Şimdi Ara

DÜNYA DİNLERİ (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
8 Misafir - 8 Masaüstü
5 sn
65
Cevap
0
Favori
10.360
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Ateizm

    Ateizm kelimesi Yunanca da "Tanrı" anlamına gelen "Theos"tan türemiştir. Bu kelimeden de "Tanrı inancına sahip olmak" ya da "Tanrı'ya inanmak" anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce "theism" kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe’de "tanrı tanımazlık" anlamına gelmektedir.
    İnançsızlık denilince hemen akla ateizm gelmemelidir. Mesela insanların çoğu inanç sahibi ve bir dine mensup olmasına rağmen diğer dinleri reddetmektedirler. Diğerleri de aynı şekilde davranmakta, sadece kendi anlayışlarını savunarak karşısındaki inanışları yanlışlamaya çalışmaktadırlar.
    Felsefe tarihinde dindar olmadığı halde Tanrı inancına sahip olan düşünürler de bulunmaktadır. Buna karşın günümüzde çok sık rastlandığı gibi özellikle Batı dünyasında görünüşte dindar olduğu halde gerçekte Tanrı’ya inanmayan pek çok kişi vardır. Bu durum gerek teizmin ve gerekse ateizmin tanımlanmasında birtakım güçlüklerin bulunduğunu göstermektedir.
    Tanrı'nın varlığına inanan ve bu inancını da ifade eden kişiye mümin denmektedir. Böyle bir Tanrı kavramına inanmayan kişiye ise ateist denmektedir. Yani bir anlamda ateist, ilâhi dinlerin ifade ettiği biçimde, varlığının öncesi veya sonrası bulunmayan, evreni yaratan ve yasalarını belirleyen, irade ve kişilik sahibi olan, her şeyi yapma, bilme ve görme kudretinde bulunan, insanlara hayatı bahşeden bir varlığa inanmayan kişidir.
    Diğer bir deyişle ateist, hem düşünce seviyesinde hem de günlük yaşantısında söz konusu Tanrı’nın varlığını reddeden bununla birlikte peygamberi ve ahiret inançlarını da kabul etmeyen kişidir.

    Ateizmin Çeşitleri
    Tanrı inancını kabul etmeyen ateistler de dindarlar gibi kendi aralarında farklı gruplara ayrılmışlar ya da en azından aynı sonuca varsalar da ateizmi farklı yorumlamışlardır. Dolayısıyla bir tek ateizm tanımından söz etmek de doğru olmayacaktır.

    Mutlak Ateizm
    Bazı ateistlere göre "ateizm" Tanrı’yı reddetmekten öte, zihinde Tanrı fikrine sahip olmamak demektir. Bu anlayışa göre İnsan doğuştan Tanrı kavramına sahip olmadığı için reddedecek bir şeyi de bulunmamaktadır. Bu tür bir ateizm, mutlak ateizm olarak tanımlanmış ve taraftarlarına da mutlak ateist denmiştir. Bu anlayışı savunanların arasında Baron D’Holbach (1723-1789) ve Charles Bradlaugh gibi düşünürler bulunmaktadır.

    Teorik Ateizm
    Ateizmin birinci yaklaşımından biraz farklı olarak "Tanrı'nın varlığını reddetmek" şeklinde de tanımlanmıştır. Aslında ateizm denilince akla bu tanım gelmektedir. Felsefede önemli olan ve Tanrı inancına ağır eleştiriler yönelten ateizm biçimi de budur. Yani düşünerek tartışarak zihni bir çabayla Tanrı’nın varlığını reddetmek ve ilgili iddiaları çürütmeye çalışmaktır.
    Teorik ateizm de denen bu anlayış doğrultusunda dindarların iddiaları ve Tanrı'nın varlığı lehinde getirdikleri kanıtlar eleştiri konusu olmuş, bu süreçte Tanrı'nın varlığını çürütmeye yönelik karşı tezler ileri sürülmüştür.
    Teorik ateizmde Tanrı'nın varlığı inkâr edilmekle kalınmamış, bu kavramla ilgili olarak gündeme gelen mucize, vahiy, peygamberlik, kutsal kitap, ölümsüzlük ve ahiret hayatı gibi inançlar da eleştirilmiş ve reddedilmiştir. Ayrıca bu tür bir ateizmde sadece teistik Tanrı kavramı hedef alınmamış, bunun yanı sıra mistik, mitolojik, transandantal (aşkın) veya antropomorfik anlayışlarla, panteizm ve deizm gibi, bir şekilde Tanrı inancına yer veren diğer ekoller de reddedilmiştir.

    Pratik Ateizm
    "Sanki Tanrı yokmuş gibi yaşamak" veya "Tanrı'yı günlük yaşama sokmamak" biçiminde tanımlanmıştır. Bu tür bir ateizmde kişi daha ziyade günlük yaşamındaki tavır ve davranışlarıyla, hayat tarzı, ilke ve alışkanlıklarıyla, Tanrı'sız bir dünya ve Tanrı'sız bir yaşam kurmayı istemektedir. Bunun yanında Tanrı’yla alakalı olarak en ufak bir şey düşünmemekte, kendini dinden, ibadetlerden ve bunlarla ilgili törenlerden de uzak tutmaya çalışmaktadır. Pratik ateizm anlayışında Tanrı'nın teorik tartışmalarla reddedilmesi ikinci planda kalmaktadır.
    Felsefede ki temsilcileri arasında L. A. Feuerbach (1804-1872), F. Nietzsche (1844-1900), S. Freud (1856-1940) ve K. Marx (1818-1883) gibi ünlü düşünürler de bulunmaktadır.

    İlgisizlerin Ateizmi
    Bir kısım düşünürler, Tanrı'nın varlığını veya yokluğunu tartışma konusu yapmadan, bu konulara uzak durmayı tercih etmişlerdir. Bu tür ateistlere göre insan, sadece varolanla yetinmeli, görünen alemin ötesine ilgi duymamalıdır. Dolayısıyla dünyanın ötesindeki herhangi bir varlık hakkında olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmaya ya da konuşmaya çalışmak anlamsız bir iş yapmak olacaktır.

    İdeolojik (Materyalist) Ateizm
    Özünde felsefi bir problem olan ateizm bazen de ideolojik bir ilke olarak savunulmuş ve politik bir kabul haline gelmiştir. Özellikle Karl Marx, F. Engels (1820-1895) ve V. I. Lenin’in (1870-1924) görüşlerinden hareketle kurulan sosyalist yönetimlerde ateizm, komünist partilerin propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Eski Sovyetler Birliği’nde ve halâ bazı ülkelerde ateizm Marxist ve Leninist dünya görüşünün ayrılmaz bir parçası olarak görülmüş ve "ilmi ateizm" adıyla takdim edilmiştir.




  • Hıristiyanlık

    Hristiyan sözcüğü, ibranicedeki "maşia" dan kaynaklanmaktadır. "yağ sürülmüş, yağla kutsanmış" demektir. İsrail kralları ve yüksek rahipleri, yeni görevlerinin simgesi olarak yağla kutsanırlardı. Tevrat'ın bir çok yerinde bu işlemin yapıldığına dair ayetler vardır. "Maşia" sözcüğü israil krallarının bir ünvanıydı. Geniş anlamıyla bu ünvan "Tanrının bir görev vermek üzere seçmiş olduğu" kişileride kapsıyordu. Tevrat'ın "işaya" kitabında yahudileri sürgünden kurtaran pers kralı kyros'unda bu ünvanla hitap edildiği görülür.
    Türkçe'de kullanılan Hristiyanlık sözcüğü "maşia"nın Arapça'daki karşılığıdır. Anlamıda aynıdır. "Üzerine yağ sürülmüş" demektir. Bu sözcüğün Yunanca'daki karşılığı ise "khristos"tur. Buradan da "khristianos" sözcüğü türemektedir VE "Hıristiyan" anlamına gelir. Bu sözcük ilk kez İ.S. 40'lı yıllarda Antakya'da telaffuz edilmiştir. "Hıristiyan", "Mesih'in yandaşı, Mesih'e bağlı" anlamına gelir

    Hristiyanlar Neye İnanırlar?

    Hıristiyanların neye inandığı şu şekilde özetlenebilir:
    "Tanrı insanları iyi amaçlarla yaratmıştı, bütün insanların Kendisiyle birlikte cennetinde mutlu ve esenlik içinde yaşamasını istiyordu. Her türlü olumsuzluktan, kötülükten uzak olan kutsal Tanrı insanların da böyle yaşayarak O'nu yüceltmesini istiyordu.
    "Ancak insanlar günah işleyerek O'na başkaldırdı. Yeryüzünde günah işlemeyen kimse yoktur. çünkü herkes şu ya da bu biçimde Tanrı'nın hoşuna gitmeyecek sözler söylemekte, eylemleri gerçekleştirmekte ya da aklından olumsuz düşünceleri geçirmektedir. Bunların hepsi günahtır. İnsanlar günah işledikleri için Tanrı'dan uzaklaştılar. Giderek daha çok mutsuzluk, yalnızlık ve çözümsüzlük içinde yaşamaya başladılar. Günahın bedelini ödüyorlardı. Tanrı adil olduğu için günahları yargılamak durumundadır ve günahın cezası ölümdür. Bu ölüm insanın Tanrı'dan ayrı, uzak olması anlamındadır.
    "Ancak Tanrı insanları sevdiği için onların yine cennete girebilmesi amacıyla bir yol bulmak istedi. Ve Kendisinden bir öz olan İsa'yı dünyaya yolladı. "Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi. öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun" (Yuhanna 3:16).
    "İsa Mesih bir insan olarak bu dünyaya geldi. Bir bebek olarak doğdu, gençliğini yaşadı ve her zaman Tanrı'nın arzusuna göre davrandı. Hiç günah işlemedi. Konuşmalarında bu dünyadaki insanları kurtarmaya geldiğini vurguluyordu. Sonunda bu kurtarma eylemini ölerek gerçekleştirdi. Bütün insanların günahı için İsa çarmıhta öldü. İşledikleri günahlar, suçlardan dolayı insanların almaları gereken cezayı İsa üstlendi. Artık hiç kimse günahlarından dolayı acı çekmek, baskı görmek, ölmek zorunda değildir. çünkü İsa çarmıhta bütün dünyanın uğruna öldü.
    "İsa'yı bir mezara koydular. üçüncü gün ölümden dirildi. Böylece İsa'nın sağladığı kurtuluşun gerçek olduğu kanıtlandı. İsa dirildiğine göre O'na inanan herkese sahip olduğu sonsuz yaşamı verebilir.
    "İncil'de şöyle yazar: "İsa'nın Rab olduğunu ağzınla açıkça söyler ve Tanrı'nın O'nu ölümden dirilttiğine yürekten iman edersen kurtulacaksın" (Romalılar 10:9). Bu ayetin anlamı şudur: Eğer İsa'nın sizin günahlarınız için öldüğüne ve size sonsuz yaşam vermek üzere ölümden dirildiğine inanıyorsanız ve İsa'yı yaşamınızın Efendisi, her şeyin üzerindeki en üstün Yetkili olarak kabul ederseniz O'nun sağladığı kurtuluşa kavuşabilirsiniz.
    "İsa yakında tekrar gelerek yeryüzünde yaşayan halkına sağladığı kurtuluşu her yönüyle gerçekleştirecektir. Bu nedenle Hıristiyanlar İsa'nın bütün buyruklarına uyarak yaşar ve O'nun tekrar gelişini dört gözle beklerler."
    Hristiyan Olmanın Şartları

    İsa Mesih'in Tanrılığı'nı kabul etmek,
    İsa Mesih'in Çarmıh'tan sonraki Dirilişi'ni kabul etmek,
    Lütufla Kurtuluş'u kabul etmektir - Şeriat veya Kurallarla değil.
    Ayrıca Hristiyanlar inançlarınının özetini anlatabilmek, kısaca açıklayabilmek için çeşitli iman ikrarları, iman açıklamaları, inanç açıklamaları, ilmihaller, katekizmler kullanırlar.




  • Paganizm


    Paganizm, (zaman zaman Türkçe putperestlik sözcüğü de geniş bir şekilde aynı anlamda kullanılır) akide (yani dini esas) anlamında monoteizmden uzak olan ve çok farklı uygulama ve ibadetler içeren dinleri kapsayan geniş bir din bilimleri terimidir. Ayrıca yoğun bir kutsal sembolizm vardır ve bu çoğunda kendisini puta tapım yani daha belirli anlamıyla putperestlik olarak göstermiştir. Paganizm, özellikle İbrahimi Dinler tarafından İbrahimi Dinler dışındaki dinleri tanımlamakta kullanılır. [1]
    Bu terim fazlasıyla geniş olduğundan ve tanımları muğlak olduğundan çoğu kez bu başlık altında incelenebilecek bir din tanımlanırken daha belirli isimler tercih edilir, politeizm, şamanizm veya animizm gibi. Batı dillerinde putperestlik anlamını taşıyan terim, Latince paganus ("kırsal") sözcüğünden türemiş olan paganizmdir. Özellikle Hristiyanlıkta paganizm terimi, İbrahimi Dinlerin dışında kalan ruhani veya dini öğreti ve doğa dinlerinin uygulama ve geleneklerini genel anlamda kapsar. Bu açıdan, paganizme (putperestliğe) mensup kişi için kullanılabilecek pagan veya daha Türkçe bir tabirler putperest, İslam terminolojisindeki müşrik yani "Tanrı'dan başkasına tapan" terimine denktir. İslam terminolojisinde müşrik kullanılırken, özellikle Hristiyanlıkta pagan terimi kullanılır.

    Etimolojisi ve Etimolojik Tanımı
    Batı dilleri kökenli ve eş anlamlı paganizm ve pagan ise Latince paganus yani "kırsal" sözcüğünden türemiştir. Özellikle köylü Erken dönemlerden beri Hristiyanlık, kırsal kesimlerden ziyade şehirlerde yayılmıştı. Böylece kısa bir süre içinde Hristiyan olmayan kişi ile köylü neredeyse eş anlamlı hale geldi ve modern anlamda kullanılan pagan terimi ortaya çıktı. [2]
    Pagan sözcüğünün kullanımı birçok Batı dilinde çok eski zamanlardan beri var olsa da, paganizm sözcüğünün kullanımı daha yenidir. Örneğin İngilizce'de pagan sözcüğüne 14. yüzyılda rastlanırken, paganizm sözcüğüne 17. yüzyıldan önce rastlanmamıştır. TDK paganizm sözcüğünü bir sosyoloji terimi olarak çok tanrıcılık anlamına sahip biçimde tanımlasa da, Türkçe yapılmış dini çalışmalarda çok tanrıcılık karşılığı olarak paganizmden ziyade politeizm tercih edilmekte paganizm putperestliğin karşılığı olarak yer almaktadır. Yine TDK pagan sözcüğünü çok tanrılı dinden olan (kimse), payen olarak tanımlar.

    Pagan Sınıflandırması
    Isaac Bonewits tarafından yapılmış pagan tasnifi:
    Paleo-Paganizm: "Neopaganizm" teriminin karşıtı olan bir retronim, diğer kültürler tarafından müdaheleye maruz kalmamış pagan kültürlerini tanımlamakta kullanılmaktadır. Bu terim Hinduizm, Şinto, göç öncesi Germen paganizmi, Kelt politeizmi, Yunan ve Roma dinleri.
    Mezo-Paganizm: Monoteistik, dualistik veya teistik olmayan dünya görüşleri, inanç veya öğretilerden etkilenmiş olsa da dini uygulamalar açısından bağımsızlığını korumuş pagan kültürlerini tanımlar. Buna Amerikan yerlileri, Avustralya aborijinleri, Farmasonluk, Teosofi ve Sihizm vb. dahildir.
    Neo-Paganizm: Modern insanlar tarafından çoğunlukla doğa ile (insanlık ve yaşam arasında) yeniden sıkı bir bağ kurmak temelinden yola çıkan, doğal, Hristiyanlık öncesi veya diğer doğa temelli ruhani öğreti ve inançların yeniden canlandırılmaya çalışılması. Bu tanıma Slavianstvo, Neo-Druidism ve Vika (Wicca) dahildir.
    Pagan Dinler
    Germen paganizmi
    İskandinav paganizmi
    Asatru
    Doğu Alplerde paganizm
    Kelt politeizmi
    Antik Yunan dini
    Antik Roma dini
    Fin paganizmi
    Antik Yakın Doğu paganizmi
    Mezopotamya mitolojisi
    Kenan paganizmi
    Fenike mitolojisi
    Kartaca mitolojisi
    Hitit mitolojisi
    Nabat mitolojisi
    Mısır mitolojisi
    Arap mitolojisi
    Notlar
    [1] Bu maddede bir dini yapı olarak paganizm anlatılmış, zaman zaman daha Türkçe bir karşılık olarak putperestlik de kullanılmıştır.
    [2] Oxford English Dictionary, (online) 2nd Edition (1989), post-klasik Latince paganus sözcüğünün "Hristiyan olmayan" anlamında kullanımının semantik gelişimi belirsizdir. Zamansal süreçte tartışmalıdır fakat 4. yüzyıl olabilir. Daha erken bir önek Tertullian'da, De Corona Militis xi, bulunur; "Apud hunc [sc. Christum] tam miles est paganus fidelis quam paganus est miles infidelis," fakat burada paganus sözcüğü Hristiyan olmayan yerine sivil anlamında da kullanılmış olabilir.




  • İslamiyet

    (Arapça: الإِسْلاَم / el- islām), tek tanrılı İbrahimi bir din,[4] dünyanın en yaygın ikinci dini.[5] İslam, peygamberi Muhammed aracılığıyla 7. yüzyılda yayılmaya başlamıştır. Kutsal kitabı Kur'an'ı oluşturan surelerin Cebrail adındaki Melek aracılığıyla sözlü olarak peygambere vahyolunduğuna (indirildiğine) inanılır. En büyük iki mezhebi, siyasi sıklıkla mezhep olarak tanımlanan, Sünnilik ve Şiilik'dir. Bunların dışında hukuk, itikat gibi çeşitli kategorilerde birçok mezhebi içinde barındırır. İslam dininin temelinde, tüm büyük mezheplerinin kabul ettiği, tevhit prensibi yatar ki bu kavram Allah'ın birliğine ve tekliğine inanmak anlamına gelir.

    Muhammed, İslam dinini yaymasının yanı sıra bir İslam Devleti de kurmuş, daha sonra bu İslam Devleti farklı hanedanlarca uzun süreler boyunca yönetilmiştir. Bu devletlerin yöneticileri halife unvanını taşımışlardır. Farklı bölgelerdeki halklar İslam'ı benimsemeye başlayınca, farklı ve yeni Müslüman devletler de oluşmuştur.


    İslam'da peygamberler [değiştir]İslam dinine göre Allah insanları İslam inancına çağırmak için birçok peygamber göndermiştir. Bunlardan bazıları ismen Kur'an'da zikredilir. Nitekim bu peygamberlerin birçoğu Hristiyanlık ve Musevilik'te de peygamber olarak kabul edilen kişilerdir ve onlara dair kıssalar büyük benzerlik gösterir.[11] Hristiyanlık ve Musevilik'ten farklı olarak, Kur'an'a göre Allah insanlığa son bir peygamber göndermiştir ve bu peygamber Muhammed Mustafa'dır.

    İslam'a göre kaç peygamber olduğu tartışma konusu olmuştur. Kur'an'da sadece 25 tane peygamber ismen anılır. Bununla birlikte, Mü'min suresi'nin 78. ayeti gerek İslam'daki peygamber anlayışı gerekse peygamberlerin sadece Kur'an'da adı geçenler olup olmadığı üzerinedir:

    "Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar."[12]
    Çeşitli hadislerde kaç tane peygamber olduğuna dair bazı sayılar verilmiştir ve sonraki dönemlerde birçok kitapta farklı kaynaklara dayanılarak birçok sayı ortaya atılmıştır; bununla birlikte üzerinde anlaşılan ve kesin kabul edilen bir sayı yoktur[11]. Kur'an'da tam olarak kaç tane peygamber gönderildiği açıklanmaz.

    İslam'da peygamberlik kavramı ikiye ayrılır: Nebiler ve resuller. Buna göre resuller kendileriyle birlikte yeni bir şeriat (dinî hükümler) gönderilen peygamberlerdir, Allah'ın elçileri olarak yorumlanırlar.[13][11] Her resul nebi iken, her nebi resul değildir.[11] Nebilerin beraberlerinde yeni bir şeriat getirmediklerine, kendilerinden önce gelen en son resulün şeriatına uygun hükmettiklerine inanılır. Buna göre son peygamber olarak kabul edilen Muhammed bir resuldür ve beraberinde getirdiği şeriat son ve Müslümanlar için şu an geçerli olan tek şeriattır. Gerek Şia, gerekse Sünnilik'te peygamberlere inanmak önemli bir yer tutar ve inanç esaslarından sayılır.[13]


    Hat ile yazılmış Arapça "Muhammed" lafzı; İstanbul, 1988.
    Son peygamber olarak Muhammed [değiştir]Ana madde: Muhammed bin Abdullah
    Muhammed bin Abdullah (d. 570 dolayları - ö. 632)[14][15], İslam dinine göre son peygamberdir ve kendisine Allah tarafından Kur'an'ın vahyedildiğine inanılır.[14] Rasul bir peygamber[14] olduğu için birlikte getirdiği şeriat son şeriat sayılır; yani Müslümanlar, Muhammed'in kendi zamanı ve sonrasında onunla birlikte gelen hükümlere uymakla yükümlüdürler. Mekke'de 570 ya da 571 yılında doğmuş, Veda Haccı'ndan sonra rahatsızlanarak Medine'de 632 yılında vefat etmiştir. İslam dininin son peygamberi olan Muhammed'in sözleri (hadisler) ve yaptıkları (sünnetler), Kur'an'daki emirlerinin yanında ikincil bir kaynak olarak kabul edilir ve İslam hukukunun iki temel kaynağından biri sayılır (diğeri Kur'an'dır).[16][17] İslam'a göre Muhammed daha önceki İbrahimi dinlerin peygamberlerinin getirdiği mesajın aynısını getirmektedir[14]; aradaki güncel farklılık diğer İbrahimi dinlerin mensuplarının, kendi peygamberlerinin getirdiği dini tahrif etmelerinden doğmuştur.


    İslam'ın kutsal kitabı Kur'an [değiştir]
    13. yüzyıldan kalma Mağribî tarzda yazılmış bir Kur'an sayfası; üzerinde yazılı olan ayetler Maide suresinden.
    Kur'an'ın ilk suresi olan Fatiha Suresi.Ana madde: Kur'an
    Kur'an veya Kur'an-ı Kerim, İslam peygamberi Muhammed'e Allah tarafından Cebrail aracılığıyla gönderildiğine inanılan kutsal kitaptır[18][19].

    Kur'an'daki her bir bölüme sure adı verilir, her sure de kendi içinde ayetlere bölünür. Kur'an'da toplam 114 sure bulunmaktadır[18]. Kronolojik olarak Kur'an'ın ilk gönderilen ayetinin Alak suresinin birinci ayeti olduğuna inanılır:

    "Oku O yaratan Rabbinin adıyla!"[20]
    Kur'an 610 - 632 yılları arasında sözlü olarak tamamlanmıştır. Peygamberin sağlığında yazılı hâle getirilmemiştir. Arapça olan ilk kutsal kitaptır.

    Kur'ân, ayrıca Kelamullah, Kitabullah, Furkan, Tenzîi, Mushaf, Kitab, Nur ve Umm-ul Kitab isimleriyle de bilinir[19].

