi.
    C)VAKIF TOPRAKLAR: Gelirleri cami,medrese,şifahane,imarethane(aşevi) gibi din, bilim ve hayır işlerine harcanan topraklardır.Bu topraklardan vergi alınmazdı.

    4.MALİYE:

    Osmanlı Devletinde maliyenin başında Defterdar bulunurdu. Devlet hazinesine “Hazine-i Amire” denirdi.
    OSMANLI HAZİNESİNİN BAŞLICA GELİR KAYNAKLARI
    1.Halktan alınan vergiler:Müslüman halktan alınan Öşür,Hristiyan halktan alınan haraç ve cizye gibi.
    2.Gümrük,maden,orman ve tuzla gelirleri
    3.Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri.
    4.Bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden alınan vergi ve hediyeler.
    Bu gelirler devlet içerisinde pek çok yerlere harcanırdı.

    OSMANLI HAZİNESİNİN GİDERLERİ ŞUNLARDIR
    1.Devlet memurlarına ödenen maaşlar,
    2.Kapıkulu askerlerine ödenen ulûfeler ve ulemaya ödenen maaşlar,
    3.Savaş masrafları.Donanma giderleri,
    4.Askerlere dağıtılan cülus bahşişleri,
    5.Bayındırlık ve imar çalışmalarına harcanan giderler.

    Osmanlı Devleti’nde ilk para Osman Bey tarafından bastırılmıştır.
    Fatih’e kadar gümüş akçe olan Osmanlı parası Fatih’ten itibaren altın olarak basılmıştır.
    Yavuz S.S zamanında Osmanlı Devleti’nin hazinesi altınla dolmuştur.
    Osmanlı Devleti 15 ve 16.yüzyıllarda İpek ve Baharat yollarından yararlanmıştır.Ancak 17.yüzyıldan itibaren Osmanlı ekonomisinde büyük sarsılmalar meydana gelmiştir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:
    1.Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının Avrupalıların eline geçmesi,
    2.Uzun süren savaşların ekonomiyi zayıflatması,
    3.Köylülerin topraklarını terk ederek şehirlere gitmeleri,
    4.Avrupalıların Osmanlı topraklarına soktukları değeri düşük gümüşün Osmanlı akçesinin değerini düşürmesi,
    Osmanlı Devleti ilk defa Abdülmecit zamanında 1854’te Kırım Savası sırasında İngiltere’den borç para almıştır.
    Alınan borçlar zamanla çok yüksek rakamlara ulaşmış ve sonunda Osmanlı maliyesi iflasını açıklamıştır. (1875)
    Avrupalı devletler borçlarını alabilmek için “Duyun-u Umumiye” adında Genel Borçlar İdaresini kurdular.Osmanlı gelir kaynaklarına el koydular.

    5.ORDU:

    Osmanlı ordusu Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri(Donanma) olmak üzere iki ana bölüme ayrılırdı.
    OSMANLI KARA ORDUSU
    KAPIKULU ASKERLERİ
    EYALET ASKERLERİ
    YARDIMCI KUVVETLER

    Tımarlı Sipahiler
    Bağlı Beylik ve eyaletlerden
    PİYADELER
    SÜVARİLER
    Azaplar
    gönderilen askerler oluştururdu.
    Acemioğlanlar
    Sipah
    Akıncılar
    En önemlisi Kırım askerleri idi.
    Yeniçeriler
    Silahtar
    Cebeciler
    Sağ ulufeciler
    Topçular
    Sol ulufeciler
    Top arabacıları
    Sağ garipler
    Humbaracılar
    Sol garipler
    Lağımcılar

