Şimdi Ara

Din ile Felsefe çelişir mi ? Hegel ve Farabi fikirleri ışığında bir yazı

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
23
Cevap
0
Favori
718
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • https://kuranadairkonularr.blogspot.com/2020/10/din-ve-felsefe-celisir-mi.html


    yazının içinde fotoğraflar da olduğundan buraya yeniden yüklemek istemedim arkadaşlar o yüzden yazıyı buraya aktarmadım.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dücimanuel -- 9 Ekim 2020; 22:47:46 >



  • İnsanlık tarihine baktığımızda din ile felsefenin dünyayı, hakikati anlamlandırma çabasına soyunan iki farklı disiplin olduğunu görüyoruz. Gerçekliği açıklamanın yolları olarak alırsanız, yazıda belirtildiği gibi birisi muhayyile (imgelem-fantazi) düzleminde, ikincisi mantıksal (kavram) akli düzlemde çalışan, çelişmeyen disiplinler gibi görülebilir. Ancaaak, muhayyile akıl ile çelişir mi? Gayet tabi çelişir. Muhayyile bilinçdışı çalışır ve istenileni, arzu edileni oldurur, mantık/akıl bilinç düzeyinde çalışır ve olması gerekeni oldurur. Muhayyilede miraca çıkar, ölüleri diriltirsiniz, felsefede bunları yapmanız mümkün görülmez. Yunan felsefesi ile tanışan müslüman alimlerin ister istemez içine sürüklendikleri kelam ilmi de muhayyile ile aklı uzlaştırmaya çalışır, o yüzden saf felsefe ya da saf dinsel bir uğraş değildir. Sanatta şüphesiz duyumsallık var, güzellik estetik bilincin bir yargısı...Ama sanat imgelemle de ilişkili hatta kavramsal boyutlara da sahip, sanatı duyumsallık kategorisine sıkıştırmak da pek doğru gibi gelmedi bana. Sanat sözle ifade edilemeyen, simgesel düzlemde kaydı tutulamayan (tanımlanamayan) ama alıcısına sezgisel olarak bir şeyler aktaran, aktararak değiştiren, dönüştüren bir şey. Gerçekle ilişkisi var ama gerçeğin betimlenmesinden ibaret değil. Bilinçdışına hitap etmesi bakımından duyumsallığı aşarak imgesel/fantazi boyutunda işgören bir faaliyet sanat kanımca.





  • Sailor64 kullanıcısına yanıt

    Hocam, söyledikleriniz bence tanrı için geçerli değil. İsa peygamberin yaptığı mucizelerden biri de ölüyü diriltme idi. Bu sıradan insanlar açısından mümkün değil ancak tanrı tarafından desteklenen birinin bunu yapması bence akla aykırı değil. Aynı şekilde miraç da gayet mümkün bir olay. Muhayyilede kurulan her şey elbette akıl tarafından sorgulanamaz değildir biz bugün zihnimizde türlü vehimler oluşturabiliriz ancak anladığım kadarıyla Hegel ve Farabi tanrı faktörünü ve ölçülü muhayyileyi hesaba katarak bu yorumları yaptılar.Ayrıca ahiret,melekler gibi şu an bu dünyada kavrayamadığımız betimlemeler hakkında aklın hüküm vermesi zor gözüküyor çünkü bunlar da betimlemelerden oluşuyor ve öteki dünyaya ait. Sanat kısmını gelecek olursak Anladığım kadarıyla sanat eserinin etki ettiği yeri söylemek istiyor Hegel, gerçekten de sanat eserini gidip görürüz onu tekrar tekrar muhayyilede kurmaktansa görmeyi ve izlemeyi tercih ederiz. Sanatçı da aynı şekilde onu somutlaştırır ve duyular aracılığıyla kavranacak bir biçime sokar. Eleştiri için çok teşekkür ederim bu arada.


    Mucize konusuyla ilgili Enis doko'nun videosunu da buraya bırakıyorum isterseniz izlersiniz.