    İslam'a göre Kur'an'daki emirlere ve yasaklara uymak farz yani şarttır. Ayrıca İslam dininde Kur'an'ın hiçbir zaman tahrif olmayacağı yani değiştirilemeyeceğine inanılır; bunun başlıca sebebi Hicr Suresinde bulunan Kur'an'ın hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini açıklayan ayettir. Bu ayet (Hicr, 9) şöyledir:

    "Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız"[21].
    Kur'an İslam hukukunda temel kaynaktır ve Kur'an'da geçen emir ve yasaklar temelinde kararlar alınır[18][19]. İslam'da en son karar mercii, Allah'ın kelamı olduğuna inanıldığı için, her daim Kur'an'dır[18]. Bazı İslam hukuku ekolleri Kur'an'da geçmemekle birlikte Kur'an'da geçen bir başka emir veya yasakla aynı illete (sebebe) dayanan konularda da Kur'an'daki emir veya yasağı temel alarak karar verirler.


    İslam'da ilah kavramı [değiştir]
    Allah lafzının Arapça yazıldığı bir hat.Ana madde: Allah
    İslam'a göre içerisindeki her şeyle birlikte evrenin yaratıcısı Allah'tır. O, doğmamış ve doğurulmamıştır. Varlığı ezelî ve ebedîdir. Her şeye gücü yeter. Allah'a iman, İslamiyet'teki iman esaslarından (imanın şartları) birincisidir. Diğer İbrahimi dinlerin aksine İslam'da Allah'a antropomorfik yakıştırmalar yapmak şiddetle reddedilmiştir ve yasaklanmıştır[22]. Antropomorfik yakıştırmalarda bulunan çeşitli mezhepler ortaya çıksa da bunlar genellikle İslam dışı sayılırlar. Aynı şekilde Allah'ın sureti olduğuna inanılmaz ve hiçbir şekilde Allah'ın somut olarak betimlenmesine izin verilmez. İslam dinindeki tanrının özel adı olarak Allah ismi kullanılırken ve yaygınken, kullanılan başka isimler de vardır. Bu isimlerden 99 tanesi özel bir şekilde ele alınır ve birçoğu Kur'an'da Allah için kullanılan ifadelerden köken alan bu isimlere topluca "Güzel İsimler" anlamına gelen Esma-ül-Hüsna denir[23]; bununla birlikte bu 99 ismin listeleri farklılık gösterebilir - sayı değişmese de sayılan isimler arasında farklılık bulunabilir[23].


    İslam'ın ilk ve tek din olduğu inancı [değiştir]İslam dinine göre bütün âlemler ve insan, Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılışın mahiyeti konusunda farklı mezhepler farklı görüşler belirtse de, yaratılışın kendisi Kur'an'da geçer. Bu noktadan sonra insanın -ki ilk insanın diğer İbrahimî dinlerdeki gibi Âdem olduğuna inanılır- doğru bir dine inandığı, fakat İblis'in ve kendi nefsinin hataları sonucu zaman zaman bu dinden saptığına inanılır. Hristiyanlıktakinin dengi bir ilk günah kavramı yoktur.

    İslam'a göre en başından beri insanların inandığı din İslam'dır[6]. Diğer dinler, bu dinin dejenere olmuş formları olan sapmalardır. Buradan hareketle İslam'a göre Muhammed'in getirdiği din, yeni bir din değildir. O, daha önceki peygamberlerin mesajını, aynı dini tekrar açıklamış ve tamamlamıştır[24][25]. Nitekim bu inanç sebebiyle diğer İbrahimi dinlerin peygamber kabul ettiği çoğu şahıs İslam'da da peygamber kabul edilir. Aynı şekilde diğer iki büyük İbrahimi din olan Hristiyanlık ve Museviliğin kutsal metinlerinin, kökenlerinde İslami metinler olarak kabul edilseler de, tahrif edilmiş ve bu sebeple hükümsüz bir durumda olduklarına inanılır. Tarihsel açıdan ise İslam dini Muhammed bin Abdullah önderliğinde Arap yarımadasında 7. yüzyılda başlamıştır.[6]


    İslam'a göre Musevilik ve Hristiyanlık [değiştir]İslamiyet'te Musevilik ve Hristiyanlığın dünya üzerindeki diğer dinlere nazaran özel bir konumu vardır[6]. İslamiyet'te bu dinlerin özünde İslamiyet olduğu, ancak kendilerine indirilen bir ilahî kitap ve gönderilen peygamberden yüz çevirdiklerine, ilahî metinleri yıprattıklarına inanılır. Bununla birlikte Ehl-i Kitab (ya da Kitap Ehli) olarak anılan Museviler ve Hristiyanlarla ilişkiler, diğer dinlere (örneğin politeistik inançlara) göre çok farklıdır.

    "O, size dinde Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir."[26] Şura Suresi, 13. ayet.
    "Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: "Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının, yalnız Müslüman olarak can verin! dedi."[27] Bakara Suresi, 132. ayet.
    "Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir."[28] Al-i İmran Suresi 19. ayet.
    "Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır."[27] Bakara Suresi, 62. ayet.

    Tarihçe [değiştir]Ana madde: İslam Tarihi
    İslamiyet 7. yüzyılda peygamberi Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır. Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başına sırasıyla Dört Halife geçmiştir, bunlar sırasıyla: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine Müslümanların biatıyla Hasan halife olmuş fakat daha sonra elindeki gücü kullanarak Muaviye hilafeti almış, iktidara gelmiştir[29]. Peygamberin ölümünden sonra iktidara gelen ilk dört halifeye Sünnî yazında sıklıkla Hülefa'ür-Raşidun yani Doğruluk üzere bulunan Halifeler denmiş ve bazen bunlara Hasan da eklenmiştir. Bununla birlikte Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifelikleri genel olarak Şii ve Aleviler tarafından tanınmaz. Haricîlerin bugün hâlâ devam eden bir konu olan İbadiyye ise sadece ilk iki halifeyi, yani Ebu Bekir ve Ömer'i, kabul eder ve Doğruluk üzere halife olarak görür.


    622-750 yılları arasında İslam Devleti
    ██ Muhammed döneminde ele geçirilen topraklar (622-632)
    ██ Dört Halife döneminde ilave edilenler (632-661)
    ██ Emeviler döneminde ilave edilenler (661-750)Ebu Bekir döneminde öncelikle peygamberin ölümü sonrası Arap yarımadasında başlayan kargaşalar giderilmiş zaman içinde Sasani İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir. Ömer'in hilafeti sırasında İslam devleti sınırlayı büyük ölçüde genişlemiş[30], Mezopotamya fethedilip ele geçirilmiş, Mısır, İran, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika ve Ermenistan'ın çeşitli bölümleri istila edilmiş ve ele geçirilmiştir[8]. Daha sonra üçüncü halife olarak seçilen Osman'ın[31] hilafeti sırasında İran'ın tamamı, Kuzey Afrika'nın tamamına yakını, Kafkaslar ve Kıbrıs ele geçirilmiş, İslam Devleti topraklarına katılmıştır. Bununla birlikte kendi zamanında bazı yakınlarının önemli görevlere atanması ve diğer bazı iç sorunlar sebebiyle Osman öldürülmüştür[31]. Osman'ın öldürülüşü ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyle Ali'nin döneminde hilafet iç meselelere yönelmiş, çıkan iç savaşla uğraşmıştır[31][32]. İç savaş ve iç gerilimler sonucunda Ali de öldürülmüş[32], kendisinden sonra halife olan oğlu Hasan ise hilafeti Muaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır[29]. Muaviye İslam Devletinin başkentini Şam'a taşımış, imparatorluk benzeri bir yapının temellerini atmış, kendisinden sonra oğlu Yezid'i bu makama atayarak İslam siyasî tarihinde saltanatı başlatmıştır[29]. Bu hareket karşı ayaklanan Muhammed peygamberin torunu, dördüncü halife Ali bin Ebu Talib'in oğlu Hüseyin ise, Yezid tarafından gönderilen askerlerce, Kerbela'da taraftarlarıyla birlikte öldürülmüştür[33][34]. Nitekim bu noktadan sonra daha katı bir Şiî ayrılması söz konusu olmuştur. Muaviye ile birlikte başlayan yeni döneme Emeviler Dönemi denmiştir. Emeviler Dönemi'nde büyük bölgeler zaptedilmiş, İslam Devleti İber yarımadasına kadar ilerlemiştir[35]. Her ne kadar siyasî yayılma yükselişe geçmiş olsa da aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden aldığı vergi göz önünde bulundurularak pek teşvik edilmediği de öne sürülmüştür[35]. Emeviler'den sonra miladî 750 yılı civarı kurulan Abbasi hükümdarlığı, Emevi hanedanlığının kontrolünü, Endülüs (İber yarımadasındaki kısım) haricindeki tüm topraklarda ele geçirmiştir[35][36]. Abbasilerin iktidara gelişiyle Abbasiler Dönemi başlamış ve Abbasilerin hilafeti 750 yılından 1258 yılına kadar sürmüştür[37]. Abbasiler zamanında hilafet başkenti tekrar değişmiş, Şam'dan Bağdat'a alınmıştır[37].

    Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan fetihler sonucu ele geçirilen yeni topraklardaki halklar aynı zamanda İslam'la da tanışmış oluyorlardı. Bunun sonucu olarak zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın bölgelerde yaşayan İranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler halinde Türkler arasında İslam yayılmaya başladı. Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve Müslümanlığı benimseyen İdil Bulgarları ilk Müslüman Türk devleti oldu. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri ise Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular. Abbasiler yönetiminde askeriyede büyük rol verilen Türklerin oluşturduğu Memlükler güçlenirken Abbasiler iki yüzyıllık hâkimiyetlerinin son dönemlerinde çöküşe geçmiştir[37]. Nitekim 1250'de Mısır'da Memlük Sultanlığı başlamış, Memlüklerin buradaki hâkimiyeti 1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılında Mısır'ı Osmanlılar ele geçirmiştir ki bu fetihten sonra Osmanlılar hilafeti kendi iktidarları olarak benimsemiş, ilan etmiş, Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanını taşımıştırlar[37][38]. Abbasi hanedanlığının sonu ise 1258 Bağdat'ın Moğol istilacılar tarafından yağmalanmasıyla son bulmuştur[39][37]. Endülüs'teki Emevi kontrolü ise 13. yüzyılda düşüşe geçmiş, bölgedeki en son İslam hükümdarlığı olan Gırnata Emirliği 1492'de düşmüştür[8][40]. Bunların dışında 909 yılından 1171 yılına kadar Mağrib ve Mısır'daki çeşitli bölgelere Fatimîler isimli Arap Şii (İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir[6][37][41]. Hanedanlığın başındaki halife Şii İsmaili imamıydı ve bu sebeple seküler gücünün yanı sıra İsmaili İmamet anlayışında da önemli bir yere ve tarihsel öneme sahip olmuşlardır. Fatimîlerin 12. yüzyıldaki çöküşleriyle birlikte Doğu'da hükmetmiş oldukları Mısır, Suriye, Yemen ve Hicaz gibi bölgelerde Eyyûbî hanedanlığı başa geçmiştir[41]. 1517 yılında Osmanlıların ilan ettikleri halifelik 1924 yılına kadar devam etmiş, 1924 yılında Osmanlı'nın mirasçısı konumundaki Türkiye Cumhuriyeti devletinin meclisinin (TBMM) aldığı bir karar fesh edilmiş, yönetim sistemi değişmiştir[38]. Osmanlı Devleti tarafından yapılan fetihlerle Anadolu'nun tamamı ve Balkanlarda Müslüman nüfus artmış, İslam yayılmıştır.





    İnanç [değiştir]Ana madde: İslam'da iman

    17. yüzyıldan kalma, hat sanatıyla Arapça yazılmış Allah lafzı. İslam dininde imanın ilk esası Allah'ın varlığı ve birliğine inanmaktır.İslam'da inanç kavramı, Allah'tan başka ilah, (hâkim, kral, kanun koyucu) güç tanımamak, Allah'ın gönderdiği bütün kitaplara ve bütün peygamberlere birisini diğerinden ayırmadan inanmak, yalnızca Allah'a ait olan sıfatları ve ona has özellikleri Allah'tan başkasına yakıştırmamak, din sahibi olarak yalnızca Allah'ı görmek, öldükten sonra dirileceğine, bir gün hesap verileceğine, o günün sahibinin Allah olduğuna inanmak olarak özetlenebilir.

    Her ne kadar İslam'daki farklı mezhepler gerek imanı gerekse imanın şartlarını farklı tanımlamış olsalar da, belirli esaslar her mezhepte aynıdır ve temeldir. Sünni anlayışta bunlara inanmak tafsilî imanın birinci derecesine denk gelir, Kur'an'da da geçen bu üç esas şöyledir:[42][43]

    Allah'a iman,
    Peygamberlere iman,
    Kıyamet gününe, ölülerin dirileceğine (Ba'su ba'de'l-mevt) ve ahirete iman.
    Bu esasların birincisi ve diğerlerinin temeli Allah'a imandır. Allah'a iman ile kast edilen tevhit yani Allah'ın varlığına ve birliğine (tekliğine) inanmaktır. Bu Allah'a dayandırılan yaratıcılık, ezelîlik gibi kavramlara inanmayı da gerektirir. Bunlara ek olarak Allah'ın gerçekten ibadet edilmeyi hak eden ilah, onun dışında ibadet edilen her şeyin ise batıl olduğuna inanmak, Kur'an'da ve Muhammed'in sünnetinde bildirdiği üzere, en güzel isimlerin (Esmâ'ul Husna) Allah'a ait olduğuna inanmak, Allah'ın her türlü zayıflıktan, eşya ile bütünleşmiş mekân ve zaman gibi kavramlardan uzak olduğuna inanmak gerekir.

    Bunların dışındaki imanın şartları mezhepler arasında ayrılık göstermektedir. Ehl-i Sünnette, tanınmış bir hadis olan Cibril Hadisi ve Kur'an'daki çeşitli ayetler kapsamında imanın altı şartı olduğuna inanılır. Bunlar:[43]

    Allah'a iman,
    Meleklere iman,
    Kitaplara iman,
    Peygamberlere iman,
    Kaza ve kadere iman,
    Kıyamet gününe ve ahirete iman.

    Muhammed ve ashabını Mekke'ye ilerlerken gösteren bir betimleme; kanatlı betimlenen varlıklar İslam'daki Dört Büyük Melek olan: Cebrail, Azrail, Mikâil ve İsrafil'dir. Kur'an'da yasak edilmemesine rağmen, İslam'da meleklerin betimlenmesi pek hoş karşılanmaz ve sıklıkla rastlanmaz. Siyer-i Nebi; 1595.
    Geç 16. veya erken 17. yüzyıldan kalma, tezhip ile süslenmiş bir Kur'an sayfası; Çin.Meleklere iman ile kasıt meleklere inanmaktır. Buna göre: Melekler, Allah'ın yalnız ona ibadet etsinler ve onun emirlerini yerine getirsinler diye yarattığı üstün kullarıdır[44]. Nurdan (ilahî ışıktan) yaratılmışlardır. Allah onlara özel görevler vermiştir. Büyük meleklerden Cebrail, Allah'ın katından peygamberlere vahiy (mesaj/kitap) indirmekle; Mikâil, doğa olaylarıyla; İsrafil, Kıyamet Günü ve yeniden diriliş günü Sûr'a üflemekle; ölüm meleği olan Azrail, hayatı sona erdirmekle görevlidir[44].

    Kitaplara iman ile kasıt ise Allah'ın peygamberlerine içinde doğru yolu, iyiliği ve kurtuluşu gösteren kitaplar indirdiğine, hepsinin Allah kelamı olduğuna inanmak. Allah'ın zatına ait olan kitapların aslını, yine kendisinin muhafaza edeceğine inanmak. Bu kitaplar, Muhammed'e indirilen Kur'an, Musa peygambere indirilen Tevrat, İsa peygambere indirilen İncil ve Davud peygambere verilen Zebur ve diğer peygamberlere indirilen sahifelerdir (Suhuf). Kitaplara iman Kur'an'da Bakara suresinin 136. ayetinde şöyle ifade edilir:

    Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”[45]
    Peygamberlere iman ile kast edilen Allah'ın peygamberler gönderdiğine, ilk peygamber Âdem ile son peygamber Muhammed arasında gelen sayıları Allah tarafından bilinen bütün peygamberlere aralarında hiçbir fark gözetmeksizin inanmak. Peygamberlere iman hususunda Kur'an'da, Bakara suresi 285. ayet şöyledir:

    "Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve: 'Peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız.' diye Peygamberlerine inandılar ve: 'İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanızı dileriz, ey Rabbimiz! Dönüş sanadır!' dediler."[46]
    Kadere iman, kadere, hayır ve şer her işin Allah'ın iradesinde olduğuna inanmaktır.

    Allah'ın ezelî ve ebedî ilmi ve bilgeliğinin gereği olarak herşeyin onun bilgisi dâhilinde olduğuna ve huzurundaki “Levh-i Mahfûz”da yazıldığına inanmaktır. Allah, evreni dilemiş ve yaratmıştır. O’nun iradesi ve yaradışı olmadan olmuş hiçbir şey yoktur. Kader her ne kadar Kur'an'da çeşitli ayetlerde konu edilmiş olsa ve bu sebeple İslam açısından önemli bir kavram olsa da, Kur'an'da imanın bir unsuru, parçası olarak geçmez. Bununla birlikte Cibril Hadisi'nde Muhammed imanı tanımlarken geçmektedir[47]. Nitekim kadere iman Sünnilikte sıklıkla iman esası olarak görülmüşken, Şiilikte iman esaslarından biri olarak geçmez.

    Ahiret gününe iman ile kasıt Ahiret'e, yani Kıyamet gününe, inanmak.

    Ahiret günü; Allah'ın insanları yeniden diriltip bir arada toplayacağı gündür. İslam'a göre o gün insanlar ya nimetleri bol Cennet yurduna ya da elem verici azabın olduğu Cehennem'e gireceklerdir. Nitekim Kur'an'da ahiret gününe iman çeşitli ayetlerde vurgulanmış, Bakara suresi 62. ayette Allah'a inançla birlikte kurtuluşa erecekleri tanımlamakta kullanılmıştır:

    "Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler; bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükâfatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaklardır."[46]

    Ali bin Ebu Talib betimlemesi. Şiilikte Ali'nin çok özel bir yeri vardır ve Şii amentüsünde bulunan imamet anlayışına göre Muhammed öldüğünde yerine imam olması gereken kişi Ali'dir ve imamet Ali'nin soyundan devam eder.İslam'ın diğer büyük mezhebi olan Şiilikte ise iman genellikle şu unsurlarla tanımlanır:[43]

    Tevhit - Allah'ın varlığı ve birliğine inanmak,
    Adalet - İyi ve kötü olan şeylerin bir hikmetinin olması ve olayların arkasındaki hikmetin Allah tarafından bilinirken her zaman insanlarca anlaşılabilir bir mahiyette olmaması; iyi ve kötü şeylere karşı Allah'ın insanlara iyi olanları yapmalarını emretmesi ve bunun karşılığında onları mükâfatlandırması,
    Nübüvvet - Peygamberlere iman,
    İmamet - Allah'ın belirli şahısları insanlığın önderi, imamı olmak için önceden seçtiğine ve gönderdiğine inanmak. Şii inancında Ali ve onun soyundan olan belirli kişilerin gerçek imamlar olduğuna, bunun dinî bir gereklilik sonucu olduğuna inanılır ki bu gerekli vasıflara uyan herkesin imam olabileceğini öne süren Sünni fikriyatından çok farklıdır ve iki mezhep arasındaki en büyük farktır.
    Kıyamet - Kıyamet gününe inanmak.
    Bunların dışında genellikle Şii itikadında şart olarak sıralanmasa da, meleklere iman ve kitaplara iman da Şii itikadında mevcuttur. İmamet şartı dışında, Sünni amentüsünden farklı olarak Şii amentüsünde kadere iman mevcut değildir[43]. İmamet unsuru Şiilikte iman esaslarından biri olması hasebiyle çok önemlidir ve ayrı Şii mezheplerinde farklı yorumlama ve imamet sıralamalarına sahiptir. Sünnilikte bulunmayan Adalet ise Şiilikte özel bir anlam içerir. Şiilikte eşyanın bazısının doğası hasebiyle içten iyi bazısınınsa doğası hasebiyle içten kötü olduğu inancı mevcuttur. Buna göre olayların arkasında her daim gizli bir hikmet yatmaktadır ve kul her ne kadar bu hikmete nail olmaya çalışmalıysa da bunu tamamen anlaması pek mümkün değildir. Aynı şekilde bu esas kişilerin yaptıkları eylemlerde hür olduklarının, Allah'ın da adil olduğunun ve bu sebeple Allah'ın kişilerin iyi eylemlerine iyi, kötü eylemlerine karşı kötü bir sonuç yaratmasının mecburi olduğu görüşündedirler. Yani Allah adalet sıfatından dolayı iyiliği her daim iyilik, kötülüğü ise kötülük ile sonlandırır. Bu Sünnilikte yer almayan bir esastır ki yer almamasının farklı sebepleri vardır. En başta Sünnilikte eşyanın içten iyi veya kötü olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca kader ve kazaya yaklaşan kişinin eylemlerinde hür olma esası Sünnilikte genel olarak mevcut olsa da, daha farklı yorumlanmıştır.

    Sünnilerde amentü sıklıkla İmanın Altı Şartı olarak geçerken Şiilerde amentü sıklıkla Usûl el-Din olarak adlandırılır. İslam dinine göre kişinin iflah olması (kurtuluşa erebilmesi) için iman etmesi gerekir. Bununla birlikte, her mezhep kurtuluş için imanı şart koşsa da, bazı mezhepler ek unsurların da kişinin kurtuluşa erebilmesi için şart olduğunu öne sürmüşlerdir; ibadet gibi[48].


    Kulluk ve ibadet [değiştir]İslam'da ibadetler çok çeşitlidir ve dindeki durumları farklıdır. İslam'da kişi, yaptığı her ibadetle sevap kazanırken şart olmasına rağmen yapmadığı ibadetlerle günaha girer[49]. Kur'an'da inananların yapması emredilen eylemler farz hükmündedir.

