Şimdi Ara

DÜNYA DİNLERİ (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
65
Cevap
0
Favori
10.360
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: TIGERSHARK

    mustafa_ogr
    sen kelimesinden neden alındın anlayamadım yoksa tanımadığın kişilere karşı kibirlimisin yazımdaki amac kötü niyet değildi

    gelelim konuya

    HAK=ALLAH
    HAK Mezhebi = ALLAH'ın mezhepleri

    Neden illede mezhep aşkıyla yanıp tutuşuyorsunuz KUR-AN'ın neresinde mezhep varki bu kadar dini mezheplere ayırma aşkına tutuşmuşsunuz anlayamadım onuda bırakın bu mezhepleri kabul etmeyenın yanlış yolda olduklarını düşünüp batıl yada hak olmayan (Sahte, ALLAH'ın olmayan veya ALLAH'ın Kabul etmediği) deyip İslamı kendi tekelinize alma çabalarınız çok yanlış değilmi yanlış anlamayın ama Yahudiler,Katolikler gibi dini kendi tekelinizdeymiş gibi davranmanız yanlış İslamın Tek Kaynağı KUR-AN'dır apacık net bir kaynak(kitap) olduğu bir çok ayette yazmaktadır.

    2.paragrafınızda talihsiz bir cümle yazmışsınız düzeltmenizi tavsiye ederim (Bu düsturda giden 12 imamın, kendi zamanlarındaki insanların yaşayışına göre vermiş oldukları fetvalar çerçevesinde oluşan mezhebleri Hak biliriz.) HAK=ALLAH mezhepleri ne zamandan beri ALLAH biliyorsunuz yanlış yazdığınızı varsayıyorum ve düzeltmenizi tavsiye ediyorum

    (Örneğin Vehhabilerde "sünnet" olan şeylerin büyük çoğunluğu yasaktır. Veya Caferilerin bazı ileri gidenleri haşa Hz. Ali'yi İlah bilir. Şimdi biz bunları İslam'ın içinde mi bileceğiz. Hadi bildik, hangi guruba sokacağız?)Sizin cümleniz

    Vehabiler bu kadar kötüyse neden bir ülkenin halkı bu fikrin peşinde gidiyor sonuçta ALLAH'ın kitabı kendi dillerinde okuyabilirler birde sünnetleri zorunluymuş gibi yazmışsın yani kabul etmıyorlar falan diye söylemişsin sünnetleri kabul etmek zorunda değillerki KUR-AN apacık net bir kaynaktır eğer sünnetler zorunlu bir kaynak olsaydı ALLAH'ın Elçisi sünnetleri gerekliliğinde karar kılardı ve bütün sözlerini haraketlerini yaşarken yazılı hale getirirdi öldükten sonra müslümanların yazmasına izin vermezdi bir örnek veda hutbesini söylerken yanında birine yazdırırdı biliyoruzki veda hutbesi Hz.Muhammed Mustafa öldükten sonra müslümanlar akıllarından hatırladıklarını yazmışlardır bu kadar önemli birşeyi neden yazılı hale getirtip tüm insanlığa miras bırakmadı belkide insanlar sünnet diye kendi uydurdukları yalan yanlışları dinin önüne geçirmesinden çekindi Vahebilerde mantık KUR-AN hariç hiçbir kaynağı kabul etmemelerindendir bir bakıma doğru (kendi şahsi fikrii sorarsanda bende Vehabilerin bazı hallerinden hoşlanmam ama batıl demem yada senin ifadenle hak olmayan)

