Şimdi Ara

Celal Şengör hakkında sorularınızı bana sorabilirsiniz (10. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
301
Cevap
5
Favori
11.084
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
8 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bir bilim adamının serüveni kitabından




    Mesela, Anadolu’nun egemen hale gelmesiyle Türkiye’nin çökmeye başladığını gördüm. Sonra baktım, bü­ tün dünyada böyle bu. Demokrasilerin, popüler demokrasile­ rin yaygınlaşması böyle bir netice doğuruyor. Bunu görünce şöyle bir intiba edindim ben: Dedim ki, benim tipimde bir adamın kamuda görevi olamaz. Çünkü kamuda görev yap­ mak için o kamuyu oluşturan insanları sevmek lazım. Halbu­ ki benim özel bir insan sevgim yok.
    — Neyi kastediyorsunuz?
    — Yani ben insanları diğer hayvanlardan ayrı bir şey olarak görmüyorum. İnsan haklarıyla, insanların korunmasıyla fok­ ların korunması arasında hiçbir fark görmüyorum ben. Tek fark insanların yarattığı ve potansiyel olarak yaratabileceği eserlerdir. Ben yalnızca onların hayranıyım. İçinde yaşadığım âlem hakkında bana bilgi vermeyen veya bir sanat eseri ya­ ratmayan insanın bence foktan farkı yok. Dolayısıyla, ben bu kafayla kamuda çalışamam, dedim. Bu itibarla, ben öyle bir iş yapmalıyım ki, insanlığa tesiri dolaylı olsun, yani insanlar isterlerse kullansınlar, istemezlerse kullanmasınlar. Çünkü di­ rekt insanlarla ilgili bir iş yapmaya kalkarsam, onlara bekle­ diklerini veremem. İnsanları yöneten, insanlarla uğraşan kişi­ lerin kafasında insanlığın özel bir yeri olması lazım. Bende yok öyle bir şey.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • HIGHER kullanıcısına yanıt
    Aptalı tanımak kitabı low bir kitap beklentiyi karşılamıyor

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • avcılarınavcısı kullanıcısına yanıt
    NOOOOOOOOOOOOO!!!!!
  • Bir bilim ad. Ser. Kita.


    — Nihal Atsız filan okuyor muydunuz o dönemde?
    — Hayır, onların topunu okuyup reddetmiş vaziyetteydim. Okudum, ilkel geldi, bıraktım.
    — O zaman ırkçılık derken ne tür bir ırkçılıktan söz ediyor­ sunuz?
    — Hitler’den söz ediyorum. Ama ben Hitler derken Darvvin’i de okudum. Böyle bir faydası oldu bana. O zaman aklı ba­ şında bir fikir gibi gelmişti ırkçılık bana ve öyle gelmesinin sebebi de şuydu: Genetik bilmiyordum. Gerçi lise birde Men- del genetiğini okumuştuk ama Mendel genetiği benim tezleri­ mi destekliyor gibi geliyordu bana. Zira Hugo de Vries’in mutasyon teorisini anlamamıştım. Evrimin tamamen tesadüfi gerçekleşmesinin tam anlamını kavrayamamıştım. Basit bir deterministtim. Ama doğa bilimleriyle bu yakınlık ve sosyal bilimler hakkında çevremdeki yaşıtlarımın çoğundan çok da­ ha geniş olan okuma yelpazem bana ta o günden sosyal bi­ limlerin ciddiye alınmaması gerektiğini öğretti.
    — Dünyanın mühim bir bölümünü karşınıza aldınız birden­ bire...
    — Olabilir. Bu görüşümü kökünden değiştirecek bir nedene de henüz rastlamadım. Sosyal bilimlerin ciddiye alınmaması düşüncesi, esasen üzerinde ciddiyetle durulması gereken şeyin doğa bilimleri olduğunu da gösterdi bana.
    — Robert’te bu görüşlerinizi çevrenize anlatıyor muydunuz? — Tabii, ne demek... Hatta, Robert’in yıllığında benim için yazılanlar bunun göstergesidir:
    “... Ezelden beri ilm-i erziyatin sultan-ı ali şanı
    Umduğumuz odur ki kıymet-ül cevher ol canâ. Meşayiktir Timııra Hitleri de caba
    Cengizin ordusu ile girdin Sosyolojiye canâ. Doktor ile Viktorun dili temiz kalbi pak
    Laura Pope’a fazla sulanma, uçar diploma canâ.”
    M)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HIGHER

