Şimdi Ara

Türkiye’nin Japonya’dan zengin olduğu günler...

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
803
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Türkiye bir haftadır yoğun bir şekilde 28 Şubat’ı tartışıyor.

    Kimileri bu sürecin Türkiye’ye çok şey kaybettirdiğini, kimileri de rejim elden gitmek üzere iken son anda sahip çıkıldığını söylüyor. Bu tartışmalara girecek değilim. Zaten son günlerde bu tür haber ve yorumlarla çok sık karşılaştınız.

    Şimdi geçelim onları da, hepimizi çileden çıkarması gereken gerçeğe bakalım.

    Yıl 1950.
    Türkiye’de kişi başına milli gelir 200 Dolar, Japonya’da 133 Dolar. Tayvan ve Güney Kore’de 100 dolar.

    Şimdi mi? Ne siz söyleyin, ne ben söyleyeyim. Şimdilerde Türkiye’yi Asya - Pasifik ülkeleri ile karşılaştırmak bile nerede ise imkansız.
    İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Coşkun Can Aktan akademik yayınlarını yakından takip ettiğim isimlerin başında gelir.

    Yayınlarında daha çok sayısal verilerle Türkiye gerçeği tablosunu yansıtır, çözüm önerileri üzerinde durur. Geçtiğimiz günlerde Uzakdoğu’yla ticaret yapan bir grup işadamına konuşma yapmak için hazırlanırken önemli bir makalesine denk geldim.

    Prof. Aktan makalesinde ilginç bir soru soruyordu; “Asya Kaplanları Neden Afrika Kaplanlarından Daha Hızlı Koşmaktadır, Hiç Düşündünüz Mü?” diye. Ben bu soruya bir de Türkiye küheylanını ekledim ve ortaya çıkan sonucu ibretle takip ettim.

    Neden Asya ülkeleri fırladı?

    Neden Asya ülkeleri son otuz yılda inanılmaz bir mucize gerçekleştirerek ekonomik büyüme hızlarını sürekli artırırken, aynı dönemde Afrika ülkeleri benzer bir süreci gerçekleştirememişler ve fakirlik ve sefalet içinde yaşamak kaderleri haline gelmiştir. Neden Türkiye bir zamanlar kendilerinden daha yüksek milli gelire sahip olduğu ülkeler yanında yıllardır deyim yerindeyse nal toplamaktadır?

    Prof Aktan, Afrika ülkelerinin uzun yıllar gelişmiş ülkelerin sömürgesi olduğu ve bu yüzden ekonomik gelişmelerini sağlayamadıklarını iddiasını tatmin edici bulmuyor. Afrika ülkelerinin birçoğu sömürge olmuşlardır. Ancak, Asya Pasifikteki ülkelerin bir kısmı için de bu geçerli olmuştur. Örneğin, Tayvan uzun yıllar Komünist Çin’in bir sömürgesi olmuş ve bağımsızlığını 1950’li yılların başında kazanmıştır. Bugünün Asya kaplanlarından biri olarak kabul edilen Singapur daha 1965’de Malezya’dan ayrılmış ve bağımsızlığını kazanmıştır. Talihsiz Japonya Atom bombası ile yerle bir olmuştur. Kısaca İkinci Dünya Savaşı sonrasında Asya dramı yaşanırken bugün tüm dünya Asya mucizesi’ni hayranlıkla izlemektedir.

    Özetle, Afrika ülkelerinin sömürge olduğu kadar Asya ülkelerinin bir kısmının da sömürge olduğu bir gerçektir. Dahası Asya savaş sonrasında inanılmaz acılar yaşamıştır. Şimdi konuyu rakamlarla daha açık-seçik olarak ortaya koymaya çalışalım.

    Neydiler, ne oldular?

    1965 yılında Afrika ülkelerinin hemen hemen tamamında kişi başına milli gelir 1000 doların altında idi. Aynı yıl Asya - Pasifik ülkelerinde de durum pek farklı değildi.

    Örneğin bugün Asya Kaplanları olarak adlandırdığımız Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong’da 1965 yılında kişi başına milli gelir Afrika ülkeleri ile hemen hemen eşitti. Ancak 1991 yılı rakamlarına baktığımızda şaşırtıcı bir gelişmeyi hemen görebiliyoruz. Bırakın şimdiki rakamlara. Aynı tarihte yola çıktığımızı düşünerek aradan geçen sadece 25 yılın ardından 1991 yılına gelindiğinde kişi başına milli gelir rakamlarına baktığımızda Hong Kong’ta 20.000 Dolara, Singapur’da 15.000 Dolara Tayvan ve Güney Kore’de ise 10.000 Dolara yaklaşmıştır.

    Bir de Afrika ülkelerine bakın! Bu ülkelerde 1991 yılı kişi başına milli gelir 1965 yılındaki rakamdan farklı değil. Türkiye’mi? 1994 ve 2001 krizleri ülkeyi adeta yuttu ve 2001 yılı sonunda 2 Bin dolara kadar geriledi. Hatta en zengin 5 aileyi liste dışında tutsanız Afrika ülkeleri ile aynı hizaya geldi.
    Asya kaplanları hızlı adımlarla koşarken, Afrika kaplanları “kaplumbağa” hızıyla ilerlemişler, Türkiye ise kimi zaman mehter bölüğü gibi iki ileri bir geri giderken, kimi zamanda boylu boyunca uzanmıştır.

    Asya mucizesi nasıl gerçekleşti?