    Kulluğun İslam akidesinin bir parçasını teşkil edip etmediği tartışılmıştır. Maturidiyye ve Eş'ariyye mezheplerine göre ibadet, imanın ve dolayısıyla akidenin bir parçası değildir; kişinin ibadetlerini aksatması veya ibadet etmemesi onu dinden çıkarmaz[50]. Bununla birlikte kişinin bağlılığının azalabileceği ve imanının daha zayıflayacağı (korumasız bir hâle geleceği) benzeri fikirler de sık sık öne sürülür[51]. Selefiyye, Hariciyye, Mutezile, Zeydiyye gibi mezheplere göre ibadet, imanın bir parçasıdır[52][53]. Buradan hareketle ibadetin seviyesine göre kişinin imanının artıp azalabileceği fikri de ortaya atılmıştır ve bu mezhepler imanın artıp eksilebileceğini ileri sürmüşlerdir[54][55]. Kur'an'da ibadetin imanın bir parçası olduğuna dair bariz bir ifade yoktur; bununla birlikte ibadeti imanın bir parçası sayan âlimler ve mezhepler çeşitli ayet (örneğin Nisa Suresi 93. ayet gibi) ve hadisleri farklı şekillerde yorumlayarak ibadetin imanın bir parçası olduğu fikrini savunmuşlardır[56]. İbadetin imanın bir parçası olmadığını savunan âlimler ve mezhepler, Kur'an'da geçen Müslüman (İslam'a giren) ve Mü'min (İslam dinine inanan) ayrımına dikkat çekmişlerdir[57]; Hucurat suresi 14. ayeti gibi:

    " Bedeviler: 'İman ettik.' dediler. De ki: 'Siz henüz iman etmediniz, fakat henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu hâlde 'İslam'a girdik' deyin. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, size amellerinizden hiçbir şey eksiklemez; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edendir.' "[58]

    İslam'ın Beş Şartı [değiştir]Ana madde: İslam'ın Beş Şartı

    "Şehadet" lafzının hat sanatıyla yazılmış bir örneği.
    Namaz kılan bir Müslüman (Çeçenya)İslam dininin emrettiği, yapılmasını farz (gerekli) kıldığı kullukların bütününüdür. İslam dini, kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de farz olarak emredilen her ibadet ve eylemin yapılması, inananlara şarttır. Bununla birlikte özellikle 5 ibadet geleneksel olarak İslam'ın Beş Şartı adıyla yaygınca bilinmekte ve özellikle vurgulanmaktadır. Özellikle Sünni İslam'da bu beş şartın İslam'ın beş şartı olarak anlaşılması ve oluşan gelenek, Muhammed'in, Abdullah bin Ömer'in babası Ömer bin Hattab aracılığıyla aktardığı, sahih olduğu kabul edilen ve tanınmış bir hadis olan Cibril Hadisi kaynaklıdır. Hadiste, İslam'da vahiy meleği olarak kabul edilen Cebrail (Cibril) farklı bir kılığa bürünerek peygamber ve arkadaşlarını ziyaret eder, peygambere çeşitli sorular sorar. Bu sorulardan biri ve aldığı yanıt şöyledir:

    "'Ya Muhammed! Bana İslam'ın ne olduğunu söyle' dedi. Muhammed: 'İslam; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir' buyurdu. O zat: 'Doğru söyledin' dedi. Babam dedi ki: 'Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.'"[47]
    Bu hadisten yola çıkarak İslam'ın beş şartı adıyla şu ibadetler temel kabul edilmiştir:[59]

    Kelimei şehadet getirmek,
    Namaz kılmak,
    Oruç tutmak,
    Zekât vermek,
    Hacca gitmek.
    Bu ibadetlerin hepsi Kur'an'da emredilen ibadetlerdir ve İslam'da Kur'an'da emredilen şeyleri yerine getirmek farz olduğu için bu ibadetler de Kur'an'da bahsi geçen diğer ibadetler gibi farzdırlar.


    Fürû el-Din [değiştir]
    Kâbe'yi tavaf eden, ibadet eden Müslümanlar. Hac zamanında kutsal sayılan bu topraklara gidip ibadet yapmak İslam'da önemli bir ibadettir.Zaman zaman Füru-ı Din olarak da anılan, Şiilikte dinî vazifelerin belirli bir kısmına verilen isim. İslam'ın Beş Şartı benzeri bir kavram olan Fürû el-Din, İslam'ın Beş Şartı'nda da olan dört ibadeti (namaz, oruç, zekât ve hac) kapsadığı gibi başka bazı İslami vazifeleri de barındırır. Fürû el-Din 10 unsurdan oluşur ve şöyledir:

    Namaz kılmak,
    Oruç tutmak,
    Hacca gitmek,
    Zekât vermek,
    Hums vermek,
    Cihat etmek,
    Emr-i bi'l ma'rûf yani iyiliği emretmek, nasihat etmek,
    Nehy-i anil münker yani kötülükten men etmek,
    Tevella yani Ehl-i Beyt ve takipçilerini sevmek,
    Teberra yani Ehl-i Beyt'in düşmanı olan kişileri sevmemek.
    Bu unsurlardan Hums, Şiilikte ödenmesi gereken ve alınan, sahip olunan eşyanın beşte birlik değerine denk gelen bir vergidir. Şii inancında özel bir yeri olan bu vergi Muhammed'in bir yakını veya soyundan gelen bir kimse[60], yetimler, ihtiyaç sahipleri veya yurdundan ayrı düşmüş ve yurduna dönecek maddi imkânı bulunmayan kişilerin hakkı olarak tanımlanır[61]. Hums hususunda Sünni Şii ayrılığının başlıca sebebi, Şiilikte bu verginin asıl kaynağı olarak görülen Kur'an'daki Enfal Suresinin 41. ayetinin yorumlanmasındaki bir farklılığa dayanır[62][61]. Ayette sözü geçen ganimet anlamındaki sözcük, Sünni âlimlerce sadece savaşta kazanılan mal ve maddi varlık olarak tanımlanırken, Şiilere göre genel bir "kâr" anlamı barındırmaktadır ve bu sebeple kârın söz konusu olduğu her durumda beşte birlik bir kısım vergi olarak verilmelidir[61].


    Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlar iftarı beklerken; Kahire, Mısır.İslam'ın bir unsuru olarak sayılan cihat, her ne kadar Allah adına savaşmak anlamına gelse de her daim fiziki bir savaşı tanımlamaz ve daha genel bir anlama sahiptir[63]. Buna göre büyük cihat kişinin kendi nefsiyle olan savaştır ve daha zordur[63]. Kişinin İslam adına yaptığı farklı emek ve çabalar cihad tanımına girebilir[63]. Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker ile kasıt inananların diğer kişileri Allah'ın emrettiklerine davet etmesi, iyi şeyleri nasihat etmesi, kötü şeylerdense alı koyması, men etmesidir. Bu iki kural aslında Kur'an'da anlamsal açıdan benzer şekillerde (Âl-i İmrân suresi, Tevbe suresi gibi) birçok yerde geçmektedir ve Sünnilikte de önemli bir yere ve öneme sahiptir. Bununla birlikte Sünnilikte klasikleşmiş İslam'ın Beş Şartı arasında sayılmaz.

    Şiilikte imametin amentülerinde yer alması ve imametin sahabeden peygamberin akrabası ve damadı olan Ali ile olan ilişkisi hasebiyle, Ehli Beyt yani Muhammed'in ev ahalisi ve soyundan gelenlerin, Ali ve onun soyundan gelenlerin çok özel bir yeri vardır. Tevella esasına göre Ehl-i Beyt'i sevmek ve Ehl-i Beyt'in takipçilerini, sevenlerini sevmek şarttır. Nitekim bu esas Şiilere göre Şura suresinin 23. ayetine dayanır. Ayet Sünni âlimlerince farklı, Şii âlimlerince farklı ele alınmıştır. Şii âlimlerine göre ayetin meali şöyleyken:

    "Bu, Allah'ın, inanan ve iyi işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfatını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir."[64]
    Sünni âlimleri ayeti şöyle yorumlarlar:

    "İşte bu müjdeyle Allah, iman edip iyi iyi işler yapan kullarım müjdeliyor. De ki: "Buna karşı sizden yakınlıkta sevgiden başka bir karşılık istemem." Her kim çalışır da bir güzellik kazanırsa ona orada daha fazla bir güzellik veririz; çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, çokça şükrün karşılığını verendir."[65]
    Şiilere göre ayette geçen ve yakınlık arz eden sözcük ile kasıt peygamberin ailesi ve soyuyken, Sünni âlimlere göre kasıt bu değildir. Nitekim ilgili esasın, her ne kadar Ehl-i Beyt genel olarak Sünnilikte sevgiyle anılsa da, Sünni inancında özel bir yerinin olmamasının sebebi budur. Tevellaya benzer olarak, teberra yani inananların Ehl-i Beyt'i sevmeyenleri sevmemeleri, Ehl-i Beyt düşmanlarına düşman olmaları anlamına gelir ve Şiilikte önemli bir yere sahiptir.


    Mezhepler ve diğer gruplar [değiştir]İslam'da farklı farklı mezhepsel bölünmeler olmuştur. Bu mezheplerden akide açısından ayrılık gösterenlerden bir kısmı daha sonraları İslam dini dairesinden tamamen çıkarılarak, farklı dinler olarak ortaya çıkmışlardır; Babilik gibi. Bunun dışında Kur'an temelli akideden çıkmasına rağmen farklı din olarak kabul edilmeyen mezhepler vardır. Bu mezheplerden çoğunun kendilerini taraftarları ve kurucuları tarafınca İslam'ın yeni bir versiyonu olarak tanımlandığı olmuştur.

    Muhammed Ebu Zehra, daha sonra klasikleşen Mezhepler Tarihi adlı kitabında birçok farklı İslam tarihçisinin de kabul ettiği şekilde İslam dini mezheplerini üç kategori altında işler: siyasi mezheri, itikadi mezhepler ve fıkhi mezhepler (yani hukuki mezhepler).


    Siyasi mezhepler [değiştir]
    19. yüzyıldan kalma, Sıffin Savaşı'nı betimleyen bir minyatür. Sıffin Savaşı sonrası gerek siyasî gerekse itikadî mezhepler ortaya çıkmıştır.Siyasi mezhepler kategorisi içerisinde Sünnilik, Şia (Şiilik) ve Haricilik mezhepleri bulunur. Bu mezheplerin ortaya çıkması ve ayrışması İslam tarihi açısından önemli bir olaydır ve siyasi etkileri başta olmak üzere birçok çeşitli etkileri olmuştur.

    Muhammed öldükten sonra ortaya çıkan devletin liderliği sorununda belirli bir ayrışma gerçekleşmiştir. Bazı kişiler devletin lideri, imam konumunda Ali'yi görmek istemişlerdir. Nitekim Şiilik inancına göre imamet Ali'nin hakkıdır ve peygamber bunu yaşarken ima etmiştir. Sünniler Ali'nin de imamete uygun olduğunu kabul etmekle birlikte, peygamberin yaşarken kendisinden sonra Ali'nin imam olması gerektiğini ima ettiğine inanmazlar. Nitekim Şiilerin büyük bir çoğunluğu Ali öncesindeki 3 halifeyi kabul etmezken, Sünniler kabul eder. Şiilik ve Sünnilik arasındaki tartışma bu şekilde siyasi bir tartışma ile (kimin imam olması gerektiği) başlamış, zaman içinde iki grup ibadetler ve çeşitli akide konuları açısından da ayrışmıştırlar. Üçüncü siyasi grup olan Hariciler ise başta Ali taraftarı kişilerdi. Bununla birlikte Sıffin Savaşı sonunda hakem tayin edilmesi olayına sonradan karşı çıkmış, bu hakemliğin küfür olduğunu öne sürmüş ve ayrı bir grup olarak ortaya çıkmışlardır.


    Sünnilik [değiştir]Ana madde: Sünnilik
    Dünyadaki en yaygın siyasi mezhep Sünniliktir ve Müslüman topluluğun çoğunluğu Sünnidir[66]. Sünniler Şia'dan farklı olarak peygamberin ölümünden sonra halife olan ilk dört halifenin (Hulefa-i Raşidin) hepsini tanır ve dört halifeyi Doğruluk üzere olan Halifeler olarak saygı ve sevgiyle anarlar[67][68]. Sünnilikte farklı âlimler farklı imamet, hilafet tanımları yapsalar da ortak nokta herhangi bir kimsenin soyunun imameti hak ettiği fikri bulunmaz ve bu da genel olarak Şia ile arasındaki en büyük ayrılıklardandır. Nitekim imamet, halife makamı Sünnilikte önemli olsa da Şia'nın çoğu mezhebinde olduğu gibi itikatta bir yere sahip değildir. Aynı şekilde peygamberin torunu Hüseyin'in Kerbela'da öldürülmesi hadisesi genel olarak üzücü bir hadise olarak kabul edilip, Yezid Sünni cemaat içerisinde sıklıkla yerilse ve Sünnilikte isim olarak neredeyse hiç kullanılmasa da[69][70], Şia'dakine benzer bir şekilde Kerbela olayı her yıl törenlerle anılmaz. Şia'daki çeşitli mezheplerde bulunana benzer bir Mehdi inanışı olmadığı gibi, imamet anlayışının farklılığı sebebiyle herhangi bir imamet silsilesi de bulunmamaktadır. Ek olarak Şia'da birçok mezhebin kabul ettiği imamların üstün akli kabiliyeti, bilgi ve hikmeti olduğu, günahsız ve hatasız oldukları gibi fikirler Sünnilikte bulunmaz[71]. Ayrıca Şia'da çoğunluk imamların sözlerini de hadis külliyatından sayarken Sünnilikte hadis külliyatı sadece Muhammed'in sözlerini ve eylemlerini kapsar[71].


    Sünnilerin takip ettikleri akide (inanç) mezhepleri üç tanedir: Matüridilik, Eş'arilik ve Selefiyye[72]. Matüridilik ve Eş'arilik aralarında teorik fıkıhta yirmi kadar noktada farklılık varsa da birbirlerine çok benzerler. Bu iki mezhebin dışında Sünnilerin takip ettiği ve her ne kadar her daim bir itikat mezhebi olarak anılmasa da, inanç ile ilgili kararlar veren bir başka mezhep de Selefiliktir. Gerek Matüridilik gerekse Eşarilik itikadi meseleleri yorumlarken akla başvursa da Selefilik bunu doğru bulmaz; bunun yerine ayetleri ve hadisleri olduğu gibi alırlar. Ayrıca iman tanımı, Matüridilik ve Eşarilikte büyük oranda benzerken Selefilikte daha farklıdır. Örneğin Matüridilikte imanda artma veya azalma mümkün değilken ve ibadet farz olsa da imanın bir parçası sayılmazken Selefiliğe göre imanda artma ve azalma mevcut olduğu gibi ibadet de imanın bir parçasıdır. Sahabeleri hayırla anarlar. Ehl-i Sünnette yaygın olan dört büyük fıkıh mezhebi bulunur. Bunlar: Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliktir[68]. Bu mezheplerin arasında Hanefilik ve Şafiilik sıklıkla Matüridilik ve Eşarilik bazlı itikadi görüşlere sıcak bakarken, Hanbelilik ise Eşarilik ve Selefilik bazlı görüşlere sıcak bakmıştır ve Hanbeliliğin kurucusu olan Ahmed bin Hanbel genel olarak bir Selef âlimi sayılır. Sünni fıkıh uygulamalarında temel kaynaklar iki tanedir; Kur'an ve Sünnet[73]. Bu temel fikir dört büyük fıkıh mezhebi tarafından da kabul edilmiştir.

    Sünni mezhebine mensupları tanımlamak için Ehl-i Sünnet lafzı da sıklıkla kullanılır. Ehl-i Sünnet'e Matüridi, Eş'ari ve Selefiler dâhil edilir. Bunun dışındakilerin Ehl-i Sünnet'ten sayılıp sayılmadığı farklı âlimlerce farklı yorumlanmıştır. Örneğin Abdulkadir el-Bağdadî'ye göre şeriata bağlı Sufiler[73] ve "Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf, nahv, lugat ve edebiyat âlimleri"[73] de Ehl-i Sünnet'e dâhildir. Gerek Ehl-i Sünnet'te yaygın olan dört büyük fıkıh mezhebinin kurucusu sayılan âlimler gerekse yaygın itikadi mezheplerin kurucuları önde gelen Ehl-i Sünnet âlimlerindendirler[73].


    Şiilik [değiştir]Ana madde: Şiilik

    İmam Ali Camii veya Meşed Ali; Necef, Irak'ta bulunan ve Ali bin Ebu Talib'in gömülü olduğu düşünülen camii.Sünnilikten sonra dünyada en yaygın ikinci İslam mezhebidir. Sünnilikten farklı olarak imamet, hilafet makamı, Şiilikte çok önemlidir ve sıklıkla itikadda geçer. Her ne kadar Şia içindeki farklı mezhepler özellikle imamet hususunda farklı inanç ve görüşlere sahip olsalar da, Şiiler genel olarak Sünnilerden farklı olarak Osman bin Affan'ın halifeliğini kabul etmez, büyük bir çoğunluğu Ebu Bekir ve Ömer ibn Hattab'in de halifeliklerini kabul etmez. Ayrıca büyük bir kısmı imameti ilahi bir makam olarak görür ve imamlara peygamberlerinkine benzer ek özellikler atfederler. Ayrıca Allah'ın adaletinin bir özelliği olduğuna inanılır ve Ehl-i Beyt'ten çıkan imamlar desteklenir. Şiiler genellikle Ali taraftarı olmayan sahabeleri benimsemezler.


    Şia kendi içerisinde birçok alt mezhebe, fırkaya bölünmüştür. Bu mezheplerin en büyüğü Onikiciler olarak adlandırılan İsnaaşeriyyedir. Türkiye'deki Şiiler de bu fıkıhı esas alır. İsimlerini 12 tane imamı kabul etmelerinden alırlar. İsnaaşeriyye inanışına göre on birinci imam olan Hasan el-Askerî'nin bir oğlu bulunmakta idi fakat on ikinci imam olacak bu çocuk gayba karışmış, Allah tarafından insanların çoğunluğundan saklanmıştır[74]. İnanışa göre daha sonra mehdi olarak zuhur edecek kişi bu imamdır bu sebeple Muhammed el-Mehdi olarak da anılır[74][75]. Bu kola bazen İmamiyye veya Caferiyye de dendiği olur. Nitekim Ali Zeynelabidin'in oğlu Muhammed el-Bakır'ın oğlu olan Cafer es-Sadık'ın mezhepte önemli bir yeri vardır ve İsnaaşeriyye'nin kurucusu gibi görüldüğü de olmuştur[76]. Nitekim Muhammed el-Bakır ve oğlu Cafer es-Sadık'la birlikte İsnaaşeriyye'nin temel öğretilerinden birkaçı ortaya atılmıştır. Örneğin imamların ilâhî bir şekilde seçildiğine, Ali'nin hakkından sonra imam olması gerekenlerin Hasan bin Ali ve Hüseyin ibn Ali olduğuna, onlardan sonra ise sırasıyla soydan gelen bir sonraki oğula aktarılmasına ve böylece babadan oğula geçerek devam etmesine inanılmıştır[76]. Ek olarak imamların masum yani günahsız ve hatasız olduğuna inanılmıştır[76][74]. Aynı zamanda yoğun bir Mehdi inancı bulunmaktadır; buna göre son imam kaybolmuştur, gayba karışmıştır, ve Mehdi olarak çok uzun bir zaman sonra gelecek ve kurtuluşu getirecektir[74][76]. Bu temelden de kaynaklanarak Cafer es-Sadık kendi taraftarlarına sabretmeleri, isyan ve ayaklanmalardan uzak durmaları hususunda telkinde bulunmuştur[76]. Bazı İslam tarihçilerine göre Şia'da yaygın olan takiyye yani kişinin Şii olduğunu ve Şiilikle ilgili özelliklerini toplumdan saklayarak gizli bir biçimde yürütmesi prensibi Cafer es-Sadık'a dayanır[74]. 1501'de Şah İsmail tarafından kurulan Safevi Devleti İsnaaşeriyye tarihinde önemli bir rol oynamıştır. İran'da kuralan bu Türk devletinin dini resmen İsnaaşeriyye Şia'sı olmuştur ve İsnaaşeriyye bu dönemde gelişme ve yayılma fırsatı bulmuştur[74]. Daha sonraları Safevi Devleti'ne komşu durumundaki Osmanlı Devleti'nin halifeliği ilan etmesi hilafet bazlı Sünni-Şii gerilimi tarihinde önemlidir[74].


    Bir diğer Şia kolu olan Zeydiyye'nin ise kurucusu ve isim babası Ali bin Ebu Talib'in oğlu, peygamberin torunu Hüseyin'in soyundan gelen ve bir fıkıh âlimi olan Zeyd bin Ali'dir. Zeyd bin Zeynelabidin olarak da anılan Zeyd, ayrıca Hüseyin'den sonra, Hüseyin'in soyundan gelip de Emeviler'e karşı direniş başlatan ilk kişidir[77]. Zeydiyye mezhebi ilk Şii mezheplerindendir. Bununla birlikte görüş olarak Zeydiyye Ehl-i Sünnet'e diğer Şii mezheplerine oranla daha yakındır. Örneğin Zeydiyyede imamın Ehl-i Beyt'ten çıkması bir zorunluluk değildir fakat Ehl-i Beyt'ten çıkan imam mutlaka desteklenir[77]. İmamette önemli olanın halk desteği olduğuna, soya bağlı bir sıralamaya inanılır[77]. Yine İsnaaşeriyye'den farklı olarak Zeydiyye'de imamların hatasız ve günahsız olduklarına inancı bulunmaz[76]. Ek olarak Zeyd bin Zeynelabidin Ebu Bekir ve Ömer'in imamlıklarını, Ali'ye tercih etmemekle birlikte, kabul etmiştir ve bu onun direnişine başta destek veren birçok kişinin ondan kopmasına ve Cafer es-Sadık'a yaklaşmasına da sebebiyet vermiştir[76]. Zeydiyye'nin bir önemli noktası da İsnaaşeriyye'den farklı olarak imametin sağlanmasında aktif bir yol seçilmesidir[74]. Her ne kadar her zaman bir imam olacağı görüşü olmasa da bir imam olduğu takdirde imametin sağlanması için aktif bir yol seçilir ki Zeyd kendi zamanında direnişe geçmiştir. Bugün özellikle Yemen'de hâkim olan bir Şii koludur[75].





    III. Ağa Han; şu anki IV. Ağa Han'ın büyükbabası.Bunların dışında bir diğer büyük Şii mezhebi de İsmaililiktir ve bugünkü Şii nüfusunun İsnaaşeriyye'den sonraki en büyük ve önemli bölümünü oluştururlar[78]. Diğer Şia ve Sünni mezheplerine oranla İslam'ın batınî bir yönü olduğu inancı ve bu yönünün araştırılması, tecrübe edilmesine büyük önem verirler. Bu sebeple Şiiliğin daha ezoterik bir şeklini benimsedikleri söylenebilir[75]. Özellikle ilk dönem İsmailikte dinî metinlerin zahirî ve batınî olarak iki anlamlı sayılması ve batınî tarafın incelenmesi çok büyük önem arz etmiştir[78]. İsmailîler, adlarını Cafer es-Sadık'ın oğlu olan ve yedinci imam saydıkları İsmail'den alırlar[75][78]. İsmail'in yedinci imam olmasından dolayı bazen Yediciler olarak anıldıkları da olur[75]. 909 yılında kurulan ve varlığını 1171'e kadar sürdüren Fatimi Devleti (Fatimiler) İsmaililer tarafından kurulmuştur[75][78]. Bu dönem İsmaililerin altın çağı olarak da adlandırılmıştır[78]; zira bu dönemde İsmaili kültür oldukça gelişmiş, İslam medeniyetine İsmaililerin katkısı oldukça artmıştır[79]. İsmailililer kendi içlerinde ayrı kollara ayrılırlar[78]. Bu kollardan en büyük ikisi Nizari İsmaililik ve Davudi İsmaililik'tir[79]. Nizari İsmaililikte imamet hâlâ devam etmektedir ve 2008 itibariyle, 49. imamları olan Kerim Şah'a (4. Ağa Han) bağlıdırlar[78]. İsmaililikte dönüm noktasını oluşturan ve Nizari mezhebinin kurulmasına yol açan ayrışma 1409'da Fatimi sultanı ve (onsekizinci) İsmaili imamı olan el-Mustansır'ın ölümüyle başlamıştır. Tahta geçmesi düşünülen halef olan oğul Nizar yerine tahta diğer oğul el-Mustali'nin geçmesiyle birlikte İsmaililikte ayrışma baş göstermiş, İsmaili topluluğun bir kısmı, özellikle İran bölgesinde yaşayanlar ki bunların büyük bir kısmı o zaman Hasan Sabbah yönetimindeydi, Nizar'ın imametini takip etmişlerdir[78]. Diğer bölgelerde, özellikle Kahire ve Yemen'de, kalan İsmaililer ise el-Mustali'yi desteklemişlerdir[78]. Nizari İsmaililik özellikle İran'da Hasan Sabbah önderliğinde yükselişe geçmiş, önce İran'da daha sonraları ise Hindistan ve Asya'nın farklı bölgelerinde yayılmış ve İsmaili halk yüzyıllarca zaman zaman isyan ederek zaman zaman mutasavvıf veya İsnaaşerî Şiiler kılığına bürünerek varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. El-Mustali kolu ise daha sonraları Hafızi ve Tayyibi isimli iki kola ayrılmıştır. Bu ayrışmanın sebebi Fatimi sultanlarından ve İsmaili imamlarından olan el-Emir'in ölümü üzerine gerçekleşmiştir ki daha sonra tahta geçen sultanların imametini takip eden grup olan Hafıziler, Fatimi hükümdarlığının çöküşüyle birlikte yavaşça yok olmuşlardır[78]. Daha sonra Tayyibi kolu da Davudi ve Süleymani olarak ikiye ayrılmıştır.