    Caferiler için bazıları ileri ucta olanlar Hz. Ali hak ilan etti demişsin sen kendin diyorsun zaten ileri uçtalar diye onları kaale almazsın yanlışsa uyarırsın yanlız sadece ileri uçtaki caferilerle kalmayalım istersen size daha yakın bir kitlede var geniş bir sunni kitle'de deccal diye birşeyden bahsederler ki ben ne KUR-AN'da adını duydum nede bir din adamının bu konu hakkındaki doğruluğunu kanıtlıyan bir sözlerini duydum yine sözde Hz.Muhamed Mustafa'nın söylemiş olduğunu İDDİA ETTİKLERİ bir sözden bahsederler ama ne kadar doğru bilemem sonuçta ben o söze inanmıyorum Türkiye yeni şafak gazetesinde boy boy kitap ilanları olan harun yahya(Adnan oktar) isimli bir şahıs deccal ile ilgili orta kalınlıkta bir kitap basmış ve satışını yapmaktadır kendimde biraz okudum eğer suni alemi bu bilgiyi yanlış kabul ediyorsa neden bu adamın yanlış kitaplarının reklamını kendi kaynaklarından yapmalarına izin veriyorlar buradan şunu anlatmak istiyorum yanlış anlama yani sizin doğru kabul ettiklerinde bile yanlış şeyler yapıyorlar ve devam ediyorlar yapmaya

    Sizin yazılarınız (Hadi bildik, hangi guruba sokacağız?)
    Nerden geliyor bu gruplaşma aşkı bırakın grupları Tek ALLAH Tek Din Tek Peygamber var bırakın bu gruplşma sevdasını

    yine son cümlenizde HAK kelimesini yanlış kullanmışsınız düzeltmenizi şiddetle tavsiye ederim

    amacım kimsenin kalbini kırmak değil ama kibirli insanların kendilerini tek doğru olmalarını iddia etelerine asla dayanamam kibir en sevmediğim şeydir.

    aslında bazı cümlelerse sen diye hitap edecektim bu hakaret değil kelimenin doğru kullanılmasından ötürü gereken bir şey sonuç olarak sen dersem sadece senden bahsetmiş olurum ama cümle içerisinde siz dersem sen ve senin kitlende olan bütün insanlarıda katmış olurum buda senın haricindeki insanlara haksızlık olurdu ama yinede senin duyarlılığından dolayı düzelttim


    sonuna kadar arkandayım
    mezheplerin hepsi boş şeyler




  • quote:

    Orjinalden alıntı: kimnenasıl

    Şöyle ilave ederek tamamlayalım. Genel olarak;


    Mezheplerin Sınıflandırılması

    Genel kabul gören görüşe göre İslam dünyasında mezhepler üç ayrı grupta sınıflandırılırlar.
    1-Siyasi fırkalar/mezhepler: Şia, Hariciye gibi.
    2-İtikadi fırkalar/mezhepler: Cebriye, Kaderiye, Mürcie, Mutezile, Eşariye, Maturudiye, Selefiyye gibi.
    3-Fıkhi mezhepler: Hanefilik, Şafilik, Hanbelilik, Malikilik vb.

    Bu sınıflandırmanın efradını cami, ağyarını mani bir sınıflandırma olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü itikadi olarak kabul edilen Şia’nın aynı zamanda fıkhi ekolleri/mezhepleri vardır. Siyasi kabul edilen Hariciliğin kendine has itikadi ve fıkhi yorumları vardır. İtikadi fırka Mutezilenin kendine has siyasi görüş ve eylemleri vardır. Bu sınıflandırmada esas alınan ortaya çıkıştaki önemli saikin hangi kategoride olduğudur. Şia’nın, Hariciliğin ortaya çıkışı siyasi bir olay üzerinedir.