    Bir bilim adamının serüveni kitabından

    Benim ailem DP’ye karşı çok negatifti. Çok net hatırladı­ ğım bir şey var: Adnan Menderes asıldığı zaman rahmetli de­ dem, “Hiçbir insanın ölümüne sevinilemez, çok üzüldüm, ama müstahaktı” dedi.
    — Acımasız bir yargı değil mi bu?
    — Dediğim gibi, dedem için Atatürk Cumhuriyeti en kıymet­ li şeydi. İki dedem de, “Biz vatan kaybettik, bunun ne demek olduğunu biliyoruz” diyorlardı. Her ikisi de Menderes ve şü­ rekâsını Atatürk’e ihanet etmiş kişiler olarak görüyorlardı ki ben bugün her iki dedemin o yargılarına tamamen katılıyo­ rum.
    Peki siz bu fikirlere katılıyormusunuz hocam?
    Hepsine?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • iPhone 4 kullanıyorum şu an forumun bir çok işlevini yerine getiremiyor aptal telefon. Neyse ugarb sana cevabım

    Ben Menderes ile alakası olmayarak idam cezasına karşıyım çünkü beşer şaşar.

    Menderes benim gözümde haindir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bir bilim adamının serüveni kitabından

    Ama bu arada unuttuğum bir detayı
    daha anlatayım. Ben Almanya’da iken İsmet İnönü vefat etti.
    Hem de tam Noel günü...


    — Bu size ne gibi bir etki yaptı?
    — Babam beni o gün tayyare ile derhal İstanbul’a getirtti ve
    hemen A nkara’ya gittik. Saatlerce bekleyerek katafalkın
    önünde yürüdük. Ertesi gün de cenazesini seyrettik. İsmet Pa-
    şa’ya son saygımızı gösterdik. Ertesi gün tekrar Almanya’ya
    döndüm. Babam sadece İsmet Paşa’nın cenazesine iştirak et-
    mem, onu görmem için beni getirtmiş.
    — Bu babanızın aile geleneği gereği İsmet Paşa’ya olan saygı-
    sının bir sonucu muydu?
    — M uhakkak. İstanbul’a dönünce babam kendisinin Ata-
    türk’ün katafalkının önünde yürüdüğünü, İsmet Paşa’nınki-
    nin önünde de yürümeyi istediğini, benim de bu tecrübeyi ya-
    şamam gerektiğini düşündüğünü söyledi.
    — Katılıyor musunuz?
    — Tamamen. Benim rahmetli İsmet Paşa hakkındaki görüşle-
    rim, dedelerim ve babalarını, amcalarım veya dayılarımınki
    kadar olumlu değildir. Ben İsmet Paşa’nın vasat yetenekli,
    çok cesur olmayan, ancak çok vatanperver ve sadık bir insan
    olduğu kanısındayım. Cesaret eksikliği, kişisel değildir. İsmet
    Paşa kendini ateşe atmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir.
    Ancak memleketi adına iş yaparken çekingendi, risk almayı
    sevmezdi. Atatürk’ün ataklığı, cüreti onda yoktu ki bu da
    herhalde Atatürk’ün dehasına sahip olmamasından kaynak-
    lanan bir ihtiyat tedbiriydi. Belki de haklıydı. Ama bir Haşan
    Âli Yücel’i istifaya teşvik etmesi, Doğu ve Güneydoğu Türki-
    ye’deki feodal sistemi ehlileştirmeyi göze alamamış olması ve-
    ya Köy Enstitüleri’ni koruyamaması, benim affedebileceğim
    günahlar değildir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Bir bilim adamının serüveni kitabından