    Ali'nin çocukları ve imamette ikince ve üçüncü imam olan Hasan ibn Ali ve Hüseyin ibn Ali, Şia'da büyük rol oynar. Bunların dışında altıncı imam olan İmam Cafer-i Sadık da birçok hadisin kaynağı olduğundan çok önemlidir.


    Haricilik [değiştir]Ana madde: Haricilik
    Hariciler, Ali bin Ebu Talib'in grubundan ayrılarak ne onu, ne de Osman bin Affan'ı halife olarak kabul etmişlerdir. İslam'ın en radikal gruplarını oluşturan bu mezhep grubunun çoğunluğu çeşitli günahları işleyen kişilerin kâfir olduğuna ve katledilmeleri gerektiğine inanmıştır. En "aşırı"ları, yalnızca kendi mezheplerinden olan Haricileri kabul etmiş, diğer Haricilerin de katlinin farz olduğuna inanmışlardır. Tabiatıyla kendileri Abbasiler devrinde öldürülmüşlerdir. Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sadece Umman'daki İbadiler kalmıştır; fakat bu gurup, Haricilerin en ılıman olan grubunu oluşturur[80].

    Sıffin Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Hariciler bir dönem sık sık isyan ederek Emevi Devleti için tehlike oluşturmuşlardır. Sıffin Savaşı'nda önce Ali'nin hakem ile tayini kabul etmesi sebebiyle bir grup ayrılmış ve Haruri olarak anılan ilk Haricileri oluşturmuştur[81]. Sıffin Savaşı ve hemen sonrasında hakemlik fikrine sıcak bakanların bir kısmı da daha sonra hakeme gitmenin dinden çıkaran bir tür günah olduğu kararına varıp, tövbe etmiş ve Haricilerin saflarına katılmışlardır[81]. İsyan amacı gütmeyen ve ayaklanmayan bu ilk gurup sadece Ali bin Ebu Talib taraftarları ve Muaviye taraflarından ayrılan, üçüncü bir grup oluşturan ayrılıkçı bir gruptur[81]. İlk dönemdeki Haricilere el-Şurat da denmekteydi[81]. "Satan" anlamına gelen sözcük genelde Haricilerin kendileri için kullandıkları bir isimdi ve Allah'a ve Allah'ın yoluna ruhlarını sattıkları, verdikleri anlamını ima etmekteydi[81]. Bu ilk dönem Haricilerinin büyük bir çoğunluğu Bedevilerden oluşmaktaydı[81]. Muaviye'ye karşıt eylem hazırlığında olan Ali Haricileri kendisiyle birlikte savaşmaya çağırmış fakat olumsuz yanıt almıştır. Nitekim daha sonra gerçekleşen Nehvahan Savaşı'nda Ali taraftarları ve Hariciler savaşmıştır. Bu savaşta Hariciler ezici bir yenilgiyle karşılaşmış ve büyük kayıplar vermişlerdir[81][80]. Nitekim bu savaş sonucunda Ali'nin taraftarları ile Hariciler arasındaki ayrılık iyice keskinleşmiştir ki Ali'nin ölümü de Harici İbn Mülcem'in onu katletmesi sonucu gerçekleşmiştir[80]. Hariciler, Ali'nin ve Ali taraftarlarının yenilgisinden sonra başa geçen Emevilere karşı büyük saldırılar gerçekleştirmişler, zaman zaman belirli bölgelerin kontrollerini ele geçirmişler hatta kısa bir süreliğine Mekke ve Medine'yi de ele geçirmişler, zaman içinde geniş ordulara sahip olmuşlardır. Bu dönemlerde en yaygın ve geniş kitle Ezarika ve İbadiyye idi; özellikle Emevilerin çöküşe geçtiği dönemde Harici saldırıları güçlenmiş ve sıklaşmış, İbadiyye kolu bu saldırılarda başı çekmiştir[81]. Devletin başına Abbasiler geçtikten sonra da Harici isyan ve saldırıları devam etmiştir.

    Hariciler kendi içlerinde birçok kola bölünmüşlerdir. Bu kollardan bir dönem en büyük çoğunluğa da sahip olan ve en aşırısı sayılan Ezarika, Harici tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu kolun isim babası ve taraftarlarının takipçisi olduğu kişi Nafi bin el-Ezrak'tır. Ezarika kolundan olan Hariciler, Harici olmayan tüm Müslümanları, çocuklar dâhil, katletmenin helal olduğuna inanırlardı[81]. Diğer büyük Harici kolu sayılan ve bugüne kadar varlığını kitlesel bir şekilde sürdürebilmiş tek Harici kolu olan İbadiyye[81][80] ise Ezarika'ya oranla daha ılımlı olduğu gibi Ehl-i Sünnet'e de diğer kollara oranla daha yakındır. Bugün İbadiyye özellikle Umman'da yoğun olarak bulunmaktadırlar[82]. Umman dışında, Kuzey Afrika ve Zengibar'da da bulunmaktadırlar[81].

    Harici inanışı itikadî meselelerde Sünni ve Şia'ya oranla farklılıklar içerir. Örneğin Harici inanışında şeriatın bir emrine uymamak veya şeriatta yeniliğe gitmek büyük bir günah sayıldığı gibi bu günah sebebiyle kişinin küfre girdiğine ve tövbe etmesi gerektiğine yoksa bir kâfir olarak ölmüş olacağına ve (birçok Harici mezhebine göre) katlinin helal olacağına inanılır[81]. Buradan hareketle üçüncü halife Osman bin Affan'ın katillerini temiz görmüşler, Ebu Bekir ve Ömer ibn Hattab'in ise hilafetlerini kabul etmişlerdir[81]. Şeriatı sıkı bir şekilde takip etmeye çalışıp, ibadete büyük önem verirler[83]. İlk itikat mezhepleri arasında ihtilafın yaşanmasına konu olan kader konusunda her ne kadar kadere inanmış olsalar da, Eş'ariyye'nin kurucusu el-Eş'ari, Mu'tezile'nin görüşünü benimsediklerini rivayet etmiştir[81]. Kader konusu özellikle İbadiyye mezhebi arasında tartışma konusu olmuştur. Ebu Ubeyde'nin imam olduğu dönemde, İbadiyye mezhebinde kader konusu tartışılmış, Ebu Ubeyde Allah'ın her şeyi bildiği her şeye gücünün yettiğini fakat kişilerin eylemlerini ve olayları belirleyen olmadığını, kişilerin bunları kendi iradeleriyle belirlediğini ilan etmiştir[81] .


    İnanç mezhepleri [değiştir]İnanç mezhepleri veya İtikadi mezhepler kategorisi, diğerlerine oranla daha geniş olmakla birlikte, bir mezhep olarak tanımlanabilecek kadar gelişmiş olan beş mezhep, genelde bu kategoride zikredilir: Mürcie, Mutezile, Eşarilik, Matüridilik ve Selefilik. Bunların dışında Cebriyye ve Müşebbihe ile Mücessime gibi mezhepler de bulunur; bununla birlikte bu mezhepler görece çok daha küçüktür ve birçoğu, bugün varlığını koruyan temel siyasî mezhepler olan, Sünnilik ve Şia tarafından İslam dışı kabul edilir[84].

    Bu mezheplerden ilki sayılan Mürcie diğer gruplar tarafından, imanlı kişinin günahının önemli olmadığını öne sürmesi başta olmak üzere çeşitli itikadi görüşleri sebebiyle Müslümanların çoğunluğu ve diğer mezheplerce İslam dışı kabul edilir. Mürcie isminin kökeni "ertelemek", "umut vermek" anlamlarına gelen irca köküdür[85][86][87]. Nitekim bu hareket ilk kez Osman'ın halifeliği sırasında, iç çekişmeler ve gerilimler yaşanmaya başlayınca çıkmış ve dünyada kişilerin yaptıkları kötülüklerin veya büyük günah işleyenlerin hesabını öteki dünyaya (ahirete) bırakma, erteleme fikrinden köken almıştır[85][86]. Ayrıca Mürcie mezhebinin ana görüşü olan imanlı kişinin hangi günahı işlerse işlesin azap görmeyeceği ve günahlarının imanının yanında bir etkisinin olmadığı inancı[87] da isimlerinin kökeni olan "irca"nın "umut vermek" anlamıyla ilişkilendirilebilir[85]. Başlarda Mürcie mezhebi Osman ve Ali gibi kişilerin Hariciler tarafından kâfir olarak görülmesine karşı bir tepki olarak doğmuştu ve günahın etkisiz olduğu fikrine sahip değildi[85][88]; sadece müminler için sonsuz azap olduğunu reddetmekteydiler ki bu Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun da görüşüydü[85]. Bununla birlikte zaman içinde Mürcie bu hususta daha uç bir noktaya gitmiş ve imanlı kişinin günahlarının tamamen önemsiz olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Genel olarak Mürcie mezhebi Haricî mezhebinin tam diğer uçtaki aşırı dengi olarak görülmektedir[85][88][87].

    Mutezile mezhebi bu mezheplerin arasında en akılcı olandır[89] ve genel olarak Ehl-i Sünnet içerisinde hoş karşılanmaz; tekfir edildiği de olmuştur. Mutezile mezhebi her ne kadar bugün pek yaygın olmasa da, özellikle Abbasiler döneminde güçlenmiştir[89]. Mutezile'de akıl ile nass (örneğin bir ayet) çelişkili durduğunda nass akla uygun olacak şekilde tevil edilir (yorumlanır). Mutezile'nin bu tutumu özellikle gelenekçi akımlardan büyük eleştiri almıştır. Mutezile mezhebine bağlı kişilerin inandıkları belirli esaslar bulunmaktadır, bunların başlıcaları şu beşidir: Tevhit, Adalet, Söz ve tehdit (el-Va'd ve el-Va'id), İki konum arasındaki bir konum (El Menzile beyne'l-menzileteyn) ve iyiliği emretmek-kötülükten men etmek (Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker)[90][89]. Bu beş esasa usûlü'l-hamse denir[89]. Tevhid esası Allah'ın varlığı ve birliği anlamındayken adalet esası kader tartışmasıyla ilgili ve Cebriyye'ye bir tepki olarak doğmuş bir esastır[89]. Buna göre insan fiilerinde tamamen hürdür ve fiilerini, Allah'ın ona bahşettiği bir güçten yararlanarak, kendisi yaratır. Mutezile argümanlarına göre eğer kişinin durumu bu olmasaydı da Allah onun fiilerini yaratmış olsaydı, kişi davranışlarında hür olmasaydı, Allah'ın kişiyi davranışlarından, fiilerinden dolayı cezalandırması adil olmazdı oysa ki İslam anlayışına göre Allah adaletin kaynağıdır[89]. Nitekim bu esasın ismi de buradan doğmuştur. Söz ve tehdit yani Arapça özgün tabiri ile el-Va'd ve el-Va'id ise Mürcie mezhebine tepki olarak ortaya çıkmıştır ve Allah'ın sevap işleyenlere söz verdiği (vaad ettiği) iyiliğin, günah işleyenlere ise tehdit ettiği cezanın gerçekleşeceğini kastetmektedir. Mutezile mezhebinin bu husustaki mantığı Mürcie mezhebinin tam zıddıdır ve şöyle ilerler: eğer kişinin imanı yanında günahları etkisiz olsaydı Allah'ın günahlara karşı insanları azap ile korkutması anlamsız olurdu; bu sebeple Allah'ın vaad ettiği iyilik de ceza da kaçınılmazdır. İki konum arasındaki bir konum esası ise söz ve tehdit esasıyla ilişkilidir; buna göre büyük günah işleyen Mümin tövbe etmeden ölürse azap görür. Bununla birlikte bu kişinin (büyük günah işlemiş Müminin) konumu kâfirlik değildir; bu kişiye fasık denir ve iman ile küfür arasında bir konum olduğuna inanılır nitekim esas da ismini bundan almıştır[90]. Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emretmekten ve kötülükten men etmek ise Mu'tezile'de önemli bir yere sahip bir esastır inananların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, emretmeleri, kötülükten ise alıkoymaları, men etmeleri anlamına gelmektedir. Mu'tezile'nin bu beş ana esasını ilk ortaya atanın Mutezili düşünür Ebu'l-Huzeyl olduğu düşünülmektedir[90]. Her ne kadar Mutezile bugün ayrı bir itikadi mezhep olarak yaygın olmasa da, önemli Şia kolları, Zeydiyye ve İsnaaşeriyye, Mutezili görüşlerin çoğunluğunu kabul etmiştirler ve bu sebeple itikadda Mutezili bir tavırları vardır[90][89]. Mutezililerin birçoğu fıkıh mezhebi olarak (yani amelde) Hanefi mezhebine bağlıdır[89].

    Akla itikadi konularda verilen değer ve akıl bazlı bir metodolojinin itikadi yorumlama ve kararlar için kullanılması hususunda, Selefilik Mutezile'nin tam zıddı konumda bulunan bir itikat mezhebidir. Selefiliğe göre nakillerin zahirî (görünen, sözlük veya terim anlamı) ele alınır ve hiçbir nas tevil edilmez[91]. Takdis, tasdik, aczini itiraf etmek, sükût, imsak, keff ve marifetini ehlini teslim Selefîliğin başlıca esaslarıdır[91].

    Aklın itikaddaki yeri hususunda Matüridilik ile Eşarilik bu iki mezhebinde ortasında bir konumda yer alsalar da, Matüridilik akla Eşariliğe oranla daha fazla yer ve ağırlık verir. Ehl-i Sünnet'te en yaygın ve başlıca itikadi mezhepler Matüridilik ve Eşariliktir[92]. Matüridilik özellikle Ebu Hanife'nin itikadi konulardaki görüşlerinden etkilendiği için bazı bilim adamları bu mezhebi Hanefiliğin itikadi açıdan devamı saymışlardır[92]. Kurucusu, mezhebe ismini veren, Ebu Mansur el-Matüridî'dir[92]. Eşariyye veya Eşarilik ise ismini kurucusu olan Ebu Hasan Eş'ari'den almaktadır[93] ve özellikle Mutezileye karşıt bir tepki olarak doğmuştur. Nitekim bu tepki daha sonraları, İslam filozoflarına da kaymış, Eşari kelamcıları ile İslam filozofları arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır[93]. Her ne kadar Eşarilik ile Matüridilik birbirlerine benzeseler ve çok yakın olsalarda, özellikle ayrıntılarda ve çeşitli hususlarda birbirlerinden ayrılmıştırlar. Amelde Maliki ve Şafii olanların çoğunluğu Eşariyken Hanbeli ve Hanefi olanların küçük bir kısmı Eşaridir[93].


    Fıkıh mezhepleri [değiştir]Fıkıh mezhepleri, İslam hukuku olan fıkhın farklı yorumlanması nedeniyle oluşmuş mezheplerdir. Bunlar temelde itikadî konularla yani inanç esaslarıyla ilgilenmeseler de, İslam hukukunda kullandıkları metodolojiye yakın bir metodolojiyi kullanan çeşitli itikadî mezheplerle yakınlaşmışlar, belirli itikadî fikirleri savunmuşlardır. Nitekim zaman zaman fıkıh âlimleri itikadî eserler de vermiştir; örneğin bir Sünni fıkıh mezhebi olan Hanefîliğin kurucusu konumundaki Ebu Hanife'nin çeşitli itikadî fikirleri bulunmaktadır ve kendisinden sonra gelen bazı itikad, kelam alimleri bu fikirleri kullanmışlardır[94].

    Sünni fıkıh mezheplerinin başlıcaları: Hanefîlik, Şafiîlik, Malikîlik ve Hanbelîliktir[95][66][96][97]. Başlıca Şii fıkıh mezhebi ise Caferîliktir (İsnaaşeriyye)[97][98]. Bunların dışında bugün kitlesel anlamda varlığını sürdürmeyen fakat fıkıh meselelerinde tesiri olmuş, tarihî açıdan önemli fıkıh mezhebi de Zahiriyye'dir[99].

    Caferîlik ismini Ali bin Ebu Talib'in torunlarından olan fıkıh âlimi Cafer-i Sadık'tan almaktadır. Her ne kadar mezhep genel olarak bir Şii ya da Alevi mezhebi sayılsa da Cafer-i Sadık Sünnilerce önem verilen bir âlimdir. Nitekim kendisi, Sünnilikte önemli bir yere sahip, kendi adlarına ekol bulunan çeşitli fıkıh alimlerine, örneğin Hanefiliğin isim babası Ebu Hanife ondan ilmî açıdan yararlanmıştır. Fıkhî açıdan Caferîlik (veya İsnaaşeriyye) Sünni fıkıh mezhepleriyle benzer kaynaklara ve metodolojilere dayanır. Bununla birlikte özellikle fakihlerin (fıkıh bilginlerinin) ağırlıkları ve önemleri, Sünni mezheplere oranla çok daha önemli bir etki ve yere sahip olmuş, Sünni mezheplerden farklı olarak önemli bir hiyerarşik yapıyı ortaya çıkarmıştır[98].

    Sünnî fıkıh okullarından olan Hanefîlik ismini, temel aldığı alim olan Ebu Hanife'den alır[95][96][94] ve bugün dünya çapında en yaygın olan fıkıh mezhebidir[100]. Ebu Hanife'nin metodu akılcı bir yaklaşım izler ve Sünnî fıkıh mezhepleri arasında bir fıkhî yol olarak kıyasa en çok değer veren mezheptir[100][101][98]. Ayrıca fıkıh mezhepleri arasındaki en liberal mezhep olduğu görüşürü yaygındır[100]. Her ne kadar mezhebin kurucusu olarak Ebu Hanife ismi zikredilse de, mezhebin gelişiminde Ebu Hanife'nin iki öğrencisi Ebu Yusuf ve Mu­ham­med bin Ha­san eş-Şeybânî'nin rolleri büyüktür ve bu iki imama birlikte imameyn lakabı takılmıştır[101][94]. Nitekim Hanefîlikte daha sonraları, imameynin ortak görüş belirttiği ve görüşlerinin Ebu Hanife'den farklı olduğu durumlarda, imameynin görüşleri kabul görmüştür[102]. Orta Asya ülkelerinde, Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerdeki Sünni nüfusta yaygın olan Hanefilik, ayrıca Orta Doğu'da Türkiye ve Irak gibi ülkelerde de oldukça yaygındır[101].

    Malikîlik ismini fıkıh alimi ve hadis alimi (muhaddis) olan Malik bin Enes'den alan bir Sünni fıkıh mezhebidir[95][96]. Temel fıkıh kaynaklarına yaklaşımı Ebu Hanife'ninkine benzemektedir. Her ne kadar re'y ve kıyasla hiç hükmetmediği iddiaları doğru olmasa da, re'y ve kıyası sık kullanmamıştır. Malik icmayı diğer alimlerden daha sık kullanmıştır ve Malikîlikte icma diğer mezheplere oranla daha sık kullanılagelmiştir. Ayrıca sahabe kavli, sahabelerin icraatları ve maslahatlar Malikî mezhebinde diğer mezheplere oranla daha önemli bir kaynak teşkil eder ve daha önemli bir yere sahiptirler. Bugün dört mezhepten üçüncü en büyüğü olan Malikîlik özellikle Kuzey Afrika ve Batı Afrika'da yaygındır[96].

    Şafiîlik ismini el-Şafiî (Muhammed bin İdris Kureyşî) isimli fıkıh alimden alan bir Sünnî fıkıh okuludur[95][96]. Gerek Ebu Hanife gerekse Malik'ten (Malik bin Enes) oldukça etkilenmiş olan el-Şafiî aynı zamanda Usûl'ül-Fıkıh yani Fıkıh Usûlü ilminin de kurucusudur[95]. İtikadda Şafiîler Eşariliği takip ederler. Bugün Şafiilik Mısır, Somali, Yemen, Hicaz, Endonezya, Malezya ve Etiyopya gibi birçok ülkede yaygındır[96]. Ayrıca Hindistan'ın bazı bölgelerinde de Sünnî Müslümanlar arasında yaygın bir mezheptir.

    Sünnî fıkıh mezheplerinden Hanbelîlik adını fıkıh âlimi ve muhaddis Ahmed bin Hanbel'den almaktadır[95][96][103]. Ahmed bin Hanbel aynı zamanda Selefîlik ekolü içinde önemli bir yere sahiptir. Hanbelîlik mantıkî metodolojilere en düşük önemi veren fıkıh mezhebi sayılabilir[98]; nitekim özellikle ilk dönemlerde çoğu akılcı metod ve fikri reddetmişlerdir[103]. Eğer bir hususta Kur'an'da ve sahih hadislerde bir karar bulunmuyorsa sahabe kavline, eğer sahabe arasında bir ihtilaf varsa Kur'an ve Sünnet yönünden en güçlü olan tarafın kararına uyulur. Eğer bunların hiçbiri mümkün değilse fakat zayıf bir hadisin varlığı mümkünse, zayıf hadisi takip edilir. Eğer bu da mümkün değilse, en son çare olarak kıyasa başvurulur. Bugün özellikle Arap yarımadasında yaygın olan mezhep[96] aynı zamanda tarih boyunca farklı ekolleri etkilemiştir. Örneğin çağdaş Vahhabilik hareketi Hanbelîlikten büyük ölçüde etkilenmiştir[96][103].

    Bugün müntesibi bulunmayan fakat birçok konuda hâlâ etkilerini sürdüren bir başka fıkıh mezhebi de Zahiriyye'dir[99]. Bazen belirli tarihî dönemler için Sünnî gelenek içerisindeki beşinci fıkıh mezhebi olarak anıldığı da olur. Kurucusu Davûd el-Isbehânî olan mezhep, fıkıhta aklî metodların çoğunluğunu reddetmesi ve nassların (ayet ve hadislerin) görünen anlamlarını (zahirî anlamlarını) temel alması sebebiyle Zahiriyye olarak adlandırılmıştır[99][98]. Mezhebin gelişiminde büyük rol oynamış ve özellikle Endülüs'te yayılmasına sebep olan başlıca alim ise İbn-u Hazm'dır. Her ne kadar etkisini yitirse ve zaman içinde kitlesel varlığını kaybetse de, 20. yüzyılda da çeşitli fıkhî eserleride Zahirî etkisi ve fıkıh anlayışı devam etmiştir[99].