    a)KAPIKULU ASKERLERİ:Bunlar padişa bağlı ve üç ayda bir maaş( Ulufe) alan askerler olup ayrı bir kanunla özel olarak yetiştirilirlerdi.Savaş esirleri arasından seçilerek yetiştirilirdi.Çelebi Mehmet zamanında hazırlanan “Devşirme Kanunu” ile Hristiyan halk arasından seçilen gençlerden oluşturulmaya başlanmıştır.Bunlar:
    1.KAPIKULU PİYADELERİ:
    Acemi Oğlanlar Ocağı:Devşirme kanununa göre toplanan Hristiyan çocuklar bu ocakta eğitilir,belli seviyeye geldikten sonra kabiliyetlerine göre bir üst sınıfa yükselirlerdi.
    Yeniçeri Ocağı:Kapıkulu Piyadeleri arasında en önemlisiydi.Bölüklere ayrılırdı.Komutan- ları Yeniçeri Ağası idi.
    Topçu Ocağı:Top döken, topçulukla ilgili malzemeleri hazırlayan ve savaşlarda topları kullanan sınıftır.
    Top Arabacılar Ocağı:Sefer sırasında topları savaş bölgesine götüren sınıftır.
    Humbaracı Ocağı:Havan topları ve el bombaları hazırlayan ve kullanan sınıftır.
    Cebeci Ocağı:Ordunun silahlarını hazırlayan ve savaş alanına taşıyan sınıftır.
    Lağımcı Ocağı:Kuşatma sırasında tüneller kazarak kale duvarlarını çökertmekle görevli sınıftır.
    2.KAPIKULU SÜVARİLERİ:Kapıkulu ocaklarının atlı sınıfıdır.Yeniçeri ocaklarından terfi edenler(yükselenler) bu sınıfı oluştururdu.
    Sipah-Silahtar:Savaşta hükümdarın sağında ve solunda bulunurlar ve padişahı korurlardı.
    Sağ Ulufeciler-Sol Ulufeciler: Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı.
    Sağ Garipler-Sol Garipler:Savaşta ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı.

    b)EYALET ASKERLERİ:
    1.Tımarlı Sipahiler:Merkeze bağlı eyaletlerde dirlik sahiplerinin besledikleri atlı askerlerdir.Tamamı Türk olup Osmanlı ordusunun asıl askeri gücünü oluşturur.
    2.Akıncılar:Sınır boylarında oturan akıncıların başlıca görevleri;sınırları korumak,düşman topraklarına akınlar düzenlemek,ve bilgi toplamaktır.
    3.Azaplar:Ordunun ön saflarında bulunurlardı ve düşmanın ilk saldırısını karşılarlardı.
    c)YARDIMCI KUVVETLER: Bağlı Beylik ve eyaletlerden gönderilen askerler oluştururdu En önemlisi Kırım askerleri idi.

    DONANMA:
    Osmanlı Devleti’nde ilk donanma Karesi Beyliğinin alınmasıyla başlamıştır.
    İlk Osmanlı tersanesi(gemi inşa ve tamir etme yeri) Yıldırım Bayezıt devrinde Gelibolu’da açılmıştır.
    Osmanlı Devleti ilk deniz savaşını Çelebi Mehmet zamanında Venediklilerle yapmıştır.
    Osmanlı denizciliği Fatih zamanında büyük gelişmeler göstermiştir.
    Osmanlı denizciliği Kanuni zamanında altın çağını yaşamıştır.Bu dönemde tersaneler Gelibolu ,Süveyş,İstanbul ve Rusçuk’ta idi.
    Osmanlı donanmasında Kalyon,Kadırga ve Fırkateyn adı verilen gemiler bulunurdu.
    Donanma komutanına Kaptan-ı Derya denirdi.Donanmadaki diğer komutanlara Reis, donanma askerlerine ise Levent adı verilirdi.

    Barboros Hayrettin Paşa,Piri Reis,Turgut Reis,Seydi Ali Reis,Burak Reis ve Kemal Reis yükselme döneminin ünlü denizcileridir.

