Şimdi Ara

Genel Türk Tarihi(Destanlar,hikayeler,kültür....)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
6
Cevap
0
Favori
746
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar bu başlık altında tüm Türk dünyası ile ilgili bilgileri toplamaya çalışalım. Kahramanlıklar, destanlar, Türk halkının başından geçen büyük olaylar,gelenekler,töreler... Aklınıza ne gelirse...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi yacag -- 17 Mart 2008; 0:32:12 >



  • Trablusgarp Mücahitleri

    Trablusgarp Savaşı"nda Osmanlı askerlerinin arasında bulunmuş olan Fransız gazetecisi Georges Lemo"nun gördükleri karşısında hayretler içinde kalarak:

    Türk subayları içinde on iki kez yaralanmış olanlar vardı. Müthiş bir şey kendileri ile konuştuğum zaman edindiğim intiba şu oldu:

    "Türk subaylarında yenmek ve ölmek duygusu, cinnet derecesine varmış bir istek halinde yaşıyordu" diye hatıralarında intibalarını yazdığını...

    "Çadır İçinden Savaş İdare Etmeyüz"

    Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selim"in ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, Sadrazam Sinan Paşa"nın padişahın ellerine sarılıp:

    "Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur" diye gitmemesi için yalvardığını...

    Alem-i İslam"ın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: "Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han"ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz" diye haykırdığını... .
    Biliyor muydunuz?

    Halkını Düşünen Gerçek Devlet Adamı

    Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han"ın onlara:

    "Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim.

    Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker" diyerek, halkını gerçek manada düşünen bir devlet adamlığı örneği sergilediğini...

    Yavuz Çocuk

    Yavuz Sultan Selim"in asıl isminin "Selim" olmasına karşılık çocuk iken çok hareketli, yerinde durmayan, cevval bir yapıya sahip oluşundan dolayı kendisine "Yavuz" lakabının takıldığını...

    Bu çelik çavak çocuğun idman yaparken kafesten uçurulan güvercinleri, çift elle fırlattığı hançerlerle havada vurduğunu...

    Sultanlık Stajı

    Osmanlı Şehzadelerinin küçük yaşlardan itibaren, ileride devleti yönetebilecek şekilde çok ciddi bir eğitime tabi tutulduklarını ve buluğ çağına gelince de (yani günümüz nesillerinin sokakta çember çevirdikleri bir yaşta) bir nevi "sultanlık stajı" anlamına gelen önemli vilayetlerin başına Sancakbeyi olarak tayin edilip devlet idaresini tatbiki şekilde öğrenmelerinin sağlandığını...

    Böylece ilerisi için onlar devleti tanırken, devletin de onları tanıma fırsatı bulduğunu...

    Türklerin Korkutan Hatıraları

    Çarlık Rusyası"nın Balkanlar"ı Osmanlı"dan koparmak gayesi ile Balkan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne tohumları ekerek ayaklandırmaya çalıştığını...

    Bu iş için vazifelendirilen Rus generali Çirnayev"in 1877 yılında Bulgaristan"dan Çar"a gönderdiği gizli raporda "Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bu askerleri ölüme sevkediyorum. Fakat bu insanları sendeleten bir engel var Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar. Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım.

    Onlarda herhalde bir sihirbaz zekası var. Bir değil birkaç istila bile, onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelmeyecektir" diye yazarak oldukça ibretli bir itirafta bulunduğunu...

    Kervansaraylar

    Osmanlıların, yaptıkları her işte Allah"ın rızasını gözetme düşüncesinin bir eseri olarak, yolcuların istifade etmeleri için, o zamanın şartlarına göre bir günlük yolculuk mesafesi olan 50-60 kilometre aralıklarla kervansaraylar inşa ettiklerini...

    Bu kervansaraylarda ırk, din, millet ayrımı gözetmeksizin herkesin misafir kabul edilip üç gün müddetle ücretsiz yedirilip, içirilip hayvanlarına bakıldığını...