    Diğer grup ve mezhepler [değiştir]Çeşitli mezhep ve gruplar, bazı âlimlerce mezhep, bazılarınca ayrı bir din bazılarınca ise dinî farklılıklardan ziyade etnik farklılıklarla ayrışmış gruplar olarak kabul edilirler. Zaman zaman bir mezhep olarak ortaya çıkan ayrı gruplar, zaman içinde gelişerek yeni bir din olmuşlar ve İslam'dan ayrılmışlardır.

    Etnik unsurların ve kültürün mezheplerle ve İslam ile kaynaşması sonucu oluşan gruplara bir örnek bugün Türkiye sınırları içerisinde kalan, Anadolu'daki, Alevîlerdir. Anadolu Alevîleri, İran'daki Alevîler farklı olduğundan İran'dakiler, Şiîliğin bir mezhebi sayılırken Türkiye'deki Alevîlerin ayrı din olarak görenler de vardır ve ayrı bir din mi yoksa bir mezhep mi olduğu tartışma konusudur. Zaman zaman Anadolu ve Balkan Alevîlerinin Şia'nın İsnaaşeriyye kolunun Türkî bir yorumu olarak kabul edildiği iddia edilir.


    Anadolu Alevîliği [değiştir]Ana madde: Alevilik
    Alevîlik, Sünnîlik'ten sonra Türkiye'de en yaygın ikinci mezheptir. Sıklıkla ansiklopedilerde ve bilimsel kaynaklarda Şiiliğin Türkiye'deki bir mezhebi olarak tanımlanır[104]. Çıkış noktası İsnaaşeriyye Şiiliği olmasına rağmen uygulamada ve anlayışta oldukça büyük farklılıklar içerdiği[105] gibi Türk kültür ve geleneklerinden büyük oranda etkilenmiştir; özellikle Alevi büyükleri antik Türk inançlarından, örneğin kamcılıktan, Aleviliğin büyük ölçüde etkilendiği ve çeşitli unsurlar barındırdığını ortaya atmışlardır[104]. Nitekim Batılı kaynaklarda Alevilik, "Türk veya Osmanlı Şiiliği" olarak adlandırılır. Alevî sözcüğünün kökeni Ali bin Ebu Talib'in taraftarı anlamına dayanır ki Şiilikte peygamber sonrası ilâhî bir şekilde seçilmiş olan halifenin Ali olduğu inancı Alevilikte mevcuttur[105]. Bununla birlikte kendine has özelliklerinden ötürü, diğer bazı Alevi olarak adlandırılan gruplar gibi (örneğin Nusayriler), Şiilik ve Sünnilik dışı ayrı bir mezhep olarak da görüldüğü olmuştur[105]. Ek olarak Alevîlik Türk (Orta Asya ve Anadolu)Sufî gelenekleri ve tasavvuf akımlarından büyük oranda etkilemiş, Şii unsurların çoğunluğu tasavvufî kavram ve unsurlarla bütünleşmiştir. Bunların dışında çeşitli Türk ve İslam kültürleri dışı etkilerin ve kökenlerin de olduğu bilim adamlarınca öne sürülmüştür: gnostikler, Zerdüştçülük, Manihaizm (Mani dini) ve panteizm gibi[104]. Aleviliğin tanımlamasında son yıllarda Aleviliği ayrı bir din (veya İslam dışı) gibi görme tartışmaları ortaya çıkmış olduğu gibi[105], bazı bilim adamları Alevileri bir dinî azınlıktan ziyade etnik bir azınlık olarak görmüş ve tanımlamıştırlar[104]. Aleviliğin Türk kültürüyle sık sık bağdaştırılması ve zaman zaman Türk İslamı olarak yorumlanmasının, özellikle Kürt-Alevi etnik grubu bazlı ayrılıkçı hareketlere karşı geliştirildiğini savunan bilim adamları da olmuştur[106].

    Alevilik özellikle Bektaşilik ile büyük ölçüde paraleldir ve bugün iki isim sıklıkla birbiri yerine kullanılır[107]. Bununla birlikte Bektaşilik daha ziyade bir tasavvuf tarikatıdır ve temel nitelikleri, özellikleri de tasavvufîdir[104]. Nitekim Aleviliğin Bektaşilikle içiçeliği sonucu birçok tasavvufî öğe, Bektaşî geleneği Aleviliğe dâhil olmuştur. Cem ayinleri, dede, pir ve mürşitlerin eğitiminde kurtuluşa erecek Sufî yolun takip edilmesi[104], her ne kadar her Alevi tarafından sıkıca takip edilmese de, Bektaşilik ile Aleviliğin paylaştığı temel unsurlardandır. Bektaşî-Alevî geleneğinde, tasavvufî unsurlarla bütünleşmiş yolu benimseyenlerle, etnik olarak ilgili gelenekten olanlar arasında ayrım yapılır: Hacı Bektaş'ın yolunu takip eden Bektaşi-Alevilere Yol Evladı tabiri kullanılırken, etnik olarak gelenekten olanlara Bel Evladı tabiri tercih edilir[104].

    Alevîler'in ibadet yeri cemevidir[107][106]. Aslen Bektaşî geleneğinde bir tür inisiasyon ritüeli olan cem ayini (ayin-i cem) Alevi ibadetinde çok önemli bir yer tutar[104] ki nitekim liturji açısından İsnaaşeriyye ile Alevilik arasındaki büyük farklılıkların bir göstergesidir[105]. Cem ayinlerinde birçok Şii temelli sembol bulunur: kötü bir sonla karşılaşan imamlar Hüseyin ve Hasan'a atfen oniki mum söndürülür, özellikle oniki imam, Kerbela gibi şeyleri konu edinen nefesler söylenir, ve semah yapılır[104]. Şii ve Sünnilerin genelinden farklı olarak Ramazan ayında oruç tutmazlar[105][107]. Kendileri Muharrem ayının 10'unda, üçüncü imam Hüseyin'in Kerbela'da öldürüldüğü günü oruç tutarak geçirirler[105]. Nitekim Şiiler ve Sünnilerce uygulanan ve Sünnilere ve her iki grup tarafından da İslam'ın şartlarından kabul edilen hac da Aleviler tarafından uygulanmaz. Alevilikteki davranışsal temel ise ünlü bir Alevi deyişiyle şöyle tanımlanmıştır: "eline, diline, beline sahip ol"[104].

    Türkiye'de bulunan Şiilerin ve dolayısıyla Alevilerin nüfusunun kaçta kaçını oluşturduğu net olarak bilinmemektedir[108]; bununla birlikte Caferilerin ve Alevilerin toplamda nüfusun %7 ile %30 arasında bir kısmını oluşturduğuna yönelik tahminler ve çalışmalar bulunmaktadır[109]. Bir AB raporuna göre Türkiye'de 15-20 milyon Alevi bulunmaktadır[110]. Birçok Alevi yazara göre de Türkiye'deki Alevi nüfusu, Türkiye toplam nüfusunun üçte biri kadardır ki bu yaklaşık 20 milyon veya üzeri bir rakama işaret eder[111]. Bununla birlikte daha düşük tahminler de yapılmış. Bu tahminlere göre Alevi nüfus daha ziyade 10 veya 12 milyon civarıdır[111]; bununla birlikte nüfusa oranı %10'un altına düşüren, net sayıyı 5 milyon civarında tespit eden başka tahminler de vardır[108]. Alevilik tanımının göreceli yönlerinin bulunmasından dolsyı tüm tahminlerin doğruluk payı olduğu fikrini ortaya atan bilim adamları da olmuştur[108].


    Tasavvuf [değiştir]
    Rifaiyye tarikatından zikreden şahısları gösteren bir betimleme.Tasavvuf veya Sufizm bir mezhep olmamakla birlikte, kendisine birçok farklı mezhepte yer bulmuş, çileci, zaman zaman ezoterik, monistik veya panteistik yönleri de olan bir İslam akımıdır. Tasavvuf veya Sufi kelimelerinin kökeni konusunda ihtilaf olduğu gibi ortaya çıkışı hususunda da ihtilaf vardır. Din bilimleri açısından tasavvuf akımının hicrî ikinci yüzyıldan itibaren başladığı özellikle İslam'ın diğer topraklarda yaygınlaşması ve yeni toprakların İslam devletine katılmasıyla birlikte yaygınlaştığı bilinmektedir. Cabir bin Hayyan, Ebu Haşim el-Kûfî ve Abduk es-Sûfî birçok araştırmacı tarafından ilk mutasavvıflardan sayılmışlardır[112][113]. Tasavvuf akımı kendisinden önce ve sonra ortaya çıkan farklı dinî veya mistik akımlardan büyük ölçüde etkilenerek ortaya çıkmıştır[114][115][116]. Nitekim tasavvuf tarihçelerinde, Antik Çağ'dan tanınmış bazı âlim ve düşünürler, özellikle Hindistan ve Mısır'daki gizemci bazı mezhepler ve felsefeler övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiş bu felsefelerin tasavvufî düşünceyle ortak bir paydada buluştuğu ifade edilmiştir[117]; örneğin, Batı mistiklerinden Pisagor birçok mutasavvıf ve eser tarafından sıklıkla övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiştir[118]. Hatta tanınmış oryantalist De Lacy O'Leary tasavvufun üzerinde oturduğu temel eylemler, davranışlar ve kavramların İslam'da bulunmadığını ve dışarıdan İslam kültürüne geldiğini iddia etmiştir[119].[120]. Bu fikirler mutasavvıflar arasında bazen kabul görüp, bazen görmemektir. Genelde mutasavvıflar tasavvufî görüşlerin ve kavramların Kur'an temelli olduğunu ve peygamber ile sahabe zamanında olduğuna inanırlar. Tasavvufî düşünce kendi içinde birçok gruba ayrılır ve genelde bu grupların her birine tarikat denir. Tarikatlar genelde düşüncelerinin geçmişini peygamberin zamanında yaşayan Müslümanlardan birine kadar gittiğini iddia eder ve o zamandan günümüze kadar düşüncesel anlamda önderlik etmiş şahısların bir silsilesini oluştururlar. Bazı din bilimciler Batı'daki panteistik düşüncelerle tasavvuftaki ontolojik düşüncelerin benzerliğini savunsa da, birçok mutasavvıf bunu reddetmiştir. Nitekim tasavvufta ontolojik yapı tarikatlar arası farklılık göstermektedir.


    Sufi şairlerden Muhammed Celaleddin-i Rumî'yi gösteren bir betimleme; Rumî Türkçe yazında sıklıkla sadece saygı ifadesi olan lakabı Mevlânâ olarak anılır.Tasavvufun temelinde sıklıkla, Allah'ın tek olduğu, sadece ilahî anlamda değil varlıksal anlamda da tek olduğu, onun dışında hiçbir varlık bulunmadığı, evrenin ve içindeki canlı cansız her şeyin Allah'ın varlığının bir yansıması olduğu fikri yatar. Bu nokta ve daha sonrasındaki ontolojik anlayış genelde çoğu tasavvufî akımda benzer olsa da, ayrıntılarda farklar büyüktür. Tasavvufta Kur'an'dan hayatın her alanına kadar zahirî (görünen) şeylerin ardında kalan ve daha derin bir anlam olduğu fikri temeldir. Bunun dışında özel bir zühd kavramı vardır ve mutasavvıflar hayata dair zevklerden ruhanî zevklere ulaşabilmek için kaçınmalıdırlar. Yoğun bir çilecilik anlayışı mevcuttur fakat bu çileciliğin tezahürleri tarikattan tarikata farklılaşabilir. Tasavvufta farz ve nafile ibadetlerin dışında uzun toplu veya bireysel zikir önemli bir ibadettir. Ayrıca tasavvufta, kişinin kendisini tasavvufî anlamda geliştirmesi için, bir şeyhe bağlanması şarttır. Tasavvufa göre kişi tasavvufta ilerledikçe çeşitli varlıksal mertebelerden geçer ve sonunda kemâlete erer. Ayrıca beden ve nefis doğaları gereği kötü ve hakir görülür, nefse ve bedensel ihtiyaçlara sıklıkla yenilecek bir düşman, aşılacak bir engel olarak bakılır. Buna göre Allah'ın bir parçası olan ruhun onun varlığındaki farkındalığına kavuşması için bunlar şarttır. Nitekim bu da çileciliğin tasavvuftaki yerinin sebeplerindendir. Ayrıca tasavvufta Allah'a karşı duyulan ve önemli bir yeri olan bir aşk kavramı mevcuttur. Nitekim sıklıkla yapılan ibadetlerin cennet arzusu veya cehennem korkusu yerine bu aşk uğruna yapılması gerektiği vurgulanır. Bu aşk kavramı tasavvuf edebiyatında da kendisine önemli bir yer bulmuştur ve gerek Allah'tan gerekse Muhammed'den tasavvuf edebiyatında sıklıkla sevgili olarak söz edilmiştir.

    Tasavvuf, özellikle şeyh-mürid ilişkisi ve barındırdığı çeşitli ontolojik fikirler (örneğin vahdet-i vücud) sebebiyle zaman zaman çeşitli din âlimlerince kınanmış ve hatta tekfir edilmiştir. Bu âlimlere bir örnek İbn Teymiye'dir. Bazı İslam âlimleriyle tasavvufî görüşe hak vermiş ve İslam dairesi içinde, saf ve hakikî bir yol olduğunu savunmuş, tasavvufun gelişimine katkılarda bulunmuştur; Gazali bu şahıslara örnek olarak verilebilir.

    Tasavvufun İslam kültüründeki yeri büyüktür ve gerek Sünnî gerekse Şii topluluklarda önemli bir yer tutar. Tasavvuf edebiyatı ve musikîsi İslam kültüründe önemli bir rol oynamıştır. Tarih boyunca birçok tanınmış mutasavvıf şair vardır ve gerek tasavvuf edebiyatı gerekse Doğu edebiyatında önemli bir yere sahiptirler. Bunlara Celaleddin-i Rumî, Şeyh Galib, Feridüddin Attar, Hâfız, Sadi Şirazi, İbn Ferid ve Yunus Emre gibi isimler örnek olarak verilebilir.


    Dünyada Müslümanlar [değiştir]
    Nüfusunun %10'undan fazlası Müslüman olan ülkeler.
    ██ Sünni nüfusun çuğunlukta olduğu bölgeler

    ██ Şii nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerİslam dini, 1.3 - 1.5 milyar inananıyla Hristiyanlık'tan sonra dünyanın en yaygın ikinci dinidir.[121]

    Dünyadaki Müslümanların çoğu Ortadoğu'da, Afrika'nın ortasında ve kuzeyinde, Asya'nın batısı ve güneydoğusunda ve Balkanlar'da yaşamaktadır. Ayrıca Avrupa, Avustralya ve Amerika gibi diğer kıtalarda da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır.

    Nüfusunun yaklaşık %99.8'i Müslüman olan Türkiye, Müslüman nüfusun tüm nüfusa oranı bakımından dünya birincisidir.[122] Endonezya, sayısal açıdan dünyanın en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesidir[123]. 237.5 milyon nüfusa sahip Endonezya'nın nüfusunun %85-90'ı Müslümandır[124][123]. Hindistan ise sayısal açıdan dünyanın en büyük Müslüman azınlık nüfusunun (138 Milyon[125]) yaşadığı ülkedir.





    İslam ve bilim [değiştir]
    11. yüzyıl dolaylarından kalma, el-Biruni tarafından yapılmış ve Ay'ın farklı evrelerini gösteren bir çizim.
    Yaklaşık 1200 yılından kalma, gözün anatomisini anlatan bir çizim.İslam'ın yoğun bir şekilde yayıldığı ve İslam devletlerinin yükselişte olduğu İslam'ın altın çağlarında İslam topraklarında birçok bilim adamı yetişmiş ve bilimsel faaliyetler çok yoğunlaşmıştır[126]. Bilim anlamına ve İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan özgün terim ilmdir[127][126] ki bu sözcük Türkçede de bilim anlamında, ilim şeklinde, eskimiş olsa da, yer almaktadır[128]. İlm terimi aslında "bilgi" anlamında da kullanılır. Her iki anlamı da İslam ile bütünleşmiştir ki nitekim İslam literatüründe ve zaman içinde İslam tarihinde İslam öncesi ve ilk vahyin geldiği döneme Cahiliyye Devri (veya Cahiliyye Dönemi) denir. İslam devletlerinde ortaya çıkan bilimsel anlayışlara, bulgulara ve bilim adamlarının bütüne zaman zaman İslamî bilimler dendiği olur; bununla tam olarak neyin kastedildiği zaman zaman tartışma konusu olmuş olsa da genel olarak Müslümanlar tarafından yapılan bilimsel çalışmaların bütünü anlamındadır[127]. İslamî bilimsel çalışmalar ve bilim adamları, Arap bilimsel çalışmalar ve bilim adamları olarak görülmemelidir; her ne kadar ortak dilleri Arapça olsa da bu dönemdeki bilimsel çalışmaları yapan kişiler birçok farklı etnik gruptan gelmekteydi ve ortak noktaları etnisiteden ziyade İslam devletlerinde yaşayan Müslümanlar olmalarıydı[129].


    el-Cezeri'nin tasarladığı otomatik su kaldırmaya yaran bir (otomat) icadın betimlemesi; yaklaşık 1205 yılından kalma.
    İslamî bilimsel gelişmeler ve bilim tarihinde Yunan filozoflarının eserlerinin İslam kültürüne girişi ve çevrilmesi önemli bir yer tutar ve 8. yüzyılda gerçekleşmiştir[127][130][129][131][132][133]. Nitekim daha sonra Batılı kaynaklar bu filozofların birçoğunun unutulmuş veya kaybolmuş eserlerini İslam devletlerinde bu eserlerin varlıklarını sürdürmeleri sayesinde keşfetmiş olduğu gibi Müslüman bilim adamlarınca bu bilgiler ışığında ortaya konan bilimsel yenilik ve keşifleri de tanıma fırsatı bulmuştur[127][126][131][132]. Yunan filozoflarının eserlerinden büyük ölçüde etkilenen ve diğer bazı dış faktörlerden de beslenen bir İslam felsefesi ve bilimleri geleneği oluşmuştur[130][129][134]. Farabi[135], İbn-i Sina[136] ve İbn-i Rüşd[137] tanınmış ve önemli İslam filozoflarındandır[131]. İslam felsefesi içinde birçok akım oluşmuştur, bunların bazısı İslam'ın ana hatlarını kabul ederken bir kısmı reddetmiştir; örneğin materyalist bir felsefeyi savunan Maddeciler veya Dehriyyûn Tanrı'nın varlığını reddederlerdi[138]. Bununla birlikte, İslam felsefesi içerisinde oluşan akımların büyük bir kısmı İslamî temelleri benimsemiş, İslam ile Yunan filozoflarının görüşlerini kaynaştırmaya ve uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu açıdan çıkan en büyük ve en çok tartışma yaratan meselelerden bazıları ahiretin salt ruhanî mi yoksa bedensel de mi olacağı, evrenin ezelî olup olmadığı ve dolayısıyla creatio ex nihilo (Tanrı'nın "yoktan var etmesi") gibi meselelerdir[131]. Akılcı ve dış etkilerden etkilenen bir başka akım da kelam yani İslam teolojisidir[127][130]. Bununla birlikte zaman içinde İslam filozofları ve kelam âlimleri ayrışmış ve sıklıkla tartışmalarda karşıt taraflarda bulunmuşlardır; İslam filozofları Yunan filozofların eserlerini ve görüşlerini İslamî bir temelde ele alıp, çeşitli nassları tevil ederken kelam âlimleri daha geleneksel bir yolu edinmiş, Yunan filozoflarının görüşlerini ikinci plana itmişlerdir[131]. Özellikle Eşari kelamcıları bu konuda ileriye gitmiş ve bilimsel nedenselliği reddetmiştir[131].

    Gerek Kur'an'da kişilere düşünmeyi nasihat eden ayetlerin bulunması, gerekse ilmi öven hadislerin bulunması[127], İslam'da genel olarak akıl ile dinin birbiriyle karşıt olmadığı fikri[126], fetihlerin de ardından zenginleşen ve yayılan İslam devletlerinde bilimsel gelişme buluşların artmasına sebebiyet vermiştir. Bu sebeple, Orta Çağ başta olmak üzere, çeşitli dönemlerde İslam devletlerinde önemli bilim adamları yetişmiştir. Bunlardan birkaçı şunlardır: İbn el-Heysem, Ebu Reyhan el-Biruni, İbn-i Nefis, İbn Bace, İbn Tufeyl, Harezmi, Cabir bin Hayyan, Ömer Hayyam, Cezeri, İbn Haldun, Nasîrüddin Tûsî ve Takiyüddin[130][129]. Batı bilim tarihinde bu bilim adamların birçoğunun buluşları daha sonradan tanınmıştır[130]. Bu Müslüman bilim adamlarının buluşları ve çalışmaları çok çeşitliydi ve felsefeden, matematiğe, matematikten tıbba, tıptan hukuka, hukuktan astronomiye, astronomiden sosyolojiye kadar çok çeşitli ve geniş bir alanda, birçok farklı dilim dalını kapsayacak şekildeydi[127][130].


    İslam ve sanat
    Selimiye Camisinin kubbesinin içi; İstanbul, Türkiye. İslamî sanatlarda dekoratif sanatlar çok önemli bir yer tutar.İslamî sanatlar İslam kültürünün büyük bir bölümünü oluştururlar. İslamî sanat(lar) terimi görece yeni bir terimdir ve genel olarak modern bir kavram olarak ele alınabilir. Terim ile kastedilen İslam topraklarında üretilen, İslam kültürünün izini taşıyan sanat eserleridir; eserlerin illâ ki Müslüman için veya Müslümanlar tarafından yapılmış olması gerekmez. Nitekim birçok Hindu, Hristiyan ve Yahudi sanatçılar İslamî sanat eserleri verdikleri gibi, Müslümanlar tarafından yapılan bazı sanat eserlerinin alıcıları, sahipleri gayrimüslimdir. Zaman zaman tarihî İslamî sanat eserleri ve sanatçılar çağdaş zamanlarda dinîden ziyade millî sanat açısından değerlendirilmiştirler; bununla birlikte bu genelde yanlış bulunur zira İslamî sanatlarda tarih boyunca ortak olan değer ve vurgu İslamdır ve sanatlar birçok etnik grubun katkısının sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Nitekim o dönemlerde İslam topraklarında bulunan vatandaşların da ayırıcı özelliği etnik gruplarından ziyade dinleriydi ve bu sebeple de bugün birçok tarihî İslamî sanatçının yaşadığı toprağa bakarak etnik kökenini bilmek çok zordur.

    İslam itikadındaki Allah inancında antropomorfizme yer verilmemesi ve buna kesin bir şekilde karşı çıkışı, Allah'ın sureti olmadığı için betimlenemeyecek olduğu inancı Hristiyanlıktakine benzer bir ikona ve dinî resim geleneğinin oluşmasını engellemiştir. Ayrıca İslam'da peygamberlere ilâhî özelliklerin izafe edilmemesi peygamberlerin de betimlenmesini dinî anlamda büyük ölçüde gereksiz kılmıştır. Ek olarak İslam'ın putperestliğe karşıt oluşu ve Kur'an'da putperestliğin şiddetli bir şekilde reddedilmesi özellikle heykel gibi sanatlara Müslümanların, özellikle de aktif pagan putperestliğinin devam ettiği çağlarda, mesafeli durmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte Kur'an'da heykel sanatına veya insan (peygamberler dahil) suretlerinin betimlenmesine, tapınmak yani putperestlik için yapılmadıkları sürece, karşıt bir ayet bulunmaz. Nitekim sonraki yüzyıllarda özellikle yeni fethedilen topraklarda var olan sanat gelenekleri ile İslam'daki kavram ve sembollerin kaynaşması sonucu, özellikle İran bölgesinde, gerek Muhammed gerekse diğer peygamberleri betimleyen görsel eserler de, nadir de olsalar, yapılmışlardır ve figüratif betimleme yedinci yüzyılın ilk dönemlerine kadar pek de sorunsal olmamıştır. Bununla birlikte özellikle peygamberin betimlemeleri dinî bir bağlamda değil de tarihî bir bağlamda yapılmıştır.