    B.HUKUK SİSTEMİ-SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT

    1.HUKUK SİSTEMİ
    Osmanlı Devleti’nde şer’i ve örfi olmak üzere iki tür hukuk uygulanırdı.
    Şer’iHukuk:Kaynağını islam dininden alan hukuk kurallarıydı.
    Örfi Hukuk:Kaynağını Türk gelenek ve göreneklerinden alan hukuk kurallarıydı.
    Fatih kendinden önceki tüm kanunları bir araya getirerek “Kanunname-i Âli Osman” adında ilk Osmanlı örfi kanunnamesini hazırlamıştır.
    Kanuni Sultan Süleyman kanunlara bağlı olduğu için Kanuni ünvanı verilmiştir.
    Osmanlı Devletinde küçük davalara Kadılar, büyük davalara Kazaskerler bakardı.
    Kadıların verdiği kararlardan memnun olmayanların davalarına Divanda Kazaskerler bakardı.
    Müslüman olmayanların davalarına kendi kurallarına göre kilise veya havralarda bakılırdı.
    2.SOSYAL HAYAT:Osmanlı Devletinde halk çeşitli bakımlardan çeşitli gruplara ayrılıyordu.
    a.)Siyasi Bakımdan
    1.Yönetenler:(Askeriler) Saray halkı,ordu mensupları,ulema sınıfı ve devlet memurları bu sınıfı oluştururdu.
    2.Yönetilenler: Bunlara Reaya(halk) da denirdi.Bunlar yönetime katılmayan ve kendi işiyle meşgul olan ve devlete vergi veren kimselerdir.
    b.)Dini Bakımdan
    1.Müslümanlar:Müslüman halkın çoğu Türklerden oluşurdu.Askerlik yaparlardı.Öşür denilen vergi verirlerdi.
    2.Gayri Müslimler: Genellikle Hristiyan ve Musevi halk bu sınıfı oluştururdu.Bunlardan haraç ve cizye vergileri alınırdı.Askerlik yapmazlardı.
    c.)Ekonomik Faaliyetler Bakımından:
    1.Çiftçiler:Köylerde yaşarlar tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar.
    2.Esnaflar:Şehir ve kasabalarda otururlar ve sanat ve ticaretle uğraşırlardı.Her mesleğin bugünkü meslek odalarına benzeyen bir loncası vardı.Meslek loncaları bir araya gelerek Ahilik teşkilatını oluştururdu.
    3.Tüccarlar:Ülke içinde ve dışında mal alıp satan kimselerdir.
    4.Göçebeler:Genellikle hayvancılıkla uğraşır,hayvanlarına otlak bulmak için sürekli dolaşır

    3.EKONOMİK HAYAT:Osmanlı Devleti’nde ekonominin temelini,tarım,hayvancılık ve ticaret oluştururdu.
    Toprağını üç yıl boş bırakan köylünün toprağı elinden alınırdı.Bu sayede üretimin devamlılığı sağlanırdı.


    Osmanlı Devleti ticaretin gelişmesi için han ve kervansaraylar yapmış ve ticaretle uğraşanlar rahat ettiği gibi yolların güvenliği de sağlanmıştır.
    Osmanlı Devleti’nde el işçiliği(zenaat) gelişmiştir.Örneğin; Denizli’nin dokumaları,Bilecik’in kadifeleri,Diyarbakır’ın ipekli kumaşları ünlü idi.Silah ve cephane Edirne’de imal edilirdi.

    C-EĞİTİM,ÖĞRETİM,BİLİM VE SANAT

    1.Eğitim ve Öğretim:Osmanlı Devleti’nde eğitim ve öğretimin temelini medreseler oluştururdu.
    İlk medrese Orhan Bey döneminde İznik’te açılmıştır.
    Osmanlı Devleti’nde eğitim öğretim başlıca üç grupta ele alınıyordu.
    a)Sıbyan(çocuk) Mektepleri:Günümüzdeki ilkokulların karşılığıdır.
    b)Medreseler
    c)Enderun Mektebi