    Yolcuların istirahattan sonra, sabah mehteran eşliğinde uğurlandığını ve uğurlama esnasında kervansaray vazifelilerinin "Ey ümmet-i Muhammed! Canınız, malınız tamam mıdır?" diye nida etmesi üzerine yolcuların da: "Cümlesi tamamdır, Cenab-ı Hakk, hayrat sahibine rahmet eyleye diye" karşılık vererek dualarla yolcu edildiklerini...

    Yedi Ben

    Yavuz Sultan Selim Han"ın doğumundan az bir zaman önce babası II. Bayezid"in sarayına gelen bir dervişin:

    "Bugün bu hanedandan bir erkek çocuk dünyaya gelecektir ve babasının yerine geçecektir. Vücudunda yedi ben bulunacaktır ve onların miktarınca alişan beylere galebe edecektir" diyerek ortadan kaybolduğunu...

    Hakikaten de Yavuz Sultan Selim"in altı yıl gibi kısa süren hükümdarlık döneminde yedi tane devleti yeryüzü haritasından sildiğini...

    Bir Siyaset Dahisinin Ölümü

    Devrinin en buhranlı döneminde devraldığı Osmanlı Devleti"ni 33 yıl süreyle dahice politikalar takip ederek yöneten Ulu Hakan Abdülhamid Han"a kıblesi batıya ayarlı yerli aydınlarca birçok iftiralar atılıp Batılı ağzıyla "kızıl sultan" denmesine karşılık dönemin İngiltere Hariciye Nazırı Sir Edvvard Grey"in Sultan Abdülhamid"in vefatını öğrendiği zaman:

    "Ne büyük kayıp! Hasmımdı ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık şevkini kaybetti" dediğini...

    Cihad Nişanları

    Kafkasya istiklal mücadelesinin efsanevi dava adamı Şeyh Şamil"in, bu mukaddes cihatda ölümü göze alarak büyük fedakarlıklar gösteren gazilerine hatıra olarak, hilal şeklinde ve üzerinde Arapça olarak :

    "Kılıç Cennet"in anahtarıdır.", "Sonunu düşünen cesur olmaz" "Yiğide Cennet yeri açıktır" ve "Ecel gelmedikçe ölüm olmaz" yazan nişanlar hediye ederek taltif ettiğini...

    Yavuz Sultan Selim"de Kulluk Şuuru

    Makedonya kralı Büyük İskender"in, Mısır"ı işgal ettiği zaman kendisinin Yunanlılar için haşa ilah kabul edilen Jüpiter yıldızından geldiğini iddia ederek, uluhiyet davasında Firavun"u taklit ettiğini...

    Buna mukabil Yavuz Sultan Selim"in, Mısır tahtına nail olduğu zaman:

    "Mülk, Allah"ındır. Şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde parmak ucu kadar toprağı olsa bu Allah"la ortaklık değil midir?" diyerek kulluk şuuruyla secde-i şükre kapandığını...




  • Türkiye Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Merkezi (TÜBİKAM) Başkanı Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın fikir babalığında, çoğu bilim adamı 50’ye yakın araştırmacı, Anadolu’yu karış karış gezerek hálá yaşayan Türk geleneklerini ölümsüzleştirmek için kamera arkasına geçti.

    Edirne’den Iğdır’a, hatta Suriye ve Irak’ı da içine alan bir coğrafyada, henüz kentleşmenin olumsuz etkisine girmemiş 320 köyle bağlantı kuruldu. 25’inde tanık oldu, "doğan, evlenen ya da ölen" için yapılanlara. Bayramdan sonra ise Bulgaristan ve İran’daki renkler girecek fotoğrafa. Yapım ve yönetimini Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin üstlendiği "Anadolu’nun Renkleri: Doğum, Düğün, Ölüm" belgeseli en geç aralık ayında tamamlanacak. Yeni yılla birlikte önce uluslararası, ardından ulusal platformda görücüye çıkacak. Uluslararası belgesel film yarışmalarında Türkiye’yi temsil edecek; 2008 Frankfurt Kitap Fuarı’nda Anadolu’yu tanıtacak. 13 bölüm olması planlanan belgesel, ulusal bir televizyon kanalında da Türk seyircisiyle buluşacak. Bu yazı dizisiyle de önce Hürriyet okuyucusuyla tanışacak.