    İtikadi ve Ameli Mezhepler


    MEZHEP NE DEMEKTİR?
    Kelime olarak mezhep, takip edilen, gidilen yol demektir. Mecazen de şahsî/ferdî (kişisel) görüş, inanç ve doktrin manalarında kullanılmaktadır.
    Din açısından ise müctehidin, dinin ayrıntılarına ilişkin, kendine mahsus kural ve yöntemlerle oluşturduğu inanç ve hukuk sistemini ifade eder. Bir başka deyimle; müctehid sıfatını kazanmış bir İslam aliminin, hüküm bakımından kapalı veya kesin olmayan (zannî) ayet ve hadisleri İslam’ın temel esaslarına aykırı olmayacak şekide yorumlayarak getirdiği çözümler topluluğuna mezhep adı verilir. İslâm tarihinde mezhep kelimesi genel olarak itikadî, fıkhî, siyasî görüşlerin hemen hepsi için kullanılmıştır.
    Mezhepler tarihi ile meşgul olan alimler, İslâm mezheplerini Peygamberimizden (s.a.v.) rivayet olunan bir hadise göre tasnif etmişlerdir. Bu hadiste Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığı, İslâm ümmetinin ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; cehennemden kurtulacak Müslümanların, Resûlüllah’ı ve ashabının yolunu takip eden fırka –başka bir rivayette de, birlik ve beraberlikten ayrılmayan cemaat- olduğu belirtilmektedir.(1)
    ***
    MEZHEPLERİN ÇIKIŞ SEBEPLERİ
    İslam dünyasında mezheplerin oluşumunu, ortaya çıkmasını etkileyen pek çok sebep saymak mümkün.:
    Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildi. Dinden gerek inanç, gerek ibadet ve muamele ve gerekse âdap ve ahlâka dair anlayamadıkları/anlaşamadıkları bir mesele çıkarsa, Resûlüllah’a (s.a.v.) sorarlar, o da açıklardı. Râşit halîfeler döneminde de bu hususlarda herhangi bir sıkıntı olmamıştı. Sahabe ve tâbiîn devirlerinde ise, akaid ve amele dair bir mesele ortaya çıkarsa, hemen güvenilir alimlere müracaat edilir, cevabı alınır, karışıklık çıkmasına fırsat verilmezdi. Ancak daha sonraki devirlerde, kendilerine güvenilir zatların yavaş yavaş azalmaları sebebiyle, Müslüman halkın sıkıntılarını gören bazı alim ve müctehidler, akaid ve fıkıh alanındaki görüşlerini açıklayıp yaymaya başladılar. Nitekim hicrî birinci asrın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, gerek akaid ve gerekse fıkıh sâhasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Onların bu görüşlerini dinleyen, okuyup yazan insanlar da, bunlara uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve ictihatları, halkın anlayışında bir mezhep olarak yerleşti. Bununla birlikte hemen ifade etmeliyiz ki, bu büyük alim ve imamlardan hiçbirisi, ””Ben bir mezhep kuruyorum, bana uyunuz!”” diye, halkı kendi görüşlerine tâbi olmaya çağırmamışlardır. Devlet adamlarının, makam-mevki ve nüfuz sahibi kimselerin davet ya da emirleriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdir.
    Bilindiği üzere insanların anlayış-kavrayış ve idrak seviyeleri farklıdır, istek ve ihtiyaçları çeşitlilidir. Dolayısiyle dinin esasına uygun olmak kayıt ve şartıyla fıkhî ihtilafların/farklılıkların da caiz olması bir kenara, ümmet için bir rahmettir, kolaylıktır. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz, müctehid ictihadında isabet ederse iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı bu ictihadında hata ederse bir sevap alacağını söylemiştir.(2)
    ***
    KAÇ ÇEŞİT MEZHEP VARDIR?

    İslâm’da ki türlü mezhep vardır:
    1. İtikadi Mezhepler: İmanla-inançla ilgili konulardaki görüşler.
    2. Ameli Mezhepler: İbadet ve muamelelerle ilgili konulardaki görüşler.

    İTİKADİ MEZHEPLER
    İman esaslarını kabul etme konusunda bir çok görüş ve mezhep vardır. Bunlar da iki gruba ayrılır:
    a) Hak Mezhepler veya Ehl-i Sünnet Mezhepleri.
    b) Batıl Mezhepler veya Ehl-i Bid’at Mezhepleri.