    2.Bilim:
    a)Dil ve Edebiyat:Kuruluş devrinde edebiyat ve bilim eserleri arı bir Türkçe ile yazılmıştır.
    Yükselme döneminde sınırlar genişleyince Arapça ve Farsça’dan dilimize pek çok kelime alınmıştır.Türkçe’nin bu gelişmiş haline Osmanlıca denilmiştir.
    Osmanlı Devleti’nde edebiyat Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı olmak üzere ikiye ayrılırdı.
    19.Yüzyıldan itibaren edebiyatta önemli gelişmeler olmuştur.Bu dönemde edebiyat Batı’nın etkisi altına girmiştir.Şinasi ve Tevfik Fikret, Namık Kemal, Ömer Seyfettin Batı tarzında eserler yazmışlardır.
    b.)Tarih ve Coğrafya:Osmanlı Devleti’nde 15.yy’ın ikinci yarısından itibaren tarih kitapları yazılmaya başlanmıştır.
    Padişahların görevlendirdiği resmi tarih yazıcılarına Vakanüvist veya Şehnameci denirdi.
    Hoca Saadettin Efendi padişah tarafından görevlendirilen ilk resmi tarihçidir.
    Coğrafya alanında en önemli eseri Pîri Reis Kitab-ı Bahriye(Denizcilik Kitabı) adlı eseriyle ortaya koydu.Aynı zamanda 16.yy’da çizdiği Dünya haritası, Dünya’daki ilk doğru Dünya haritası oldu. Çeşitli ülkeleri tanıtan Seydi Ali Reis’in yazdığı Mirat’ül Memalik (Ülkelerin Aynası) ve Kâtip Çelebi tarafından yazılan Cihannüma( Dünya Coğrafyası) ve Evliya Çelebi tarafından yazılan Seyahatname Osmanlı Devleti’nde yazılmış olan önemli coğrafya kitaplarıdır.
    c.) Tıp:
    Osmanlı Devleti’nde medreselerde tıp eğitimi de yapılıyordu.Medreselerin yanına açılan hastahanelerde(şifahane) pek çok tedavi yolları geliştirilmiştir.
    İlk hastahaneler Yıldırım Bayezıt zamanında açıldı.Dür’ün Tıp adıyla.
    Müslüman olmayan Yahudi ve Rumlar tıp biliminde eser vermişlerdir.Padişahlar onları hekimbaşı bile yapmıştır.
    II.Bayezıt’ın Edirne’de kurduğu külliyenin akıl hastalıkları bölümünde hastalar müzikle tedavi ediliyordu.Bu dönemde Avrupa’da akıl hastaları ateşe atılarak yakılıyordu.
    Fatih’in hocası Akşemsettin bazı hastalıkların mikroplar yoluyla meydana geldiğini bularak eserlerinde yazmıştır.
    Devrin ünlü doktorları arasında Amasyalı Sabuncuoğlu Şerafettin, Ahi Çelebi ve kendi hocasını ameliyat eden Altunî Zade sayılabilir.
    3.Sanat:
    a)Mimari:Osmanlı Devleti’nde en çok gelişen sanat dalı mimari idi.Kuruluş döneminde Selçuklu ve Bizans Mimarisinin etkisi görülür.
    Camiler,medereseler,hanlar,hamamlar,saraylar ve türbeler en çok yapılan mimari eserlerdir. Mimar Sinan Osmanlı Devleti’nde tanınmış en önemli mimardır.315 taen eser meydana getirmiştir.İstanbul’daki Süleymaniye ve Şehzadebaşı camileri ile Edirne’deki Selimiye camileri Mimar Sinan’ın eserlerindendir.
    18.yy’da mimaride İran ve Avrupa’nın etkisi görülmüştür.
    19.yy’da Avrupa’nın barok ve gotik mimari tarzları örnek alınmıştır. Dolmabahçe , Çırağan,Yıldız ve Beylerbeyi sarayları bu yüzyılda inşa edilmiştir.
    b.)Süsleme Sanatları: Osmanlı Devleti’nde Çinicilik, oymacılık, kakmacılık, nakkaşlık, hattatlık,kitap ve ciltcilik sanatları gelişmiştir.
    c.)Musıkî:Osmanlılar Selçuklulardan aldıkları musıkîyi zirveye ulaştırmışlardır.Musıkî klasik musiki ve halk musıkîsi olmak üzere iki koldan gelişmiştir.Birçok Osmanlı padişahı profesyonel biçimde musıkî ile uğraşmıştır.
    İsmail Dede Efendi,Zekai Dede,Hacı Arif Bey,Itri ve Tamburi Cemil Bey ünlü bestekarlardır.
    Osmanlılarda Mehterhane adı verilen askeri mızıka takımı vardı.II.Viyana kuşatması sırasında Avusturyalılar Mehter takımını esir aldılar.Avrupa ordularının bando takımı buradan doğmuştur.
    Mehterhane 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıyla kaldırılmış ve yerine Avrupaî tarzda Mızıka-i Humayun kurulmuştur.
    Mehter takımı 1953 yılında Harp Dairesi Askeri Müze Müdürlüğü tarafından yeniden kurulmuştur.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: MMX 166