    — Niye?
    — Bunun sebebi şuydu: Ben Devvey’ye falan gidip, “Müm-
    kün olduğu kadar erken kaçmak istiyorum Avrupa’ya. Bu
    imtihan haftasında Albany’de kalmak istemiyorum. Beni er-
    ken imtihan yapar mısınız?” demeye başladım. Onlar da,
    “Sen git, boş ver” diyorlardı. Ben de gidiyordum. Dönüp gel-
    diğimde de notların verilmiş olduğunu görüyordum.
    — Böylece mezun oldunuz birincilikle....
    — Evet ama mezun olduğum zaman fark etmedim birincilik-
    le mezun olduğumu. Yalnız mezun olur olmaz beni hemen
    doktora programına aldılar. O maksatla Albany’ye gitmiştim
    zaten. Albany’nin âdeti kendi öğrencilerini almamaktı, ama
    ben yarısından sonra gelmiş olduğum için yabancı üniversite-
    den gelmiş farzettiler ve doktora programına aldılar. Doktora
    programına alınmakla kalmayıp, bir de “presidential fellovv”
    oldum ben.
    — Ne anlama geliyor “presidential felloıv”?
    — Bütün New York üniversitelerinin sisteminde böyle dokuz
    öğrenci vardı. Başkanlığa ait yüksek eğitim bursu alan öğren-
    ci anlamına geliyor. O zaman kaç kampüsü vardı bilmiyo-
    rum. Herhalde kırk küsurdu, şimdi altmış dört olduğuna gö-
    re. Bu kadar kampüsün içinde dokuz “presidential fellovv”
    vardı. Bunlar 500 dolar aylık alıyorlardı. O zaman normal

    bir araştırma veya öğretim asistanının maaşı 320 -3 8 0 dolar
    arasıydı ve haftanın belli saatleri laboratuvarları hazırlıyor-
    lardı. Fakat “presidential fe llo w ”ların hiçbir görevi yoktu.
    Kafadan 500 dolar aylık, ü stelik bedava okuyorsun.
    — Ve sizi aldılar...
    — Aldılar. Ondan sonra Devvey bana, “Celâl, sen lisansı bi-
    tirdiğin için benim odam da kalmana gerek yok, sana büro
    vereceğiz” dedi. Pekâlâ am a bu büro nerede olacaktı? De-
    vvey’nin odasının hemen yanında büyük bir ıslak kimya ana-
    liz laboratuvarı vardı. P rofesör Miyaşiro’nım metresi Fıımiko
    Şido’nundu. Fakat Fumiko em ekli olmuştu ve teknoloji geliş-
    tiği için artık kimse tüp içinde ıslak analiz yapmıyordu. Di-
    rekt katı halde yapılıyordu analiz. Öğrenci de artmıştı bö-
    lümde. Devvey, “Bu laboratuvarı öğrenci bürosu haline geti-
    relim” dedi. O laboratuvar ikiye bölündü ve yarısı bana ve-
    rildi, diğer yarısı ise sekiz lisansüstü ve doktora öğrencisine
    verildi.
    — Bu ne adaletsizlik!
    — Evet, korkunç bir adaletsizlik. Üstelik Amerikalılar’a böy-
    le adaletsizlikler çok dokunuyordu.
    — Ve bir Türk için yapılıyor...
    — O mühim değil. Bir T ü rk için yapılması mühim değil, fa-
    kat bir öğrenci için yapılm ası mühim. Onlar da öğrenci, ben
    de öğrenciyim. Fakat ben son sınıftayken bazı gelişmeler ol-
    muştu, önce onu anlatm am lazım.
    — Ne gibi gelişmelerf
    — Ben 1978 senesinde m ezun oldum ve bu ofis bana verildi.
    Ama, bu ofisin bana verildiği sömestr başında meydana çıkıı
    ve öğrenciler arasında huzursuzluk bir sene kadar sürdü.
    — Netice?
    — Ve en sonunda gidip şikâyet ettiler beni.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Şengör hayatımda gördüğüm en dobra insanlardan biri