    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dücimanuel -- 10 Ekim 2020; 3:12:49 >




  • İmgeler arketipleşmişse kavramlaşmıştır.Dinin kendisi ne arketiptir,ne mitostur,ne de saf akıldır.Din yöntem ve rehberdir


    Lakin dinle felsefe arasında uçurum vardır.Çelişki ya da uyuşma değil


    Batini deneyimler başkaları tarafından kavranamaz sadece kişinin kendisi tarafından kavranır.Kişi tarafından tasvir düzeyinde algılanırlar.Sözsüzlük durumu,bir söz bin dünya.Dolayısıyla haberin geleneksel metafiziğin hangi aleminde yer aldığı(özellikle de imgede karar kıldıysan) felsefi değil kelami tartışmadır yani günümüzde çok anlamı yoktur


    Ayrıca bence muhayyile genel addan çok dibin dibinden bir ya da iki durak uzakta bulunan bilinç aşamasının adıdır(1).Çünkü antik çağ felsefelerinde hakim olan varlık hiyerarşisi teması burada da kendini açığa çıkartır


    Dinin kendi dili ise metaforik kısımları olmakla birlikte teosentriktir.Bu bağlamda din dili tartışmalarına girmek de anlamsız


    Teosentrizmden ayrıldığın an din felsefesi yaparsın çünkü


    Apendix 1:Elmaya fiziksel aka duyusal tanımlama yaptın diyelim.Maddenin lafı geçecek doğal olarak.Maddenin kendi doğasını bir kenara bırakırsak bile maddenin ana nesnesi olarak kabul edilen atomlar dahi hesaplayıcı gücün ürünü;''aklın'' muhayyileye yüzüdür.Oysa elma ilk akla gelen karşılığı akılsal ve duyusaldı


    Sanırım benim ve sizin aramızda kavram çerçevesi karmaşası oluşmuş.Sizin duyu adını verdiğini düşünceye ben maruz kalmanın kökü bir nokta algısı diyorum.Nesneleşmemiş algı.Duyu ise çıplaktır.Duyu sadece veriyi aldığını(dolayısıyla verinin niteliğini,niteliksiz duyu varlığın çıplaklığıdır) gösterir oysa maruz kalma muhtemelen yeter nedensel biçimde duyuya sahip olmanın koşuludur.Farabi olaya ontik ben ontolojik yaklaştım kısacası


    Cross referance 1:Tanrının saltık olarak kavramsallaşması konusu hakkında kantın sonsuzluk temasıyla bağdaştırmaya çalıştım.Lakin oradan tanrıya ulaşılamadığı sonucuna vardım.Hegelin felsefesinin direkt uygulatmaya sokmak doğru değil.Örneğin geri dönüş fikrine sahip tüm filozofları din düşüncesine eklemeye çalışırsak için işine heidegger bile girer,ortalık iyice karışır.Aşırı yoruma döner olay




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 10 Ekim 2020; 8:16:56 >




  • dücimanuel D kullanıcısına yanıt

    Mucize imkansız tasarıdır.Tanrı doğası gereği aristonun ikili mantığından uzak kaldığından ve a posteriori tüm olguların duyu dünyasına dahil olmasından ötürü insan perspektifinde sıkışmıştır.Nitekim kuranda mucizelere inanmayıp diğer olasılıklar üzerinden yorumlayan inançsızlara atıflar var.Teosentrizm haber üzerine kurulu olduğundan ayıplanan bu kişiler din felsefesince mantıklı davranmış en azından doğruluk değerini doğru kurmuşlardır.Önünde aniden bıldırcın yumurtası belirse dahi bıldırcın yumurtası tanrıya inanmak için makul diğer bir değişle subjektif gerekçelendirmedir.Bilimsel olarak kanıtlansa dahi.Din sadece mantık yoluyla rasyonalize edilebilir




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 10 Ekim 2020; 8:27:41 >
  • Zodion Z kullanıcısına yanıt

    ''Lakin dinle felsefe arasında uçurum vardır.Çelişki ya da uyuşma değil'' Hocam uçurum olduğunu düşünmüyorum lakin aynı dili kullanmadıkları kesin. Din için halkın metafiziği diyordu bir filozof... Saltık hakkında okuduğum kitaptan anladığım saltığın bir bilinç/düşünce olduğu yönünde hocam çünkü aristotalesin tanrısı gibi kendi kendini düşünen bir düşünce olarak geçiyor. Bu arada ibni arabiyle Hegel arasında da birçok benzerlik var. Süje-obje ayrımını ortadan kaldırıp bilenle bilineni birbirine eşitleyip Kant'ın yarattığı ikililiği ortadan kaldırmaya çalışmışlar gibi görünüyor( Kant'a göre bilenle bilinen arasında bir fark vardı ). Saltık kendi kendisini düşünen bir varlık ve insanda ortaya çıkıyor, insan da ''sonsuz saltık'' içinde sonlu olarak ( hegel'in çelişik mantığının bir ürünü olarak ) yaşıyor. Saltığın ben tanrı olduğunu düşünüyorum hocam ama tabi ki bu konuda tam bir yargıya varmak güç.