    Ehl-i Hak veya Elh-i Sünnet, dinî yorumlarda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ve sahabenin (r.anhüm) yolunu takip edip onları örnek alan, sahabe arasında ayrım yapmadan onları bütün olarak seven ve kabul eden mezheplerin adıdır.
    Ehl-i bit’at ise, yorumlarını daha ziyade kendi görüş ve fikirlerine dayandıran, ashaptan bazılarını sevgide aşırıya kaçan, bazılarına karşı da nefret duyan mezheplerin adıdır.
    ***
    HAK MEZHEPLER (EHL-İ SÜNNETE MENSUP MEZHEPLER)

    İtikatta Ehl-i Sünnet Mezhepleri ikidir:
    1. Eş’arî mezhebi
    Mezhebin kurucusu İmam Eş’arî’dir. Basra’da doğmuş, Bağdat’da vefat etmiştir. İmanla ilgili mevzularda ayet ve hadisleri temel almakla birlikle bunların anlaşılmasında akla da yer veren bir mezhep anlayışıdır. Şâfiîler, Malikiler genelde Eş’ari mezhebindendir. Mezhep, Kuzey Afrika, Endonezya ve Hicaz’da yaygındır.
    2. Maturîdi mezhebi
    Mezhebin kurucusu, İmam Mâtüridî’dir. Kendisi Türkistan’ın Semerkant şehrinin Mâtürid köyündendir. Mâtüridilik, imanla ilgili mevzularda ayet ve hadisleri temel almakla birlikte dinin anlaşılması konusunda aklı temel kabul etmiş bir mezheptir.
    Mâtürîdî akaidinin temelini İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin (rh. 80/699 - 150/767) içtihatları-görüşleri, bilhassa onun Fıkhu’l-ekber isimli eseri teşkil eder.
    Mâtürîdîler fıkıhta İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin (rh.) yolunu takip etmiştir. Hanefilerin büyük çoğunluğu Mâtüridî mezhebine bağlıdır.
    Mezhep, Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Hindistan, Pakistan’da yaygındır.
    Çoğunlukla Türkler fıkıhta Hanefi, itikatta ise Mâtüridi mezhebindendir.
    ***
    İtikatta bu iki hak mezhebe üçüncü olarak “Selefiye”yi ilave edenler olsa da buna gerek yoktur. Çünkü Ehl-i Sünnet’in tuttuğu, takip ettiği yol zaten selefin yoludur. Kaldı ki sonraları “Selefilik”, selefin yolu ve görüşleri olmaktan çok İbn Teymiye ve Muhammed b. Abdülvahhab’ın mugalatalarını-düşüncelerini yansıtır hale gelmiştir.
    Selefîler, ilk olarak Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmışlardır. Bunlar, amelde Hanbelî mezhebine mensuplardı. Görüşlerinin, Selefiye inancını canlandıran ve bu inanca ters düşen görüşlere karşı mücadele eden İmam Ahmed İbn Hanbel´e (rh.) ait olduğunu söylüyorlardı. Ancak Hanbeli mezhebinden olan bazı zatlar; onların bu görüşlerinin, Ahmed İbn Hanbel´e (rh.) ait olduğu hususundaki sözlerine katılmamışlardır.
    Selefiye inancı Hicrî 7. yüzyılda tekrar ortaya çıkmış ve bu de¬fa bu görüş, İbn Teymiyye tarafından ihya edilmeye çalışılmıştır. İbn Teymiyye, Müslümanları yoğun bir şekilde bu görüşü kabul etmeye davet etmiş ve kendine göre, zamanının gerektirdiği bazı düşünceleri (!) de Selefiye görüşüne ilave etmiştir.
    Daha sonra Selefiye inancı Hicrî 12. yüzyılda Muhammed b. Abdülvahhab tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde de Vehhabîler, Müslümanları bu Ehl-i Sünnet dışı görüşe davet etmekte ve bu görüşleri şiddetle savunmaktadırlar.
    Hanbelî mezhebinde olduklarını iddia eden bu insanlar, bazı çok temel mevzularda Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrı görüş ve inançlara sahiptirler. Mesela tevhid inancı yani Allah’ın birliği meselesi, şefaat, tevessül, rabıta, kabir ziyaretleri… gibi hususlarda işi, Sünnîleri tekfire kadar götürmüşlerdir. Bu akım Hicri 4. yüzyılda ortaya çıkmış ve bu görüşü benimseyenler, görüşlerinin, Ahmed İbn Hanbel´e ait olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hanbeli mezhebinden olan bazı zatlar bu görüşlerin, Ahmed İbn Hanbel´e ait olduğu hususunda bunlara katılmamışlardır.
    Bâtıl Mezhepler (Ehl-i Bit’at Mezhepleri)