    Bilmediğimiz bir dünyaya gözümüzü açar, bilmediğimiz bir dünyayla birleşir, bilmediğimiz bir dünyaya göçeriz. Her doğumla çoğalır hayat, her düğünle bütünleşir; her ölüm yeni bir başlangıçtır kimi dönencelerde. Bu üç bilinmeyenli denklem, üç önemli eşiktir hayatta. "Bilinmeyen" korkusu birleştirince insanları, her eşik, eşin, dostun, akrabanın desteğiyle aşılmış bugüne kadar. Zamanla her eşik için farklı bir ritüel çıkmış ortaya.

    ALLAR BAĞLAMAK

    Eşiklerin "en sancılısıdır" doğum. Hem bebek için hem anne için "eşik"tir. Yeni durum, 9 ay anne karnında yaşayan bebeğin de, annenin de ezberini bozar. Bebek, farkında olmadığı yeni yaşamına baş aşağı tutulup ağlatılarak başlarken, anne, loğusa ve kırklı çocukları öldürdüğü varsayılan "Al Karısı"nın kötülüklerine uğramamak için kırmızılar bağlar.

    GÖBEK ADI KOYMAK

    İlk ritüel anne ile bebeği birbirine bağlayan göbek kordonunun kesilmesinde yaşanır. Orta Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere Anadolu’nun bazı yerlerinde, "Sesi az çıksın, kocasının karşısında çok konuşmasın" diye kısa kesilir kız bebeğin göbek kordonu. Bazı kültürlerde ise oğlanın göbeğinin kısa kesilmesi halinde sesinin kız gibi ince olacağına inanılır. Göbek kordonu kesilirken bir de "göbek adı" konulur bebeğe. Kişinin kabirde bu adıyla çağrılacağına inanıldığı için bu ad, çoğunlukla Kuran’dan seçilir. Ardından, sağ kulağına ezan okunur.

    KORDON SAKLAMAK

    Bebeğin karnı doymaya başlayınca, göbek bağının da düşeceğine inanılır. 4-7 gün arasında düşen göbek bağı itinayla bir yerde saklanır. Kimi, "Gezgin olmasın, dışarıya çok gitmesin" diye 1-2 sene beşiğine asılı tutar göbek bağını; kimi "Okusun, büyük adam olsun" diye okul bahçesine, kimisi de "Devlete hayrı dokunsun, devlet adamı olsun" diye devlet dairelerinin avlusuna gömer.

    HAMİLE KADINLAR BUNLARA İNANIYOR

    Araştırmacı-Yazar Gülsen Balıkçı, hamile kadınların, yapılması ya da kaçınılmasına inandığı davranışları derledi. Bunların bazıları şöyle:

    Hamile kadın ayıya, maymuna, deveye bakmaz, çocuk çirkin olur.

    Cenazeye gitmez, cesede bakmaz; yüzü renksiz olur.

    Canı ne isterse onu yemelidir; yemezse çocuğun herhangi bir yerinde iz çıkar.

    Sakız çiğnemez, çiğnerse çocuk çişli olur veya ağzı çok akar.

    Kelle eti yemez, yerse çocuk sümüklü olur.

    Hamile kadın ve kocası yılan öldürmez, öldürürse çocuk sakat olur.

    Hamile kadın habersiz kimsenin bir şeyini alıp yemez, çocuk hırsız olur.

    Hamile kadın diş çektirmez, çocuğu düşer; saç kestirmez, çocuğun ömrü kısa olur.

    Ekşi yerse kız, tatlı yerse oğlan doğurur. "Ye ekşiyi doğur Ayşe’yi, ye tatlıyı doğur atlıyı" denir.

    Kız doğuracağı zaman çirkinleşir, oğlan doğuracağı zaman güzelleşir. "Kız kendini, oğlan anayı süsler" derler.

    Kadın doğuma giderken, doğum rahat olsun diye, evdeki tüm kilitler açılır. Doğacak çocuğa hazırlanan giysilerin düğmeleri de açık bırakılır.