    @akın 48 acaba az once osmanlı nın karanlık yuzu konusunda bana cevap veren sızmıydınız



    vermiş olabilirim. benim yazılarımı okuyabilirsin ben sadece osmanlıyı öven kötü yönlerini görmeyen olaylara at gözlüğüyle bakan biri değilim burda osmanlının bütün eksilerini yazabilirim daha öncede magnum böyle bir konu açtı ve kapandı buradaki arkadaşlara saygımdan tartışmaya girmek istemiyorum onlara tavsiyem TÜRK tarihini bir bütün ıolarak görmeleri
  • BU ŞANLI KULÜBE BENİ DE ALIN ARKADAŞLAR!!
  • ey türk evladı bu yazdığımı iyi okuyun ve artık kendinize gelin ve gerçekleri görünBirkaç gündür TÜRK birliğinin kurulması,TÜRK'lerin tek bayrak altında toplanması gibi konulara Asyalı soydaşlarımızın nasıl baktığını araştırıyordum.
    Bu nedenle öncelikle Azerbaycan'ın forum sitelerine kaydolarak Azərbaycan TÜRK'ü olan soydaşlarımla Azeri şivesiyle sohbet ettim ve daha önce açılmış ilgili konulardan istifade ettim.
    Öncelikle en çok üzüldüğüm nokta bir çok Azərbaycan TÜRK'ünün TÜRK kelimesinden sadece Türkiye TÜRK'lerini anlamasıydı ve kendilerini sadece Azeri olarak tanımlamalarıydı.
    İkaz ettiğimde kendilerinin TÜRK lerle aynı soydan geldiğini bildiklerini ama kendilerinin azeri olduğunu söyleyenler çıktı.
    Ayrıca en çok konuşulan konular karabağ meselesi ve hocalı katliamı.

    ATA mızın bir sözü vardır:
    " Bugun Sovyetler Birligi dostumuzdur, komsumuzdur, muttefikimizdir. Bu dostluga ihtiyacimiz vardir. Fakat yarin ne olacagini bugunden kimse kestiremez. Tipki Osmanli gibi, tipki Avusturya-Macaristan gibi parcalanabilir, ufalanabilir. Bugun elinde simsiki tuttugu milletler elinden avuclarindan kacabilirler. Dunya yeni bir dengeye ulasabilir. Iste o zman Turkiye ne yapacagini bilmelidir...

    Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inanci bir, ozu bir kardeslerimiz vardir. Onlara sahip cikmaya hazir olmaliyiz. Hazir olmak yalniz o gunu susup beklemek degildir. Hazirlanmak lazimdir. Milletler buna nasil hazirlanir? Manevi kopruleri saglam tutarak. Dil bir koprudur. Inanc bir koprudur. Tarih bir koprudur. Koklerimize inmeli ve olaylarin boldugu tarihimizin icinde butunlesmeliyiz. Onlarin (dis Turklerin) bize yaklasmasini bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklasmamiz gerekli..."
    29 Ekim 1933
    Mustafa Kemal Ataturk

    ATA mızın dediği gibi bizim yaklaşmamız lazım.Çünkü Onlar sovyetlerden koptuğunda neredeyse milli benliklerini yitirmişti.sovyetlerin soydaşlarımıza TÜRK ler çok yüce bir millettir.Çağları kapatan Büyük imparatorluklar kuran bir millettir. demediği kesin.onlara xxxxov yoldaş dendi.Bir anda bu soydaşlarımızın bize koşup sarılmasını bekleyemeyiz. bir onlara koşmalıyız.

    sovyetler döneminde TÜRK devletleri kiril alfabesine geçirildi ve sesler farklı harflendirildiki iki TÜRK devleti yazışarak anlaşamasın.