    Ehl-i bid‘at mezhepleri de ikiye ayrılır:
    a) Küfre düşmeyenler,
    b) Küfre düşenler.
    Küfre düşen bid‘at mezheplerinin temeli, İslam’ın ana esası olan âyet ve hadislerin görüşlerine uymayan, genellikle kişilerin kendi arzu ve hevesleri doğrultusunda uydurdukları iddialardır ki, bunların sayıları çoktur.

    ***
    AMELDE HAK MEZHEPLER

    Fıkıhtaki (ibadet ve amele dair olan konularda) ihtilaflar, akaitteki ihtilaflar gibi insanı bid‘at ve dalâlete götürmez. Nitekim fıkhî meselelerde ictihatların farklılığı ümmet için rahmat sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre Müslümanlara genişlik-rahatlık ve kolaylıklar sağlanmıştır.
    Amelde hak olan dört mezhep sırasiyle şunlardır:

    1. Hanefî mezhebi

    Mezhebin kurucusu İmam-ı A‘zam Ebû Hanîfe’dir (rh.). Hicri 80 (M. 699) yılında Kufe’de doğmuş, 150’de (M. 767) Bağdat’ta vefat etmiştir. Aslen varlıklı bir aileden gelen İmâm-ı A‘zam hazretleri, ilim öğrenme ve öğretmenin yanında ticaretle de meşgul olmuştur. Ticari hayatı, günlük meseleleri iyi bilmesine, ihtiyaçları yakından tanıyıp problemleri kolay ve isabetli çözmesine yardımcı olmuştur.
    İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.) ictihatlarında daima insanların ihtiyaçlarını, dinin inanç ve ameldeki maksadını, temel kriterleri dikkate alarak hareket etmiştir. Mezhebin en önemli özelliği, ayet ve hadislerin hükmü ile aklın yorumu arasında makul bir dengenin oluşudur. Dört ana şer‘î delilin yanında örf ve âdet gibi fer’î delilleri, kamu yararını daima göz önünde bulundurmuş, kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasını düstur (ilke) edinmiştir.
    Kaynaklarda, İmâm-ı Azam’ın (rh.) dört bine yakın talebesinin olduğu ifade edilir. Bunlardan kırk tanesi ictihad yapabilecek seviyeye gelmiştir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed (İmameyn) rahımehümallah en meşhur iki talebesidir. Ebû Hanîfe (rh.), Ehl-i Irak fıkhının temsilcisidir. Mezhep ekseriyetle Türkiye, Balkanlar, Türkistan, Hindistan, Pakistan’da yaygındır.