    Batı'da sanatın önder türleri resim ve heykelken, İslam'da bu formlar yukarıda belirtilen sebeplerin de etkisiyle benimsenememiştir. Bunun yerine ahşap, metal işlemeciliği, dekoratif sanatlar, seramik ve cam sanatları ile ciltleme ve hat sanatları büyük yer ve öneme sahiptir. Süsleme sanatlarında özellikle geometrik ve simetrik motifler sıklıkla yer almıştır.


    1507'den kalma bir minyatür. Betimlenen Leylâ ile Mecnun hikâyesinden Mecnun'dur.
    El Hamra Sarayı, Granada, İspanya.Gerçekçi suret betimlemesinden uzak duran İslam sanatı, daha hayalcî bir tarza sahip olan minyatür sanatını geliştirmiştir. Gerek açı, gerekse özgün stilleriyle minyatür sanatı farklı bir görsel sanat dalıdır ve İslam sanatında büyük yer tutar, başlıca figüratif sanattır. Buna ek olarak, İslam'da önemli bir yer tutan yazıyı baz alan güzel sanat türü, hüsn-ü hat, yani hat sanatı İslam toplumundaki suret karşıtlığından da yararlanarak büyük ölçüde gelişmiştir. Hat sanatında birçok tarz ve üstat geliştiği gibi, farklı İslam devletlerinde, Arap alfabesini kullanan farklı dillerde, daha farklılaşmış stiller ortaya çıkmıştır. Hat sanatı gelişiminde zaman zaman soyut da olsa figüratif özellikler de kazanmıştır; örneğin zoomorfik hat eserlerine sıklıkla rastlanır. Özellikle hat sanatıyla birlikte anılan tezhip sanatı dekoratif bir sanat olarak öne çıkmış, Kur'an nüshalarının oluşturulmasında hat ile birlikte dekoratif ve estetik açıdan önemli bir yere sahip olmuştur. Gerek ciltcilik gerekse süsleme açısından en güzel örnekleri sunan Kur'an nüshaları olmuştur. Kur'an nüshalarında hat ve tezhibe sıklıkla rastlanırken, figüratif dekorasyonlara ve betimlemelere rastlanmaz. Bunun yerine minyatür gibi figüratif betimlemeler destan ve manzum hikâyelerin nüshalarında sıklıkla kullanılmıştır].


    Sultan Ahmet Camisinin gece görünümü, İstanbul, Türkiye.Bunlara ek olarak İslam sanatında mimari önemli bir yere sahiptir. İlk dönemlerde (gerek İslam öncesi ve İslam'ın ortaya çıktığı dönemlerde) İslam'ın geliştiği merkezler olan Mekke ve Medine'de mimari açıdan gelişmemiş şehirlerdi. Özellikle İslam devletinin yönetiminin saltanata geçişinden sonra, yapılan fetihlerle de mimariye olan ilgi artmış, zaman içinde farklı toprakların mimarisinden de etkilenerek farklı mimari stillerde camiler, mescitler, medreseler, saraylar, köprüler ve kervansaraylar yapılmaya başlanmıştır. İslam’a has ibadet yeri olan camilerin mimarisi özellikle İslam mimarisi içerisinde önemli bir rol oynamıştır; ilk fethedilen topraklarda, özellikle Suriye'de, kiliseler camiilere çevrilmişken daha sonra fethedilen yeni topraklarda ve kurulan yeni şehirlerde Müslüman camiler inşa etmeye başlamışlardır. Farklı iklimlerden ve etnik kültürlerden etkilenerek camii mimarisi bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Bu tip (cami, medrese vs.) dinî mekânların mimarisinde suret betimlemesine pek yer verilmez, bunun yerine dekoratif, sık sık geometrik ve arabesk türde süslemeler mevcuttur. Bununla birlikte dinî olmayan seküler mekânların mimarisinde suret betimlemelerine yer verilmiştir; örneğin özellikle eski hamamlarda ve saraylarda buna rastlanır. Bununla birlikte seküler mekânlar zaman içinde dinî mekânlar kadar iyi korunmamıştır.

    Tekstil bazlı sanatlar da İslamî sanatlar açısından önemli bir yere sahiptirler. Ticari açıdan da büyük bir gelir kapısı oluşturan tekstil üretimi çok gelişmişti ve çok çeşitli ham maddeler kullanmaktaydı[140][139]. Halılardan çok amaçlı kumaşlara, tülbentlere kadar birçok farklı tekstil ürünü[140] farklı tarz ve tekniklerle dokunarak hazırlanır,önemli bir kısmı ithal edilirdi. Nitekim Orta Çağ'da kiliselerde azizlerin kemiklerinin sarılıp saklandığı işlemeli kumaşların çoğunluğu İslam topraklarından gelmekteydi ve bugün varlığını sürdüren bu kumaşlar o dönemlerdeki İslam kumaş sanatlarının güzel örneklerini oluşturmaktadır.




  • Uzun ama başarılı bir çalışma zamanla okurum artık



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi TIGERSHARK -- 9 Haziran 2008; 20:35:42 >
  • bukadar uzun olması insanın okuma isteğini azaltıyo..ama mutlaka güzel bi çalışma olmuştur teşekkür ederim..okumaya başlıyorum :)
  • quote:

    Orjinalden alıntı: TIGERSHARK

    Uzun ama başarılı bir çalışma zamanla okurum artık


    tesekkur ederim @TIGERSHARK
    ben de zamanla okunur diye dusundum. DH da arama yapildigin de bulunulabilir.
    @feylesof a da soylerim konu indeksine bu topicki de ekler. boylece kolayca bulunulabilir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: JanbO

    bukadar uzun olması insanın okuma isteğini azaltıyo..ama mutlaka güzel bi çalışma olmuştur teşekkür ederim..okumaya başlıyorum :)


    ben tesekkur ederim @JanbO

    okurken sykilmamaniz icin oncelikle ilginizi ceken dinleri tercih etmenizi tavsiye ederim.
  • "Dönüp gelinen nokta" topiğinde, "Eski dinlerin bu günkü semavi dinlere ne kadar benzeyip ne kadar benzemediği" bahsi geçmişti. Onun üzerine bu topik bir kaynak niteliğinde olup yararlı olacaktır. Konu için teşekkürler.
  • ben tesekkur ederim @kaotika

    iclerinde senin dignin de var zerdust digni

    saka tabii. sen ateistsin.
  • Okumak istediğim; ilgilendiğim kısımlara(Global güç odaklı oluşumlar) baktım. Az yada çok bilgi karşılaştırmama yardımcı oldular. Teşekkürler paylaştığınız için.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ::EvaSioN::

    Okumak istediğim; ilgilendiğim kısımlara(Global güç odaklı oluşumlar) baktım. Az yada çok bilgi karşılaştırmama yardımcı oldular. Teşekkürler paylaştığınız için.


    ben tesekkur ederim.

    ne mutlu bana yarrali olabildiysem.
  • Yararlı bir kaynak olmuş.
    Ancak satanizm bir din değildir.
    Yaygın dinlere karşı oluşan bir düşünce sistemidir.
    Orada sıralanan maddelerde zaten yaygın dinlerin öğütlediği hususların zıttıdır.
    Szandor Lavey bu düşünce sistemini sadece din olarak göstermiştir.(kulağa hoş gelen yönlerini)
  • Teşekkürler.. Belgeseli olsa daha güzel olur.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: felsefika

    DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER

    Dünyayi Yöneten Gizli Örgütler

    (BU YAZIYI OKUMANIZ VE ARŞİVLEMENİZ ÖNERİLİR !!!)
    Genel durum

    Yeni Dünya Düzeninin dünyayı yeniden paylaşmada Türkiyenin basına 21. yüzyılda inanılmaz çoraplar örülmek istenmekte ve Türkiye adim adım Sevr koşullarına sürüklenmektedir. Oynanmakta olan bu satranç oyununda Türkiyede dev bir operasyon yapılmış ve Sah köseye sıkıstırılmıştır (Manisali 2002a ve 2002b). Mat olup olmamasi bundan sonra Türk Genelkurmayinin atacagi adimlara baglidir. ABD tarafından planlanan bu operasyon, AB ülkelerinin de yardimiyla simdilik basariyla yürütülerek hedeflenen ekonomik kriz ülkede basariyla yaratildiktan sonra, tüm piyonlar rollerini basariyla oynamislar ve 79 yıl önce Hilafeti kaldiran Türk devletinin tepesine Hilafetçi artigi ve ABD kuklasi bir parti usta bir manevra ile -umutsuzluk içindeki halk kandirilarak- geçirilmistir.

    Tüm hükümet üyelerinin ve bakanlarinin Naksibendi veya Fethullahci baglantilari Aydinlik dergisinde yayimlandigi halde sadece bir iki
    bakandan tekzip gelmiştir. Hükümet üyelerinin büyük çoğunluğu ünlü Abant Toplantilarini düzenleyen Fethullahçi örgütlenmenin odagindaki Birlik Vakfinin üyesidir. Bir zamanlar demokrasi tramvayına gerekirse binebileceğini ya da ereğine ulaşmak amacıyla papaz giysisi bile giyebileceğini söyleyen, camilerin kubbelerini miğfer olarak takacak, minareleri de mızrak olarak kullanacak Tayip Erdoğan liderliğindeki kadronun yönetiminde Türkiyeci ileride daha vahim sorunların beklediği açıktır.

    Diğer yanda ise ABD 80 bin askeriyle Diyarbakırda konuşlanmak ve Türkiye'yi hiç ilgisi olmadığı bir savaşa bulaştırmak istemektedir.
    Abanin hedefi açıktır. Kafkasya ve Ortadoğu petrol ve doğal gaz bölgelerini Naziler gibi işgal etmek ve Asyanın stratejik bölgelerini
    kontrol altına almak! Ama mambo çığlıklarıyla savaş naraları atan Türk medyasında hiç değinilmediği üzere, Abanin asil hedeflerinden birisi de Türkiyeci parçalamak ve Doğu Anadolu'da ABD kuklası bir Kürt devleti kurmaktır. Türkiyeci parçalama ve çökertme operasyonu aşikar bir biçimde Kıbrıs üzerindeki Annen Planı ile, NGOları ile, Fener Patrikhanesine ve Rum azınlıklara verilen haklar ile, Rum Pontusu ile, Kuzey Iraktaki Kürt Senatosu ile Türkiye'de ajanlık faaliyeti gösteren vakıflarıyla basarili bir şekilde sürdürülmektedir. Değerli Necip
    Hablemitoglunun katledilmesi Türkiye'yi istikrarsızlaştırma operasyonunun bir parçasıdır ve korkarım ki bu cinayetler sürecektir.
    Cinayetleri ise çok daha büyük bir ekonomik kriz beklemektedir. Ya Türk askeri, kriz durumlarında ABD'nin müdahale gücü haline
    getirilecek ya da ekonomisi kısırlaştırılmış ve tarımı çökertilmiş olan Türkiye açlığa mahkum edilecektir. Yani Sah ve Mat gerçekleşmesi
    planlanmıştır.

    Bu yazıda Türk iyedeki durumu irdelemek açısından dünyayı yöneten gizli güçleri ortaya koymaya çalışacağız. Şimdilerde Globalizasyon
    adıyla bize yutturulmak istenen Yeni Dünya Düzeni bir günde kurulmuş bir strateji değil, kökeni imparatorluklar ve sömürgeler dönemine
    dayanan bir plandır. Globalizasyon, ulusçuluğu ve sınırları kaldıran bir sistem değil, aksine ezen ulusların kayıtsız şartsız hakimiyetine
    yol açacak acımasız, emperyalist ve faşist bir yapıdır. Yeni Dünya Düzenini şekillenderen iki temel dev güç vardır. Bunlardan birisi Yahudi lobisi ve tekellerinin kurduğu gizli cemiyetler, ötekisi ise WASP adi verilen beyaz, Anglo Sakson, Protestan azınlığın kurduğu gizli cemiyetlerdir. ABD'DE tüm güç ve medya bu gizli cemiyetler tarafından şekillendirilmektedir. Yahudilerin de içinde yer aldıkları CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg gizli örgütü ve Trilateral Komisyon bu cemiyetlerin temelini oluşturur. Bir istihbaratçı olan George Orwellin 1984 isimli kitabında belirtildiği üzere, medyayı kontrol eden beyinleri kontrol eder. Beyinleri kontrol eden ise, toplumları kontrol eder (son örneğini 3 Kasım seçimlerinde gördüğümüz gibi).


    ABD'DE medyayı ve beyinleri kim kontrol eder?


    ABD'DE her yere yayılan ve en çok seyredilen kanallar yaklaşık 15 aile tarafından ve 24 şirketle yönetilmektedir (Chomsky, 1988, 1991, 1992, 1994).

    Bu şirketler şunlardır (Chomsky, 1988, 1991):

    Advance Publications (Newhouse ailesi),
    Capital Cities (Devlet Kökenli, DK), CBS (DK),
    Cox Com (Cox ailesi) ,
    Dow-Jones (Bancroft-Cox ailesi),
    Gannet (DK),
    GE (General Electric),
    Hearst (Hearst ailesi),
    Knight-Ridder ailesi,
    News Corp (Murdoch ailesi),
    New York Times (Sulzberger ailesi),
    Readers Digest (Wallace ailesi),
    Scripps-Howard (Scrips ailesi),
    Storer Corp (Storer ailesi),
    Taft (Taft Ailesi),
    Time Inc. (karisik ve DK),
    Times Mirror (Chandler ailesi),
    Triangle (Annenberger ailesi),
    Tribune Co. (McCormick ailesi),
    Turner Broadcasting (Turner ailesi),
    Fox Broadcasting (Fox ailesi).

    ABD'de bugün, hem gizli-derin devletten izinsiz, hem de bu ailelerdenizinsiz hiç bir gerçeği yayımlayamazsınız (ABD gizli devleti için bkz. Vanken 1996; Constantine1997; Blum 2000). Belirli bir elit zümrenin kontrolü altında olan ABD medyasının, bunun bir sonucu olarak da dünya medyasının gerçeklerle ilgili fazla bir bilgi yayınlanması beklenemez. Zaten tüm Amerikan halkı 11 Eylül olayında olduğu gibi medya
    tarafından tamamen uyutulmuş ve inanılmaz senaryolar ile sadece Amerikan halkı değil, tüm dünya kandırılmıştır (Meyssan 2002; Sayın
    2002).

    Bu şirketlerin pek çoğunun yöneticisi özel ve elit bir alt kültürden gelmektedir ve hep ayni söylemi dile getirirler ve Yeni Dünya Düzeninin temel bir parçasıdırlar. Bu eğilim, dünyayı dinlemek ve yönetmek için NSA (National Security Agency) tarafından kurulmuş ECHELON sisteminin diğer üyeleri İngiltere, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya da da pek değişmemektedir (Sayın 1998; Hager 1997). ABD'de
    de Washington ve New York merkezli CFRnin yerini bu ülkelerde Bilderberg ve Trilateral Komisyon almaktadır. Medyanın basında da mutlaka bu örgütlerin elemanları bulunur.

    Aşağıda bazı örnekleri sıralıyoruz (Kısaltmalar B: Bilderberg üyesi; T: Trilateral Komisyon; C: Council on Foreign Relations, en az iki veya üç gizli cemiyete üye olanlardan örnekler verilmistir, bu örgütler daha sonra tanimlanacaklardir, Kaynak: Ross 2000):

    Robert Erburu (C ve T): Times Mirror baskani
    Forester Lynn ( B ve C): Netwave Inc. Haberlesme sistemleri
    Paul Gigot (B ve C): Wall Street Journal, Washington yazari.
    Henry Anatole Grunwald (B ve C): Time dergisi, editör
    Jimmie Lee Hoagland (B ve C): Washington Post, editör yardimcisi.
    Claude Imbert (B ve T): Le Point, Paris.
    Dinç Bilgin (B ve T): Sabah Yayincilik ve 1 Numara Yayincilik.
    Wyatt Thomas Johnson (C ve T): CNN baskani.
    Flora Lewis (C ve T): New York Times, Paris, köse yazari
    Charles William Maynes (B ve C): Foreign Policy Magazine, Carnegie
    vakfi (CIA baglantili)
    Albert J. Wholstetter (B ve C): Wall Street Journal, yazar
    Robert Leroy Bartley (B, C ve T): Wall Street Journal, Editör ve
    baskan.
    Thomas L. Friedman (B, C ve T): New York Times, köse yazari.
    David Gergen (B , C ve T): US News and World Report, Başkan ve editör.
    Katharine Graham (B, C ve T): Washington Post, direktörlerden
    James Fulton Hoge (B, C ve T): Foreign Affairs Magazine direktörü (bu
    dergi CFRin resmi organidir).
    Mortimer Benjamin Zuckerman (B, C ve T): US News ve World Reports,
    Atlantic Montly, NY Daily News. Bas Editör.

    Dünyada hakimiyeti elinde tutan bu Anglo Sakson ve Yahudi medyalarında tek bir ideolojinin borusu öter: Globalizm. Globalizasyonun ve Yeni Dünya Düzeninin temel felsefesini ortaya koyan da ORDO AB CHAO (Kaostan Düzen) mottosu ile ortaya çıkmış Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) gibi gizli cemiyetlerin ta kendisidir! Daha sonra bu cemiyetlere 20. yüzyılda Council on Foreign Relations (CFR, Dis İlişkiler Konseyi), Bilderberg ve Trilateral Komisyon eklenecek ve
    diğer ülkelere de yayilarak kayitsiz sartsiz bir Yeni Dünya Düzeni veya bir Anglo Sakson Firavunlar devri yaratmak için büyük bir
    mücadele verilecektir (Sutton 1986; Domhoff 2000; Ross 2000; Marrs 2000).

    Dünyadaki pek çok tüketim malzemesini ve diğer malları sistematik gizli örgüt ağına sahip bir elitler grubu kontrol etmektedir. Bu elitler grubu tüm dünyaya yayılmışlar ve pek çok kilit noktayı bilinçli ve planlı bir biçimde işgal etmişlerdir. Artık dünyayı yöneten bir Büyük Ağabey vardır ve bu Büyük Ağabey bahsedilen elitlerin oluşturduğu gizli bir ağdır; bu ağın tarihsel mistik bir geçmişi de vardır! Büyük Ağabey örgütünün üye şayisi 8-10 bini asmaz, ama savaşların çıkmasından dünyadaki para hareketlerine, uyuşturucu trafiği ve kara paradan ülkelerin çökertilmesine, hükümetlerin değiştirilip, ülkelerin parçalanmasına kadar (Rusya ve Yugoslavya örneği) bu elitler grubu ve Büyük Ağabey etkilidir.

    Yeni Dünya Düzeni, arkasında masonik gizli örgütlenmelerin olduğu bir uluslararası ağın ve Council on Foreign Relations (Diş ilişkiler konseyi), Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütlerin planlayıp, dünyaya dayattığı kayıtsız şartsız emperyalist bir sömürü sistemidir.

    Yeni Dünya Düzeni ve bu örgütler neden tehlikelidirler?

    Yeni Dünya Düzeninin amaçlari ve tehlikeleri hakkinda tonlarca kitap yazilmis, globalizasyonun insanliga sunacagi acimasiz gerçekler hakkinda yüzlerce konferans verilmistir. Fakat bahsedilen gizli örgütlerin ve CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyonun tehlikeleri hakkinda yazilan kitaplar bir avuçtur. Çünkü bu örgütler hakkinda bilgiye ulasmak çok zordur. Bu örgütlere üye olan kisiler istihbarat örgütlerinin, silahli kuvvetlerin, NATOnun veya Savunma Bakanliklarinin, bankalarin, dev tröstlerin en tepesindeki insanlardir. Nazilerden pek de farklı olmayan bu insanlarin gerçek yüzlerini daha iyi anlayabilmek, ancak onlarin dünya insanligi üzerinde oynadiklari rolü sergileyerek mümkün olabilir.

    Bu örgütler niye tehlikelidirler?

    Çünkü:

    Savaslari onlar çikarirlar. Ne kadar sürecegine onlar karar verirler, kimlerin katilacagina ve hangi sinirlarin çizilecegine onlar karar verirler (Su anda içine girmekte oldugumuz savasta olduğu gibi). Birinci Dünya Savasinin çikmasinda J. P. Morgan ve Rockefellerin büyük etkileri olduğu ve savas sonunda da inanilmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir (Marrs 2000). Ayrıca 2. Dünya Savasinin basinda (Hitlerin yükselisinde de) Rockefeller grubunun Hitlere yaptığı yardimlar bilinmektedir. Rockefellerlar, bu Büyük Agabeyin, CFR veya Skulls and Bones Societynin merkezindedirler.

    Parayi kayitsiz sartsiz onlar kontrol ederler. ABDdeki Merkez Bankasindan tutun, diğer uluslardaki merkez bankalarina kadar tüm
    temel bankalarin kilit noktalarini onlar kontrol ederler. Iskonto oranlarini, para teminini, altin stoklarini ve altin fiyatlarini, borsa fiyatlarini onlar ellerinde tutarlar ve kontrol ederler. Dünyada akmakta olan tüm kara para bu örgütlerin kontrolündedir.

    Hükümetleri onlar kontrol ederler. Pek çok ülkede kimin basbakan, kimin vali veya kimin yönetici konumuna gelecegini onlar kontrol
    ederler. Gerekirse hükümetleri yikarlar, yerine yenisini kurarlar, islerine gelmezse onu da yikarlar ve bunu kimsenin ruhu duymadan
    yaparlar. Medya bu gerçeklerden bahsedemez.

    Medya ve bilgiyi onlar kontrol ederler. Temel pek çok medya kuruluslarini onlar kontrol ederler. Beyin yikama yöntemleri ve medyayi yönlendirme yöntemleri korkunçtur. Onlarin izni olmadan büyük medyaya yayin yapmaniz mümkün değildir.

    Ücretleri, vergileri maaslari onlar kontrol ederler. Emeginize net olarak hakimdirler. Tüm ücretleri, endüstrilerdeki maaslari, isçi maaslarini onlar kontrol ederler.

    Mafyayi onlar kontrol ederler. Detaya girmeye gerek yok, çünkü zaten kendileri mafyadir. diğer mafya örgütlenmelerini onlar kontrol ederler.

    Bilimi ve teknolojiyi onlar kontrol ederler. Bilimi ve teknolojiyi çok kilit noktalardaki ögretim görevlileri veya çok kilit noktalardaki
    sirket görevlileri sayesinde onlar kontrol ederler.

    Istihbarat örgütlerini ve ordulari onlar kontrol ederler. ABDdeki hemen her istihbarat örgütünün üst düzey görevlisi veya ileri geleni
    ya bahsedilen gizli örgütlerin üyesidir, ya da CFR, Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. Avrupa ve Japonyadaki istihbarat
    örgütlerinde de bu kisiler çok etkilidir. Türkiye'de ise son 50 yildir yönetici konumuna gelmis pek çok kisi ya Trilateral Komisyon veya
    Bilderberg üyesidir.

    Su unutulmamalidir: Bu örgütlerin güçleri, nitelikleri ve üyeleri ortaya çikarildiktan sonra kesinlikle alt edilebilirler. Bu örgütleri
    böylesine siralamak onlarin yenilmez olduklari vurgulamak amaciyla degil, aksine onlarin iç yapilarini ortaya koymak ve alt edilebileceklerini vurgulamak amaciyla yapilmaktadir.