    Azerbaycan ise daha önce kurulan cumhuriyette latin harflerini kabul etmişlerdi.sovyetler onlara dokunmadı. ama nezaman Türkiye de latin harfleri kabul edildi,sovyetler hemen Azerbaycan ı kiril alfabesine geçirdi.

    sonuçta Azerbaycan da en azından internetteki genç insanlarda TÜRK lük bilinci yok denecek kadar az.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi tenten20 -- 19 Nisan 2008; 18:46:53 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: akın48
    quote:

    Orjinalden alıntı: MMX 166
    @akın 48 acaba az once osmanlı nın karanlık yuzu konusunda bana cevap veren sızmıydınız

    vermiş olabilirim. benim yazılarımı okuyabilirsin ben sadece osmanlıyı öven kötü yönlerini görmeyen olaylara at gözlüğüyle bakan biri değilim burda osmanlının bütün eksilerini yazabilirim daha öncede magnum böyle bir konu açtı ve kapandı buradaki arkadaşlara saygımdan tartışmaya girmek istemiyorum onlara tavsiyem TÜRK tarihini bir bütün ıolarak görmeleri

    bu gun ogleden once osmanlının karanlık yuzu dıye bır konu vardı.
    orada osmanlının anadolu da yaptıgı turkmen katlıyamlarından vede yonetım ıcındekı egemenlık cekısmelerınden bahsedıyorduk.orada bır arkadas a bırsey soylemek ıstemıstım ama nasıp olmadan konu kılıtlenmıstı.arkadasıda sızın oldugunuzu tahmın etmıstım(avatarınız benzıyor gıbı)herneyse.

    dedıgınız gıbı aslında kımsenın turk tarıhını boldugu parcaladıgı yok.kaldıkı bu konun 4. sayfasındada ılk attıgım mesajda benım dusuncemı goreceksınız.




  • kulübe nasıl üye olabilirim
  • bedava üye olmak istiyorum diyorsun ve üye oluyorsun
  • Lütfen benide üye yaparmısınız Osmanlı torunu olmaktan dolayı gurur duyuyorum
  • Yeni arkadaşlar eklendi.



    Hızır Bey, İstanbul kadısı ve belediye başkanı iken, bir Hıristiyan mîmâr geldi. Fâtih Sultan Mehmet Hân'dan şikâyetçi olduğunu söyledi. Hızır Bey, mîmârı dinledi. Fâtih, bugünkü Ayasofya Câmii’nden daha yüksek kubbeye ve daha üstün mîmârî husûsiyetlere sâhip bir câmi yaptırmak istemiş ve o mîmâr da bu işe tâlip olmuştu. Ama Müslümanların, Ayasofya'dan daha üstün bir esere sâhip olmalarına gönlü râzı olmamıştı. Mısır'dan bin bir zahmetle getirilmiş olan sütûnların yüksekliklerini kısa tutmuş ve kubbenin yüksekliği de Ayasofya'dan alçak olmuştu. Sultan, sütûnların kasıtlı olarak küçültüldüğünü anlayıp çok hiddetlendi. Muhâkeme edilmeden mîmârın eli kesildi.

    Hızır Bey, konuyu araştırdı. Şâhitlerle berâber Pâdişahı da mahkemeye çağırdı. Fâtih, mahkeme salonuna girince, başköşeye oturmak istedi. Kadı, hiç çekinmeden, "Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!" dedi. Sultan derhâl söylenen yere geçti. Mahkemenin Pâdişahı Hızır Bey'di. Onun şahsında, İslâmiyet’in âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Kadı: "Sen bu zimmînin elini kestirdin mi?” deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen, Murat oğlu Mehmet! Mahkeme edilmeden bu zimmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek. Eğer Hıristiyan mîmârı râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve âilesinin geçimini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte Pâdişah da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişahın ellerine kapandı. Mîmâr, âilesiyle birlikte Müslüman olmakla şereflendi.