    Tabii Peter böyle bir adam değil.
    Sonra öğrendik ki, bu kız orada da başkasının asistanıyla işi
    pişirmiş ve Peter’ı bırakmış. Peter da haklı olarak kızmış,
    asistan olarak gelen insan bırakır gider mi? Üstelik bu kızı
    ben tavsiye etmişim. Fena halde sinirlendim. Sonra Gary bu-
    rada, kız oradan doğum kontrol hapı istiyor.
    — İyi ama orada doğum kontrol hapı yok muymuş?
    — Ne bileyim kardeşim! Benim şarklı kafam bir yere kadar
    böyle şeylere dayanabiliyor, bir yerden sonra kontaklar atı-
    yor tabii ki. Ben Gary’ye, “Bu kızı bırak, bundan ne köy olur
    ne kasaba” dedim. Gary, neler olup bittiğini görüyor ama kız
    Gary’yi bırakmıyor. Dönüp geri geldi. Ben bu gelince büyük
    bir hata yaptım. Bir gün hiç unutmuyorum, üçümüz beraber
    yemekhaneye gidiyoruz. Ben kızın yüzüne bile bakmıyorum.
    Gary, “Bir yere gidelim” dedi. Ben de hiç düşünmeden, “Bu
    @#₺_uyla olmaz” dedim. Sen misin diyen, kız Gary’yi ben-
    den kopardı.
    — Ne yaparak kopardı?
    — Peşinden sürükleyerek. Gary bu kızla evlendi ve tezini bi-
    tirmeden Albany’yi terketti.
    — Kız yüzünden....
    — Evet. Üstelik hâlâ bu kızla evli. Anladığım kadarıyla ev-
    lendikten sonra iyi çıkmış. Kendilerini otuz yıl sonra bir kere
    gördüm. Fakat ben bu kız yüzünden hayattaki en yakın arka-
    daşımı kaybettim. Jeoloji dünyası da büyük bir yeteneği kay-
    betti. Gary o kadar yetenekliydi ki, benim veya Devvey’nin
    halledemediğimiz önemli sorunları bir çırpıda çözerdi. Bunun
    için o kız yüzünden bölümü terk etmesi hepimizi kahretmişti.
    — Jeolojiyi de mi bıraktı?
    — Evet, her şeyi bıraktı gitti.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Bir bîlim ad ser kitabından

    — Kızların bacaklarından vazgeçtiniz, artık çocuklarla ilgile­ niyorsunuz?
    — Ben güzele âşıklardanım, cinsiyet ayrımı yapmıyorum. Güzelin mutlaka seks çağrıştırması, hayatta başka tutkusu olmayan zavallı insanlara mahsus bir histir. Güzel, insan şek­ linde olur, mimaride olur, edebiyatta olur, bir bilimsel varsa­ yımın zerafetinde olur. I lepsine hayranlık duyulur. Hepsi in­ sanda yaşamı güzelleştiren hoş hisler uyandırır.
    — Bunu böyle yazarsak biseksüel diyecekler...
    — Hayır hayır, asla! Bunun seksle hiçbir alakası yok. Ber- nard Shaw ne diyor, Pygmalioıı’da: “Sıradan insanlara güzel­ lik, tutku, hayranlık dediğiniz zaman bunlar seksin değişik çeşitleri olarak akıllara geliyor.” “Halbuki” diyor, “İyi yetiş­ miş bir insan, zevkli bir evde, kültürlü bir annenin elinde bü­ yümüş bir insan bütün bunlara değişik kulplar takar.” Netice itibariyle, bu çocuk çok güzeldi hakikaten, Joseph Losey de onu çok güzel giydirmiş, bir sanat eseri adeta..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Celal şengör marxtır hepsi comtenin evlatlarıdır
  • Yeni kitabı bilimin büyüsünü aldım, Habertürk yazılarından oluşuyor çoğunlukla, isterseniz internetten de okuyabilirsiniz yani, para vermeye değmeyebilir, ben işim gereği aldım, telefon şarjı hemen bitiyor, hem de daha önce hep internet üzerinden okumuştum diğer kitaplarını, karşılaşırsak falan imza attiririm.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Alıntıdır.


    Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır.
    Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır).
    O Muhteşem (!) yüzyılda Anadolu'da medrese o kadar ayağa düşmüştür ki, öğrenci haydutluğa başlamıştır (buna softa şekâveti denir). Avrupa'da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman devrinde aldığı gibi (I. Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusuna her çıkışımızda mini mini Portekiz'den sopayı yiyip Kızıldeniz'e veya Basra Körfezi'ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Gene onun zamanında dünya keşfedilirken, Hint Okyanusu'na kadırga denen sandallarla açılan ve 1554'te Hindistan'da karaya vuran büyük (!) bir amiralimiz, yürüyerek üç senede Hindistan'dan Edirne'ye gelmiş ve meşhur bir kitap (Mirât-ül Memâlik) yazmıştı. El alemin dünyayı öğrendiği bu dönemde Seydî Ali Reis gazel söyleyip, eğlence partilerini anlatmaktan başka tek bir detaylı coğrafya bilgisi toplamayı gerekli bulmamıştı. Büyük (!) Sultanımız Süleyman'ın Fransa kralı I. François'yı hapisten bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François'nın kurduğu Collège de France bugün dünyanın en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kaldı? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası oldu? Tek becerdiği kalıcı şey, aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa'yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak oldu.
    Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk'ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi. Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz? Cehalet tüm fenalıkların anasıdır. Biz de o anayı besleyip duruyor, onun tosuncuklarına oylar veriyoruz. Artık yeter! Memleketimde her elimi attığım yerde cehalet çirkefine bulaşmaktan bıktım.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Bir bilim ad ser kitabından

    Oya tabii Cengiz Bey’i tanımıyor. Ona “Çok özel bir adam, onu tanıman lazım, bir kere bu adamın filtresinden geçmelisin, benim karım olacaksan, Cengiz Bey’in OK vermesi lazım” dedim. Sheraton, şimdiki Ceylan Otel. Te­ peye çıktık, Sultan Pub vardı. Gayet güzel bir manzara. Cen­ giz Bey’i Vedia Hanım’la beraber Taşkışla’dan aldık. Tanıştır­ dım hocayla Oya’yı. Ondan sonra yukarı çıktık. Cengiz Bey, “Çok memnun oldum, siz Amerika’da büyüdünüz, değil mi?” dedi. “Evet” dedi Oya. “Türkiye’ye gelmek istiyor musu­ nuz?” diye sordu. Oya “Evet” deyince, “Vallahi takdir etmek lazım sizi,” dedi. Cengiz Bey’in konuşması böyle, Oya Cengiz Bey’i tanımıyor. “Türkiye’deki hayat Amerika’daki hayata benzemez. Çok heyecanlıdır Türkiye’de hayat, hoştur, Ameri­ ka gibi değildir. Mesela Türkiye’de kalkarsınız, sabah muslu­ ğu açarsınız, su akar, nasıl mutlu olursunuz, bu mutluluğu Amerika’da yaşayamazsınız” diye devam etti Cengiz Bey. Oya da seyrediyor, herhalde içinden de, “Bu adam ne diyor” diye geçiriyor. Cengiz Bey ise hiç oralı değil, “Sonra elektrik düğ­ mesine basarsınız, ışıklar yanar, mutlu olursunuz. Bu Ameri­
    kalının bilmediği bir mutluluktur” diye devam ediyor...

    Neyse, 1980 senesinde mezun olmuş işte. O gün Cengiz Bey uzun uzun konuştu Oya’yla. Sonra baktım, o günkü gazeteden bir haber kesmiş, cebinden çıkardı. Sağlık kontrolü yapılmış ve sucuğun içinden neler çıkmış, aklın du­ rur. “Bakın, mesela böyle şeyler Amerika’da yoktur, bütün bunlara dikkat etmeniz lazım Türkiye’de. O da hayata çeşni katar. Mesela Amerika’da canı sıkılır insanın, burada canını­ zın sıkılmasına vaktinizin olacağını sanmıyorum” diye bu ha­ beri gösteriyor Cengiz Bey. Epey konuştular. Ben Oya’yla iliş­ kimizi anlattım, aile ilişkilerini falan. Cengiz Bey çok mem­ nun oldu.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Kendisi bırakmıştır, mualla torlak o güzel atlara binip gittiler.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.