  • Zodion Z kullanıcısına yanıt

    Hocam ben tanrı kanıtlamaları dahil birtakım ''din felsefesi'' içeriklerinin rasyonel olarak kanıtlanabileceğini düşünüyorum ancak mucizeler,ahiret,kıyamet,hesap günü vs gibi gaybi varlıkların rasyonalize edilmesine gerek olduğunu düşünmüyorum. Bugün bir kadının cinsel ilişki olmaksızın gebe kalması mümkün değil ancak kutsal kitaplarda bunu görüyoruz. Bunu rasyonalize etmeye kalkarsak bunu başaramayız. Ayrıca kısır bir kadının nasıl çocuğu olabilir mi?




    Cevap verdi: "Rabbim! Ben bunca yaşlanmış, karım da kısır kalmışken benim nasıl bir oğlum olabilir?" (Melek) cevap verdi: "İşte böyledir Allah; dilediğini yapar." ( Ali imran 40. ayet )


    Yani Musa kıssasında Musa'nın denizi yarmasını medcezir ile yahut rüzgarla açıklamaya kalkabiliriz ancak bütün mucizeleri böyle açıklamak çok zor. '' işte böyledir, Allah ; dilediğini yapar'' kısmını da rasyonalize etmenin boşa olduğuna Allah'ın dilediğinde bunları yapabileceğine kanıt olarak görebiliriz.





  • dücimanuel D kullanıcısına yanıt

    "Saltık hakkında okuduğum kitaptan anladığım saltığın bir bilinç/düşünce olduğu yönünde hocam çünkü aristotalesin tanrısı gibi kendi kendini düşünen bir düşünce olarak geçiyor. "


    Wittgenstein okudunuz mu? Tractatus'ta bir çok felsefi problemin dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını düşüncesi vardır. Kelimeleri günlük hayatta kullandığımız gibi kullanmayıp, onlara bambaşka anlamlar yükleyerek bir çok felsefi sahte problem üretildiğini söyler.


    Bana kalırsa Saltıkla ilgili "kendi kendini düşünen düşünce" ifadesi de bu kategoriye giriyor.


    Öncelikle düşünme eylemini bir aklınıza getirin. Neden düşünürsünüz? Bizler, bir amaca yönelik olarak düşünürüz. Bir problemimiz vardır, ihtiyacımız vardır, arzularımız, yaşadığımız hatıralar ve duygular vardır. Husserl ve Sartre'nın altını çizdiği gibi bilinç her zaman bir şeyin bilincidir.


    O halde söyler misiniz? Başka hiç bir varlığın olmadığı salt tek bir varlığın yani Saltık'ın bulunduğu bir ortamda Saltık kendi üzerine ne düşünecektir? Bu dilin kullanımına aykırı bir ifade. Bir şey arzu etmiyor, hatırası yok, ihtiyacı yok, problemi yok, iletişim kuracağı bir kimse yok.

    Yani ÖTEKİ yok!

    Öteki yoksa düşünce de olamaz!

    Ha, hiç bir şey yok tamamen boşluk var ise bu kendi üstüne düşünme sayılmaz.

    Tanrı tasavvuru antropomorfik bir düzlemde yapıldığı için sıfatları insana benzetilegelmiştir.

    Tanrı düşünür mü?

    Tanrı yer kaplar mı?

    Tanrı öfkelenir mi?

    Tanrı bağışlar mı?

    Bunlara evet dediğiniz anda siz Tanrı'yı bilmeye başlıyorsunuz demektir.

    Saltık bilinen bir şey olabilir mi?





  • Sailor64 kullanıcısına yanıt

    Hocam biz kendimizi düşünemez miyiz? Hegelde bu düşünme nasıl oluyor tam anlayamadım ama ibni arabinin vahdet-i vücud teorisinde dünyadaki çokluk tanrının ''sıfatlarına'' bağlanıyor. Bir bakıma kendi kendini düşünen düşünce derken ''kendisini temaşa eden varlık'' dersek daha doğru olmuş olabilir. Zatıyla değil de daha çok sıfatlarıyla ilgili dünyadaki çokluk. Yani tanrı kendi ''sıfatlarını/isimlerini'' temaşa ediyor kendi zatında.