    Mahkeme yeri boşaldıktan sonra Kadı Hızır bey ve Sultan Fatih yalnız kalınca Sultan;"Eğer padişahlığımdan korkup haksız bir karar verseydin billahi kılıcımla kelleni kesecektim" der. Hızır bey de kürsünün altında sakladığı topuzu çıkarır;"Hünkarım sizde padişahlığınızdan gururlanıp şeriat mahkemesinin kararını dinlemeseydiniz billahi bu topuzla başınızı ezerdim" der.




  • O NASIL YİĞİTTİ ANLAT MEKTUPTA OSMANLI ANISINA




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ahmetkeskin -- 23 Nisan 2008; 9:36:35 >
  • MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI

    30 Ekim 1918 tarihinde, Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermiştir. 1. Dünya Savaşı'nı bitiren bu Antlaşma aslında çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti'nin yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı İmparatorluğu!nun herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi.

    Mustafa Kemal'in o zaman ifade ettikleri üzere; Osmanlı Hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için onlara muaveneti(yardımı) de vaad eylemiştir. Bu Mütareke olduğu gibi tatbik edildiği takdirde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz olacağı şüphesizdir.

    Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını beklemeden, Türk Topraklarının taksimine giriştiler. Ateşkes antlaşmasının 7. maddesi gereğince, bütün bir memleketin işgali için İtilaf Devletleri'ne imkan veriyordu.

    Mondros Ateşkes Antlaşması'nın başlıca hükümleri şunlardır:

    1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.

    2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.

    3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.

    4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.

    5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

    6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.

    7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

    8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.

    9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.

    10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.

    11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.

    12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

    13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.

    14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)

    15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.

    16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır.

    17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

    18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

    19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.

    20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.

    21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.

    22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır.

    23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.

    24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.

    25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.




  • LALE DEVRİ

    Osmanlı tarihinde 1718-1730 yılları arasında geçen süreye denir.

    Lale devrini padişah Sultan III. Ahmet ve özellikle onun Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa açmıştır. Bu devir, memlekete Batı'dan bazı yeniliklerin girmesi ve saray çevresindeki zenginlerin yaşadığı eğlence hayatıyla belirir. Lale merakı yayılmıştı ve yabancı memleketlerden lale soğanı getirilirdi. "Mahbup" adı verilen bir lalenin soğanı 500 altına satılırdı.

    Lale devrinden önce devlet ve halk Venedik, Avusturya ve İranlılarla yapılan savaşlardan yorgun düşmüştü. Barışcı bir devlet adamı olan İbrahim Paşa sadrazam olunca, Avusturya ve Venedik'le toprak kaybı pahasına da olsa Pasarofça Antlaşması (1718) yapılıp savaşsona erdirildi.

    Doğu sınırlarında da güvenlik sağlanmaya çalışıldı.Bundan sonra devlet yönetiminde ıslahat ve yenileşmeye gidildi. Lale devrinde ordu yeniden düzenlendi, İstanbul'da itfaiye teşkilatı kuruldu.

    İstanbul yeniden imara başlandı. Yeni köşkler,saraylar yapıldı. Türklere ait ilk basımevi açıldı. Yalova'da bir kağıt fabrikası kuruldu. Dokumacılıkü çinicilik yapımevleri çoğaldı. Sanat ve bilim korundu.

    Padişahın, sadrazamın eğlence ve israfları, yakınlarını iyi mevkilere getirmeleri ve yeni vergilerin konması halkı sıkıntıya soktu ve şikayetlere sebep oldu. İlmiye sınıfından Zülali Hasan ile İspirizade Ahmet Efendiler Patrona Halil'i bir isyan için teşvik ettiler. Tarihimizde Patrona Halil isyanı diye anılan isyan patladı. İsyancıların ısrarıyle İbrahim Paşa öldürüldü, sonra Sultan III. Ahmet tahttan indirildi. Böylece Lale devri kapandı.




  • 
Sayfa: önceki 1011121314
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.