    2. Mâlikî mezhebi
    Mezhebin kurucusu İmam Malik’tir (rh.). Hicri 93 (M. 711) yılında Medine’de doğmuş, 179 (M. 795) yılında yine Medîne’de vefat etmiştir. Mezhebin en önemli özelliği, İmam Mâlik’in, o günün ilim merkezi durumunda olan Medine halkının uygulamasına büyük ehemmiyet vermesidir. Ona göre, Medinelilerin ameli, mütevatir sünnet (en kuvvetli sünnet) hükmündedir. Mezheb genellikle Mısır ve Kuzey Afrika’da yaygındır. İmam Mâlik, ehl-i hadis veya ehl-i Hicaz fıkhının temsilcisidir.
    3. Şâfiî mezhebi
    Mezhebin kurucusu İmam Şâfiî’dir. Hicri 150 tarihinde (M. 767) Filistin’in Gazze şehrinde doğmuş, 204’te (M. 819) de Mısır’da vefat etmiştir (rh.). İmam Mâlik’ten Hicaz fıkhını, Ebû Hanîfe’nin talebesi olan İmam Muhammed’den de Irak fıkhını öğrendi. Mezhebinin en önemli özelliği, âdeta Hanefî ile Mâlikî fıkhının terkibi/sentezi (birleşimi) niteliğinde olmasıdır. Şâfiî mezhebi genellikle Mısır, Suriye, Irak, Horasan’da yaygındır. Ayrıca Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde de epeyce mensubu bulunmaktadır.
    4. Hanbelî mezhebi
    Mezhebin kurucusu İmam Ahmed b. Hanbel’dir (rh.). Hicri 164’te (M. 780) Bağdat’da doğmuş, 204’te (855) de yine Bağdat’ta vefat etmiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ibadet ve muamelat konularında iki ayrı usûl benimsedi. İbadetle ilgili hususlarda ayet ve hadislere çok sıkı sarılmakla birlikte, muamelat(3) konularında (günlük hayatın icapları) bir şeyin haram olduğuna dair ayet ve hadislerde açık bir delil yoksa, onun mubah olduğuna hükmederek daha serbest bir anlayış geliştirdi. Mezheb genellikle Hicaz, Filistin, Mısır gibi ülkelerde yaygındır.
    Bu dört hak mezhepten başka daha otuza yakın amelde hak mezhebin olduğu bilinmektedir. Ancak bunların bağlıları kalmadığı için kitaplarda sadece isimleri vardır.
    ***
    1) Tirmizî, Sünen, İman, 18; Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 1; İbn Mâce, Sünen, Fiten, 17; Dârimîmî, Sünen, Siyer, 75.
    2) Buhârî, Sahîh, İ‘tisâm, 21; Müslim, Sahîh, Akdiye, 6;
    3) Muamelat: Muameleler, işlemler demektir. Fıkıhta fert ve aile hukuku, aynî haklar, mîras, ticaret, borçlar ve iş hukukuyla ilgili konular.
    4) el-Mektûbât, 1, 286.
    5) Sorular ve Cevaplarla Günlük Hayatımız, Bilge Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 15-21
    6) Said Ramazan el-Bûtî, Mezhepsizlik İslâm Şerîatını Tehdit Eden En Tehlikeli Bid‘attir.




    hocam teşekkürler mezhepler konusunda çok bilgilendirici olmuş

    yalnız bazı arkadaşların kuran var sünnetin bi önemi yoktur hadislerin bi hükmü yoktur şeklinde bi yaklaşımı var
    eğer böyle düşünen kişiler anladıkları şekliylede olsa islamiyeti yaşamaya çalışıyorlarsa samimiyetlerini sorgulamam
    ama
    kendileri profan* bir yaşamı tercih etmiş bir insanın ısrarla dinde sünnetin hadisin yeri yoktur demesini bunu her fırsatta söylemesini iyi niyetle bağdaştıramam altında başka şeyler ararım

    eğer kuranı ciddi bir şekilde incelerseniz peygamberin sözlerinin dinde hükmü olduğunu peygamberinde emir ve yasaklarına uyulması gerektiğini, peygambere itaat edilmesi gerektiğini bizzat kuranı kerimin kendisi söylüyor.
    eğer istek olursa bu ayetleri merak eden arkadaşlar varsa burda o ayetlerden birkaçını yazabiliriz.