    Hocam problem tamamen mutabakat sorunu yani filozoflar süje-obje ayrımından dolayı epistemolojik doğruluk sorunu yaşıyorlar. İbni Arabi ve Hegel bire bir olarak aynı sorunla ilgileniyor ve benzer şekilde bu problemi çözüyorlar. Bilenle bilinen bir olduğu vakit süje-obje ayrımı da ortadan kalkıyor. Siz anladığım kadarıyla bir şey nasıl hem süje hem obje olabilir aynı anda diye soruyorsunuz ancak biz de kendimiz üzerine düşünebiliriz, kendimizi bilebiliriz. Bilenle bilinen aynı olabilir yani. Cehalet kendi dışındaki bir nesneyi bilmemek ; gaflet ise kendini bilmemek olarak isimlendiriliyor mesela.





  • dücimanuel D kullanıcısına yanıt

    Saltık "kendisini temaşa ediyor" desek, kendisinden hoşnut kendisini seyrediyor anlamı çıkar. Seyretmek duyu organlarını gerektirir, hoşnut olmak zevk almayı gerektirir. Ancak insan mertebesinde bir varlık seyreder ve zevk alır. Zira insan maksatlı davranır, onun temel maksadı hayatını korumak ve çoğalmaktır. Bütün organ ve uzuvları bu özel göreve hasredilerek organize olmuştur. Kuşkusuz Saltık'ta bu tür organ ve uzuvlar olduğunu iddia edemeyiz. Mantıksız olur.


    Özne-nesne ayrımını kaldırmak bir tek şekilde mümkündür, o da ÖLÜM olsa gerektir. Özne ölümden sonra sadece nesne olur ve özne-nesne ayrımı ortadan kalkar.


    İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, kendini bilebilmesi olguları, cehalet ve gaflet örnekleri üzerinden özne-nesne ayrımının ortadan kalkabildiği durumlar olduğunu düşünüyorsunuz sanırım.


    Ancak bir düşünün bir bebek doğduğunda özne olduğunun farkında mıdır? Hele ki anne karnında ceninin benlik bilincinin bulunduğu ve rahmin içerisinde olduğunu bildiğini düşünebilir misiniz?

    Bebek için özne-nesne ayrımını yapabilmek imkansızdır, Bu evre birincil narsizm evresi olarak tanımlanır psikolojide.


    Bir bebek büyürken duyum dünyasıdan gelen veriler ile yavaş yavaş kendisi ile dış dünyayı ayırt etmeye başlar. İlk ayırt ettiği önce kısmi nesnelerdir. Mesela anne memesi, ya da emzik gibi nesneler. Sonra annesini ayırt eder. Sonra nesne dünyası giderek büyür ve anne babası yanısıra oyuncakları, başka çocuklar nesne dünyasına katılır.


    Çocuğun ilk kez aynaya baktığını ve kendi suretini gördüğünü düşünün.

    Orada başka bir çocuğu gördüğünü düşünür.

    Hareket ettikçe aynı hareketleri onun da yaptığını görür.

    Aynada gördüğü şeyin öteki değil kendisi olabileceği fikri ona çok tuhaf gelir.

    Sonra aynada kendisi olduğunu, bedenini bir bütünlük içinde görebildiğini fark eder.

    Lacan'a göre Ayna Evresi kendilik bilincinin doğduğu ilk evredir

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayna_evresi


    Okula giden, eğitim gören, DİL dünyasının, yani SİMGESEL dünyanın içine katılan çocuk giderek özneleşme sürecinin ileri derecelerine doğru yol almaya başlar. Çocuğa doğru ve yanlışın ne olduğu öğretilir. Çocuğa yanlış yaptığı zaman neden yanlış olduğu söylenir. Çocuk kendi içerisinde bir ahlaki ben (VİCDAN) oluşturulmaya çağrılır.


    Çocuk iç dünyasında kendilik temsili kurulduktan sonra kendi kendisi ile konuşabilmekte, kendisi üzerinde düşünebilmektedir. (self-refleksiyon)


    Bakın, buraya kadar anlatmaya çalıştığım şey önce bebeğin sonra çocuğun dünyayı ancak ÖTEKİ üzerinden anlayabildiği, onun üzerinden kendisini ÖZNE sayabildiği üzerinedir.