    Asagida her üç örgüte de (Trilateral Komisyon, Bilderberg ve CFR) üye olan kisilerin isimlerini ve bulunduklari konumlari sunuyorum (Ross
    2000).

    Her üç örgüte de üye olan elitler


    Paul Arthur Allaire: Xerox sirketi direktörü, CFR direktörü.
    Graham T. Allison: Ulusal Politika Merkezi üyesi, eski CFR Direktörü.
    D. Orville Andreas: Archer Daniels Sirketi Baskani.
    R. Leroy Bartley: Ünlü Wall Street Journal Editörü.
    C. Fred Bergsten: Ünlü Brookings Institition Yöneticisi.
    Robert R. Bowie: Kitalararasi Gelistirme Merkezi üyesi.
    John Bredemas: Texaco sirketi direktörü, eski senatör.
    Zbigniew Brzezinski: Ulusal güvenlik danismani, Stratejik ve
    Uluslararasi Çalismalar Enstitüsü.
    John H. Chafe: Senatör, Fin. Sel. Intellig. Direktör.
    Bill Clinton: Eski Başkan, Arkansas Valisi.
    Richard N. Cooper: Harvardda Prof. CFR direktörü, Devlet Bakanligi,
    Ekonomik isler.
    Gerald Corrigan: CFR direktörü, Federal Merkez Bankasi. Eski
    direktörü, Goldman Sachs.
    Lynn E. Davis: Devlet Bakani, Uluslararasi Güvenlik Sekreteri.
    John Mark Deutch: CIA direktörü, Savunma Bakanligi.
    Martin S. Friedman: Prof. (Harvard) Ekonomik Arastirmalar Ulusal
    Bürosu.
    Stephan J. Friedman: Goldman Sachs Sirketi.
    Thomas L. Friedman: New York Times gazetesi, köse yazari.
    David. L. Gergen: US News ve World Report Direktör ve Clintonin
    danismani.
    Louis Gerstner: IBM Sirketi sahibi ve Baskani.
    Kathrine Graham: Washington Post gazetesi, köse yazari ve Brookings
    Inst.
    Maurice Greenberg: CFR direktörü, Am. Int. Group Inc. Başkan
    Yardimcisi.
    Lee Herbert Hesburgh: Senatör, Indiana uluslararası ilişkiler.
    W. Alexander Hewitt: Jamaica Büyükelçisi.
    James F. Hoge: CFRnin yayin organi Foreign Affairsin direktörü.
    Richard Holbrooke: ABD Büyükelçisi, B. M. üyesi Credit S. First Boston
    Corp.
    Vernon E. Jordan: Aikin, Huer and Feld Sirketi, RJR Nabisco yöneticisi.
    Henry A. Kissenger: Nixon ve Carter dönemi Devlet Bakanligi, Sekreter.
    Winston Lord: Devlet Bak. Sekreter yardimcisi, Dogu Pasifik ve Asya
    Iliskileri.
    Jessica T. Mathews: Uluslararasi baris için Carnegie Vakfi Baskani (CIA
    ve DIA).
    Winston P. McCracken: Michigan Üniversitesi Prof.
    Robert Strange Mc Namara: Dünya Bankasi Baskani, Eski Savunma
    Sekreteri, Brookings Inst. (CIA baglantili).
    Walter F. Mondale: ABD Büyükelçisi, Japonya Devlet Bakanligi.
    J. Benjamin Nye: Hazine Bakanligi Sekreteri ve etkin baskani.
    Joseph S. Nye: Ulusal Istihbarat Konseyi Baskani, Harvard Dekani
    Rozanne L. Ridgway: Atlantik Konsül, RJR Nab Direktörü.
    Charles W. Robinson: Kitalararasi Gelistirme Konsülü, Brookings Inst.
    (CIA baglantili).
    David Rockefeller: Chase Manhattan Bankasi baskani, Rockefeller
    Sirketi Baskani, CFR baskani, Trilateral Komisyon baska. Bahsedilen
    tüm örgütlerin basindaki çekirdegin yöneticisi.
    Brent Snowcroft: Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan yard, CFR eski baskani.
    Helmut Sonnefeldt: Brookings ve Carnagie Endowment (CIA baglantili).
    George Soros: Soros Fund Baskani, Open Society Institute.
    Laura D. Tyson: Prof, Harvard, Ekonomik danismanlik Komisyonu baskani.
    Paul A. Volcker: Federal Reserve System (Merkez Bankasi) Baskani.
    John C. Whitehead: Brookings Institution baskani (CIA yan kurulusu)
    NYC, AEA investor.
    Paul D. Wolfowitz: John Hopkins Ünv Dekani, Ileri Uluslararasi
    Iliskiler (CIA).
    Robert B. Zoellick: Stratejik ve Uluslararasi Iliskiler Merkezi
    baskani.
    M. Benjamin Mortimer: US News, World Reports, NY Daily News, Atlantic
    Montly Baskani ve yöneticisi, pek çok medyayi kontrol etmekte.

    Eski ve Yeni Dünya Düzeninde gizli cemiyetlere kısa bir bakış

    Dünyanın kurulusundan beri insanlar sosyal sistemler içinde belirli
    bir güç arayışında olmuşlardır. Belirli sosyal sınıflarda ve özellikle
    16-18. yüzyıldan sonra yönetici sınıfı teşkil eden üst burjuvazide
    belirli mevkilerin dağılımı arz-talep dengesine uygun olmamaya
    başlamıştır. Ayrıca kilise ve din baskısına karsı da, farklı ve daha
    açık görüşlü düşünceye sahip insanlar farklı örgütlenmeler içine girme
    ihtiyacı duymuşlardır. Bu yüzyıllarda eski mistik gizli cemiyetlerin
    de törelerini ve yöntemlerini kullanan yeni yapılanmalar görmekteyiz.
    Masonluk ve ILLUMINATI bu özellikleri fazlasıyla içermektedir.

    Aslında gizli cemiyetler büyünün ve ayinlerin başladığı çok eski
    dönemlere kadar gider ve pek çok gizli cemiyetin kurulusu Mısırlılar
    ve Mezopotamyalılar zamanına kadar uzanmakta, Sümer ve Akanlara, 5000
    yıl önceye gitmektedir. Ama ilk gizli cemiyetlerin temel çıkış noktası
    din ve Tanrı ile bütünleşme çabasıdır. İlk gizli cemiyetleri
    oluşturanlar da zaten samanlar, din adamları ve ruhban sınıfı
    olmuştur. Zoroastrianizm, Mithraism, Pitagorasçilik, Neo-Platonizm,
    Kabalizm, Sufism, Batıniler (Hasan Sabbahin gizli cemiyeti), Tapınak
    ve Malta Şövalyeleri ve Gül Haç örgütü ve daha binlercesi Mısır,
    Mezopotamya ve Ortadoğu'da kendi inanç, sembolizm ve ritüel sistemleri
    ile yoğrulmuşlar ve yıllarca birbirlerinden etkilenerek Rönesans
    dönemine kadar ulaşmışlardır. Burada söz konusu olan masonik
    cemiyetlerdir, ama burada hedefimiz tüm masonları ve masonik
    aktiviteleri kötülemek değildir. Yüzlerce kola ayrılmış olan masonluk
    kendi alt kültürü içinde bazı masonik olguları ve yapıları da
    beraberinde getirmiştir. Masonluğun tarihte insanlara olumlu etkileri
    de olmuştur. Öncelikle 18. yüzyıl öncesi Anderson Anayasasından önceki
    masonların pek çoğu aydınlanmacı ve bilimsel kişiliği ön plana çıkan
    kişilerdir.

    Varlığı halen tartışılan Gül Haç (Rose Croix) örgütünün de masonluğun
    farklı bir devamı olduğu, hatta 1614lerde kiliseye karsı İngiltere'de
    manifestolar verdiği de söylenir. Rose Croixda bulunduğu ve büyük
    üstatlık yaptığı söylenen bazı kişileri son yıllarda bulunan
    parşömenlerdeki kayıtlarına ve Holly Blood and Holly Grail (Kutsal
    Kan, Kutsal Kase) isimli kitaptaki bilgiye göre sayalım isterseniz
    (Baigent 1983). Leonardo da Vinci (1510-1519); Robert Boyle
    (1654-1691); Isaac Newton (1691-1727); Charles Radclyffe (1727-1746);
    Victor Hugo (1844-1885); Claude Debussy (1885-191 . Daha pek çok ünlü
    isim mevcut bu gizli masonik örgüttedir! Bu örgütün de farklı bir
    masonik örgüt olarak faaliyetlerini halen dünyanın herlerinde
    sürdürdüğü iddia edilmektedir. ILLUMINATIye de bir kol veren grubun
    Gül Haç teşkilatı olduğu düşünülmektedir.
    Bu gizli cemiyetlerin hepsi tarihte olumsuz etkiler yapmamıştır,
    aksine Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Cemiyeti Fransız İhtilali ve
    Amerikan Devriminin örgütlenme yapısını ve temel kardeşlik, eşitlik
    felsefesini oluşturmuş, devrimlere ideolojik bir ağ örmüştür. Fransız
    İhtilalinin pek çok kahramanı masondur. Kuzey Amerika'ya masonluk
    1730larda gelmiştir. Benjamin Franklin 1731de mason olmuş ve 1734de
    Pennsylvanianin Büyük Üstadı olmuştur. Rose Croixlarin (Gül Haç) üçlü
    konsülünde yer almıştır. George Washington 1752de masonluğa alinmiş
    1789da da Başkan olmuştur. Amerikan başkanlarının büyük çoğunluğu
    masondur. Masonik örgütlerin pek çoğu Türkiye'de de adi çok
    tartışılanTapınak Şövalyelerine dayanır.
    Tapınak şövalyeleri

    Tapınak şövalyeleri, Haçlı seferleri sırasında Hugues de Payen isimli
    soylu bir şövalye tarafından 8 diğer şövalye ile birlikte 1119da
    kurulmuştur (Baigent 1983; Barret 1999; Draul 1989). Bu dönem Hasan
    Sabbahin ve Batinilerin etkisinin bitmek üzere olduğu bir dönemdir.
    1099da Kudüs alininca, Tapınak şövalyeleri buraya giden hacıları ve
    Avrupalıları korumak için devreye girdiler. Resmi olarak Troya konsülü
    tarafından 1129da Isanin Fakir şövalyeleri ve Süleyman Tapınağı
    Tarikatı olarak kuruldular. Tapınak şövalyelerinin şayisi hızla arttı,
    1130da 300 kadar Tapınak şövalyesi Kudüs civarına vardı. Tapınak
    şövalyesi olabilmek için kilise karsısında fakirlik yemini etmek,
    bekaret ve kiliseye itaat basta geliyordu. Görevleri din adamlarını ve
    Kudüme gidenleri korumaktı. Sayıları arttı, Ana doluda ve Kudüs
    civarında kendilerine kaleler insaf ettiler ve kendilerine ait bir alt
    kültür kurdular. 1139da başarılarından dolayı Papa Innocent II onlara
    tam bağımsızlık tanıma hatasında bulundu. Krallar ve soylular da
    hoşlanmamalarına rağmen mecburen Tapınak Şövalyelerine toprak ve
    toprak kirası alma hakki tanıdı. Böylece sayilari binleri asti ve hem
    Ana doluda hem de deniz kenarindaki diğer bölgelerde kaleler insaf
    ettiler ve duvarci ustasi anlamina gelen ilk masonik aktivitelerine
    baslamis oldular. Zamanla soyulmaktan korkan hacilara yardimci olmak
    için onlarin degerli esyalarini muhafaza etmeye, ilk seyahat çeklerini
    ortaya çikarmaya basladilar. Tabii gizli bazi isaretler tasimasi
    gereken bu yazili kagitlardaki semboller yüzyillardir bölgedeki mistik
    akimlardan etkilendi ve onlarin alt kültürleriyle bütünlesti.

    Tapinak Sovalyelerine üye özel olarak seçilir, tarikata kabul
    edilirler ve çok farkli bir egitimden geçirilirlerdi. Bu sirada Arapça
    ögrenip, eski Yunan eserlerini okumaya basladilar. Bankerlikle ve
    ticaretle de çok zenginlestiler. Papalik ve Fransiz krali onlarin
    gücünün azaltilmasi gerektigini sonunda anladilar, çünkü hermetizm,
    alkemi (simya) ve bilimle de ugrasan bir alt kültür yaratmislardi.
    1307de Papa Clement Vin emri ile bazi Tapinak Sovalyeleri geri
    çagrildilar, büyücülükle suçlandilar, iskence gördüler ve yakildilar.
    1314de Tapinak Sovalyelerinin büyük üstadi Jacques de Molay Pariste
    bir kaziga çakilarak yakildi. Bunun üzerine geri çagrilan Tapinak
    Sovalyeleri Iskoçyaya kaçtilar ve orada operatif masonlugu kurdular ve
    Anadoludaki, Kudüsteki kaleleri ve merkezleri ile haberlesmeyi
    sürdürdüler. 36sinin haricindeki Tapinak Sovalyelerini
    yakalayamadilar. Özellikle suçlama büyü, hermetizmle (ilk kaynaklari
    astroloji, astrolojiye dayali hekimlik ve büyü olan, I.S. II ve III
    yüzyilda ise Stoaciligin ve Platonculugun, Zerdüst dininin de da
    damgasini tasiyan, Hristiyanligini Mesih anlayisini reddeden, Bati
    mistisizminin esasini olusturan bir felsefe ve din) ve alkemi ile
    ugrasmalari, maddi güçlerini Papaligin hizmetine sunmamalari ve
    Papaliga garip gelen sembolik ve allegorik ritüelleriydi. Bu
    ritüellerde söylenen sözler ezberleniyordu ve yazili degildi ve ne
    yaptiklari belirsizdi, kliseye karsi ayaklaniyor olabilirlerdi.
    Avrupada büyük bir olasilikla Tapinak Sovalyeleri daha sonraki
    yüzyillarda farkli örgütler olarak devam ettiler, bunlarin en önemlisi
    asagida açiklayacagimiz Rose Croix (GÜL HAÇ) örgütüdür.

    Rose Croix (Gül Haç örgütü)
    1188de Prieree De Sion MS 46 yilinda kurulan ORMUS (inisiye edilenler
    tarikati veya tekris edilenler tarikati) isimli tarikatin bir adinin
    da lOrdre de la Rose-Croix Veritax oldugu, bir rivayete göre de Isanin
    çarmihtan inip bu tarikati kurdugu söylense de, Dames Frances Yatese
    göre ilk ismine 1614de yayimlanan Fama Fraternatisde, Confessio
    Fraternatis ve The Chemical Wedding of of Christian RosenKreuz da
    rastlanir. Bu devirde yazilan ve Rosy Cross Manifestolari olarak
    bilinen üç eser bir Hiristiyan olan Rossy Crossdan ve allegorik bir
    efsaneden ve bir manifestodan bahseder. Almanyada 1378de dogan Rosy
    Cross Anadoluya ve kutsal topraklara gitmis 106 yasinda 1484de
    ölmüstür. Bu eserler simya ile, gizli bilimle ve tipla ugrasan kliseye
    karsi olan gizli bir toplulugun varligindan dem vurur. Eserlerde
    masonik sembolizm ve dolayli anlatim kullanilir. Bu yazilarda
    belirttigimiz gibi Boyle ve Leonardo da Vinciden, Isaac Newtona kadar
    pek çok bilim insani bu gizli örgüte üye olmus ve bu örgüt sayesinde
    kendini gelistirmistir. Örgütün tüm özellikleri masoniktir ve Tapinak
    Sovalyeleri ile iliskileri olduguna kesin gözüyle bakilmaktadir. Daha
    sonra ABDye masonlugu getiren kisiler ve Benjamin Franklinin kendisi
    bile Gül Haç örgütünün iç çekirdegindendir. Manifestolar insanlik için
    çalisan kardeslik ve iyiligi yayma motiflerini isler, Fransiz Ihtilali
    ve Amerikan ihtilalinde de gelisen devrimci masonik örgütlenme Rose
    Croix ile içiçedir.

    Gül Haç isminin de çok sembolik bir anlami vardir (detaylar için
    Baigent 1983 ve Barret 1999) Rose Croix ayrica pek çok yönü ve mistik
    islevi ile Kabalizmle içiçedir, bu da hem Yahudilerden hem de konuyu
    isleyen Tapinak Sovalyelerinden geçmis bir gelenektir. 1623de Gül Haç
    örgütü Pariste çok yaygindi ve bazi üyelerinin görünür, bazi
    üyelerinin de görünmez oldugu ve görünmez olanlarin seytanla isbirligi
    içinde oldugu dedikodusunu dogurmustur. 1640larda Avrupa ve
    Ingilterede pek çok Rose Croix örgütü mevcuttu ve Ashmole ve Lilly
    tarafindan Londrada 1646da kurulan bir locanin Hür ve Kabul Edilmis
    masonlugun, Tapinak Sovalyeleri ile birlikte temeli attigi iddia
    edilmistir. 17. Yüzyildan sonra Gül Haç örgütü masonluktan daha gizli
    ve daha ölümcül bir biçimde devam etmis ve bir kola ayrilarak
    ILLUMINATIyi olusturmustur. Rose Croix o kadar gizlidir ki, halen
    sürüp sürmedigi bile resmi olarak bilinmemektedir. Seytana taparlar
    mi?

    Bu konuda belirsizdir, ama 20. yüzyilin basinda GOLDEN DAWN (ALTIN
    GÜNDOGUMU) isimli koyu okkült, kara büyü ve satanizm örgütünü kuran
    Aleister Crowleyin Rose Croix örgütünden oldugu iddia edilmektedir,
    ayni zamanda Crowley Hür, Kabul Edilmis Masonlar Locasinda Büyük
    Üstadlik yapmis, Skoç ritinde de 33. derece mason olmustur.


    Yaptigim arastirma ve incelemelerden çikardigim sonuç, Rose Croix
    örgütünün hiç bir zaman yok olmadigidir. Fakat baska örgütler
    dogurmaya devam etmistir. 16. yüzyildan beri gerek masonlugun, gerekse
    ILLUMINATInin ve Skulls and Bones Societynin dogusunda etkin rol
    oynamistir. Ama Hür ve Kabul Edilmis Masonlar resmi ve kanuni bir
    dernek olmasina karsin, ne ILLUMINATI ne de Rose Croix ortaya çikip
    kendini gösteren birer dernek degildirler ve masonlugu kendilerine üye
    çekmek için bir havuz olarak kullanirlar. Yani daireler içiçedir. En
    içteki dairede ve çelik çekirdekte hangi mistik gizli örgütün
    yüzyillarca etkili oldugu meçhul kalmistir.

    Illuminati

    Illuminati 1 Mayis 1776 da Adam Weishaupt tarafindan Bavyera-Almanyada
    kurulmustur. Adam Weishaupt Ingolstadt Üniversitesinde hukuk profesörü
    iken masonik egilimlere merak sarmis ve bir gizli örgüt kurmustur. Ama
    hükümete karsi bazi hareketler de içeren yayinlari nedeniyle 1786da
    polis tarafindan basilmis ve ondan sonra da tamamen yer altina
    inmistir. Illuminatinin daha sonra çok güçlendigi ve 1833de Yale
    Üniversitesinde General William Russel tarafindan Skulls and Bones
    Society (SBS) olarak kuruldugu rivayet edilmektedir (Marrs 2000;
    Sutton 1986). Yani bir rivayete göre SBS Illuminatinin ABDdeki
    devamidir. ILLUMINATInin Rose Croix örgütü ile direkt iliskisi oldugu
    bilinmektedir. Hangi ülkede birlesik çalisirlar, hangi ülkede
    farklidirlar ve ayrilirlar bilinemez. Bu gizli örgütlerin terör
    örgütlerinden özde pek bir farki yoktur; terör örgütleri bomba ve
    silahla terör ve anarsi yaratirlar. ILLUMINATI, SBS, CFR ve benzerleri
    ise sadece anarsi ve kaosu yani ORDO AB CHAOSu (kaostan düzen) imza
    yetkisi, uluslararasi strateji, paranin kontrolü ve mafyanin indirekt
    kontrolü ile yaratirlar.

    Illuminati adini ve üyelerini inanilmaz bir sir gibi saklayan ve
    ölümcül bir kurulustur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel egitim,
    tören ve alt kültürlerden gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmezler.
    ABD baskanlarinin pek çogu Illuminatiden ya icazet alirlar ya da
    üyesidirler. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezasi kayitsiz sartsiz
    ölümdür. Illuminatinin NATO ile veya Gladyo gibi yeralti örgütleri ile
    de iliskisi oldugu sanilmaktadir (Domhoff 1974, 2000; Sutton 1986,
    1988, 1990; Marrs 2000; Ross 2000; Marrs 2001)

    Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü-SBS)

    Baba ve ogul George Bushun üyesi oldugu SBS, merkezi Connecticut Yale
    Üniversitesinde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton
    1986). Her yil sadece bu örgüte 15 kisi girebilir, ama bu 15 kisi daha
    sonra ABDde en kilit noktalara getirilir, ayrica akrabalari ve
    dostlari da bu elitizmden paylarini alirlar. Sayilari az olmasina
    ragmen etkileri fazladir ve bir çember içindeki merkez usulüyle
    çalisirlar, yani bir çemberdeki çesitli noktalarin kontrolü bir SBS
    üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüstür, bu nedenle üyelerini
    yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI,
    Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ile ile direkt
    iliskileri vardir.

    Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile iliskisi vardir. Alphonso
    Taft daha sonra ABD baskani ve SBS üyesi olan William Howard Taftin da
    babasidir. SBSnin son 150 yilda 2500den fazla üyesi olmustur. SBS Yeni
    Dünya Düzeninin temel ideologlarindan biridir (Bohemian Grove ve CFR
    ile birlikte). Elimizdeki ilk kayitlar Haziran 1882ye aittir.

    Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon
    töreni masonlarinkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapilanlar
    gizlidir, kimse disariya bilgi sizdiramaz. Inisiasyon törenlerinde
    denekler çirilçiplak ******p bir tabuta girerler, bu tabuttan
    çiktiklarinda yeniden dogmus sayilirlar. Birbirlerini özel tanima
    yöntemleri vardir. Son yüz yilda SBS üyeleri ABDde en kilit noktalara
    gelmislerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kisiler özenle bu
    gruba alinir. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktir
    (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Baska irka veya geçmise
    mensup baska dinden olanlar bu yapiya giremez.
    SBS ABDde pek çok kilit noktaya gelmis insanin yer aldigi bir cemiyet
    olmustur. 6-7 kusak öncesinden Anglo Sakson ve protestan olmasina çok
    dikkat edilir. SBSnin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafinda
    daha büyük bir çember, onun etrafinda da daha dis bir yapilanma
    vardir. Chapter 322 ismi ile de anilan iç merkezin direkt olarak
    merkezde olmak kosuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg,
    Atlantik Konsül (Bir round table masonik grubu), Bohemian Grove (veya
    Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBSnin dis gölge örgütleri (yani
    üye almak için havuz olusturduklari yan klüpler vardir) (Marrs 2000;
    Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990).

    ABDye yerlesen ve pek çok tüketim aracini kontrol altindan tutan ve
    etkin ailelerden SBSye üye verenlerden bazilari sunlardir (çok uzun
    süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):

    Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),
    Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.),
    Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),
    Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
    Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
    Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
    Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
    Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya
    savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),
    Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
    Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),
    Weyrhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
    Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),
    Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce
    sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki
    aile),
    Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
    Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
    Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),
    Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD baskani, ogul Bush bu örgütlerin
    bir entrikasiyla ABD baskanligina getirildi, her ikisi de SBS üyesi).