    Bu bölgedeki ülkelerin hemen hepsi son 40 yılda (1960–2000) inanılmaz bir ekonomik büyümeyi gerçekleştirmişlerdir. Hong Kong, Tayvan, Güney Kore ve Singapur yıllık yüzde 8’in üzerinde bir ekonomik büyüme hızı ile ekonomik refahlarını artırmışlardır. Bölgedeki uluslararası ticaret hacminde son otuz yılda bir artma söz konusudur. Asya - Pasifik dünyada yabancı sermaye akışının en yoğun olduğu bölgelerin başında gelmektedir. Bölgedeki ülkelerin toplam borç yükü düşüktür. Dolayısıyla borçlanmaya dayalı bir ekonomik kalkınma söz konusu olmamıştır.

    Bölge ülkelerinde devletin ekonomiye müdahalesi asgari düzeydedir. Devletçiliğe dayalı kalkınma modeli değil, piyasa ekonomisini esas alan bir ekonomik model esas alınmıştır. Ekonomik yönden dünyanın en özgür ülkeleri bu bölgededir. 1995 yılında ABD’nin ünlü Think-Tank’larından biri olan Heritage Foundation tarafından yapılan bir araştırmaya göre, dünyada ekonomik özgürlük yönünden Hong Kong birinci sırada, Singapur ise ikinci sırada gelmektedir. Bizde ise ekonominin yüzde 65’ini hala devlet kontrol etmekte, devlete sırtını dayayan şirketler ancak zengin olabilmektedir.

    Aradaki fark?

    Ülkemizde siyasete girmenin cazip olan tarafı da budur. Ülkeyi büyütmek değil, şirketlerinin cirolarını yükseltmek siyasetçiler için öncelik olmaktadır. Uzakdoğu’da başarısız olan siyasetçi ve kamu yönetileri sokağa çıkmaya utanırken, bizde ülkeyi batıranlar hiçbir olmamış gibi siyaset sahnesinde arzı endem etmeye devam etmektedirler.

    Asya - Pasifik ülkelerinde yoğun bir üretim ekonomisi söz konusudur ve işgücü verimliliği diğer dünya ülkelerine göre daha yüksektir. İhracata dayalı bir açık ekonomi bölgede hâkimdir. Taklit yerine yaratıcılığı ve yeniliği esas alan AR-GE politikası dikkat çekmektedir. İlkokuldan itibaren eğitime büyük önem verilmektedir. Bölgede son otuz yıl incelendiğinde siyasi istikrarın ve bunun bir sonucu olarak da ekonomik istikrarın mevcut olduğu dikkate çekmektedir. Mali ve parasal disiplin önem taşımaktadır. Kamu yönetimi ve bürokraside liyakate dayalı yönetime önem verilmektedir. Japonların KAİZEN adını verdikleri “sürekli gelişme” felsefesi evde, işte kısaca yaşamın her alanında önem taşıyan bir değerdir. Özel şirketlerde ekip çalışması ve sinerjizm geçerlidir. Başta Japon şirketleri olmak üzere tüm bölgedeki şirketlerde yönetim dünyada en ileri düzeyde kabul edilmektedir. İnsan kaynağına değer verilmektedir. Şirketlerde çalışma ahlakı ve çalışma disiplini oldukça yüksektir. Kimi yazarlar Asya mucizesinde din ve ahlak faktörünün de büyük önem taşıdığını ifade etmektedir.

    Kısaca; Uzak Doğu mucizesinin gerçekleşmesinde başta eğitime, bilime ve teknolojiye önem vermelerinin büyük katkılarının olduğunu söylememiz mümkündür. Dinsel ve felsefi inançlara olan bağlılık ve bunun sonucu olan çalışma ahlakı ve disiplini de Asya mucizesinin gerisinde yatan nedenler arasında önemli yer tutmaktadır.

    Sonuç mu?

    Bugün dünyanın üzerinde dikkatle durulması gereken en önemli ekonomik
    hareketliliği Doğu ve Güneydoğu Asya’da yaşanmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Asya 1980 yılında dünya üretiminin yüzde 17’sine sahipken, 1995’te yüzde 25’lere, 2000’li yılların başında yüzde 30’lara ulaşmıştır. Bu gelişmenin aynı hızla devam etmesi durumunda , Doğu ve Güneydoğu Asya’nın 2020’li yıllarda AB’ni ve NAFTA’yı geride bırakacak bir üretim hacmine ulaşacağı ve dünya ticaretinin % 44’ünü kontrol edeceği tahmin edilmektedir.

    Nitekim 1957 yılında dünyanın ilk 100 şirketi sıralamasında 74
    Amerikan şirketi ve büyük çoğunluğunu İngiliz şirketlerinin oluşturduğu 24
    Avrupa şirketi varken, hiçbir Japon şirketi ilk 100 de yer almıyordu.
    Japonya günümüzde en büyük 100 şirket sıralamasında 37 şirketle ilk sırada bulunmaktadır. 1992 yılında en büyük on ülkenin sadece üç tanesi Asya ülkesi iken, bu sayı günümüzde 4’e yükselmiştir. 2020 yılında ise 7’ye çıkacaktır.

    Uzun söze gerek yok. Ülkenin bu duruma gelmesinde herkes bir ölçüde suçlu. Mazeretlerinde herkes bir ölçüde kendine göre haklı. Fakat ne olursa olsun ortaya çıkan tablo dünya sahnesinde yüzümüzün kızarmasını ortadan kaldırmaya yetmiyor.

    Bari son pişmanlıklar fayda versin. Biraz da ülkeyi düşünün...







  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.