    Bir bebek doğumundan hemen sonra ıssız bir adaya terkedilse ve orada yaşamayı başarabilseydi, dil kazanamasaydı, ÖTEKİ olmadan kendisini tanıyıp, kendi düşünceleri üzerinde düşünebilir miydi? Düşünemezdi,bunu düşünmek mantıksız olur.


    Peki, bütün bu gelişim süreçlerini, benlik bilincinin gelişimini ve özne olabilmenin, düşünebilmenin şartlarını apaçıkbir şekilde gördükten sonra Saltık diye adlandırdığımız bir tür soyutlamanın salt kendisi var iken, kendisi üzerine düşünebileceği, bir şeyler yaratma İHTİYACI hissedeceği, HOŞNUT olabileceği vb. İNSANSI aşamalardan tıpkı insanlar gibi geçebileceğini düşünmek mantıklı mıdır?





  • quote:

    Orijinalden alıntı: dücimanuel

    Hocam ben tanrı kanıtlamaları dahil birtakım ''din felsefesi'' içeriklerinin rasyonel olarak kanıtlanabileceğini düşünüyorum ancak mucizeler,ahiret,kıyamet,hesap günü vs gibi gaybi varlıkların rasyonalize edilmesine gerek olduğunu düşünmüyorum. Bugün bir kadının cinsel ilişki olmaksızın gebe kalması mümkün değil ancak kutsal kitaplarda bunu görüyoruz. Bunu rasyonalize etmeye kalkarsak bunu başaramayız. Ayrıca kısır bir kadının nasıl çocuğu olabilir mi?




    Cevap verdi: "Rabbim! Ben bunca yaşlanmış, karım da kısır kalmışken benim nasıl bir oğlum olabilir?" (Melek) cevap verdi: "İşte böyledir Allah; dilediğini yapar." ( Ali imran 40. ayet )


    Yani Musa kıssasında Musa'nın denizi yarmasını medcezir ile yahut rüzgarla açıklamaya kalkabiliriz ancak bütün mucizeleri böyle açıklamak çok zor. '' işte böyledir, Allah ; dilediğini yapar'' kısmını da rasyonalize etmenin boşa olduğuna Allah'ın dilediğinde bunları yapabileceğine kanıt olarak görebiliriz.

    Dini üçe ayırıyorum.Din,lafız,yorum.Dediklerin zaten lafıza giriyor.Din derken dini din yapan düşünceden söz ediyorum tabi ki.O düşüncenin yokluğunda herhangi bir dine inanılabilir zira hepsi eşit uzaklıkta kalır





  • quote:

    Orijinalden alıntı: dücimanuel

    ''Lakin dinle felsefe arasında uçurum vardır.Çelişki ya da uyuşma değil'' Hocam uçurum olduğunu düşünmüyorum lakin aynı dili kullanmadıkları kesin. Din için halkın metafiziği diyordu bir filozof... Saltık hakkında okuduğum kitaptan anladığım saltığın bir bilinç/düşünce olduğu yönünde hocam çünkü aristotalesin tanrısı gibi kendi kendini düşünen bir düşünce olarak geçiyor. Bu arada ibni arabiyle Hegel arasında da birçok benzerlik var. Süje-obje ayrımını ortadan kaldırıp bilenle bilineni birbirine eşitleyip Kant'ın yarattığı ikililiği ortadan kaldırmaya çalışmışlar gibi görünüyor( Kant'a göre bilenle bilinen arasında bir fark vardı ). Saltık kendi kendisini düşünen bir varlık ve insanda ortaya çıkıyor, insan da ''sonsuz saltık'' içinde sonlu olarak ( hegel'in çelişik mantığının bir ürünü olarak ) yaşıyor. Saltığın ben tanrı olduğunu düşünüyorum hocam ama tabi ki bu konuda tam bir yargıya varmak güç.