    SBS toplumdaki hemen her yapiya girmistir. Bunlarin içinde Beyaz
    Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun
    yapici kurullar, Mahkemeler vb vardir. SBSnin temel ideolojisi Anglo
    Sakson ve Protestan beyazlarin dünyadaki hakimiyetini saglamaktir,
    ideolojisi oldukça fasistir ve her iki dünya savasinda da bu cemiyet
    çok önemli roller oynamistir. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte
    Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeninin yaraticisidir (Marrs
    2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002).

    Bohemian Grove (Bohemian Klübü)
    Bohemian Grove (BG) ayni Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar
    ve yöntemler için 1880lerde Kaliforniyada kurulmus bir cemiyettir.
    Üyeleri, törenleri, ritüelleri ve ne yaptiklari çok gizli tutulur.
    Merkezdeki çiftlik ayni anda yüzlerce kisinin hafta sonu
    toplantilarina katilabilecegi niteliktedir. ABDnin hemen her
    eyaletinde tapinaklari vardir. Sembolleri BAYKUStur. Ritüellerde
    baykusa hitap edilir ve bir fetis olarak baykus motifi kullanilir.
    Bohemian Grovea üye olanlar baska masonik klüplere de üye olduklari
    için bu rituellere ve sembolizme ali*****rlar.

    1970li yillarda en kilit noktadaki ve zengin 1000 civarinda üyesi olan
    Bohemian Grove üyelerinin ünlülerinden bazilari sunlardi (Domhoff
    1974):

    Dwight David Eisenhower (ABD baskani),
    Herman Wouk,
    Robert Kennedy (ABD Baskan adayi),
    Johson (ABD Baskani),
    Richard Nixon (ABD Baskani),
    Gerald Ford (ABD Baskani),
    Ronald Reagen (ABD Baskani),
    Bill Clinton (ABD Baskani),
    Nelson Rockefeller,
    David Rockefeller,
    Henry Kissenger,
    Edgar Kaiser (Kaiser Industries baskani),
    Henry Morgan (J.P. Morgan Sirketi),
    Charles Morgan (J.P. Morgan Sirketi),
    Neil Armstrong (aydan döndükten sonra katilmistir)



    Hoover Enstitüsünün bazi ileri gelenleri,

    Wernhern Von Braun (Alman roket ve uzay bilimcisi),
    David Sarnoff (Isadami),
    Senator Robert Taft (Taft ailesinin SBS ile yakin ilgisini
    hatirlayiniz!),
    Lucius Clay,
    American Express,
    Standard Brands,
    Int. Investment Corporation baskani, ,
    Earl Warren (Yüce Divan üyesi),
    Kalifornia valisi Goodwin Knight,
    Kalifornia valisi Pat Brown,
    Baskan Herbert C. Hoover (1913te klube katilmistir),
    Rudolph Peterson ( Bank of Amerikanin eski baskani),
    Melvin Laird (eski Savunma Bakani),
    William Rogers (Eski CIA baglantili Devlet Bakanligi sekreteri),
    Francis Baer (United California bank eski baskani),
    Stephen D. Bechtel: J.P. Morgan sirketi direktörü,
    Gilbert Humprey(: National Steel, General Electric, Texaco, National
    City Bank of Cleveland, Sun Life Insurance direktörü, Lewis Lapham):
    Mobil Oil,
    Heinz, TriContinental Corp. Baskani),
    Edmund Littlefield): Wels Fargo Bank, Hewlett-Packard, General
    Electric eski baskanlarindan),
    Leonard McCollum ( Morgan Trust, Capital National Bank eski baskani)

    Dikkat ederseniz Bohemian Grove hem çok zengin hem de en kilit
    noktalardaki elitlerin olusturdugu daha üst ve çok daha gizli bir
    seçkin klübüdür (Daha detayli listeler ilerideki çalismamizda
    yayimlanacaktir, yer tutmamasi açisinda sadece bazi kritik
    görevlerdeki kisileri verdik). Dikkat edilirse en fazla ABD baskani
    üyesi olan klüp Bohemian Grovedur. ABDde kaldigim 7 yil boyunca her
    gittigim kütüphanede ve kitapçida bu klüple ilgili bilgi aradim. Bu
    konuda sadece William Domhoffun yazdigi bir kitap ile bir kaç makale
    geçti elime. Düsünün 1000e yakin ABD eliti sürekli bir hafta sonu
    Californiada veya diger eyaletlerdeki çiftiklerde toplanip kadinli,
    erkekli törenler yapiyorlar ve gizli ritüeller uygulaniyor, inisiasyon
    törenleri yapiliyor; insanlar komik komik kiliklara veya durumlara
    giriyor çesitli dramalar ve roller oynuyorlar.

    Bunlara bir sürü hizmetçi hizmet ediyor, bir sürü polis bunlari
    koruyor, bir sürü kisi bu klübe geliyor ve bu klüp 1880den beri var.
    ABDde elime geçen pek çok kütüphanenin veritabaninda bu klübe ait
    bilgi aradim, ama çok sinirli bilgiye ulasabildim. Halbuki masonlukla
    ilgili kitaplar heryerde satiliyordu. Benzer sekilde Skulls and Bones
    Society (SBS) konusunda da elime geçebilen kitap sayisi bir avuçtur.
    SBS de Bohemian Grove gibi çok gizli bir örgüttür. Bu örgütleri ABDde
    sordugum hiç bir Amerikali bilmiyordu. Üstelik bu kitapta diger
    örgütlerle ilgili listeleri yayinlayan kitaplar veri tabanlarindan
    çikarilmisti, elimdeki kitaplarin çoguna direkt yazarlarina ulasarak
    eristim. Neden ve nasil saglanir bu gizlilik bunu anlamaya imkan yok!
    Bu gizliligin tek hedefi olabilir, törenlerde ve toplantilarda çok
    ciddi bazi kararlarin alinmasi.

    Örnegin atom bombasi projesinin kararinin verildigi yerin, siklotronu
    ilk kurgulayan Prof. Ernest O. Lawrencea bu kararin verdirildigi yer
    olan Bohemian Grovedur (Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer,
    New York: Simon and Schuster, 196 . Vietnama savas açilmasi kararinin
    verildigi yer de Bohemian Grovedur. Kaliforniyadaki çiftlikte bazi
    zamanlarda ciddi güvenlik önlemli toplantilar yapilir. Çiftlik San
    Fransisconun 65 mil kuzeyindedir 300-500 kisiyi barindirabilecek ve
    anayoldan ulasilamayacak, ancak bilenlerin helikopterle veya arazi
    araçlari ile gidebilecekleri bir alanda tüm çevre yerlesim
    merkezlerinden uzaktadir ve çok yogun koruma altindadir. Bu ana
    merkezin haricinde baska sehirlerde de merkezleri vardir. Bohemian
    Grove üyeleri belirli araliklarla toplanip klasik ritüelik törenlerini
    yaparlar. Törenleri bir rahip ile bir rahibe yönetir. Törenlerde
    genellikle allogerik ve yukarida tanimini yaptigimiz sembolik dramalar
    oynanir, fakat törenlerle ilgili yazilanlar da çok sinirlidir.

    Bohemian Groveun merkezinin bu kadar izole olmasina karsin, Bohemian
    Grove SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç
    içedirler. Bir söylentiye göre BGdan icazet alamayan bir istihbarat
    örgütünün basina getirilemez, baskan seçilemez; devletle ilgili pek
    çok önemli karar buradaki toplantilarda verilir. Üyeleri yukarida
    saydigimiz gibi en kilit noktalardaki kisilerden olusur; örnegin 1991
    de BGda olup da ayni zamanda önemli sirketlerde yönetici olanlarin
    sayisi söyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric
    5 director, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör,
    McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General
    Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrica pek çok
    istihbarat örgütünün baskanlari veya üst düzey yöneticileri de BG veya
    SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880ilerden beri Yeni Dünya
    Düzeninin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kisilerin çogu ise
    Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFRda yer alirlar. 1974teki
    Domhofun kitabinda belirtildigi üzere Bohemian Grovea üye olan
    azinlik, ABDdeki o tarihteki tüm mallarin yaklasik yüzde 30-40ina,
    özel sektörün tüm servetinin yaklasik yüzde 70-80nine sahipti.

    CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg örgütleri

    Diger masonik örgütlerin iç çatisi ve yapisi altinda CFR, Trilateral
    Komisyon ve Bilderberg günümüzün BÜYÜK AGABEYI haline gelmistir.
    CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi)

    Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin
    Powell, Les Aspin , James Woolsey (CIA direktörü) gibi isimlerin CFR
    (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi) isimli bir
    komisyona kayitli olmalari herhalde okuyucuyu bunca bilgiden sonra
    sasirtmaz. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bagli
    olduklari bir örgüt olmasi herhalde dogal karsilanabilir, üstelik
    bunlarin bazilari BILDERBERG veya Skulls and Bones Society
    üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettigi ve olmasi gerektigi için bir
    pozisyonda degildir Yeni Dünya Düzeninde. Ipleri ne kadar iyi
    oynatabildigi, ne kadar sir tuttugu ve bu örgütlere ne kadar bagli
    oldugu önemlidir onlar için.


    Globalizasyon ideolojisinin Bohemian Grove ve Skulls and Bones Society
    gibi masonik örgütlerden daha az gizli bir bransi olan CFR 21 Temmuz
    1921de New Yorkta kurulmustur (Ross 2000; Marrs 2000). Zaten
    yüzyillardir ülkü piramiti, Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya,
    Sionun ogullarinin vaad edilmis birlesik kralligi, evrensel kardeslik
    gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu ideolojisini ilk harekete
    resmi olarak geçiren kurulus CFRdir. Globalizmin gizlilikten çikip
    dünyaya ilani CFRin kurulusu ile baslamistir. 1917de Baskan Wilson
    savas sonrasinda yüze yakin elit adamini toplamis ve global baris (!)
    planlari yapmislar ve Wilsonin bilinen on dört nokta teorisini 8 Ocak
    1918de kongreye sunmuslardir. Bu plan özünde tüm ekonomik sinirlari
    kaldirmayi amaçlayan ve ABD sermayesini tüm dünyaya hakim kilmaya
    yarayan bir plandi. Ama 1919da Paris Baris Görüsmelerindeki Versailles
    anlasmasi Almanyaya agir kosullar koymustu.


    30 Mayis 1919da Parisin Majestic otelinde toplanan Ingiliz ve Amerikan
    delegeleri bir Uluslararasi Iliskiler Enstitüsü kurmaya karar
    verdiler. Bunun adi daha sonradan Ingilterede Royal Institute of
    International Affairs oldu. 21 Temmuz 1921de de ABDde CFR gizli
    kosullar altinda kuruldu, 1945e kadar merkezi New Yorktaki Prat House
    oldu (Halen merkezi burasidir: The Harold Pratt House, 58 East 68th
    Street, New York, NY 10021). Bu bina Rockefeller tarafindan
    bagislanmisti. CFR üyelerinin büyük çogunlugu New York ve Washington
    D.C.de yasayan elitlerden olusuyordu. Daha ziyade New York ve
    Washington, D.C.de yasayan elitlerden olusan CFRin bugün finans,
    komünikasyon, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin
    konumlarda bulunan 3300 üyesi mevcuttur. Bu sayi bir zamanlar 1600 ile
    sinirliydi. Özellikle tüm CIA, DIA, DEA ve baska istihbarat sefleri bu
    örgütün de elemanidir ve CFRin ilkelerinden disari çikamazlar. Ilk
    üyeler arasinda New York senatörü Colonel House, Devlet Bakanligi
    Sekreteri John Foster Dulles, CIAda uzun süre çalismis Allen Dulles,
    kurucu baskan milyoner John W. Dawis ( J. P. Morganin
    finansörlerinden) vardi. CFR için ilk para John D. Rockefeller,
    Bernard Baruch, Jacob Schiff, Otto Kahn, Paul Warburg gibi
    milyonerlerden geldi. Bugün CFR için finans su kuruluslardan gelir:
    Xerox, General Motors, Bristol-Myers-Squip, Texaco, Alman Marshal
    Fund, McKnight Vakfi, Ford Vakfi, Andrew Mellon Vakfi, Rockefeller
    kardesler vakfi, Starr Vakfi vb. CFR yönetim üyeleri bugün dünyadaki
    her ise burnunu sokan ve ekonomik kontrolü amaçlayan kurum, vakif,
    enstitü ve gizli örgüt ile içiçedir.

    CFR Ikinci Dünya Savasinda çok önemli bir rol oynamistir. Yayinladigi
    Foreign Affairs isimli dergi ile de çalismalarini tüm dünyaya duyurur.
    CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek
    degildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür. Her yil
    hazine sekreteri, CIA veya NSA yöneticileri ile çok gizli, halka açik
    olmayan toplantilar yapar. Normal kosullarda CFRin anayasaya bile
    aykiri oldugu iddia edilmisse de bunu yargilayacak olan Anayasa
    Mahkemesi veya Yüce Divan üyelerinin büyük çogunlugu da CFR üyesidir.
    J.P. Morgan ve Rockefeller gibi devler CFRye büyük paralar yatirirlar,
    ama isadamlarina devletin güvenlik sirlari hakkinda brifing
    verilmesini kimse anlayamaz ve anlatmakla bitip tükenmeyen Amerikan
    demokrasisinin neresine koyacagini bilemez. Bu demokrasi ise neden hiç
    bir sey halka ve basina açiklanmamaktadir? Orasi da pek anlasilamaz.
    Gerçi basina açiklansa da farketmez, çünkü CFR tüm medyayi kontrol
    eder. 1988den beri 14 devlet bakani, 14 hazine bakani, 11 Savunma
    bakani ve bir sürü federal büroya ait görevli CFR üyeleri arasindan
    seçilmistir. Özel sirketlerin devletin bu kadar içine girmesi nasil
    demokrasi ve hukuk sistemi ile bagdasir bunu J.P. Morgana ve
    Rockefellera sormak gerekir tabii. Dullestan beri her CIA direktörü,
    örnegin Richard Helms, William Colby, George Bush, William Webster,
    James Woolsey, John Deutsch, ve William Casey hep CFR üyeleri
    arasindan seçilmislerdir. Ne isi vardir Rockfellerin kurdugu bir
    konsülde halkin ulusal güvenligini korumakla görevli onca insanin?
    Hukuk ülkesi ve demokrasinin besigi oldugu iddia edilen Amerikanin bu
    gerçeklerini Amerikalilarin çogu bilmez, onlar kredi karti borçlarini
    ve ev taksitlerini ödeyip, evde patlamis misir yiyerek biralarini
    içerler. ABDli pek çok yazar CIAin Amerika ve Amerikan halki için
    degil, CFRin dostlari ve gizli iliskide oldugu dernekleri için bilgi
    topladigini dile getirmisler, ama komünistlikle suçlanmislardir.

    CFR bu isadamlarinin istedigi kisileri hep yükseltmis en üst ve
    dokunulmaz noktalara getirmistir. Bunun en güzel örnegi siradan bir
    akademisyen olan ve David Rockefeller ile tanistiktan sonra sansi
    açilan Henry Kissenger olmustur. Clinton döneminde de tüm devlet
    yetkilileri CFR üyeleri arasindan görevlendirilmis neredeyse yurt
    disina yollanan büyükelçilerin yarisi CFR içinden seçilmistir.
    Baskanlarin seçiminde de ayni yol izlenmektedir, seçmenler bir CFR
    üyesi ile öteki arasinda tercih yapmak zorunda birakilmaktadirlar,
    zaten Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti birbirinden çok farkli
    degildir ki! CFRin gizli raporlarindan ve konferanslarindan birinde
    söyle denilmektedir (Ross 2000):
    Silahsizlanma, Amerikanin bagimsizligi ve bu bagimsizligin tek dünya
    hükümetine dönüsmesi CFRnin 1551 üyesinin yüzde 95ine 1975te
    açiklanmistir. CFRnin üyelerin yüzde 75ine açiklanmamis ve yazilmamis
    iki amaci daha vardir. Bu olusumun hedefleri size biraz garip
    gelebilir, bunlari biraz tartisalim.

    Bu inancimizin temelinde yatan, monopolistik kapitalizmin dünyanin her
    yerindeki farkli para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim
    sistemlerini, temel kaynaklarini tek hükümetle kontrol edilebilir hale
    getirmek ve aydinlatilmis dünya sistemindeki üstünlügümüzü kendi dünya
    ordumuzla temin etmektir.

    Kendi kurdugu dünya ordusu ile tüm dünyadaki kaynaklari ve para
    sistemini kontrol edip, tüm kaynaklara el koyacakmis. CFRin amaci
    buymus! Skulls and Bones Societynin 1880lerdeki fasist ideolojisinin
    bir devamidir bu! Bu mentalite bugün Ortadoguyu bir ordu indirerek
    kontrol altina almak
    istemektedir.



    CFRin gizli bir organizasyon olmadigini söyleyenlere de CFRin 1992
    yillik raporundan bir cümle ile yanit verelim. Sayfa 21: Tüm
    toplantilardaki konusmalar ve açiklamalar bu toplantilar disinda
    kimseye açiklanamaz! (Ross 2000). Ayni raporun, 122, 169, 174, 175 ve
    176 inci sayfalarinda da bu gizlilik sürekli tekrarlanmakta ve
    gizlilik bozulup da medya veya birisine bir bilgi sizdirilirsa nasil
    cezalandirilacagi ima ediliyor. Daha önceki masonik ilkelerin tümünün
    uygulandigi bir örgütlenmedir CFR. Ayrica CFRin ve gizliliginin ve
    fasist ideolojilerinin ABD anayasina aykiri oldugu defalarca
    zikredilmistir.

    IMF ve Dünya bankasi da CFRin tamamen etkisi ve yönetimi altindadir
    (Ross 2000; Sklar 1980). Geri kalmis ülkeleri fakirlestirmek ve
    ekonomilerini yoketmek yolunda IMF, CFRin emirleri dogrultusunda
    çalismaktadir.

    Bilderberg gizli örgütü

    CFRin temel globalizasyon planlari daha kuruldugu günden beri
    bilinmekteydi. Ama CFR ABD içinde tam bir kontrol saglamak ve tek
    jandarmali kapitalizmi Avrupaya yaymak ve sosyalizm ve komünizm ile
    mücadele etmek zorunda idi. Eski CFR baskani ve Rockefellerin Chase
    Manhatten Bankasi baskani olan John McCloy OSS (Office of Strategic
    Services) isimli istihbarat örgütünün (Bill Donovan tarafindan
    1941-1942de kurulmustur) kurulmasini ve CFR ile karsilikli iletisim
    içinde çalismasini sagladi. 1947de OSS, CIAya (Central Intelligence
    Agencye) dönüstürüldü. 1947 Ulusal Güvenlik Kanunu ile de gerek sivil
    gerekse kriminal yasalara karsi korunan bir örgüt haline getirildi.
    Yani CIA, anayasaya ragmen ulusal güvenlik adina her türlü suçu
    isleyebilen bir örgüt yapisina kavustu. 1950de General Walter Bedel
    Smith CIA baskani oldugu zaman, CFRden aldigi emir üzerine Avrupada
    etkin bir örgüt kurulmasini istedi. Daha sonra CIA ve Ulusal Güvenlik
    Konseyine konan bu semsiye daha da güçlendirildi ve 1982de Reagan
    tarafindan Executive Order 12333 (Etkin Yasa 12333) devreye sokuldu
    (Montalvo 2000).

    Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayagini ve etkinligini
    teskil etmek için CIA tarafindan Hollandada Oosterbeek sehrinde
    Bilderberg otelinde 1954 de kurulmustur. Dünyanin yönetimi ve
    globalizasyon konusunda her yil farkli ülkelerde toplantilar yapar
    (Ross 2000; Marrs 2000). Toplantilar son derece gizli kosullarda ve
    özel ortamlarda yapilir. Katilanlar bu konuda hiç bir bilgi vermezler.
    Spotlight isimli bir dergileri de vardir. Liberty Lobby Inc, 300
    Independence Ave., SE, Washington D.C. 20003 adresinden yayin yapar.

    Bilderberg örgütünün Avrupa adresi: Maja-Banck Polderman, Bilderberg
    Meetings, Amstel 216, 1017 AJ, Amsterdam, Hollanda. Bilderbergin ABD
    adresi ise Charles W. Muller, American Friends of Bilderberg, Inc. 477
    Madison Ave., 6th Floor, New York, NY 10022.

    Bilderbergin kuruculari arasinda Hollanda prensi Bernhard ve Polonyali
    sosyolog Dr. Joseph Hieronim Reting



    bu bölüm çok güzel bilgiler içeriyor ,

    çok güzel bir paylaşım gerçekten.

    peki siz yakından ilgilimisiniz bu konularla yoksa sadece bir yerden yararı dokunsun okusunlar diye buraya koydunuzmu ?




  • dinlere merakim vardir. ilgiliyimdir bilirim biraz.
  • Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
    Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
    Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

    -------------
    Emekleriniz için teşekkürler.
    Yazıların kaynaklarınıda belirtseniz tam olucak kanımca.
    Prensip olarak kaynağını bilmediğim yazıları okumuyorum.
  • dunyadinleri.com
  • DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER dikkatimi çekti okuyorum,
  • Sayın Felsefika,Faydalı bir konu olmuş.Emeğine sağlık.Ben de konu ile bağlantılı olduğunu düşündüğüm ilaveler yapıyorum.


    Mezheplerin öğretilerinin yayılması için zamanla çok değişik bölgelerde açılan Tekkelerde yetişen binlerce din adamı kendi mezhepleri içinde kendi yorumlarını ortaya koymuş ve böylelikle “Tarikat” adını verdiğimiz din örgütlenmeleri ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır. :

    SÜNNİ TARİKATLAR Şİİ TARİKATLAR
    Eş’arilik Batınilik
    Maturidilik Haşhaşilik
    Halvetilik Bektaşilik
    Ahilik Dürzilik
    Bayramilik Hurufilik
    Celvetilik Hüsnilik
    Cemalilik Karmatilik
    Cerrahilik Kazerunilik
    Kadirilik Mudarilik
    Kalenderilik Nusayrilik
    Melamilik Vasililik
    Nakşibendilik
    Ticanilik
    Şazelilik


    Başlıca sayılan bu tarikatların her biri, onlarca alt tarikata bölünmüştür. Örneğin Şazelilik kendi içinde Arifilik, Bekrilik, Cezulilik, Fuadililik, Gazilik, Madavilik, Mustailik, Mürsilik, Nasırilik, Raşidilik, Şerefilik, Vefailik ve Zekurilik gibi on üç alt tarikata bölünmüştür.

    Tarikat ve tekke örgütlenmesi, şeyh ile tarikat mensubu mürit arasında, şeyh’e koşulsuz itaat esasına dayanan bir yapılanmadır.

    Şeyh mutlak doğruları söyleyen, mutlak doğruları yapan, mutlak itaat edilmesi gereken muhterem bir kişidir. Şeyh asla hata yapmaz. Müritin görevi olgunluk düzeyine yükselene kadar bir takım eziyetlere, çilelere katlanmaktır.





    www.tekadam.8k.com




    Sayın El-Cezeri, alıntı yaptığım sitede yazının orijinalinden tartışma olmasın diye almadığım yerler vardı.Yine de isteğinizi yerine getiriyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kimnenasıl -- 14 Haziran 2008; 18:15:28 >




  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.