    *profan yaşam; dinin şekillendirdiği bir yaşam biçimini hayata geçirmeyen din dışı bir yaşam geçiren insanların yaşamlarına söylenir.profan dinsiz değil din dışı yaşıyandır.




  • Faydalı bilgiler... Fakat gizli örgütlerin çoğunun hayal malsülü olduğunu düşünüyorum
  • bahtiyar0011
    yalnız bazı arkadaşların kuran var sünnetin bi önemi yoktur hadislerin bi hükmü yoktur şeklinde bi yaklaşımı var
    eğer böyle düşünen kişiler anladıkları şekliylede olsa islamiyeti yaşamaya çalışıyorlarsa samimiyetlerini sorgulamam
    ama
    kendileri profan* bir yaşamı tercih etmiş bir insanın ısrarla dinde sünnetin hadisin yeri yoktur demesini bunu her fırsatta söylemesini iyi niyetle bağdaştıramam altında başka şeyler ararım

    (Ben)
    Senin bu dikkatimi çeken mesajın üzerine tekrar tekrar günler önce yazdığım yazımı okudum yazdılarımda sadece vehabiler için geçen cümlede kullandım İslamın geneli için kullanmadım arkadaş vehabiler için sünnetlerin ÇOĞUNU kabul etmezler dedi bende zorunluluk yokki neden etsinler dedim kabul etmediler diye adamları hor göremeyiz yada dayatama yapamayız bu bizim işimiz değil sonuçta ALLAH'ı Tealaya ibadet ediyorlar ben hadislerle ilgili birşey yazmadım sünnetler içinde dinde yeri yoktur DEMEDİM ama KUR-AN'ın önünede geçirmek yanlıştır Manasına getirdim yani DEDİM cümlenin sonundada vehabilerin beğenmediğim tarafları olduğunuda belirttim zaten

    (YAZILANLAR)
    (Arkadaşla konuşurken cümle içerisinde şunu demişti aslınıda yukardan okuyabilirsiniz

    Örneğin Vehhabilerde "sünnet" olan şeylerin büyük çoğunluğu yasaktır. Veya Caferilerin bazı ileri gidenleri haşa Hz. Ali'yi İlah bilir. Şimdi biz bunları İslam'ın içinde mi bileceğiz. Hadi bildik, hangi guruba sokacağız?)

    (Ben)
    Vehabiler bu kadar kötüyse neden bir ülkenin halkı bu fikrin peşinde gidiyor sonuçta ALLAH'ın kitabı kendi dillerinde okuyabilirler birde sünnetleri zorunluymuş gibi yazmışsın yani kabul etmıyorlar falan diye söylemişsin sünnetleri kabul etmek ZORUNDA değillerki KUR-AN apacık net bir kaynaktır eğer sünnetler zorunlu bir kaynak olsaydı ALLAH'ın Elçisi sünnetleri gerekliliğinde karar kılardı ve bütün sözlerini haraketlerini yaşarken yazılı hale getirirdi öldükten sonra müslümanların yazmasına izin vermezdi bir örnek veda hutbesini söylerken yanında birine yazdırırdı biliyoruzki veda hutbesi Hz.Muhammed Mustafa öldükten sonra müslümanlar akıllarından hatırladıklarını yazmışlardır bu kadar önemli birşeyi neden yazılı hale getirtip tüm insanlığa miras bırakmadı belkide insanlar sünnet diye kendi uydurdukları yalan yanlışları dinin önüne geçirmesinden çekindi Vahebilerde mantık KUR-AN hariç hiçbir kaynağı kabul etmemelerindendir bir bakıma doğru (kendi şahsi fikrii sorarsanda bende Vehabilerin bazı hallerinden hoşlanmam ama batıl demem yada senin ifadenle hak olmayan)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi TIGERSHARK -- 26 Haziran 2008; 11:26:27 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: TIGERSHARK

    bahtiyar0011
    yalnız bazı arkadaşların kuran var sünnetin bi önemi yoktur hadislerin bi hükmü yoktur şeklinde bi yaklaşımı var
    eğer böyle düşünen kişiler anladıkları şekliylede olsa islamiyeti yaşamaya çalışıyorlarsa samimiyetlerini sorgulamam
    ama
    kendileri profan* bir yaşamı tercih etmiş bir insanın ısrarla dinde sünnetin hadisin yeri yoktur demesini bunu her fırsatta söylemesini iyi niyetle bağdaştıramam altında başka şeyler ararım