    Hegelin olumsuzlama konseptini öylece alamazsın maalesef.Şimdi kendini düşünen insanı düşünelim.Ne oldu ? Hiçbir şey ifade etmedi


    Daha doğrusu kavram realistleri örneğin platon gibi önerme kurup ontolojik ve epistemeolojik durumdan direkt tümdengelim yargılara atladın


    Gerçekten ding an siche ya da refleksiyona tanrı diyebilirsin(ki ding an sich bizim perspektifimizden sunulduğu için daha mantıklı zira tanrının doğasını bilemeyiz ve dinde insanı perspektif zorunlu,çünkü insana hitap etme amacı güdüyor(madem özne nesne makası yok teolojideki yaratanla yaratılanı arasındaki uçurumu nasıl açıklamak gerek ? (Benim yaptığım gibi süreç felsefesi yapacaksın.Mesela tevillerimden birisinde insan cennette robota dönüşüyordu.Her ne kadar mantıklı kurmuş olsam da baya koyut yapmıştım.En fazla robot=şimdiki insanlık durumundan sapma denebilir tenzih ile.Hegelin tenzihle zaten alakası yok))


    Lakin bu tanrı tanımının belirlenmesi demektir.Aristonun yaptığını yapıp mutlak sonsuzdan diğer sonsuzları çıkarma yoluyla oluşu eklemlemeye çalışırsan muhtemelen bilinç analizi yaparak zihin felsefesi başlığı altında değerlendirilirsin


    Tanrı kafamızdaki sonsuz düşüncesinin formudur derken nihai noktadan ve kaynaksızlıktan yola çıkıyoruz.Oysa islamiyetteki tanrının insanlara kendini bildirmek ve amaç tayin etmek benzeri çok temel motifleri vardır


    Din söz merkezli metafizik geleneğini takip ediyor öyleyse hiç boşluk yoktur din felsefesi çıkar belki bundan diye düşünme.Var.Hatta şüphenin imanın kendisi olduğu son derece mantıklı gelebilecek çıkarsama.Gene hegelin ilerlemeci tarih anlayışına göre öznel tin belli aşamalardan geçer.Sahabenin teslimiyeti şimdi yerini din felsefesi,grammer,arkeoloji,semantik gibi alanlara bırakmıştır(diğer yorumda söz ettiğim zizekian hegel olayı)


    Yani prensipte hegeli gene kendisine karşı kullanmak mümkün


    Hegel kendince kantın form metafiziğini büyük çatı altında eritmeye çalışmış olabilir.Ancak durum tam tersi.Diyalektiğin anlamlı olması için yönsel olmak durumundadır.Yönsellik kendi farkını kendi ortaya koyandır




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 10 Ekim 2020; 22:23:47 >




  • Sailor64 kullanıcısına yanıt

    Hocam İnsan üzerinden anlatmışsınız. Hegel'de temaşa eden sonsuz olan saltık. Bu temaşasını insanın temaşasına benzetmek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Hegel'le ilgili çok fazla bilgiye de sahip değilim ancak Hegel sistemini bu şekilde kurmuş bunda şüphe yok. Bu arada temaşa günlük dilde kullanıldığı gibi değil hocam ''theoria ( teori ) '' olarak yunancasını verebileceğimiz bir kelime.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dücimanuel -- 10 Ekim 2020; 22:31:27 >
  • Zodion Z kullanıcısına yanıt

    Hocam ben almıyorum tam olarak Hegel böyle düşünüyor. Hegel bir hristiyan olduğundan bir ölümlü ( sonlu ) bedende tanrının isa olarak yani ölümlü ( sonlu ) bir varlık olan insanda nasıl belirdiğini düşünüyor. Bunu ilk başta gnostik bir şekilde '' sevgi '' ile açıklıyor ancak bu şekilde açıkladığında burada akılla kavranamayan gnostik bir iş yapmış olduğunun da farkında olduğundan bunu felsefe diliyle açıklamak istiyor. Çelişik mantık da burada ortaya çıkıyor. Varlık'tan yokluğu çıkartıyor, sonra bunları bir birlikte topluyor o da ''oluş'' oluyor. VARLIK-YOKLUK > OLUŞ gibi... İbni arabi de aynısını yapıyor. İbni arabi'yi Türkçe'ye çeviren biri olarak Ekrem Demirli'den şu sözü duydum : Hadis ( sonradan olan ) + ezeli olan = İnsan...


    İbni arabi'ye göre de insan camiül ezdad'dır ( zıtların toplamıdır ). Aynı Hegel gibi o da varlığı bir paradoksa çevirdi. Ekrem Demirli de şöyle söylüyordu '' İbni arabi insanı bir paradoksa çevirdi ''. Hegel de saltığın doğada değil insanda tam olarak belirdiğini söylüyor bu arada. Bir gün düşünceleri tam olarak toplayabilirsem Hegel ve İbni Arabi üzerine de yazacağım.