    Karnında çocuğu durmayan kadın; çocuk doğana kadar ve doğduktan sonra bir yaşına gelene kadar gece lambayı hiç söndürmez.

    ÇOCUĞUN ÖMRÜ, YUMURTA SARISIYLA HESAPLANIR

    Uşak’ta bebeğe kına yakılması, kutlamaya gelenlere yemek verilmesi ve helva kavrulması, başta Ege Bölgesi olmak üzere birçok yerde "hayatın üç rengi"nin ortak ritüeli olarak karşımıza çıkıyor. Uşak’ta bebeğin altı, sıcak toprakla (höllükle) bezleniyor ve keçe ile kundaklanıyor. Böylece bebeğin dışkısının "tok" olacağına inanılıyor. Tören mevlit okunarak "Uzun ömürlü olsun" dilekleriyle noktalanıyor.

    İç Anadolu ve Karadeniz bölgesinin özelliklerini taşıyan Çorum’da doğan bebeğin ömrü ise yumurtanın sarısından anlaşılıyor. Bebeğin kırklanması sırasında beşiğinin altına yumurta kırılıyor. Bir gün boyunca beşik altında kalan yumurtanın sarısı, ertesi gün bakıldığında dağılmamışsa bebeğin "uzun ömürlü" olacağına inanılıyor.

    Başta Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde ise önce tuzla tanışıyor bebek. Kokmasını, gözlerinin çapaklanmasını, hasta olmasını engellemek için tuzlanıyor. Tuz "kırklama" suyunun içine de atılıyor. İlk yıkamada erkek bebeğin sabunla, kız bebeğin ise "Eti azgın olmasın" diye sabunsuz yıkandığı da söyleniyor.


    NOT : Mesaj olarak verdiğim bu iki yazı da alıntıdır.




  • Türeyiş Destanı

    Büyük Hun Hakanlarından birinin iki kızı vardı. Kızlarının ikisi de bir birinden güzeldi. Öyle güzeldi ki, Huğlar, bu iki kızın da, ancak ilahlarla evlenebileceğine inanıyor ve bu kızların insanlar için yaratılmadığını söylüyorlardı. Hakan da ayni şekilde düşündüğü için kızlarını insanlardan uzak tutmanın yollanın aradı, ülkesinin en kuzey ucunda, insan ayağı az basan veya insan ayağı hiç görmeyen bir yerinde, çok yüksek bir kule yaptırdı.

    Kızların ikisini de bu kuleye kapattı. Ondan sonra da aklınca inandığı ilaha yalvarmağa, gelip kızlarıyla evlenmesi için yakarmağa başladı. Öyle yalvarıyor, öyle yakarıyordu ki sonunda bir gün. Hakanın kendi aklınca inandığı İlâh dayanamadı ve bir Bozkurt sekline girip geldi. Hun Hakanının kızlarıyla evlendi.


    Bu evlenmeden birçok çocuklar doğdu; bunlara Dokuz Oğuz-On Uygur denildi. Çocukların hepsinin sesi Bozkurt sesine benzedi. Yine bu çocuklar, birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar.

    Not : Vikipediden alıntı.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi yacag -- 17 Mart 2008; 14:58:47 >




  • Madem böyle güzel bir konu açtınız sizden ricam lütfen alıntılarla değilde kendi kelimelerinizle bir masal gibi aktarın . O durumda daha bir okunası oluyor konular.

    Teşekkür ederim.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: s£stavina

    Madem böyle güzel bir konu açtınız sizden ricam lütfen alıntılarla değilde kendi kelimelerinizle bir masal gibi aktarın . O durumda daha bir okunası oluyor konular.

    Teşekkür ederim.


    İyi de arkadaşım ben bir yazar değilim. Dolayısıyla yazacağım yazılar pek güzel olmaz. Denemeye de zamanım yok. Bu yüzden elimden sadece şimdilik bu geliyor. Diğer arkadaşların bu tür yetenekleri varsa, neden olmasın?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi yacag -- 17 Mart 2008; 17:43:48 >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.