    (Ben)
    Senin bu dikkatimi çeken mesajın üzerine tekrar tekrar günler önce yazdığım yazımı okudum yazdılarımda sadece vehabiler için geçen cümlede kullandım İslamın geneli için kullanmadım arkadaş vehabiler için sünnetlerin ÇOĞUNU kabul etmezler dedi bende zorunluluk yokki neden etsinler dedim kabul etmediler diye adamları hor göremeyiz yada dayatama yapamayız bu bizim işimiz değil sonuçta ALLAH'ı Tealaya ibadet ediyorlar ben hadislerle ilgili birşey yazmadım sünnetler içinde dinde yeri yoktur DEMEDİM ama KUR-AN'ın önünede geçirmek yanlıştır Manasına getirdim yani DEDİM cümlenin sonundada vehabilerin beğenmediğim tarafları olduğunuda belirttim zaten

    (YAZILANLAR)
    (Arkadaşla konuşurken cümle içerisinde şunu demişti aslınıda yukardan okuyabilirsiniz

    Örneğin Vehhabilerde "sünnet" olan şeylerin büyük çoğunluğu yasaktır. Veya Caferilerin bazı ileri gidenleri haşa Hz. Ali'yi İlah bilir. Şimdi biz bunları İslam'ın içinde mi bileceğiz. Hadi bildik, hangi guruba sokacağız?)

    (Ben)
    Vehabiler bu kadar kötüyse neden bir ülkenin halkı bu fikrin peşinde gidiyor sonuçta ALLAH'ın kitabı kendi dillerinde okuyabilirler birde sünnetleri zorunluymuş gibi yazmışsın yani kabul etmıyorlar falan diye söylemişsin sünnetleri kabul etmek ZORUNDA değillerki KUR-AN apacık net bir kaynaktır eğer sünnetler zorunlu bir kaynak olsaydı ALLAH'ın Elçisi sünnetleri gerekliliğinde karar kılardı ve bütün sözlerini haraketlerini yaşarken yazılı hale getirirdi öldükten sonra müslümanların yazmasına izin vermezdi bir örnek veda hutbesini söylerken yanında birine yazdırırdı biliyoruzki veda hutbesi Hz.Muhammed Mustafa öldükten sonra müslümanlar akıllarından hatırladıklarını yazmışlardır bu kadar önemli birşeyi neden yazılı hale getirtip tüm insanlığa miras bırakmadı belkide insanlar sünnet diye kendi uydurdukları yalan yanlışları dinin önüne geçirmesinden çekindi Vahebilerde mantık KUR-AN hariç hiçbir kaynağı kabul etmemelerindendir bir bakıma doğru (kendi şahsi fikrii sorarsanda bende Vehabilerin bazı hallerinden hoşlanmam ama batıl demem yada senin ifadenle hak olmayan)


    konu vahhabilerin inancı ise buna karışmam saygı duyarım fakat bazı insanlar islamda sünnet yoktur diyorlar benim tepkim onlara size değil
    türk insanı müslümanlığı ehli sünnet çizgisinde anlamıştır ve sünnet kurandan sonra ikinci kaynaktır
    vahhabiler farklı bir yorumu kabul etmiş olabilir
    sorun müslüman olmayan bazı insanların ısrarla islamda sünnet yoktur propagandası yapması. özelliklede hoca gezinen bazı münafıkların butür şeyleri yapması beni fitil ediyor



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi bahtiyar0011 -- 26 Haziran 2008; 19:09:06 >




  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.