  • quote:

    Orijinalden alıntı: Sailor64

    "Saltık hakkında okuduğum kitaptan anladığım saltığın bir bilinç/düşünce olduğu yönünde hocam çünkü aristotalesin tanrısı gibi kendi kendini düşünen bir düşünce olarak geçiyor. "


    Wittgenstein okudunuz mu? Tractatus'ta bir çok felsefi problemin dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını düşüncesi vardır. Kelimeleri günlük hayatta kullandığımız gibi kullanmayıp, onlara bambaşka anlamlar yükleyerek bir çok felsefi sahte problem üretildiğini söyler.


    Bana kalırsa Saltıkla ilgili "kendi kendini düşünen düşünce" ifadesi de bu kategoriye giriyor.


    Öncelikle düşünme eylemini bir aklınıza getirin. Neden düşünürsünüz? Bizler, bir amaca yönelik olarak düşünürüz. Bir problemimiz vardır, ihtiyacımız vardır, arzularımız, yaşadığımız hatıralar ve duygular vardır. Husserl ve Sartre'nın altını çizdiği gibi bilinç her zaman bir şeyin bilincidir.


    O halde söyler misiniz? Başka hiç bir varlığın olmadığı salt tek bir varlığın yani Saltık'ın bulunduğu bir ortamda Saltık kendi üzerine ne düşünecektir? Bu dilin kullanımına aykırı bir ifade. Bir şey arzu etmiyor, hatırası yok, ihtiyacı yok, problemi yok, iletişim kuracağı bir kimse yok.

    Yani ÖTEKİ yok!

    Öteki yoksa düşünce de olamaz!

    Ha, hiç bir şey yok tamamen boşluk var ise bu kendi üstüne düşünme sayılmaz.

    Tanrı tasavvuru antropomorfik bir düzlemde yapıldığı için sıfatları insana benzetilegelmiştir.

    Tanrı düşünür mü?

    Tanrı yer kaplar mı?

    Tanrı öfkelenir mi?

    Tanrı bağışlar mı?

    Bunlara evet dediğiniz anda siz Tanrı'yı bilmeye başlıyorsunuz demektir.

    Saltık bilinen bir şey olabilir mi?

    Kendi kendini düşüneni gene eklemleyip nesnesini çıkarabiliyorsun.Ama ancak üçüncü kendiyi asla getiremezsin.Tarifi bile edilemiyor.Bu wittensteinın tavsirine de benzemiyor.Dil,anlam,düşünce,olgu,durum hiçbir şekilde tarif edilemiyor.Elimizde sdalkdaskaslş gibi pozitivist bir yargı kalıyor sadece





  • quote:

    Orijinalden alıntı: dücimanuel

    Hocam ben almıyorum tam olarak Hegel böyle düşünüyor. Hegel bir hristiyan olduğundan bir ölümlü ( sonlu ) bedende tanrının isa olarak yani ölümlü ( sonlu ) bir varlık olan insanda nasıl belirdiğini düşünüyor. Bunu ilk başta gnostik bir şekilde '' sevgi '' ile açıklıyor ancak bu şekilde açıkladığında burada akılla kavranamayan gnostik bir iş yapmış olduğunun da farkında olduğundan bunu felsefe diliyle açıklamak istiyor. Çelişik mantık da burada ortaya çıkıyor. Varlık'tan yokluğu çıkartıyor, sonra bunları bir birlikte topluyor o da ''oluş'' oluyor. VARLIK-YOKLUK > OLUŞ gibi... İbni arabi de aynısını yapıyor. İbni arabi'yi Türkçe'ye çeviren biri olarak Ekrem Demirli'den şu sözü duydum : Hadis ( sonradan olan ) + ezeli olan = İnsan...


    İbni arabi'ye göre de insan camiül ezdad'dır ( zıtların toplamıdır ). Aynı Hegel gibi o da varlığı bir paradoksa çevirdi. Ekrem Demirli de şöyle söylüyordu '' İbni arabi insanı bir paradoksa çevirdi ''. Hegel de saltığın doğada değil insanda tam olarak belirdiğini söylüyor bu arada. Bir gün düşünceleri tam olarak toplayabilirsem Hegel ve İbni Arabi üzerine de yazacağım.

    ''madem özne nesne makası yok teolojideki yaratanla yaratılanı arasındaki uçurumu nasıl açıklamak gerek ? (Benim yaptığım gibi süreç felsefesi yapacaksın.Mesela tevillerimden birisinde insan cennette robota dönüşüyordu.Her ne kadar mantıklı kurmuş olsam da baya koyut yapmıştım.En fazla robot=şimdiki insanlık durumundan sapma denebilir tenzih ile.Hegelin tenzihle zaten alakası yok''


    Bu kısmı dikkatli oku senin aktardığın filozoflarla yakından ilişkili


    Oluşun içerisindeysen oluşun içerisindesindir.Oluşun herhangi bir kesitini alıp hakkında metafizik yürütemezsin.Şimdi vardır,gelecek vardır,geçmiş vardır.Hepsine oluş mu diyeceğiz.Hegelin yaptığını düşündüğüm şimdi tanımlaması x+1 bile kurtarmaz.X+1 ontik hegelin anlatısı ontolojik en basitinden


    Oluş sadece insan hakkında yargı sunar gene.Bu da yukarıdaki alıntıma getiriyor konuyu gene





  • Zodion Z kullanıcısına yanıt

    Bu arada Arabide de ma'rifet açısından ilerlemeci bir tarih anlayışı var hocam. Ben hegel'i ya da arabi'yi savunmuyorum bu arada sadece öyle diyorlar diyorum.

  • Zodion Z kullanıcısına yanıt

    Hocam diyalektiği daha ileri bir seviyeye götürüyorlar. Hegel diyor ki varlık ancak yokluk olduğunda anlamlı olabilir. Sonsuz ancak sonlu var olduğunda anlamlı olabilir. Bunlar birbirlerini gerektiren aslında birbirlerine uzak olmayan şeylerdir. Hegel ve İbni arabiye göre zaten yaratanla yaratılan birbirlerinden farklı olmadığı için insan mükellef bir varlık değil. Hegel için Stalin'in yaptıkları Stalin'den kaynaklanmıyordu o sadece tinin gereğini yerine getiriyordu. Aynı şekilde ibni arabi'ye göre de Firavun cennete gidecektir. Siz mevcût din anlayışı üzerinden düşünüyorsunuz ancak bu iki filozof bunun dışındalar.

  • quote:

    Orijinalden alıntı: dücimanuel

    Bu arada Arabide de ma'rifet açısından ilerlemeci bir tarih anlayışı var hocam. Ben hegel'i ya da arabi'yi savunmuyorum bu arada sadece öyle diyorlar diyorum.

    Yok ben seni anladım.Medeniyetler arasındaki filozofların ilişkilendirilmesi de değer düzgün değerlendirilebilecekse insana kazanımları muazzam olduğundan ciddi konudur.Akademide sürekli muhabbeti döndüğünden garipsemedim.Örneğin gazali=kant ibni sina=leibniz gibi


    İbni arabi iyice uçmuş heriflerden biri.İlgimi çok çekiyor.Varoluş alanı rüyadır demek wow

  • quote:

    Orijinalden alıntı: dücimanuel

    Hocam diyalektiği daha ileri bir seviyeye götürüyorlar. Hegel diyor ki varlık ancak yokluk olduğunda anlamlı olabilir. Sonsuz ancak sonlu var olduğunda anlamlı olabilir. Bunlar birbirlerini gerektiren aslında birbirlerine uzak olmayan şeylerdir. Hegel ve İbni arabiye göre zaten yaratanla yaratılan birbirlerinden farklı olmadığı için insan mükellef bir varlık değil. Hegel için Stalin'in yaptıkları Stalin'den kaynaklanmıyordu o sadece tinin gereğini yerine getiriyordu. Aynı şekilde ibni arabi'ye göre de Firavun cennete gidecektir. Siz mevcût din anlayışı üzerinden düşünüyorsunuz ancak bu iki filozof bunun dışındalar.

    ''Sonsuz ancak sonlu var olduğunda anlamlı olabilir''


    Burada nominalist olma hakkımı kullanıyorum


    Yanlız ibni arabinin kastettiği şey yorumluktan çıkmış,eklektik uyumsuz sistemin ürünü olup çıkmış.İslamdaki vesile kavramı iradeye engel olamaz.İbni arabi direkt iradenin kendisine saldırıyor




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 10 Ekim 2020; 23:1:54 >




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.